Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

14 Mayıs’ta ne oldu, neden oldu? 28 Mayıs’ta ne olabilir? | Ruşen Çakır ve Levent Gültekin tartıştı

Ruşen Çakır, gazeteci-yazar Levent Gültekin ile seçimlerin ikinci tura kalmasını, Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını, 28 Mayıs’ta neler olabileceğini tartıştı. Gültekin, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in 3 Mart’ta masadan kalkmasını ve yeniden dönmesini, milletvekili listelerini, Yeşil Sol Parti’nin ilk turdaki çalışmalarını ve Kılıçdaroğlu’nun ikinci turdaki kampanyasını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Levent Gültekin stüdyoda canlı yayın konuğumuz. Kendisiyle 14 Mayıs’ta neyin neden olduğunu, 28 Mayıs’ta ne olabileceğini konuşacağız. Levent, merhaba.

Levent Gültekin: Merhaba, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Seninle son yaptığımız yayındaki tartışmalarımız geliyor aklıma; unutmak istediğim tartışmalar diyeyim. Sen haklı ben haksız çıktım. 

Levent Gültekin: Keşke ben haksız, sen haklı çıksaydın.  

Ruşen Çakır: Peki, ne oldu?

Levent Gültekin: Aslında benim için sürpriz değil. Biliyorsun, daha önce, en başından beri bu işin buraya doğru gittiğini ve son iki ayda daha da netleştiğini gördüm. Bu artık gizli değil; senin programında da söyledim, Yaklaşan Kasırga kitabımda da yazdım, birçok programda da söyledim. Tayyip Bey’le bir dönem daha devam edilmek üzere bir kurgu olduğunu, derin devlet tarafından, kimi aktörleriyle berâber Kemal Bey’in adaylığının yaklaşık 3 yıl önce organize edildiğini, hattâ kurgulayanların isimlerini de paylaştım birçok yayında. Kemal Bey’in adaylığına umut bağlamıştı Erdoğan. Bence o yüzden İmamoğlu’na yasak gelmişti, o yüzden başka bütün adaylar devredışı bırakılmıştı, onlar bir oyun kurdular. Bu oyun kazandırılarak bozulabilir miydi diye hepimiz umut ettik. Bence, iki nedenden dolayı Kemal Bey yanlış bir adaydı. Bir tânesi seçimi yeniden parti yarışına döktü. Halbuki bu seçim “Demokrasi mi, Tek Adam rejimi mi?” ikileminde gitmesi gerekiyordu. Benim yaklaşımım öyle. Bu iş yeniden, “CHP mi iktidar olsun AK Parti mi iktidar olsun?” ikilemine döküldüğü için doğal olarak toplum ayrıştı, o kutuplaşma yeniden partiler düzeyine geldi. 

İkincisi, bana göre Kemal Bey’in adaylığının yöntemi de yanlıştı. Bu da toplumda bir rahatsızlık yarattı — meselâ o makam pazarlıkları. Kemal Bey’in cumhurbaşkanlığına evet diyor, 10 milletvekili alıyor, 15 milletvekili alıyor, bir cumhurbaşkanı yardımcılığı alıyor. Kurgu yanlıştı bana göre. Bir diğer konu, ben 45 gün boyunca Tayyip Erdoğan’ın bütün mitinglerini izledim, hiçbir tânesini kaçırmadım. Sâdece miting değil, nerede konuşma yapıyorsa, ekranı büyüterek mimiklerine, ses tonuna, vurgularına dikkat etmeye çalıştım ve bir şey fark ettim: Orada inanılmaz bir terör propagandası vardı. PKK’nın yaptığı açıklamalar, HDP’lilerin yaptığı açıklamalar… Toplum bir anda, iktidârın yaptığı manipülasyonlarla ve muhâlefetin bu manipülasyonu engelleyecek bir politika geliştirememesi sonucunda, ekmeği unuttu güvenlik endîşesine kapıldı. Bütün istatistikler bize toplumsal psikolojide en yüksek endîşenin güvenlik endîşesi olduğunu söyler. Yani insanlar her şeyi unutabilir; ekmeği de unutur, açlığı da unutur, yoksulluğu unutur, yolsuzluğu unutur; ama güvenlik dediğimiz, yani bir vatanın, ülkenin bölünme paranoyası dediğimiz o endîşe gelir, teslim alır.

Ruşen Çakır: Ama yerel seçimlerde yürümemişti bu strateji.

Levent Gültekin: Çünkü belediye seçimleriydi o. Bu ise ülke yönetimi. Bence birçok arkadaşımızın yanıldığı da o. Biz belediye seçimleriyle ülke yönetimini karıştırıyoruz. Ülke yönetimi çok başka bir şey. Bir de belediye seçimlerinde kısmen biraz daha farklı yürüdü; orada bence daha da önemli olan, belediye seçimlerinde iki adayın kimlikleri: Özellikle İstanbul’daki ve Ankara’daki iki adayın temel kimliği milliyetçilik. Yani hem Ekrem Bey’in Trabzonlu olması ve milliyetçi kimlikten geliyor olması, hem de Mansur Yavaş’ın ülkücü kökenden geliyor olması bu tip manipülasyonları kırdı; kırmaya da yetti.

