Muhalefetteki Erdoğan

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün (29 Mart) TBMM’deki grup toplantısında, CHP Genel Başkanı ve Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Sana söz baharlar gelecek” başlıklı seçim kampanyasını, “(Sana söz baharlar gelecek) diyenler, bu zihniyetle ancak Kandil’e, Pensilvanya’ya, ülkemize kin ve nefretle bakan kimi başkentlere bahar getirebilir” sözleriyle hedef aldı.

Bu sözleri yorumlayan Ruşen Çakır, Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nu doğrudan hedef almasının, seçim sonuçları konusunda kendisinden emin olmadığı ve yarışı geride götürdüğünü üstü kapalı olarak kabul ettiği anlamına geldiğini söyledi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Bugün Levent Gültekin ile saat 14.00’te bir yayın yapacağım. Bir de dünden bugüne ertelenen “Transatlantik” var. Ama bu yayını yapmak istedim; çünkü dün gördüğüm bir şey, daha doğrusu Erdoğan’ın sözleri kafamda bu yayını şekillendirdi. Başlığa koyduğum gibi, “Muhâlefetteki Erdoğan” derken, seçim sonrası muhâlefete düşme ihtimâli olan değil, seçime sanki muhâlefet lideriymiş gibi giren bir Erdoğan’dan bahsetmek istiyorum. Bunu bana düşündürten en önemli şey, Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nun reklam kampanyasına yönelik söylediği sözler oldu. Sâdece onunla sınırlı değil, ama bendeki ilk kıvılcımı o çaktı. Mâlûm, “Sana Söz Yine Baharlar Gelecek” diye bir kampanyası var Kılıçdaroğlu’nun. Ne kadar etkili oluyor bilemiyorum, tartışmalı. Ama iki tâne videoyla başladı: “Sana Söz” ortada ve ”Baharlar Gelecek” de ayrıca; hem “Sana Söz” hem “Baharlar Gelecek” diye. Bunların ikisi de bana göre başarısız olmayan kampanyalar. Devâmının nasıl geleceğini de insan açıkçası merak ediyor.

Şimdi Erdoğan ne yaptı? Şöyle bir şey söyledi: “ ‘Sana söz baharlar gelecek’ diyenler bu zihniyetle ancak Kandil’e, Pensilvanya’ya, ülkemize kin ve nefretle bakan kimi başkentlere bahar getirebilir. Bunların bahârı da milletimiz için kara kıştan beterdir, bir felâkettir”. Burada aklıma, yıllar önce Antalya’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı yarışında AKP’nin belediye başkanı olan adayını, Menderes Bey’i yenen Prof. Mustafa Akaydın’ın kampanyası geldi. Şimdi, “Ne alâka?” diyeceksiniz; o kampanyayı bir siyâsal iletişimci, Ateş İlyas Başsoy yönetmişti ve o kampanyanın sonucunda Mustafa Akaydın seçildi, bir dönem Antalya’da belediye başkanlığı yaptı, hatırlayacaksınız. Ve o kampanyayı kitaplaştırmıştı Başsoy. Kendisini o âna kadar tanımıyordum, bilmiyordum, ama o kitabı okudum. Çok ilgi çekici bir kitaptı. O kitabın üstüne yazılar da yazdım hattâ o sırada Vatan gazetesinde. Orada şöyle bir bölüm var: Mustafa Akaydın kazanacağına pek inanmıyor ve bunlar çok yoğun bir kampanya yürütüyorlar ve Antalya’ya yeni üniversiteler vaat ediyorlar. Billboard’larda vs. bunlar oluyor. Her gittiği yerde bunu söylüyor ve bir gün Ateş İlyas Başsoy Mustafa Akaydın’a, daha kampanya sürerken, diyor ki:

— “Efendim, biz bu seçimi aldık.”

— “Ne alâka?” diyor.

— “Çünkü Erdoğan bizden bahsetti” diyor.

— “Nasıl bahsetti?”

