14 Mayıs’ta düzenlenecek cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine sadece 45 gün kaldı. Cumhuriyet tarihinin en kritik ve önemlilerinden biri olarak görülen seçimler yaklaştıkça heyecan artıyor. Cumhurbaşkanı adayları artık netleşti, şimdi ittifak ve partilerin nasıl bir liste stratejisiyle seçime gireceği tartışılıyor.
Peki cumhurbaşkanlığı seçiminde hangi aday, parlamento seçimlerinde hangi ittifaklar daha önde gözüküyor? Muharrem İnce-Kemal Kılıçdaroğlu görüşmesinin sonuçlarını nasıl yorumlamak gerekir? Muharrem İnce son anda adaylıktan çekilir mi? Yavuz Ağıralioğlu’nun istifası ne anlama geliyor? Cumhur İttifakı’ndaki “ortak liste-ayrı liste” huzursuzluğu, ittifak içinde daha büyük çatlaklara yol açar mı?
Ruşen Çakır ve gazeteci-yazar Levent Gültekin tartışıyor.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Levent Gültekin stüdyoda konuğumuz. Kendisiyle “Seçim sonuçları belli mi?” başlığı üzerinden konuşacağız. Levent, hoş geldin.
Levent Gültekin: Merhaba, hoş bulduk. İyi yayınlar.
Ruşen Çakır: Bana göre sonuç belli. Ama benim düşüncemle seninki farklı. Bu yayın biraz kanlı geçebilir.
Levent Gültekin: Evet.
Ruşen Çakır: Evet, belli mi?
Levent Gültekin: Bence belli değil. En zor konuşmalarını seçim arifelerinde yapıyorum. Çünkü çok zorlanıyorum. 2018’de de aynı durumda kalmıştım. 2018’de de, sen de, birçok arkadaş da, “Bu iş oldu, galiba oluyor” düşüncesindeydiniz.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Hayır, ben hiç öyle düşünmedim.
Levent Gültekin: Senin o dönemde yaptığın videoları izledim. “Erdoğan çok kötü durumda” diye yaptığın yayın vardı.
Ruşen Çakır: Hayır, sonra, “Muharrem İnce kazanamayacak” diye değerlendirmelerim var.
Levent Gültekin: Ama o sonraki kısım.
Ruşen Çakır: Erdoğan kötü durumdaydı, ama Muharrem İnce daha kötü çıktı.
Levent Gültekin: Umut vermekle yalan söylemek arasında çok ince bir çizgi var. Sanıyorum ben o ince çizgiyi tutturamadığım için konuşmamayı tercih ediyorum. Hava olumlu, ama gerçekler bence pek parlak değil. Yarın sandık konulacak olsa, şu andaki verilere göre, büyük bir farkla olmasa bile Kemal Bey’in kazanma ihtimâli çok yüksek. Anketlerden, yorumlardan, kendi gözlemlerimden aldığım, Kemal Bey bir tık önde görünüyor. Dediğim gibi, yarın sandık konulduğunda bu tablo gerçekleşebilir. Ama önümüzde daha 45 gün var. İktidârın henüz neler yapacağını, hem muhâlif cenahtaki Muharrem İnce, Yavuz Ağıralioğlu ile ilgili tartışmaları, kendi içlerinde liste savaşlarının, tartışmalarının yaratacağı etkinin olumlu olup olmayacağını, bundan sonraki havanın muhâlefet lehine mi iktidar lehine mi olacağını göreceğiz.
Geçen hafta anket sonuçlarıyla ilgili bir yazı yazmıştım. O yazıya göre şöyle bir tablo çıktı ortaya. 2018 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de, seçime 45-50 gün kala yayınlanan neredeyse bütün anketlerde Erdoğan %40-42 bandında görünüyordu. Hattâ şu anda Kemal Kılıçdaroğlu’nu yaklaşık 10 puan önde gösteren anket şirketlerinin neredeyse tamâmı, o dönemde Tayyip Erdoğan’ı 35-40 bandında göstermişler. Seçime yaklaştıkça, kampanya süreciyle berâber, hemen hemen bütün anketlerde Tayyip Erdoğan’ın oyları %40-43’lere çıkmış. Yanılmıyorsan 3 anket firması var. O üçü %51-52 oranını bulmuş. Geriye kalanların tamâmı, “Bu iş ikinci tura kaldı. İkinci turda da muhâlefet birlik olduğunda, Tayyip Erdoğan kaybediyor” bilgisini veriyor.
Benzer bir durum şu anda da var. O yüzden bana göre 45 gün uzun bir süre. Gelişmeler, oluşacak algılar, Kemal Bey’in bundan sonraki performansı, Tayyip Bey’in bu suskunluğu ve ardından neyin gelip gelmeyeceğini henüz bilmediğimiz için, ben çok da kesin bir sonuç görmüyorum. Kaldı ki sandıkta büyük bir fark çıkmazsa, ciddî bir sorun çıkabilir. Daha önce bunu birçok kişi de söyledi, belki sen de katılıyorsundur. Meselâ Ali Babacan, “En az 10 fark olması lâzım ki seçimi garantiye alabilelim” demişti. Benim de şöyle bir tezim vardı: “Otoriter yönetimlerde seçim sandıkta kazanılmaz”. Sandıktan önce bütün Türkiye’de bir birliğin oluşması lâzım ki iktidârın artık karşı bir hamle yapacak cesâreti kalmasın. Oradaki en büyük tuzaklardan bir tânesi de, aradaki farkın küçük olması. En güvendiğim anket şirketlerinden birisi MetroPOLL Araştırma. Onun şu andaki verilerine göre cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Bey %44,6 Tayyip Bey %44 görünüyor; Muharrem İnce %3-3,5 civârında, Sinan Oğan %1 civârında görünüyor. Ama bundan sonra oluşacak algı Kemal Bey’in lehine mi olacak, aleyhine mi olacak diye baktığımızda, ben biraz sıkıntılı görüyorum doğrusu.