Ruşen Çakır: Onlar bu seçimde de en öne çıkan iki figür oldu.

Levent Gültekin: Demek ki iknâ edici olmadılar. Demek ki insanlar daha çok adayın kim olduğuna baktılar ve CHP iktidârı diye baktılar. Orada Ekrem Bey ile Mansur Bey’in adaylığı biraz sembolikti, yani kampanya üzerine kurulmuştu. Çok etkin olabilecekleri bir durum yoktu. Benim kişisel tahminim, adaylık yöntemi yanlıştı. Diğer partilerin bu işi pazarlığa dökmesi büyük bir felâketti. 

Ruşen Çakır: Sen Gelecek ve DEVA partilerindeki insanları tanıyorsun. Aynı mahalledendiniz, hâlâ görüştüklerin de var. Bu partilerin aldıkları milletvekillikleri ayrı bir şey. Erdoğan da bunu alay konusu yaptı. Bu partiler niye hiçbir şey koparamadılar?

Levent Gültekin: Ben koparamayacaklarını 3 yıldır yazıyordum. Hattâ hatırlıyorsan, seninle yaptığımız yayında da, “Bu bir partiler yarışı değil. Bu, mahalleler yarışına döküldü” demiştim. Yani en kaba hâliyle söylüyorum: “Türkiye’yi sekülerler mi yönetsin, muhâfazakârlar mı yönetsin, dindarlar mı yönetsin?” yarışına döküldü. Dindarlar şöyle dediler: “Bu küçük partiler bizden, arkadaşlarımız”. Diyelim ki Tayyip Bey’den rahatsız olan %2-%3-%5, her neyse, “Bunlara oy veririz; ama bunlar iktidar olamıyorlar, bunlara verdiğimiz oy sâdece bizi iktidardan etmeye yarıyor; bizi yeniden iktidar etmiyor” dediler. Birincisi bu.

İkincisi, muhâlif kamuoyu yıllarca, “Siz karışmayın, sâdece oradan oy getirin” dediler. Yani açık açık, “Biz Davutoğlu ile yan yana gelmeyiz, Babacan’la oturmayız. Bunların sâdece oylarına ihtiyâcımız var. Sizin temel göreviniz AK Parti’den oy tırtıklamak” dediler. Bu hepimizin gözü önünde oldu. Bu doğal olarak buradaki kamuoyunu o kutuplaşmanın etkisiyle kilitledi, bu partilere gidemediler. Bir de, ne Babacan ne Davutoğlu siyâset üretemediler. 

Ruşen Çakır: Ama meselâ benim gittiğim 3 büyük mitingde de, sahnede bayağı konuştular, coşturdular.

Levent Gültekin: O siyâset üretmek değil ki. Sokaktan geçen bir genci çıkaralım sahneye, muhtemelen o da güzel konuşur, coşturur. Siyâset üretmek, kendi tabanını iknâ edecek bir argüman ortaya koymaktır — varsa tabanı. Muhâfazakâr kesimi iknâ edecek bir yaklaşım, bir politika geliştirmektir. Çıktılar geldiler, burada parti kurdular, Altılı Masa’ya oturdular. Altılı Masa’ya oturdukları gün, cumhurbaşkanlığının nasıl olacağını konuştular. Eğer partiler üstü bir adayı bulabilmiş olsalardı, muhtemelen DEVA ve Gelecek, AK Parti tabanından belki biraz daha oy çekebilirdi. Ama CHP Genel Başkanı –kimlik olarak söylüyorum– aday olduğunda, Babacan’ın getireceği her bir AK Partili’yi aslında CHP’ye götürmüş oluyor, kendine almıyor. Kendine alabilecek bir imkânı olsaydı belki biraz daha farklı olabilirdi. Meselâ Ali Babacan aday olsaydı, yani Kemal Bey aday, Babacan da aday olsaydı ve DEVA kendi de girseydi seçime, muhtemelen Babacan’ın Sinan Oğan’dan daha yüksek oy alacağını düşünüyorum. O zaman AK Parti’den koparlar, Babacan’a gidebilirlerdi. O muhâfazakâr seçmenin Tayyip Bey’e de, Kemal Bey’e de eli gitmiyor. Ama Babacan en az 7-8 alabilirdi. Sinan Oğan’dan anlıyoruz bunu. Sinan Oğan’ın tabanı yok, ciddî bir partisi yok. Ali Babacan ise teşkilâtlanmış, Türkiye çapında örgütünü kurmuş. Bir de, kendince bir kredisi var toplumda. Eğer aday olsaydı, hem AK Parti’den 3-5 puan daha fazla koparabilirdi, hem de şimdi aldığı 3-5 milletvekilliğini belki 5-7 vekilliğe çıkarırdı. O zaman bir alternatife dönüşebilirdi. Ama her biri gidip CHP’nin arkasına dizildiğinde, muhâfazakâr kesim terk etti orayı.

