Türkiye bir ay sonra seçimlere gidiyor. Seçimler sonucunda bugünkünden farklı bir Meclis çoğunluğu oluşur ve cumhurbaşkanı değişirse bu durum, Türkiye’nin en önemli sorunlarından olan Kürt sorununun çözümü için yeniden bir umut doğurabilir. Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “PKK’ya silah bıraktırmak için elimizden geleni yapacağız” mealindeki açıklaması ve başta CHP lideri ve cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve CHP yetkililerinin “Kürt sorununun çözüm yeri Meclis olmalı” sözleri, bu umudu canlandıran yönde gelişmeler.
Kürt sorununun çözümünün adresi yeni TBMM olabilir mi? Ruşen Çakır yorumluyor.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Dün Kemal Can’la “Haftaya Bakış”ın son bölümünde, Kürt sorununu, Selahattin Demirtaş’ın sosyal medyadaki paylaşımını, Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözlerini ve buradan hareketle önümüzdeki dönemde, yani 14 Mayıs’ta şekillenecek olan yeni düzende, yeni Meclis’te ve belki de yeni cumhurbaşkanıyla Kürt sorununun Türkiye’nin gündeminde nasıl yer alabileceğini konuştuk; bir çözüm irâdesinin söz konusu olup olamayacağını tartıştık. O tartışmayı biraz daha ilerletmek istiyorum; kaldığımız yerden sürdürmek istiyorum. Öncelikle Selahattin Demirtaş’ın sosyal medyadaki paylaşımına bir bakalım. Dört tâne tweet attı; ama zâten ilk söylediği en çarpıcıydı: “Halkımıza sözümüz olsun, çatışmadan beslenen Erdoğan rejimi sonrasında PKK’nin Türkiye’de tümüyle silâh bırakması için elimizden geleni yapacağız ve mutlaka başaracağız. TBMM’de usûlünce, hukuk çerçevesinde sorunlarımızı çözüp büyük toplumsal barışı kesinlikle sağlayacağız. Bunu çoktan yapabilirdik ama…” diyerek, daha önceki çözüm sürecine de referans veriyor diğer paylaşımlarında. Ama biz özellikle ilk tweet’inde söylediklerine bakacak olursak: Bir kere, PKK’nın Türkiye’de tümüyle silâh bırakması var. Burada “Türkiye’de” demesine özellikle dikkat çekmek lâzım. Aslında çözüm sürecinde de böyle söyleniyordu: “Türkiye’de silâhsızlanma ya da silâhlı güçlerin Türkiye’den çıkması” olarak târif edilmişti; hattâ bir ara bu başlamıştı da. “Silâh bırakması için elimizden geleni yapacağız ve bunun adresi TBMM olacak” diyor Selahattin Demirtaş.
Şimdi, bu tek başına edilmiş bir söz değil. Sâdece Selahattin Demirtaş’ın ve onun partisinin, HDP’nin –ki HDP bu seçime Yeşil ve Sol Parti altında giriyor, kendisi girmiyor; onu da biliyoruz– söylediği bir söz değil. Bunun başka bir versiyonunu Cumhuriyet Halk Partisi de dile getiriyor. Artık Kürt sorununun çözümünün adresinin TBMM olduğunu Kemal Kılıçdaroğlu da söylüyor, CHP’liler söylüyor. Hattâ İYİ Parti dışındaki Millet İttifâkı’nın diğer ortakları da; Gelecek, DEVA ve Saadet Partisi’nin de bu konuda benzer şeyler söylediklerini, özellikle DEVA Partisi’nin çok açık bir şekilde söylediğini biliyoruz. Saraçhâne’de hatırlayın: Ali Babacan’ın doğrudan Selahattin Demirtaş’ın adını andığını da unutmayalım.
Sonuçta muhâlefette tam anlamıyla, bütün herkesin katılımıyla olmasa bile Kürt sorununu barışçıl bir şekilde Meclis’te görüşerek çözme yolunda bir arayış var ve burada en önemli sorun olarak gözüken İYİ Parti. Ama İYİ Parti de şunu yapmıyor, yani bir ara yapar gibi oldu: Bu konuda en çok sesi çıkan Yavuz Ağıralioğlu çok ciddî bir şekilde, gürültülü bir şekilde çıktı, istifâ etti; ama yalnız kaldı, başkalarını peşinden götüremedi. Pişman olmuş mudur bilmiyorum; ama çıkışının hiçbir karşılık bulmaması da aslında Kürt meselesi üzerinden İYİ Parti’nin CHP başta olmak üzere muhâlefetteki diğer ortaklarla sorun yaşama ihtimâlinin en azından şu aşamada seçime kadar düşük olduğunu bize gösterdi.