Ruşen Çakır: Burada en önemli eşiklerden birisi Muharrem İnce eşiği. Dün Kemal Kılıçdaroğlu ve Muharrem İnce görüştüler. Anlaşıldığı kadarıyla bu konulara hiç girmemişler, bir nezâket ziyâreti olmuş. Bugün mesâî bitimine kadar Muharrem İnce adaylıktan çekilmezse, sonra çekilse bile aday pusulasına adı yazılı olacak. Malûm, sen Muharrem İnce ile görüşebilen insanlardansın. Bizim öyle bir şansımız, imtiyâzımız yok. Yakınlarda onunla görüştüğünü biliyoruz, sosyal medyada da paylaştın. Oradan bir anlaşma çıkar mı? Ne diyorsun?
Levent Gültekin: Ben pek ihtimal vermiyorum. Muhâlif kamuoyunda Muharrem İnce’nin ne yapmaya çalıştığı konusunda sağlıklı bir okuma olmadığını düşünüyorum. Neye tekabül ettiği üzerinde de kafa yoruyorum zâten. Şu anda herkes haklı olarak sonuca odaklanmış durumda. Sonuç olarak baktığımızda, Muharrem Bey’in aday olması yanlış görünüyor; çünkü belli ki seçimi ikinci tura bıraktıracak. Ama işe sonuçtan gidemeyiz, nedenlere de bakmamız lâzım. Bu sonucu doğuran nedenler nedir?
Benim aylardır, yıllardır, hattâ Kasırga kitabımla da ortaya attığım bir senaryo var. Bu senaryo, Tayyip Bey’i her seçimde bir şekilde ayakta tutacak bir siyâsî organizasyona dayanıyor. Ve her seçimde, bir siyâsî aktörü oyuncuya dönüştürüyor diye anlattığım bir senaryom vardı. Ben Muharrem Bey’i, “Ne yapıyorsunuz? Niye yapıyorsunuz? Amacınız nedir?” diye anlamak için 10 gün kadar önce aradım. Derdim tartışmak değildi, anlayıp yorum yapmak istedim. Muharrem Bey bana telefonda, “Ben bir şeyi fark ettim. Her seçimde bir oyun yapılıyor ve Erdoğan’a seçim veriliyor” dedi. Ben de Kasırga kitabımı okuyup okumadığını sordum. Okumadığını söyledi. “Bu söylediğinize benzer şeyleri aylardır ekranlarda ben de söylüyorum” dedim. “Haberim yok. Ama şunu fark ettim. Bütün siyâsî aktörler bir şekilde kontrol altında” dedi. “O zaman, 2018’deki aktör de sizdiniz” dedim. Hani çantaya giren tavşan anlamında. Muharrem Bey, derin bir iç çekerek çok dikkatimi çeken bir cümle söyledi: “Evet. Fark ettiğimde iş işten geçmişti” dedi. “Peki, şimdi ne yapıyorsunuz?” diye sordum. Bana cevâbı, “Şimdi benzer bir oyun kuruluyor, yine Tayyip Bey’e bir dönem daha kazandırma organizasyonu kuruluyor. Ben dışarıda kalarak bu oyunu bozacak aktöre dönüşmeye çalışıyorum” oldu. Doğrudur yanlıştır diye söylemiyorum, sâdece Muharrem Bey’in aktardığını söylüyorum.
Şimdi bunun arka planını okumamız lâzım; bence çok dikkat edilmiyor. CHP içerisinde bir tartışma var. Sâdece CHP değil, sosyolojik olarak baktığımızda, seçmen tabanında da bir tartışma var. Ne yazık ki üzülerek söylüyorum bunu, bu tartışma biraz kimlik tartışması, biraz mezhep tartışması, CHP’de Alevîler’in biraz ağırlık kazanmış olmasının farklı toplum kesimlerinde yarattığı bir durum var. Muharrem Bey’in söylediklerinden anladığım, o şunu düşünüyor: “Seçime yönelik acayip bir kampanya ortaya çıkacak. Muhâlif seçmenin bir kısmı doğal olarak Kemal Bey’den uzaklaşacaklar. Ben onlara alternatif hâle geleceğim. Çünkü Cumhur İttifâkı’na da gidemeyecekler. Önlerinde tek seçenek kalacak. Sandığa gitmeyecekler. Ben sandığa gitmeyeceklere bir alternatif olmaya çalışıyorum”. Belki gözlerden kaçıyor, ama Kemal Bey’in üzerine kurgulanan bir algı operasyonu var. Kemal Bey’e, giderek geniş bir çevre tarafından… Buna Yavuz Aliağıroğlu’nun yaptığı konuşma ve Meral Hanım’ın aylarca televizyonlarda yaptığı yıpratıcı konuşmalar da dâhil. Hattâ dün Kemal Bey’le yaptığı görüşme sonrasında Muammer İnce’nin, bence son derece nezâket dışı açıklaması çok ağırdı. Orada Kemal Bey’e zımnen, “Siz terörle, FETÖ ile işbirliği yapıyorsunuz” dedi. Bana göre çok ağırdı ve nezâket sınırlarını epeyce zorlayan bir konuşmaydı. Bütün bunları bir araya getirdiğimize Kemal Bey’e bir gömlek giydirilmeye çalışılıyor. O da şu: İktidar çevreleri, “Kemal Kılıçdaroğlu, Kürtler’in, Alevîler’in ve bir grup marjinal solcuların adayıdır” algısını yerleştirmeye çalışıyor. Bence PKK da buna dâhil. PKK da Cumhur İttifâkı’na çalışıyor, benim gözlemlerim o. Hattâ izleyenler bilir, yıllardır söylediğim bir cümle var: “Ne zaman iktidarların, devletin başı sıkışsa, PKK imdâda yetişir” derim. Bu hep böyledir. Şimdi yine Cumhur İttifâkı’nın başı sıkıştı, PKK yine Cumhur İttifâkı’nın imdâdına yetişti.
Ruşen Çakır: Levent, bunu neye istinâden söylüyorsun. Karayılan’ın söylediği bir iki cümleye mi?