Belki senin programında anlattım bunu. Bundan yaklaşık 2 ya da 3 yıl önce, DEVA Partisi’nin bir il başkanıyla konuşuyordum. Hangi il olduğunu söylemeyeyim ayıp olur. Bana, “Levent Bey, sence DEVA ne olur seçimde?” diye sordu. Ben de ona, “DEVA’nın ne olacağını adayın kim olduğu belirler. Eğer aday çok belirgin bir CHP’li olursa, toplum ‘CHP’li mi olsun AK Partili mi olsun?’ ikilemine sıkışır, siz oradan oy alamazsınız. Ama aday CHP’liliği çok ön planda olmayan, partiler üstü bir isim çıkar, solcu da olabilir, o zaman siz farklı bir oy alabilirsiniz” dedim. “Seninle bir anket yapalım” dedim. “Sence aday olarak bir CHP’li ile Tayyip Bey baş başa kaldığında kime oy verirsin?” diye sordum. Durdu durdu, “Levent Bey, ben CHP’liye oy veremem” dedi. 

Ruşen Çakır: İş baştan kopmuş.

Levent Gültekin: Evet, bu çok bilinen bir şeydi ama. Kabul etmemiz lâzım. Nasıl ki şu anda seküler kesimdeki laiklik, Cumhuriyet endîşesi olan bir insanın eli muhâfazakâr bir partiye, diyelim AK Parti’ye ya da Saadet Partisi’ne gitmezse, o insanların da eli gitmiyor.

Ruşen Çakır: İYİ Parti geçen seçimden daha az oy aldı; 1 milletvekili artırabildi. Halbuki bir ara bayağı bir çıkıştaydı. Bu sence 3 Mart kriziyle mi alâkalı?

Levent Gültekin: Bence sâdece 3 Mart’la değil. 3 Mart’ın çok büyük etkisi var tabii. Ama Meral Hanım sağlıklı bir politika izleyemedi. Bir kere partiyi ne merkez sağa oturtabildi ne milliyetçi tarafa tam olarak konumlandırabildi. Altılı Masa’daki tutumu ne Kemal Bey’i destekliyor ne karşı çıkıyor. Masa’da ‘Hayır’ demiyor. Zâten hiçbir gün ‘Hayır’ demedi, bu bir bilgi. Ama televizyonlara çıkıp Kemal Bey’i yıpratıcı konuşmalar yaptı. Bu da İYİ Parti’deki muhâlif seçmenin kafasını karıştırdı. 3 Mart’ta o Masa’dan kalkıp tekrar oturmasıyla berâber Meral Hanım kontrolü kaybetti. Sonraki süreçte çok agresif, çok kavgacı, “Yeniden toparlayabilir miyim?” duygusuyla hareket etti.  Hani bardak kırıldı mı bir daha yapışmıyor, yapıştırsanız bile eski hâline döndüremiyorsunuz, buna benziyor. 3 Mart’la berâber, zâten geriden gelen o merkez sağ olamama, doğru düzgün bir istikamet belirleyememe ve 3 Mart’taki o ikircikli tavrı, muhâlif seçmende bir rahatsızlık yarattı. Bir de listeler meselesi. Bence listeleri de çok sağlıklı, başarılı bir liste değil. Tuhaf tuhaf isimler milletvekili adayı oldu. Meselâ Ordu’da İdris Naim Şahin’in adayı olması. Mersin’de bir adayla para konuşulmuş; hattâ adam çıkıp, “Paramı geri verin, adaylıktan çekileyim” gibi açıklamalar yaptı. Bütün bunlar Meral Hanım’ı yıprattı doğal olarak. Bence İYİ Parti, biraz merkez sağa kaymak kaydıyla çok daha iyi olabilirdi.

Ben Meral Hanım’ı şahsen tanıyorum. Kendi kişiliğini partiye yansıtmış olsaydı, daha yüksek oy alırdı. Çünkü Meral Hanım ortalama bir Anadolu kadını. Dünya görüşü de öyle. Milliyetçiler gibi bir Kürt karşıtlığı yoktur. Çok öyle faşist bir dünya görüşü de yoktur. Ama partisi ne yazık ki MHP’lileşmekten kendisini kurtaramadı. Niye olmadığıyla ilgili şöyle bir örnek vereyim: İYİ Parti kurulmadan önce, Ümit Özdağ beni aradı; daha yeni kurulmak üzereydi parti. “Levent, Bey bir kahve içebilir miyiz, biraz sohbet etmek istiyorum” dedi. Buluştuk. “Biz parti kuruyoruz, ne yapalım, nasıl yapalım?” diye fikir sordu. Ben de şöyle bir cevap verdim: “Yapacağınız ilk iş ‘Ülkücülüğü bırakıyoruz’ demek olmalı.” Çünkü artık ülkücülük yok, İslâmcılık yok, Atatürkçülük yok, ortalama değerler var. “Ülkücülüğü bırakıyoruz deyin. Daha geniş, daha demokrasi, daha hukuk, adâlet, liyâkat, ekonomi vurgulu, biraz merkez sağ diye bildiğimiz bir çizgiye oturursanız, önünüz çok açık” dedim. Ümit Özdağ bana ne dedi biliyor musun? Hiç unutmuyorum bunu: “Bu dediklerin çok doğru, ama bizim MHP’den gelecek %3 oya ihtiyâcımız var taban bulmak için” dedi. Ben de, “O %3’ü almak için buradaki %30’dan oluyorsunuz” diye cevap verdim. 