Erdoğan o dönemde, yerel seçim öncesi kampanyasının bir yerinde şöyle bir cümle etmiş — şimdi meâlen hatırlıyorum:

— “Ey Hoca! ‘Üniversite açacağım’ diyorsun. Parayı nereden bulacaksın?” diye doğrudan Mustafa Akaydın’a cevap yetiştirmiş. Ve Başsoy orada –bence çok zekice–, bunun aslında Akaydın’ın kazandığının işâreti olduğunu söylemiş. Çünkü biliyoruz ki Erdoğan, sürekli kamuoyu araştırmaları yaptırtan birisi ve onun o büyük olayın, seçim kampanyasının içerisinde birinci derecede önemli olmayan –tabiî önemli, ama– Antalya’ya cevap yetiştirmeye kalkması, Antalya’da iplerin elinden kaçtığının ve kaybetme ihtimâlinin olduğunu gösterdiğini söylüyor İlyas Başsoy ve nitekim öyle oldu. Bunu hiç unutmam. Bir siyâsetçi bir şeye böyle beklenmedik bir şekilde takıyorsa, orada o siyâsetçinin bir zaafı vardır. Özellikle Erdoğan bunu çok belli ediyor ve bu “Bahar Gelecek” sözlerine verdiği cevap, bana açıkçası bunu düşündürdü, hemen aklıma bu geldi. Tıpkı yıllar önce Mustafa Akaydın’a, “Ey hoca! Nereden bulacaksın paraları?” demesi ve sonra seçimi kaybetmesi gibi, burada da Kılıçdaroğlu’nun kampanyasına, kampanyanın adını vererek –yani reklâmını yaptı aslında– lâf yetiştirmeye çalıştı. Demek ki bu kampanya etkili olmuş, Erdoğan’ı rahatsız etmiş. Zâten Erdoğan bir süredir böyle davranıyor. Genellikle rakiplerine lâf yetiştirmeye çalışıyor. Eskiden böyle değildi. Uzun bir süre Erdoğan, daha çok ileriye bakardı; yaptıklarını ve yapacaklarını anlatırdı ve muhâlefet ona lâf yetiştirmeye çalışırdı, onu eleştirirdi, ona sataşırdı; o da muhâlefetle olan ilişkisini bir sataşma, bir karşılıklı lâf gönderme şeklinde –“lâf çakma” deniyor ya şimdi– tercih ederdi. Yani olayın kendisini değil, projeleri değil, vizyonu değil, böyle karşılıklı bir atışma şeklinde gitmesini isterdi. Bunun örneği 2018’de Muharrem İnce’dir. Muharrem İnce, Erdoğan’la didişerek seçimi kaybetti. Erdoğan kendisiyle didişilmesini istiyor; muhâlefet de genellikle bu oyuna geliyor. Ama bu olayda da 2019’daki yerel seçimde de benzeri olmuştu, hatırlanacaktır. Erdoğan muhâlefete sürekli bir şeyler söylemeye çalıştı. Özellikle de beka meselesi üzerinden muhâlefete lâf yetiştirmeye çalıştı. Ama muhâlefet ne yaptı? Ona cevap vermeyip işine baktı ve önemli büyük şehirlerin çoğunu kazandı.

Şimdi burada muhâlefetteymiş gibi telâşlı bir Erdoğan görüyoruz ve kalkıyor Kılıçdaroğlu’nun ne derece başarılı olduğu tartışmalı olan kampanyasına lâf yetiştiriyor. Lâf da yani… hiç kimsenin aklına gelmiş midir? “Size Söz Baharlar Gelecek” derken, Kılıçdaroğlu’nun Pensilvanya’yı, Kandil’i kastettiği. Yani zorlama; ama demek ki Erdoğan’ın bu zorlamaya ihtiyâcı var — bunu böyle görüyoruz. Ve bu olay, Erdoğan’ı, sanki ülkeyi 20 küsur yıldır yöneten bir lider değil de 20 küsur yıldır ülkede muhâlefette kalmış birisi gibi gösteriyor. Can Selçuki ile geçen hafta yaptığım yayında Can çok önemli bir şey söyledi, hattâ birçok yer de alıntıladı o bölümünü; dedi ki: “21 yıldan beri ilk defa bir seçime Erdoğan geriden başlıyor”. Bu zamâna kadar bütün seçimlerin öndeki ismi Erdoğan’dı ve muhâlefet ona yetişmeye çalışıyordu daha önce. Ama bu seçimde böyle değil. İşte burada da görüyoruz ki muhâlefete yetişmeye çalışan bir Erdoğan var, muhâlefete muhâlefet eden bir Erdoğan var; kendi iktidârını, iktidârında yaptıklarını anlatmaktan ziyâde muhâlefetin verdiği vaatlerin gerçekçi olmadığını anlatma derdine, muhâlefete cevap verme telâşına düşmüş bir Erdoğan var. 