Bir diğer husus da, mâlûm, Emek ve Özgürlük İttifâkı aday çıkarmayarak, adını vermese de Kemal Kılıçdaroğlu’na desteğini beyan etti. Adını vermeden desteğini beyan etti ve bu da İYİ Parti’nin îtirazıyla karşılanmadı. İlk başta tabiî ki 3 Mart’ta yaşanan bir kriz var. Ama 6 Mart’tan sonra Kılıçdaroğlu’nun adaylığını, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın da cumhurbaşkanı yardımcısı olması kaydıyla kabul etmesiyle berâber, artık her şey bir anlamda tıkırında yürüyor. Yani Kılıçdaroğlu aday oluyor, Kılıçdaroğlu’na HDP başta olmak üzere Emek ve Özgürlük İttifâkı destek veriyor ve Kılıçdaroğlu’nun en son Sezgin Tanrıkulu’nun kitabının önsözünde yazdığı gibi; cumhurbaşkanı olursa Kürt sorununu çözme iddiasıyla karşımıza çıkacağının işâretlerini bugünden veriyor.
Bu olur mu, olabilir mi? Gerçekten çok zor bir mesele. Hattâ öyle bir şey oluyor ki, yeni Meclis’in bu konuyu ele alacağı kesin. “Nasıl ele alacak ve çözüm yoluna gidecek mi?” konusunda, HDP’nin, daha doğrusu Yeşil ve Sol Parti’nin Cengiz Çandar ve Hasan Cemal gibi iki önemli gazeteciyi seçilecek yerlerden aday göstermesi de, bu iki gazetecinin yeni süreçte, yeni çözüm arayışlarında kilit rol oynayabileceğini de gündeme getirdi. Bunu da hiç yabana atmamak lâzım. Ben kendileriyle, önceki gün Cengiz Çandar’la ve dün de Hasan Cemal’le yayın yaptım ve bu konuları da konuştum. Her ikisi de Kürt sorununun çözümü konusunda angaje olmuş iki isim ve Kürt hareketinin sıcak baktığı iki isim. Ama aynı zamanda da Türkiye’de etkili çevreler tarafından bilinen, kimileri tarafından sevilmeyen ama önemli bir kısmı tarafından da muhâtap alınan iki isim. Bu isimlerin de dâhil olmasıyla berâber, aynı zamanda bir ara vermiş olan Sırrı Süreyya Önder de yeniden Meclis’e girecek — ki kendisi geçmiş dönemdeki çözüm sürecinin en önemli aktörlerinden birisiydi. İmralı-Ankara-Kandil arasındaki trafikte hep yer almıştı. Bir de onun meşhur uçak korkusu olduğu için bütün bunları kara yoluyla yapmış birisidir. Dolayısıyla bunun altyapısı oluşacağa benziyor.
Bir diğer husus, eğer muhâlefet kazanırsa tabiî, Erdoğan değil de Kılıçdaroğlu kazanırsa ve Meclis’te Cumhur İttifâkı çoğunluğu sağlayamazsa… Benim görüşüme göre Meclis’te Cumhur İttifâkı da Millet İttifâkı da çoğunluk sağlayamayacak; Emek ve Özgürlük İttifâkı’nı yanına çeken Meclis çoğunluğunu elde edecek. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü konusunda Cumhur İttifâkı taş koysa da, engellemeye çalışsa da Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın da katılımıyla şu andaki Millet İttifâkı birtakım adımlar pekâlâ atabilir. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Kadrolara bakıldığı zaman isimler var ve bir diğer önemli husus da tabiî ki Selahattin Demirtaş başta olmak üzere HDP’nin cezâevindeki üst düzey isimlerinin bir şekilde, kademeli de olsa dışarı çıkması bekleniyor ve aynı şekilde devlet tarafından kayyum atanmış belediyelerin de iâdesi bekleniyor. Bunlar hemen mi olur bilemiyorum; ama en azından şunu biliyoruz ki seçimden bir sene sonra yapılacak olan yerel seçimlerde HDP’nin –ya da hangi isimle girerlerse artık o partinin– yine bölgede çok büyük ölçüde belediyeleri kazanacağını ve eğer iktidar değişirse bu belediyelere devletin dokunmayacağını da tahmin ediyoruz.