Meral Hanım bu süreçte de %3-5’i MHP’ye kaptırmayayım diye üç cümle ediyor. Sonra öteki tarafa dönüp bu sefer bu tarafa bir mesaj vermeye çalışıyor. Burayı almaya çalışırken bunu kaybediyor, bunu almaya çalışırken onu kaybediyor. Ortada ne yazık ki sağlıklı bir süreç yok.

Ruşen Çakır: Seçimden sonra Meral Hanım hiç konuşmadı.

Levent Gültekin: Hiç konuşmadı; çünkü bence şu anda orada büyük bir tartışma var. Sâdece o değil, benim duyduğum kadarıyla, diğer liderler de çok tatsız ve keyifsizler. Diğer liderler daha zor durumda. Meral Hanım kısmen kendini kurtarabilecek durumda. Çünkü bana göre görüntü… Niye görüntü diyorum? Bunu her programda söyledim, bir kere daha söyleyeceğim: Kemal Bey’in adaylığını Meral Akşener organize etti. Bu bir bilgi. 

Ruşen Çakır: Yani Levent…

Levent Gültekin: Ben bunu kaç yayında söyledim.

Ruşen Çakır: Kaç kere de tekzip ettiler. 

Levent Gültekin: Hiç etmediler.

Ruşen Çakır: Ettiler.

Levent Gültekin: Bir kere bile etmediler. Hattâ beni aradılar ve onlara, “Çıkıp söyleyin, ben bunu programda söyleyeceğim” dedim. Elimde veri var çünkü.

Ruşen Çakır: Ben inanmıyorum.

Levent Gültekin: Tamam, sen inanma, o ayrı. Şunun için söylüyorum: Meral Hanım isteseydi, Kemal Bey’in adaylığını engelleyebilirdi, ama istemedi. Kemal Bey’in yüzüne karşı hiçbir gün, “Kemal Bey sen aday olma” demedi. Geçen gün İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Müsavat Dervişoğlu’nun söylediğini gördün mü? “Masa’dan kalkmamız, Kemal Bey’in adaylığını perçinlemek üzere, tamâmen bir kurguydu” dedi.

Ruşen Çakır: Hiç fark etmedim, görmedim.

Levent Gültekin: Evet, daha 3 gün önceki videosu. Meral Hanım kısmen, ekranlarda Kemal Bey’in adaylığına “kazanacak aday” ısrârıyla karşı çıktığı için, şu anda kendini daha rahat hissediyor. Çünkü kamuoyuna, “Ben söylemiştim” diyecek. Ama diğerleri çok zor durumda bildiğim kadarıyla. Davutoğlu da, Babacan da, Saadet de öfkenin odağına dönüşmüş durumdalar. Çünkü hak etmedikleri sayıda milletvekili almış gözüküyorlar. Senin dediğin gibi bir getirileri de olmamış, katkıları da olmamış. Bir de hakîkaten çok sorumsuz davrandı partiler. Hepsi için söylüyorum. Kader seçimine gidiyoruz; Sadullah Ergin’i Ankara Çankaya’dan aday yapmazsın. Oradaki seçmene biraz saygı duyarsın. Hatay’dan aday göster. Eğer aday koyacaksan niye Hatay’dan koymuyorsun? Veya Sadullah Ergin olmasın meselâ. DEVA Partisi’nde pırıl pırıl başka insanlar var. CHP’lileri de rahatsız etmiyor. Düşünmez mi bunu bir parti? “Ben Çankaya’dan Sadullah Ergin’i aday koyuyorum, bunun yaratacağı bir tepki olur” diye düşünmediler. Buna benzer onlarca örnek var. Ne oldu sonuçta? Çankaya’daki bir seçmen küstü, İzmir’deki başka bir seçmen küstü, sandığa gitmedi. Adam kendi çoğunluğuyla bir şekilde oyunu %49’a getirdi. Ama o insanları toparlayacak bir yaklaşım olsaydı, belki biz bu sonucu böyle konuşmuyor olacaktık.

Ruşen Çakır: Peki şimdiki kampanya için ne düşünüyorsun? Kılıçdaroğlu dün ve bugün aynı temaları dile getirdi. Terör, sığınmacı meselesi, kadın meselesini öne çıkardı. Bayağı da sert bir konuşma yaptı. Ben bir öncekini pozitif kampanya olarak tanımlayıp, olumlu olduğunu söylüyordum. Şimdi tam bir negatif kampanyaya döndü. Ben ağzımı açmıyorum artık. Sen ne düşünüyorsun?