Levent Gültekin: Hayır. Biz yazar, gazeteci takımı Türkiye’nin en politik toplumunun Kürt hareketi olduğunu biliriz, değil mi? Politikayı okuyan, sözünün nereye gideceğini ve bunun doğuracağı sonuçları bilen Kürt hareketidir. Duran Kalkan, Kürt hareketinde PKK’nın önemli kadrolarından biri. Şöyle bir konuşma yapıyor: “Millet İttifâkı’na her türlü desteği vermemiz lâzım. Kemal Bey çok doğru bir aday. HDP çok doğru işler yapıyor. Halkımızı Millet İttifâkı’nın yanında durmaya çağırıyoruz. Eğer bu seçimde AKP-MHP iktidârından kurtulmazsak, bunlar bizi bitirecekler”. Bu son cümle çok önemli. Konuşma aynen böyle bitti. Duran Kalkan bu konuşmanın kime yarayacağını bilmeyecek bir adam değildir. Bu konuşmayı ilkokul çocuğuna dinlet, bunun kime yaradığını bilir. Sonra, PKK’nın yine üst düzey yöneticilerinden Bese Hozat’ın, “Millet İttifâkı’na destek veriyoruz. Millet İttifâkı’nın bir an önce kazanması lâzım” şeklinde yaptığı açıklaması var. Tıpkı Yavuz Ağıralioğlu’nun konuşması, Muharrem İnce’nin konuşması, PKK’nın konuşması, Kemal Bey’i bir yere hapsetme çabası. Muharrem İnce, Kemal Bey için yapılan bu algının ağır bir şekilde yer edeceğini, toplumdan, milliyetçi, ulusalcı, İslâmcı, bir şekilde terörle arasına mesâfe koymaya çalışan, yahut yıllardır HDP düşmanlığı, Alevî düşmanlığı, KLürt düşmalığıyla zehirlenen toplum kesimlerini Kemal Bey’den uzaklaştıracağını ve kendisine yönelteceğini düşünüyor.
Ruşen Çakır: Anladım. Şöyle söyleyeyim Levent.
Levent Gültekin: Bence tartışalım. Sen de fikrini söyle.
Ruşen Çakır: Duran Kalkan ve Bese Hozat’ın söylediklerini ben senden duyuyorum. Biliyorsun Duran Kalkan’la röportaj yapmış bir gazeteciyim. Benim bile gözüme çarpmamış bir şeyin, halkın, toplumun bunlardan haberdar olup, büyük bir panikle Kemal Kılıçdaroğlu’ndan, “Lânet olsun” deyip uzaklaşacaklarını sanmıyorum. Birileri öyle bir algı oluşturmak isteyebilir, ama onu oluşturabilselerdi 2019’da da yaparlardı. Artık o iş yürümüyor Levent. CHP’ye PKK ile işbirliği suçlamasında bulunuyorlar. HÜDA PAR’ı Cumhur İttifâkı’na almak zorunda kalan bir Erdoğan’dan bahsediyoruz. Terör üzerinden kıstırmak o kadar kolaysa, niye elindeki terör kartını Hizbullah’la nötralize edecek bir adım atsın ki?
Levent Gültekin: Tamam cevap vereyim buna. Ruşen, biz görmüyoruz diye bu konuşmalar yok değil. Bu anlattığım konuşmaların ikisini de Tayyip Erdoğan grup konuşmasında yayınladı. Erdoğan’ın grup konuşmasını 20’ye yakın televizyon kanalı yayınlıyor. Dün akşam, A Haber–ATV ortak yayınında, hem Bese Hozat ve Duran Kalkan’ın, hem Pervin Buldan ve Ahmet Türk’ün, bence talihsiz Nevruz konuşmalarını da yayınladı. Şimdi biz hepimiz ortada otoriter bir yönetim olduğunu söylüyoruz. Medyanın kontrolü Erdoğan’ın elinin altında. Biz görmüyoruz diye –ki ben görüyorum– sosyal medyada yoğun bir kampanya yapıldığını, videoların dolandığını, kendi televizyonlarından sabah akşam bu konuşmaların döndürüldüğünü görüyorum. CNN Türk’te günde 25 sefer yayınlanıyor. NTV’de, A Haber’de, Kanal D’de yayınlanıyor. Biz muhâlif bir toplum kesimi olarak, baktığımızda oyunu görebiliriz. Ama toplum bizim gibi bir reflekse hareket etmeyebilir. Tutar mı tutmaz mı bunu seçimde göreceğiz.
Ruşen Çakır: Açıkçası, kendi medyasından yaptığı propagandanın, en fazla kendi kitlesinden uzaklaşma eğilimde olanları durdurmaya yarayacağını düşünüyorum. Hattâ bugün tam da bu konuyla ilgili bir yayın yaptım. Yani kimse, Erdoğan’ın A TV’deki konuşmasına bakıp Kılıçdaroğlu’na oy verecekken vazgeçmez. Ama Erdoğan’dan tereddüt edenlerin bâzıları, “Ya, bölücülere bırakmayalım” diyebilir. İstersen bunu daha sonra konuşalım.
Levent Gültekin: Tamam, sâdece şunu söyleyeceğim: Biraz önce odada otururken, “AK Parti’nin anket sonucunu gördüm, hâlâ bu kadar yüksek mi?” dedin.
Ruşen Çakır: Evet.
Levent Gültekin: Muhâlefete en yakın araştırma şirketlerinin anketinde bile Erdoğan’ı en düşük gösteren oy oranı %42-44 bandında. Bu çok yüksek bir oran. Ekonomi bitmiş, insanlar hakîkaten yoksulluk sınırının bile altında, kirasını ödeyemeyecek durumda. Türkiye’de elle tutulur hiçbir şey kalmamış. Hukuk yok, haksızlıklar arş-ı a’lâya çıkmış. Emekli, bildiğin açlık sınırının altında yaşıyor, yoksulluk had safhada. Bu ortamda bir adam hâlâ %44-45 alıyorsa, bu tutuyor demektir. Bunu artırabilir mi, etki edebilir mi? Bunu ikimiz de bilemeyiz. Ben sosyolojik bir yapıya baktığımda, bunun tutma ihtimâlinin yüksek olduğunu düşünüyorum. Tutmayabilir, umarım ben yanılırım. Tutarsa, sonucun farklı olacağını, tutmazsa sonucun yine farklı olacağını söylüyorum. Tutup tutmadığını seçimin sonunda göreceğiz.