Cezâevlerinden birtakım tahliyelerin olması zâten ortamı bir anlamda buna hazırlayacaktır. Kayyum atanmış belediyelerin iâdesi de bunu iyice hızlandıracaktır. Burada önemli olan husus: Güven ortamının tesis edilmesi. Dün Hasan Cemal’le konuştuğumuzda, o özellikle şunu vurguladı: Zor olan meseleleri sona bırakıp, basit olan, daha kolay olanlarla işe başlanabilir. Şimdi burada bunu söyleyince, en zor olanın PKK’nın silâh bırakması ya da silâhlı güçlerini Türkiye’den çekmesi olduğu düşünülüyor. En sona onu saklama eğilimi bırakılıyor. Ama geçen çözüm sürecinde de gördük ki bu aslında o kadar çok zor bir şey değil. Zâten belirli bir süredir Türkiye’de çok büyük bir çatışma ortamı yaşamıyoruz. Birtakım şeyler oluyor, ama özellikle seçim sürecinde Kandil’in çok fazla saldırı, eylem vs. düzenleme yoluna gitmediğini de görüyoruz. Bu aslında çok da zor bir şey değil. Bana göre pekâlâ seçimden sonra belli bir güven ortamının oluşmasının ardından PKK silâhlı güçlerini Türkiye’den çekerek, Meclis’teki güven ortamına dayalı bu çözüm arayışlarının zeminini pekâlâ yaratabilir. Aynı şekilde İmralı’da Abdullah Öcalan’a uygulanan tecritte bir gevşeme sağlanarak, en azından Öcalan’ın da bir şekilde bu sürece îtiraz etmemesi –muhtemelen öyle olacaktır– sağlanabilir ve buradan gidilebilir.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Burada tabiî şöyle bir soru var: İnsanlar, seçmenler bunu ister mi istemez mi? Bunu ne zamâna saklamak lâzım? Dün Kemal’le bunu konuştuk. Bâzıları diyor ki: “Ya, bunları çok fazla dillendirmemek lâzım. Tamam, bir şeyler yapılır; ama bunları insanların gözüne sokmayalım. Çünkü seçmen tedirgin olur. Meselâ Millet İttifâkı’na, Kılıçdaroğlu’na oy vermez”. Ben buna hep îtiraz ettim. Aslında Türkiye’de büyük bir çoğunluğun bu sorunun çözülmesini istediğini düşünüyorum. Ve geçmişte denenen çözüm sürecine kamuoyunun büyük bir kesiminin destek vermesinin de bunun bir kanıtı olduğunu düşünüyorum. Orada iş sonuna kadar yürütülebilseydi, sivil anlamda bu çözüm sürecine direniş çok kısıtlı olacaktı. Meselâ âkil insanlar heyetlerinin Anadolu’daki yaptıkları bâzı toplantılar bâzı gruplar tarafından engellenmek, sabote edilmek istendi. Çok da başarılı olamamışlardı. Ben Türkiye’de toplumun aslında büyük ölçüde bu konuya niyetli olduğunu, bu konuda bir şeylerin değişmesini istediğini düşünüyorum. Tabiî ki buna kayıtsız şartsız karşı çıkanlar var; partiler var, gruplar var, odaklar var, güç odakları var. Böyle bir sorunun çözülmesini istemeyecek olan dış odaklar da olacaktır. Bütün bunların hepsi bir realite. Ama geçmişte yaşadığımız örnekten hareketle, ben Türkiye’de bunun samîmî bir şekilde, gerçekten kalıcı bir şekilde çözülmek istenmesinin kamuoyunun önemli bir kesiminin desteğini bulacağını düşünüyorum. Yani bugünden söylenen, “Bu konuları çok da dillendirmemek lâzım, Cumhur İttifâkı bunu kullanır” vs. çok gerçekçi açıklamalar değil. Örneğin son yerel seçimlerde Erdoğan ve Bahçeli tamâmen propagandasını bunun üzerine kurdular: CHP ve destekçilerini, belediyeleri ve belediye başkan adaylarını bir şekilde bölücülükle, Türkiye’nin beka meselesini tehlikeye atmakla suçladılar. “Belediyeler el değiştirirse elektrik sayaçlarını PKK militanları okuyacak” vs. gibi acayip acayip şeyler söylediler. Ama buna rağmen insanlar oylarını büyükşehirlerde CHP’li adaylara verdiler. Bu başlı başına çok önemli bir ders.