Levent Gültekin: Bence yanlış. Her birimize yakışan bir elbise vardır. Ben 52 beden giyiyorsam, 56’yı giydiğimde çuval gibi durur üzerimde. 52 giyiyorsam, 46 giydiğimde de olmaz, sıkar. Tuhaf görünürüm ekranda. Bu da öyle. Kimimize çok sert bir üslûp yakışıyordur, kimimize daha babacan daha bilgece bir üslûp yakışıyordur. Bana göre, Kemal Bey’in son iki aydır yaptığı kampanya çok başarılı bir kampanyaydı. Olabildiğince sıcak, olabildiğince pozitif, olabildiğince gerginlikten uzak bir kampanya. “Sonuç vermedi” diyebilirler. Sonuç vermemesinin nedeni kampanya değildi. Onun başka nedenleri vardı. Kurgu yanlıştı, çokbaşlılık görüntüsü vardı, HDP’lilerin bence getirdiklerinden daha çok oy götürdüğü açıklamalar… Bütün bunlara baktığımızda, bence Kemal Bey’in iki ayda yaptığı kampanya çok başarılı bir kampanyaydı. Çok sıcak, olabildiğince pozitif, gerginliklere gelmeyen… Ama seçimden sonra gördüğüm üslûp, hem Kemal Bey’in üzerine oturmuyor hem de çok yanlış. Sinan Oğan’ın  %5’ini almak için iki günde mülteci karşıtı, “faşizm”i çağrıştıran bir söylem Kemal Bey’in üzerinde oturmaz; var olanı da kaybeder. Bu üslûp üzerinde düşünülmemiş, biraz panikle alınmış bir karar benim gördüğüm kadarıyla. “Toplumda bir milliyetçilik duygusu var, bâri oraya sâhip olayım” demek inandırıcı olmaz. Toplum, “Bir dakika. Sen daha 2 ay önce 10 gün önce şöyleydin. Şimdi ne oldu da böyle oldun?” der. Toplum bunları kabul etmez. Kemal Bey’e düşen, aynı sıcaklığı, aynı olgunluğu devam ettirmekti. 

Bir de, kaybetmenin bir onuru, bir ağırlığı vardır. O gece Kemal Bey’in çıkıp şu konuşmayı yapması lâzımdı. Çok basit, sâdece iki kelime: “Sevgili halkım. Çok uğraştık, ama belli ki toplumun bir kesimine henüz ulaşamadık. Bugünden îtibâren başlıyoruz, 15 gün içerisinde o ulaşamadığımız insanlara da ulaşacağız. Nasıl bir Türkiye hayal ettiğimizi onlara da anlatacağız. Eminim ki başaracağız”. Bu kadar. Bu kadarlık bir cümleyi gece saat 02.00’ye kadar kimse söylemedi. Sonra Kemal Bey öfkeli öfkeli çıkıp, kâğıttan bir yazı okudu. Sen de gördün. Yanında 6 tâne lider, moraller bozuk, öyle ayakta duruyorlar. O görüntü zâten ayrı bir moralsizlik yarattı seçmenin üzerinde. Halbuki çok basitti. Bence Kemal Bey çok güzel, çok barışçı bir kampanya yürüttü. Evet, iktidar terör meselesini manipüle etti. Orada suç Kemal Bey’in değildi. HDP’nin büyük sorumluluğu var. 

Ruşen Çakır: Nedir oradaki sorumluluk?

Levent Gültekin: Bence HDP Türkiye siyâsetinin en sorumsuz… Ben Selahattin Demirtaş’a çok üzülüyorum. Dikkat ettim o kadar çok çaba verdi ki. Meselâ Selahattin Demirtaş bir gün şöyle bir tweet attı: “Kemal Bey’e çok yükleniyorlar ‘Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakacak’ diye. Ben size açıklayayım bunun ne olduğunu. Aslında beni serbest bırakmayacak. Var olan şu şu şu mahkeme kararlarını uygulayacak”. O neydi biliyor musun? O, can havliyle Kemal Bey’in yanlış anlaşılmasını engelleme çabasıydı. Selahattin Demirtaş ne kadar pozitif, birleştirici mesaj verdiyse, bazı HDP’liler, Türkiye’deki bölünme paranoyasını tetikleyecek konuşmalar yaptılar. Ben Tayyip Erdoğan’ın bütün mitinglerinde, Pervin Buldan’ı, Ahmet Türk’ü, Sırrı Sakık’ı dinledim. Pervin Buldan Nevruz’da şöyle bir konuşma yapmış: “Ey AKP! Kürtler Suriye’de bağımsızlığını aldı. Sırada Türkiye var. Sana geçmiş olsun, artık bunu engelleyemezsin”. Evet, aynen böyle. Ben belki 500 sefer dinledim. Aç bul Pervin Buldan’ın Nevruz konuşmasını. Erdoğan bunu aldı, 60 ilde bütün meydanlarda dinletti. Sonra Ahmet Türk’ün bir konuşması: “Bu seçim, başta Öcalan’ın, Başkan Apo’nun olmak üzere bütün kardeşlerimizin hapishâneden çıkarılması seçimidir”. Tayyip Erdoğan 60 ilde bu konuşmayı yayınladı. Sırrı Sakık’ın konuşması: “Sayın Kılıçdaroğlu, kapalı kapılar ardında bize ne söylediysen onu kamuoyu önünde de konuşmanı istiyoruz”. Cümlesi aynen bu. Tayyip Erdoğan bunların hepsini miting meydanlarında izletti. Meselâ başka bir şey daha gördüm. Bir HDP milletvekili, yaklaşık 40-50 tâne gerilla kıyâfetli genç eşliğinde kampanya yapıyor. Yanılmıyorsam Hakkâri’nin bir ilçesi. O gerilla kıyâfeti giymiş dediğim çocuklar genç çocuklar muhtemelen. Tabiî ki terörist değiller. Ama o çocuklar yöresel kıyâfetlerle, büyük sloganlarla, “Hapishânelerin kapılarını kıracağız, başkanımızı çıkaracağız” diye bağırıyorlardı. Erdoğan o görüntüleri de yayınladı. Bu görüntüler toplumdaki milliyetçilik duygusunu kabarttı. Bölünme paranoyasını had safhaya çıkardı. Bu seçim kader seçimiydi. Bu seçim Pervin Buldan’ın kendi tabanını mutlu etmesi seçimi değildi. Ahmet Türk gibi, o kadar tecrübeli bir siyâsetçinin, “Bu seçim Öcalan’ı hapisten çıkarma seçimidir” cümlesinin nereye gideceğini biliyor olması lâzım. Seçime 3 gün kala ne dedi Cengiz Çandar? Gördün değil mi? “Van mitingi bize göstermiştir ki bundan sonra CHP bize mahkûm. Meclis’te bizsiz hiçbir şey yapamaz. Kürtler’in kendi kendini yönetme hakkı vardır. Buna alışın.” Bir anda ülkede, “GGaliba bunlar ülkeyi bölüyorlar” duygusu, soğanın, ekmeğin fiyatının, yoksulluğun, yolsuzluğun her şeyin önüne geçti. Bu o kadar beklenen bir sonuçtu ki. Ben o konuşmaları dinlediğimde, “Geçmiş olsun” dedim.