Ruşen Çakır: Muharrem İnce meselesine gelelim. Bu akşama kadar bir şeyler olabilir. Kimileri olabileceğini söylüyor. Ama benim güvendiğim kaynaklarım pek bir şey çıkmayacağını söylüyor. Sen de öyle söylüyorsun. Ama siyâsette her şey farklı. Meselâ Yeniden Refah olayı; Fatih Erbakan “Cumhur İttifâkı’ndan ayrılıyorum” dedi. Sonra tekrar girdi. Erdoğan hem Yeniden Refah’ın hem BBP’nin ayaklarına kadar gitti. O görüntü bence çok acayipti.
Levent Gültekin: Sonuçta Erdoğan’ın da çantada keklik %60’ı yok. Bu adamın da en azından kendi alanını rahatlatabilecek bir oy oranını yakalaması gerekiyor. “Ben nasıl olsa kazanıyorum” deyip hiçbir şey yapmayacak biri değil. Elbette Yeniden Refah’a da gidecek, Hizbullah gibi biriyle ittifak yapma ilkesizliğini de gösterecek; bunlara bir şey demiyorum. Ama sonuçta o da kendince bir çaba içerisinde.
Muharrem Bey’le konuşmalarımın netîcesinde çıkardığım sonuç şu — yanılabilirim de tabiî, ben bizim siyâsetçiler için hep şunu söylerim: “Onlar başka bir canlı türü. Refleksleri, duyguları, ilişkileri bizim anladığımız türden değil”. Kemal Bey niye kalkıp Muharrem İnce’ye gider? “Gel berâber bu işi ilk turda bitirelim” demek için gitmiştir diye tahmin ediyoruz. Ama Muharrem İnce’nin açıklamalarından anlıyoruz ki böyle bir teklif yok, bir teklif bile edilmemiş. O zaman niye gittin? Muhtemelen kamuoyunda, “Bak ben herkese gidiyorum” algısı yaratmak için. Ama mesele bu değil ki. Gerçekten bir teklif var mı? Yok. Her şey olabilir. Ama benim gördüğüm şu: Muharrem Bey devam edecek; terör, mezhep gibi tartışmalardan kendisine ciddî bir seçmenin yöneleceğini, yani Kemal Bey’le Tayyip Bey arasında sıkışmış üçüncü bir yol arayan seçmene adres olabileceğini düşünüyor. Bundan kolay kolay vazgeçeceğini düşünmüyorum. Ben de bugün baktığımda, Muharrem Bey’in bu seçimi ikinci tura bırakma ihtimâlinden dolayı yanlış bir şey yaptığını söyleyebilirim. Evet, belli ki ikinci tura bırakacak; ama bu yanlışın bütün sorumluluğunu Muharrem Bey’e yüklemenin haksızlık olduğunu düşünüyorum.
Ruşen Çakır: İkinci tura kalırsa ne olur? Onun bir sözü var, çok mânîdar: “Ben ikinci tura kalırsam, Kılıçdaroğlu’na oy verenler bana verir. Ama o kalırsa, bana oy vereceklerin ona vereceklerini garanti edemem”.
Levent Gültekin: Bu, dediğim o sosyolojik sebepten. Bu tartışmalardan dolayı. Yani şuna getirmeye çalışıyor: “Şu anda Kemal Bey’e oy verenler, ben ikinci tura kalırsam, Erdoğan karşıtlığında bende birleşirler”. Bu doğru bir analiz. Ama Kemal Bey kalırsa, zâten Kemal Bey ve Tayyip Bey’e oy vermemiş olanlar, o zaman ya sandığa gitmeyeceklerdir ya da… Sokak röportajlarında gördüğüm birçok genç, “İkinci tura kalırsa, Tayyip Erdoğan’a oy veririz” diyor. Ama bence bütün bunlarda Kemal Bey’in büyük sorumluluğu var. Biliyorsun ben Kemal Bey’in adaylığını en çok eleştirenlerdendim; yanlış buluyordum. Yanlış bulmak bütünüyle karşı olmak değildir, ama eleştirebilirim. Bu yanlıştı. Kemal Bey’in adaylık yöntemi muhâlefette ciddî bir tahrîbat yarattı. Yavuz Aliağıroğlu’nun ayrılması ve İYİ Parti’deki tartışmalar da Kemal Bey’in yönteminin, bir dayatmanın sonucu. O dayatma hem İYİ Parti’deki ayarları bozdu, hem Muharrem İnce’yi ayrı bir havaya soktu, hem Sinan Oğan gibi İYİ Parti’den oy alabilecek başka bir adayın çıkmasına zemin hazırladı, hem kendi içlerindeki bu liste kavgalarının bir selâmete kavuşmamasına da neden oldu. Şu anda o dayatmanın ağır faturasını yaşıyoruz. O yüzden seçim sabahı bütün faturayı Muharrem İnce’ye, filan kişiye yıkmaya kalkanlar bence haksızlık yapıyorlar. Bu işin bir faturası varsa, Altılı Masa’yla berâber hepsinindir. Çünkü aday belirleme yöntemi, muhâlefeti birleştirmekten çok ayrışmaya sevk etti. Yine Kemal Bey olabilirdi. Ama dayatmayla değil, tartışmalarla.
Ruşen Çakır: Yavuz Ağıralioğlu meselesine gelelim. Sen ona çok referans verdin bugün. Onunla ilk uzun röportajı herhalde ben yapmıştım — Sanayi Mahallesi’ndeki eski stüdyoda. Ağzı iyi lâf yapan birisi. İslâmî hareketi biliyor, ama esas olarak ülkücü, milliyetçi hareketi biliyor. Bir yerden sonra, kendisinin yarattığı bir girdâba kapıldı ve çok da etkili olamadı gibi geliyor bana. Yani çok büyük bir sarsıntı, iktidârın kullanabileceği malzemeler veremedi gibi. Ama sen sanki farklı düşünüyorsun.