Bu seçimde şu âna kadar bu konunun belli ölçülerde kullanılmak istendiğini görüyoruz. Tam anlamıyla değil; belli ölçülerde kullanılmak istendiğini görüyoruz. İlginç olan, bu konuyu Erdoğan’dan daha çok Muharrem İnce, Sinan Oğan gibi diğer adaylar dillendiriyorlar. Hattâ Erdoğan dün de Diyarbakır’da bir deprem konutları temel törenine gitti, bir yanına Bahçeli’yi bir yanına Zekeriya Yapıcıoğlu’nu aldı. Zekeriya Yapıcıoğlu’nun partisi HÜDA PAR, Kürt sorunu konusunda, programı belki de HDP’den daha ileride bir parti. Bu ne derece samîmî ya da değil o ayrı bir tartışma konusu; ama Erdoğan hâlâ Kürt sorununu çözme meselesini tam anlamıyla boş bırakmak istemiyor ve bunu da HÜDA PAR’ı yanına alarak yapmaya çalışıyor. Bu ne derece başarılı olur? Bence çok başarılı olamaz. Çünkü bölgede HÜDA PAR’a, geçmişteki Hizbullah deneyimi nedeniyle belli bir kesimin dışındaki kişiler çok da sempatik bakmıyorlar.
Her neyse; sonuçta şunu söylemeye çalışıyorum: Kürt sorununu çözme iddiasının, bunu Meclis’te çözme iddiasının bence toplumda bir karşılığı var. Bunu gizleyerek, “Ya, önce seçimi bir kazanalım, sonra bakalım” diyerek çok fazla bir şey elde etmek mümkün değil. Eğer bugün bu çizgi baskın çıkarsa, yarın iktidar değişse bile bu sefer aynı kişiler başka versiyonlarda bunu dile getirip bunu sürekli öteleyecekler ve yeni iktidârın –eğer yeni bir iktidar olursa tabiî– daha baştan kaybetmesine yol açacaklar. Şunu yıllardır hep söylüyorum, tekrar söyleyeceğim: Kürtler’i kazanmadan kimsenin Türkiye’yi kazanmasının imkânı yok. Geçen Altan Tan’ın bizim arkadaşımız Ferit Aslan’la yaptığı yayında söylediği gibi: “Erdoğan Kürtler yüzünden kaybedecek” diyor. Tek başına Kürtler yüzünden kaybetmeyecek, ama Kürtler’i kazanamadığı için Erdoğan’ın kaybı mutlak. Şu aşamada baktığımızda, Kemal Kılıçdaroğlu ve genel olarak muhâlefetin Kürtler’i kazanmış olduğunu görüyoruz ve o nedenle de Türkiye’yi kazanma ihtimalleri hayli yüksek. Ama Kürtler’i kazanmak bir anlık bir iş değil; bunu sürekli kılabilmek lâzım. Bunun yolu da Kürt sorununun kalıcı bir şekilde çözümüdür. Eğer birileri bunu başarırsa, işte onlar gerçekten Türkiye târihine çok ciddî bir şekilde damga vurmuş olacaklar. Bu Meclis’in, eğer değişirse bu iktidarla –ki değişeceğini düşünüyorum, Kılıçdaroğlu’nun seçileceğini ve Meclis’te Cumhur İttifâkı’nın çoğunluk olamayacağını düşünüyorum– dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olduğu ve Millet İttifâkı artı Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın çoğunluğu oluşturduğu bir Meclis’te bunun zemininin pekâlâ şekilleneceğini, ama bunun hiç de kolay olmayacağını, başta İYİ Parti olmak üzere birçok yerden birtakım îtirazların, çekincelerin vs.’nin dile getirileceğini; ama çok acele etmeden, yavaş yavaş çözme irâdesine bağlı kalarak bu konuda atılacak adımların bir karşılığının olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla şu anda, 14 Mayıs’ta Türkiye Kürt sorununun çözümü konusunda da çok ciddî şekilde bir fırsat yakalamış durumda. Umarım Türkiye bunu doğru bir şekilde değerlendirir. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.