Ruşen Çakır: Peki, bütün bu süreçte seçimle ilgili öne sürülen, “Oylar çalındı, oylar kontrol edildi” spekülasyonları var. Bunlara îtibar etmiyor musun?

Levent Gültekin: Asla etmiyorum. Çünkü benim kaynağım CHP’liler. CHP’de çok güvendiğim insanlar var. Bir kısmı manipülatör, bir kısmı sahtekâr. Ama dün, gerçekten canı yanan çok etkili biriyle konuştum. Şöyle dedi bana: “Levent, ben akşam saat 20.00’de, yanıma bir bilişim mühendisini aldım. Oturdum bilgisayarın başına. Bize gelen veriler üzerinden… Elimizde %20’lik bir veri vardı, yani sandığın %20’si gelmişti. Ben onlardan bir simülasyon çıkardım. Saat 20.00’de gittim genel başkanıma sundum. Dedim ki: “Efendim, seçimin sonucu 49’a 45 bitiyor”. Akşam 20.00. Bu, CHP’nin verileri.

Şimdi, şunlar olmuştur, hiç yoktur demiyorum. 200 bin sandık verisi giriyorsun. İnsandır hatâ olabilir. 1823 yazacağına 1828 yazıyorsun veyahut 1833 yazıyorsun. Zâten onları HDP’nin YSK temsilcisi açıkladı: “1000 sandıkta yanlış sonuç girişi vardı. Hepsini düzelttik, ama sonuç değişmedi”. Hattâ tam tersine, Isparta’da AK Parti’nin bir milletvekili arttı o değişikliklerden sonra. 

Bir de şundan eminim: HDP tabanında büyük bir isyan var. WhatsApp gruplarındaki konuşmaları gördüm. HDP tabanı yönetime karşı ayağa kalkmış vaziyette. “Siz niye bu hatâları yaptınız? Niye böyle her seçimde saçma sapan isimleri milletvekili adayı yapıyorsunuz? Biz niye oy kaybettik?” diye. Yine WhatsApp mesajlarında Pervin Buldan’a istifâ çağrıları geliyor. Kıyâmet kopuyor “İstifâ et” diye. Bu isyanı bastırmak için ortaya “Hîle var” yalanını ortaya attılar. Biri “HÜDA PAR’ın 2 milletvekili düştü” diye bir şey attı ortaya. Düştü mü? Hayır, yalan. Biri bunu ortaya attı. Kamuoyu da, “Bak gördün mü? 2 milletvekili düşürdük HÜDA PAR’dan” diye…  Muhâlif kamuoyuyla oynuyorlar. Hepsi oynuyor; hesap vermemek, sorumluluklarının bedelini ödememek için.

Kemal Bey’e saat 20.00’de rapor sunulduğu halde, “%49’a 45 çıkıyor bizim verilerimize göre” denildiği halde, gece 12.00’ye kadar, bu ülkenin garibini, endîşesinden uyumayan insanlarını oyaladılar. O gün de yetmedi, hâlâ aynı şekilde devam ediyorlar. Çünkü çıkıp, “Başarısız olduk, yanıldık, doğru düzgün bir siyâset yapamadık, topluma ulaşamadık” diyemiyorlar. Meselâ bugün de Kemal Bey’den şunu beklerdim. Çıkarsın basın toplantısına elinde bir kâğıtla, dersin ki: “Ankara Kızılay’da 1827 no’lu sandıkta bizim oyumuz 1500 iken, YSK’ya 500 olarak eklenmiş”. Böyle 20 tâne örnek verirsin. “Alın size hîleyi ispat ediyorum” dersin. Bir tâne örnek yok.  Kemal Bey de bugün böyle üstü kapalı bir hîle vurgusu yaptı. Bu çok büyük sorumsuzluk. Bu, Türkiye’yi büyük bir ateşe sürükler. 