Levent Gültekin: Etkili olup olmadığını sen nasıl bu kadar çabuk ölçüyorsun onu merak ediyorum. Meselâ ne olursa sence etkili olmuş olur?
Ruşen Çakır: Meselâ istifâ açıklamasını dinleyince: Kendine güveni yok. Aslında istifâ etmek istemediğini, kendi kendini oraya sürüklediğini görüyorsun. “Ben Kılıçdaroğlu’nun adaylığına Alevî olduğu için karşı çıkmadım” lâfı çok acayip. Bu aslında, “Alevî olduğu için karşı çıktım” demek gibi bir şey.
Levent Gültekin: Yok, bence haksızlık ediyorsun.
Ruşen Çakır: Nasıl haksızlık? Kılıçdaroğlu meselesinde niye aklına hemen Alevîliği geliyor?
Levent Gültekin: Şöyle söyleyeyim: Ben hiç tanımam Yavuz Ağıralioğlu’nu.
Ruşen Çakır: Ben tanıyorum.
Levent Gültekin: Geçmişte yaptığı, ayrılıkçı, muhâlefete zarar veren konuşmalarından dolayı muhtemelen, birkaç programda da çok sert eleştirmişimdir. Benim Yavuz Ağıralioğlu ile dünya görüşümün örtüşme ihtimâli sıfır. Tamam, memleket hassâsiyetimiz, duygularımız benzer olabilir; ama yöntemimiz, yolumuz farklı. Ben de Kemal Bey’in adaylığına îtiraz ettim, ben de “Alevî düşmanı” damgası yedim. Bunu çok incitici, çok ağır bulurum. Yani benim gibi bir insana bile “Alevî düşmanı” dediler. O kadar üzgünüm ki bu konuda. Bu ülkede Alevî bir cumhurbaşkanı olmasından gurur duyarım. Bunun için hayâtımı yıkmışım, kendi mahallemi terk etmişim. Bana kendi mahallem, neredeyse “Sen dâvâdan döndün, satıldın” demiş, Gitmişim Alevî toplum kesimleriyle oturmuşum. Cemevlerine gitmişim, konferanslar vermişim — bir kardeş, bir dost gibi. Ben de çıktım, tıpkı Yavuz Ağıralioğlu’nun dediğine benzer bir cümle söyledim. Dedim ki: “Bu ülkede yıllardır bu iktidarlar ve devlet, Alevî ve Kürt düşmanlığı üzerinden topluma zehir akıtıyor. Bu seçim ülkenin kader seçimidir. Bu seçimde İslâmcı otoriter liderin karşısına, yıllardır zehirlenmiş, öcü gösterilmiş bir şeyin bir test hâline dönüştürülmemesi lâzım. Kemal Bey’in cumhurbaşkanı olması kıyak bir şey olur ülke için. Ama bu seçim kader seçimi”.
Ben Yavuz Ağıralioğlu’nun Kemal Bey’e Alevî olduğu için karşı olduğuna şu kadar ihtimal vermiyorum. Ama şundan dolayıdır: Muhâfazakâr kesimde büyüyenler, mezhep meselesinin kullanılma ve toplumda karşılık bulma ihtimâlini biraz daha fazla biliyorlar, görüyorlar. Ben de ben muhâfazakâr kesimde büyüdüm, Yavuz Ağıralioğlu da onun daha milliyetçi kesiminde büyüdü. Biz o toplum kesimlerinde muhtemel bir Kürt… Kürt demeyeyim, daha çok, PKK’lı imajı üzerinden HDP’li düşmanlığının, muhtemel bir “Alevîcilik” düşmanlığının nasıl sonuç getireceği endîşesi bende daha büyük. Yavuz Bey’deki endîşe de benzer bir endîşe. Yavuz Ağıralioğlu’nun çıkıp böyle bir endîşeye dikkat çekmesi onu Alevî düşmanı yapmaz. Senin söylemeni de yadırgarım.
Ruşen Çakır: Ben Alevî düşmanlığı demedim. Ama şöyle bir cümlesi var: “Vatanına ve milletine bağlı Alevîler benim kardeşimdir”. Sen hiç, “Vatanına ve milletine bağlı Sünnîler benim kardeşimdir” cümlesi duydun mu?
Levent Gültekin: Ben öyle bir cümleyi tasvip etmem. Her birimiz farklı mahallelerde büyüdük. Doğal olarak dilimiz değişiyor. Meselâ dün Fatih Erbakan bir cümle kullanmış. Ne diyor? “Cumhur İttifâkı’nın günâha düşmesini engellemek için Meclis’e gidiyoruz”. Hatırlıyorsun değil mi? Erkan Baş Halk TV’de ne dedi? “Mevcut muhâlefet iktidar olursa, yanlış yapmalarını engellemek üzere bizim Meclis’te olmamız lâzım”. Şimdi sol literatürde bunun adı “yanlış yapmak”, sağ İslâmcı literatürde “günâha düşmek”. Aynı şeyi söylüyorlar. Erkan Baş’la Fatih Erbakan kendilerine aynı pozisyonu biçiyor. Biri diyor ki: “Günâha düşmelerini engelleyin”. Çünkü dili kültürü o; hayâtı onun üzerinden gelişmiş. Hayat ona göre ya günah ya sevap. Yanlış doğru yok. Burası haram, şurası helâl. Erkan Baş da kendince sol literatürden bir dil kullanıyor: yanlış ya da doğru. “Ben yanlışları engellemek için Meclis’e giriyorum” diyor. Şimdi Yavuz Ağıralioğlu da kültürü, kodu, doğası gereği geldiği yer, hem PKK meselesi üzerinden hem mezhep üzerindeki ayrılıkçı kısmı sürdürülen… Bir kısım ulusalcılarda da vardır böyle bir dil. Bu, Alevî düşmanlığına tekabül etmez. Bu, dar görüşlülüğe, dilini bilmemeye tekabül eder. Başıma gelen bir örnek vereceğim sana, çok benzer olduğunu göreceksin. Dilimizin ne kadar farklı olduğunun örneği olsun diye söylüyorum: Bir gün, “Sivas olaylarında hayâtını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum” diye bir tweet attım. Gayet iyi niyetli, kötü bir niyetim yok. Tweet’in altına yüzlerce hakaret geldi bana. Hakaret edenler de haklıydılar. Bana, “Sivas olayları değil, Sivas katliamı diyeceksin” dediler. Çünkü ben onun acısının, onun dilini bilmiyorum. Birbirimizin dilini bilmiyoruz, bunu kabul etmemiz lâzım. Bir milliyetçinin, Kürt hareketine mensup birinin, bir Alevî’nin, bir Kürt’ün, bir İslâmcı’nın, bir solcunun amacı, duygusu aynı olabilir; ama dili farklı. Bu, “Yavuz Aliağıroğlu doğrudur” anlamına gelmez.