Biz şunu beklemedik mi muhâlefetten? Bu dönemde bizim hakkımız yok muydu bunu söylemeye? “Öyle bir sistem kurun ki biz YSK’ya ihtiyaç duymayalım. Size gelen verileri bilgisayarlara işleyelim, biz sizden alalım.” Hattâ insanlar günlerce, “Ya Anadolu Ajansı yanlış bilgi verirse? Ya YSK yanlış bilgi verirse? Biz niye YSK’ya, Anadolu Ajansı’na bağlı kalalım?” dediler. Sen partisin; 200 bin sandığa 200 bin adam koyacaksın, bir aplikasyon yapacaksın telefondan, kaydını ıslak imzâsını alır almaz fotoğrafını çekip sana atacak. Biri bilgisayara girecek ve sonuç çıkacak. Bunu yaparsın, sonra döner dersin ki: “Kardeşim, bendeki kayıtlara göre ben 49’um. Sen neye göre 44 diyorsun?” Halkı da sonuna kadar arkana alırsın. Somut bir delil sunmuyorsun, belge sunmuyorsun. 

Ben her iki partiden, HDP’den de CHP’den de çok dürüst insanlarla konuştum. Her ikisi de bana, “Levent Bey yalan söylüyorlar. Hiçbir hîle ihtimâli yok. Biz tamâmen kendi içimizde birbirimizi yemeye düştük. Hîle iddialarıyla paçayı kurtarmaya çalışıyoruz” dediler.  

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla 28 Mayıs’tan da beklentin çok yok. 

Levent Gültekin: Çok yok demeyeyim. Olmaz olmaz diye bir şey yok.

Vazgeçemeyiz, bir şekilde asılmak zorundayız. Bu seçim ülkenin kader seçimi. Bütün eksikliklere, bütün buna benzer olumsuzluklara rağmen, ben siyâsetçilere değil halka güveniyorum. Halk kaderine, ülkesine sâhip çıkmak zorunda. Her ne kadar siyâsetçiler bizi “satmış” olsalar da… Bu satma cümlesini, işini doğru düzgün yapmama, tedbirleri almama, yeterince bütünleyici bir politika üretememe, kendi kişisel parti çıkarlarının peşinde fazlasıyla koşma anlamında kullanıyorum. Her ne kadar partiler bizi satmış olsa da, bu, bizim çocuklarımızın kaderi. Partilere bir şey olmuyor. Milletvekillerine, genel başkanlara bir şey olmuyor. Onlar zaten maaşlarını alacaklar. Zâten alan aldı. Bak ne yaptı Ahmet Davutoğlu? On tâne milletvekiliyle poz verip, “İlk grup toplantımızı yaptık” dedi — daha ilk günden. İnsan utanır yahu. Hani, “Daha acımız yeni, boğazımızdan aşağı inmedi be!” derler ya. İlk günden topladın o milletvekillerini. Keyfi yerinde onların hepsinin. Makamı var, parası var, yüksek milletvekili maaşı var, koltukları var. Yanacak olan biziz. Çocuklarımız, halk, kadınlar… 

O yüzden biz, her ne kadar ikinci tur zor da olsa, olabildiğince elimizden geleni yapmak, sandığa gitmek zorundayız. Olmazsa da dünyanın sonu değil. Yeniden başlayacağız. 

Ruşen Çakır: Ne bekliyorsun? Erdoğan’ın yeniden kazanması hâlinde Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?

Levent Gültekin: Kolay değil. Ama iki öngörüm var. Bir tânesi, ekonomik olarak çok ağır bir gelecek bekliyor bizi. Zâten işâretleri başladı şimdiden. Bankalar artık nakit çekimi kaldırdı. Kredilerde %40’lara çıkma var. Ben Haziran’dan îtibâren ekonomik olarak çok ciddî, büyük bir sıkıntı yaşayacağınızı düşünüyorum. Ama genel olarak şöyle bir izlenim aldım, umarım yanılmam — Erdoğan’ın bütün miting konuşmalarını dinledim: Benim tahminim, Erdoğan daha yumuşak bir liderlik stratejisine geçecek yeni dönemde. Bu sâdece temennî değil. İlk defâ AK Parti’nin çok güzel bir kampanya videosunu izledim. “Mavi gözlüm”. İnanılmaz bir video. “Atatürk, mavi gözlüm, senin dediklerini biz yaptık” diyor, silâh sanayiini gösteriyor. “Mavi gözlüm, sen Kurtuluş Savaşı’nda şöyle kahramanlık yaptın, biz de burada bunu bunu yaptık.” Çok güzel bir video, YouTube’da duruyor. Bence şu âna kadar yaptıkları en güzel video. Bir de “Mavi gözlüm” eşliğinde çok güzel bir şarkısı da var. 