Ama şunu söyleyeceğim: Kemal Bey’in adaylık yöntemi muhâlefette patlamalar yarattı. “O patlamaların etkisini iktidar kullanamadı” diyorsun. Son 15 gündür, Tayyip Erdoğan’ın bütün konuşmalarını izliyorum — anlayayım diye. Hattâ dün, “15 gündür Erdoğan’ı o kadar çok dinliyorum ki, o propagandadan, AK Parti’ye oy verecek duruma geldim” diye bir tweet atacaktım. Dün yine grup toplantısında Yavuz Aliağıroğlu’nun konuşmalarını verdi. “Bakın, kendi içlerinden biri ‘o makamı teröre peşkeş çekmeyiz’ diyor”. Bunların etkisini hesâba katmamız lâzım. Yavuz Bey tek başına değil. Muhtemel endîşe duyan milliyetçi toplum kesimi, “Galiba haklı. Bak bu adam bile orada durmadı” diyor. Muharrem Bey’in cümlesini duyduğunda, “Galiba burada terörle ilgili bir şey…” Bunun yaygınlaşmasını çok tehlikeli buluyorum. Bunu engelleyici bir söze, yaklaşıma ihtiyaç var. Senin söylediğin rahatlığı da tehlikeli buluyorum. “Etki etmez” rahatlığı doğru değil.
Ruşen Çakır: Etki etmez. Onları ciddîye alıp cevap vermeye kalktığın zaman o oyuna düşmüş olursun.
Levent Gültekin: Cevap vermesin. Bunun başka dili, yöntemi var.
Ruşen Çakır: Levent, ortada “Alevîci hareket” diye bir hareket yok. Tamam mı? Dolayısıyla, “Vatanına bağlı Alevî”, “Vatanına bağlı olmayan Alevî” diye bir ayrım yapmak yanlış.
Levent Gültekin: Bence de yanlış, ben bunu savunmadım. Ben dil sorununu söyledim
Ruşen Çakır: Neyse, tamam. Nerede kalmıştık?… Listelere ne diyorsun? Esas çıngar orada kopacak.
Levent Gültekin: Evet, asıl gürültü orada kopacak. Başka bir şey daha var: Şimdi herkes cumhurbaşkanlığına endekslenmiş. “Aday belirlendi, iş halloldu.” Partilerin biraz ülkeyi düşünmeyi ön plana almaları lâzım. Sosyal medyada görüyoruz; bu işlerden anlayan, istatistiği iyi bilen insanlar kaç gündür, “Muhâlefet ortak listeyle girmezse, Cumhur İttifâkı mevcut oyuyla, yani %44-45’le Meclis çoğunluğunu alıyor” diye feryat ediyorlar. Ama benim bildiğim, şu anda partiler arasında bir ortak listeleşme pek yok. DEVA Partisi kesin olarak ayrı giriyor. Ben Ali Babacan’la 1 hafta önce uzun uzun sohbet ettim. Ali Bey, “Ben yeni bir parti kurdum. Biz başından beri ayrı parti olarak gireceğimizi söyledik” dedi. Gelecek ve Saadet henüz karar verebilmiş değiller anladığım kadarıyla.
Şimdi bu seçim milyonların kader seçimi. Burada partilerin, parti çıkarlarını düşünmeyi ikinci plana atmaları gerektiğini görmeleri gerekiyor. Ortak listeye yönelmeleri lâzım. En yüksek sayıda milletvekili çıkarmanın yolu neyse onu yapmaları gerekiyor. Ama orada bir kere virüs bulaştı. Kemal Bey “Ben aday olacağım” dediği andan îtibâren, bütün partiler, “O zaman biz de kendi pozisyonumuzu sağlama alalım” anlayışına evrildi. Ortak listede henüz bir mesâfe katedilmiş değil. Listelerin teslim edilmesine 1 hafta kaldı biliyorsun. Orada çok ciddî tartışmaların yaşanma ihtimâli var. Şimdi belki izleyiciler bana kızabilirler, ama 60-70 bin, bilemedin 100 bin oyu olan Demokrat Parti, 3 vekil, bir bakanlık, bir cumhurbaşkanlığı yardımcılığı alıyor. Ama şu anda anketlerde 3-4 puan gözüken Muharrem İnce’ye bir teklif bile yapılmıyorsa, ortada tuhaf bir durum var. O zaman seçimi kazanmıyorum demektir. Ben aday olsam, seçimi kazanmayı birinci amaç edinmiş olsam, o odadan Muharrem İnce’yi iknâ etmeden çıkmazdım. Çünkü seçimi kazanmamız lâzım. Ne yapar ne eder, Muharrem Bey’i iknâ ederdim. Örnek veriyorum: “25 milletvekili mi istiyorsun? Tamam, önemli olan bu seçimi kazanalım. Gel 25’ini de sana vereyim. Bakanlık mı istiyorsun? Önemli olan bu seçimi kazanalım. Gel iki tane bakanlık vereyim”. Eğer makam pazarlığı yapmayacaksan, Demokrat Parti ile niye yaptın? Demokrat Parti hangi vasfıyla, hangi ağırlığıyla, hangi özelliğiyle 3-4 vekil, 1 bakanlık, bir cumhurbaşkanlığı yardımcılığı aldı? Veya Gelecek Partisi. Anketlerde oyu %1 çıkıyor. %1’le, hangi ağırlığıyla bakanlık aldı? Eh bunlara verebildiğine göre, o zaman dönüp Muharrem Bey’in seçimi bu kadar ikinci tura bırakma ihtimâli doğmuşsa, “Tamam abi, ne istiyorsan? Berâber anlaşalım, oturalım konuşalım” dersin. Tabiî bu, Muharrem Bey yüzde yüz gelirdi anlamına da gelmez. Toplumun, bireylerin, insanların taşıdığı endîşe, taşıdığı “Aman bu seçim!” duygusu henüz partilerde yok.