Bunu niye örnek veriyorum? Ben Tayyip Bey’in hemen hemen bütün konuşmalarını izledim. Çok dikkatle, gözüne, mimiklerine, tavrına hareketlerine bakarak söylüyorum; başka bir yöne doğru yönelmiş Tayyip Bey. O da şu: AK Parti’nin cumhurbaşkanı olmaktan Türkiye’nin liderliğine oynuyor. Yani bunu aldığımda, toplumun bütün kesimlerini; Atatürkçü’sünü de Alevî’sini de, dindarını da rahatsız etmeyecek. Tabiî demokrasiye dönülecek ortalık şenlik olacak demiyorum. Daha yumuşak bir liderliğe döneceğine dâir işâretleri var. Yanılıyor olabilir miyim diye bunu AK Parti’ye yakın birkaç kişiye de sordum. Onlar da, “Bizim de öyle bir beklentimiz var, öyle bir plan var” dediler. Ben bunun iki işâretini bekliyorum. Bakanlar Kurulu açıkladığında iki isim çok önemli benim için.  Biri, İçişleri Bakanı kim olacak? İkincisi, Ekonomi Bakanı kim olacak? Eğer Ekonomi Bakanı, doğru düzgün, Mehmet Şimşek ekolünden gelen iyi bir ekonomist olacaksa, biz normalleşmeye döneceğini anlayacağız. Bir de, İçişleri Bakanı. İçişleri Bakanı mâkul biri mi olacak, yoksa o derin devletle çetelerle bağlantılı olan bir isim mi gelecek? Bu da bize bir işâret verecek. 

Tayyip Bey kazanırsa, bence Türkiye’ye, hepimize geçmiş olsun. Ama bu, “Bitti” anlamına gelmez. Ben çok umutsuzluk görüyorum insanlarda, üzülüyorum. Seçim akşamı, saat 22.30’da kızım aradı beni. Çok tatsız, morali bozuk, “Baba, bitti mi?” dedi. “Bu seçim bitti” dedim. Dağıldı çocuk. Tam iki saat uğraştım: “Yavrum, bitmedi daha her şey. Hayat devam ediyor. Sâkin ol, daha buradayız. Daha bakacağız, bu ülkeyi toparlayacağız”. Kendi çocuğuma tam 2 saatimi ayırdım. Sabah kalktım, oğlum Instagram’da, “Bir taraftan canım taşınmak istiyor, fakat nereye gideceğimi de bilmiyorum. Kafam karışık, ne yapacağımı da bilmiyorum. Ne oturduğumda huzur bulabiliyorum ne ayağa kalktığımda” diye bir post paylaşmış. O kadar üzüldüm ki bu sefer dönüp onu aradım, onu sâkinleştirmeye çalıştım. Kendi çocuklarım da dâhil olmak üzere milyonlarca insanın rûhu çöktü. Ama onlara şunu dememiz lâzım: “Hiçbir şeyin sonu değil. Bu ülkede demokrasi isteyen, hukuk isteyen, özgürlük isteyen, adâlet isteyenler çoğunlukta. Tayyip Bey’e oy verenlerin asgarî %20’si, yani o 49’un %20’si kerhen oy verdi. “Terör geliyor, bunlar ülkeyi bölecekler” korkusuyla oy verdi.  Umudumuz şu: Biz biliyoruz ki Türkiye’nin %70’i 80’i bizim gibi bir ülke istiyor. Tek sorun, siyâset bunu toparlayıp bir organizasyonla bir güç hâline dönüştüremedi. Bu olmazsa yeniden başlayacağız. Sil baştan.

Ruşen Çakır: Çıkmamış candan umut kesilmez. 

Levent Gültekin: Bu konuşmamdan, “İkinci tur bitti” anlamı çıkartılmasın. “Zor olacak” diyorum. Çünkü Meclis çoğunluğunu almış bir iktidar var, bu artı avantaj. İkincisi, diğer parti seçmenlerinin sandığa gitmeme ihtimâli var. Çünkü milletvekilliği olmadığı için, sâdece gidip Kemal Bey’e oy verme motivasyonuyla… Yani Türkiye motivasyonu ne kadar yaygınlaştırılabilirse o kadar etkili olur. Üçüncü endîşem, Kemal Bey’in son iki gündür uyguladığı bu mülteci karşıtı aşırı bir milliyetçi söylemin yarardan çok zarar getireceğini düşünüyorum. Muhtemelen birçok Kürt seçmende, “Bana ne kardeşim, sizin birbirinizden farkınız yok” deyip sandığa gitmeme duygusu oluşturabilir. Öbür tarafta başkalarında da oluşturabilir. Ben, Kemal Bey’in başından beri sürdürdüğü başarılı kampanyayı devam ettirmesinin doğru olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Levent, çok sağ ol. Her ne kadar sen bunun baştan bir mekanizma tarafından kurgulandığını söylüyorsan ve ben de katılmıyor olsam da…

Levent Gültekin: Bununla ilgili çok güzel bir fıkra vardır. İki inek yan yana oturuyorlar. Biri öbürüne demiş ki: “Galiba bu insanoğlu bizi kesip yiyecek” demiş. Öbürü de dönüp, “Ya saçmalama. Sen de hep böyle komplo teorilerine inanıp duruyorsun” demiş. Sonunda kesilmişler tabiî, Kurban Bayramı geldiği için.   

Ruşen Çakır: Evet, programı burada bitiriyoruz. Levent Gültekin’le “14 Mayıs’ta ne oldu, neden oldu? 28 Mayıs’ta ne olabilir?” diye konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.