Ruşen Çakır: Burada Bahçeli’nin açıklaması da ilginç. Orada bile ortaksız olamıyor gibi görünüyor. En azından şimdilik.
Levent Gültekin: Ben onun değişme ihtimâlini görüyorum. Değişebilir orası
Ruşen Çakır: Bence de. Ama bu hâle gelmiş olması…
Levent Gültekin: Orada da hiçbir şey kesin değil. Sonuçta bunlar da bir parti. Orada da bir çıkar hesâbı var, ama orası biraz daha hedefe kilitlenmiş. Cumhurbaşkanlığında netleşmişler, ayrışma yok. Listeleri ortak yaparlar mı bilemiyorum. Dün yine bir simülasyon gördüm: Cumhur İttifâkı ortak liste yapmasa da %44-45’le Meclis çoğunluğunu alabiliyor.
Ruşen Çakır: Benim gördüklerim de şöyle: Daha fazla milletvekili alıyor, ama Meclis çoğunluğu yetmiyor. Orada HDP’nin grubu ya da Yeşiller ve Sol Parti’nin grubu yine kilit oluyor gibi. Benim gördüğüm, güvendiğim anketlerde öyle değil. Tabiî burada şöyle bir husus var: Bu yeni seçim yasasını kendileri için çıkarttılar ve onu çıkarttıkları andan îtibâren, herhalde kendileri “Ortak sayıyı rahat yaparız, muhâlefet yapamaz” diye düşünerek bunu yaptıklarını düşündük. Öyle de gidiyordu. Ama birdenbire Bahçeli’nin çıkışıyla… Ben özellikle milletvekilli seçimi konusunda çalışanlarla konuştum. Ortak liste olmaması hâlinde, değişen durumlara göre, Cumhur İttifâkı’nın, 12 ile 25 milletvekili arasında kaybı olabiliyor. İnsanın aklı almıyor. Yani ben bunu telefonda 1 kişiyle konuşup öğrenebiliyorsam, herhalde kendileri de biliyor. Neye güvenerek bunu yapıyorlar?
Levent Gültekin: Bence güvendikleri bir şey var. Tam da onu söylüyorum işte. Ben seçime yakın, havanın bütünüyle değişeceğini, bambaşka şeylerin ortaya çıkacağını düşünüyorum.
Ruşen Çakır: İktidârın lehine olacağını söylüyorsun.
Levent Gültekin: Evet, iktidârın çok lehine olacağını sanıyorum. Yanılıyor olabilirim tabiî.
Ruşen Çakır: Yine şapka ve tavşan olayına geliyoruz.
Levent Gültekin: Zâten şu anda şapka ve tavşan uygulanıyor. Muharrem Bey başka bir niyetle çıkmış olsa da, haklı bir niyetle… Zâten öyle olur. Şöyle söyleyeyim: Ben hiçbir siyâsetçinin vatan hâini olduğuna inanmıyorum. “Vatan millet” diyerek bir şekilde iknâ ediliyorlar. Meral Hanım, 2018’de, bir gecede ortak adaydan vazgeçilmesini sağlamak üzere hangi gerekçeyle iknâ edildiyse; 2014’te Kemal Bey ile Devlet Bahçeli, Ekmeleddin Bey gibi hiç bilinmeyen bir adayla ittifak kurmaya hangi gerekçeyle iknâ edildiyse; 2015’te Devlet Bahçeli bir gecede seçim çağrısı yapmaya hangi gerekçeyle iknâ edildiyse; 2018’de Kemal Bey hangi gerekçeyle Muharrem İnce’ye iknâ edildiyse; şimdi aynı gerekçeyle de Muharrem İnce iknâ edilmiş gözüküyor. Yani yine bir şekilde bir siyâsetçi oyun bozuyor, başka biri başka bir şey yapıyor ve yine mevcut iktidarın işine yarayacak bir tablo çıkıyor. Hangisi burada tavşan olacak, hangisi yem olacak? Muharrem Bey bana, “2018’de tavşan yapıldığımı çok geç öğrendim, iş işten geçmişti” dedi. Şimdi benzer bir şey yine yapılıyor. Umarım yanılırım.
Ruşen Çakır: Yanılıyorsun Levent.
Levent Gültekin: İnşallah.
Ruşen Çakır: Ortada şapka da yok. Ortada tavşan olabilir, ama tavşanın çıkacağı bir şapka yok.
Levent Gültekin: Ruşen, bir şey söyleyeceğim: Bizim pozisyonumuzdaki insanlar için şu anda en kolay konuşma, “Bu iş bitti, kazanıyoruz” duygusu. Senin için söylemiyorum, genel olarak konuşuyorum. “Muhâlefet kazanıyor. İktidar artık hiçbir şey yapamaz. Artık eli ayağı bağlı. Bu işler bitti.” Nietzsche der ki: “İnsanlar gerçeği duymaktan hoşlanmazlar, çünkü sanrılarının yıkılmasını istemezler” der. Ama ben yanılma pahasına, “Burada bu olabilir, burada şu olabilir” diye olabildiğince dikkat çekiyorum.
Ruşen Çakır: Ama insanlar bu sefer de kötümserlik pompaladığını söylüyor.
Levent Gültekin: Hayır, ben kötümserlik pompalamıyorum, gerçeği söylüyorum. Umut vermekle gerçeği söylemek arasında çok ince bir çizgi var. Ben onu ayarlayamadığım için şöyle oluyor: Dikkat edersen seçim dönemlerinde susup kenara çekiliyorum. Bunun iki nedeni var, onu da söyleyeyim, biraz gülelim. Bir tânesi, hakîkaten umut kırmak istemiyorum. Ama bir taraftan da içimden geçenleri söyleyip, en fazla, “Yapacak bir şey yok, belki yanılabilirim” diyorum. 2018’de öyle dedim ve öyle bir tablo çıktı — 2018’de seçimin kaybedildiğini biliyorsun. Burada da konuştuk onu. Daha Muharrem Bey’in adının açıklandığı gün, “Bu seçim gitti” dedim.
İkinci bir pozisyonum daha var, o da şu: AFAD’ın uyguladığını uyguluyorlar bana.
Ruşen Çakır: Nasıl yani?
Levent Gültekin: Deprem bölgesinde tam böyle enkazın altından biri çıkarılacağı zaman, AFAD gidip, “Siz kenara çekilin” diyormuş ya? Ben 5 yıl boyunca konuşuyorum, feveran ediyorum, yırtınıyorum, dayak yiyorum. Seçim zamânı geliyor, hemen geliyor AFAD’lar, yeni dönemin AFAD’ları, “Sen şöyle kenara çekil, enkazdan çıkacak olanı biz çıkarırız” diyorlar. Ben her seçim dönemi, kenara itilen bir pozisyona geliyorum.
Ruşen Çakır: Neyse ben seni yine…
Levent Gültekin: Hayır, mesele o değil. Bunu biri dediği için değil. Hakîkaten umut kırmak, moral bozmak istemiyorum. Ama okuduklarım, gördüklerim bana bu işlerin başından kurulması gerektiğini gösteriyor. Yani düğme baştan yanlış iliklendi. Altılı Masa adaylığı son güne bıraktı. Meral Hanım Kemal Bey’e vaktinde îtiraz etmedi, son güne bıraktı. Kemal Bey adaylığını dayattı. O adaylık tartışmalar doğurdu. İYİ Parti’ye iç çatışma yaşattı. Bütün bunların bir sonucu olacaktır diye tahmin ediyorum. O sonucu da iktidar sonuna kadar kullanacak.
Ama şunu söyleyebilirim — doğrudur, yanlıştır göreceğiz: Muharrem Bey’le yaptığım konuşmada, Muharrem Bey bana çok kesin bir bilgi olarak bir şey söyledi; yorum olarak değil, kesin bir bilgi olarak söyledi: “Seçime yakın öyle bir tablo çıkacak ki ortaya, muhâlif seçmen, Kemal Bey ile Tayyip Bey arasında alternatifsiz kalacak ve ben buraya alternatif olarak… Şimdi bu bir bilgi midir, atılmış bir yem midir? Muharrem Bey’i seçimi ikinci tura bıraksın diye ortaya sürenlerin uydurdukları bir yalan mıdır? Bilemem. Erdoğan’ı ikimiz de tanıyoruz. Ben 30 yıldır tanıyorum ve hakîkaten iyi tanıdığımı düşünüyorum. Mimiğinden, duygusundan… Ben son bir aydır Erdoğan’da gördüğüm rahatlığı, sâkinliği, olgunluğu, ağırbaşlılığı siyâsî hayâtı boyunca görmedim. Bunu iki şeye yorabiliriz: Ya oyunu kafasında bitirmiş ya da kafasında yenilgiyi kabul etmiş. Sen yenilgiyi kabul ettiğini söylüyorsun.
Ruşen Çakır: Evet.
Levent Gültekin: Keşke. İnşallah senin dediğin gibidir.
Ruşen Çakır: Ben inşallahlı konuşmuyorum. Gazeteci olarak düşündüğümü söylüyorum.
Levent Gültekin: Ben ülkeyi düşündüğüm için, o anlamda söylüyorum. Bâzen kendi kendime, “Belki de Tayyip Bey, ‘Kaybedersek gideriz. Yeter, yorulduk kardeşim’ diyor olabilir” diye düşünüyorum — bu da bir ihtimal.
Ruşen Çakır: Onu öyle demese bile, ben artık onun kazanma ihtimâlinin olmadığını ve işin acayip tarafı, muhâlefetin de, artık istese de kaybedemeyeceğini düşünüyorum. Ama bu konuda seninle ayrışıyoruz.
Levent Gültekin: Hayır, burada çok küçük bir ayrışmamız var. Ben de Tayyip Bey’in kazanma ihtimâlinin olmadığını, fakat muhâlefetin kaybetme ihtimâlinin olduğunu düşünüyorum. Muhâlefetin topluma rağmen kaybedeceğine… Yani toplum, muhâlefetin bütün yanlışına rağmen o kadar dirençli duruyor ki, bu duygudan vazgeçmeyecek diye umut ediyorum. Ama manipüle edilmek, PKK’nın yaptığı açıklamalar, Pervin Buldan’ın sorumsuz Nevruz konuşması… Bütün bunların toplumda bir etki yaratma ihtimâlini yüksek görüyorum. Muharrem İnce’nin seçimi ikinci tura bırakma ihtimâlinin de ortaya çıkmasıyla berâber, bunların farklı bir sonuç doğurabileceği endîşesini taşıyorum.
Ruşen Çakır: 3 Mart’ta yaşananlardan sonra durum senin dediğin gibiydi. Ama 6 Mart’ta topun geri dönmesiyle artık o ihtimâlin kalktığı kanaatindeyim. Senin söylediklerin tabiî ki önemli, ama yerel seçimlerde bu terör kartı Erdoğan’ın hiçbir işine yaramamıştı. Hattâ son anda can havliyle Öcalan’ı devreye sokmaya çalışıp, onu da yüzüne gözüne bulaştırması, Erdoğan’ın ve iktidârın kendisinin, artık çok fazla bir kapasitelerinin ve becerilerinin kalmadığını düşündürtüyor.
Levent Gültekin: Ruşen, şu anda %45 oydan bahsediyoruz ama Tayyip Bey’in oyu %44-45 bandında çıkıyor. Konuştuğumuz rakam 5 fark. Devâsâ bir fark değil yani.
Ruşen Çakır: Bence o fark açılır.
Levent Gültekin: Umarım.
Ruşen Çakır: Evet, Levent Gültekin’le yine bayağı çekişmeli bir yayın yaptık.
Levent Gültekin: Evet, öyle oldu.
Ruşen Çakır: Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.