Reklam kampanyasının dışında olay — bununla sınırlı değil. Meral Akşener’e söyledikleri var. Meral Akşener, mâlûm, temel atma törenleriyle ilgili onlarla bir şekilde dalga geçti ve Erdoğan çok sert şeyler söyledi: “Biz bir şey yapıyoruz dersek biz bunu yaparız Meral Hanım. Bizim adımıza dikkat et. Benim adım Tayyip, soyadım da Erdoğan. Erdoğan’a da dikkat et, Tayyip ismine de dikkat et. Konuştuğun zaman buna göre konuş. Beni kendinle de uğraştırma”. Uzun bir süre, İYİ Parti’nin kurulduğu andan, kurulma sürecinden îtibâren, Erdoğan’ın Meral Akşener’i doğrudan hedef almadığını gördük ve bunu birçok vesîleyle de dile getirdik. Arada sırada cevap verdi; ama bunları da genellikle adını vermeden, onu tasvir ederek yaptı ve bunlarda da hep belli bir ölçüyü gözetti. Hattâ birkaç kez kendisini Cumhur İttifâkı’na da çağırdı. Yani ona çok sert çıkmamaya dikkat etmişti. Fakat bu sefer görüyoruz: “Meral Hanım” diyerek, doğrudan adını veriyor ve çok sert sözler söylüyor: “Konuştuğun zaman buna göre konuş. Beni kendinle de uğraştırma”. Bir öfke var burada. Normalde ülkeyi 21 yıldır yöneten ve bu seçimi de alacağını düşünen –ki bütün televizyon yayınlarında onu iddia ediyor– birinin burada çok rahat olması lâzım. Yani diyelim ki Meral Akşener’den gelen eleştiriyi küçümsemesi, onunla dalga geçmesi lâzım; tam tersine çok önemsiyor ve ona lâf yetiştirmeye çalışıyor, lâf yetiştirmeye çalışırken de: “Benim adım Tayyip, soyadım Erdoğan. Bunlara dikkat et. Beni kendinle de uğraştırma” diyor. Buna karşılık Meral Akşener ne yaptı? Tayyip Erdoğan’ın yapması bekleneni Meral Akşener yaptı. Onun bu söyledikleriyle dalga geçti. Ne dedi? “Giderayak seni çok gergin gördüm Recep Bey.“ Recep Bey demesi ayrıca bir anlamlı, çünkü Erdoğan ne diyor? “Benim adım Tayyip, soyadım Erdoğan”, Meral Akşener de ona, “Recep Bey” diyor. “Giderayak seni çok gergin gördüm Recep Bey. Akşamları papatya çayı iç, iyi gelir.” Hattâ bugün AKP sözcüsü Ömer Çelik bunun çok saygısızca olduğunu söyledi ve seçim kampanyasının böyle saygısız bir şekilde ilerlememesi gerektiğini söyledi. Erdoğan’ın bu sözlerini, “Beni kendinle de uğraştırma” gibi sözlerini tabiî ki pas geçti; belli ki Erdoğan bu papatya çayı meselesinden rahatsız olmuş. 

Gergin bir Erdoğan var ve kazanacağından emin bir siyâsetçi profili çizmiyor. Savunabileceği, dile getirebileceği şeylerin büyük bir kısmı, “Bunlar terör örgütleriyle birlikte hareket ediyorlar. FETÖ ile, PKK ile…” vs. diyerek kendini savunmaya ve muhâlefeti karalamaya çalışıyor. 2019’da bu tutmamıştı, bu sefer de tutacağını sanmıyorum. Zâten işin içerisine bir de kendisinin HÜDA PAR’ı ittifâka dâhil etmesi eklendi. Her ne kadar Erdoğan da Bahçeli de HÜDA PAR’ın Hizbullah’la alâkası olmadığını söyleseler de, onlar da biz de toplumun büyük bir kısmı da biliyor ki –yani ilgili kesimleri, çünkü herkes bu konuyla çok fazla ilgilenmiyor olabilir; ama ilgili olanlar, özellikle bölgedeki insanlar, Kürtler, İslâmî hareketin insanları; çünkü Hizbullah İslâmî hareketin içinden çıkmış, ama başta İzzettin Yıldırım olmak üzere İslâmcılar’ı da katletmiş bir örgüt–, bunların hepsi de pekâlâ HÜDA PAR ile Hizbullah ilişkisini biliyorlar. Dolayısıyla bu terör meselesini kullanmak da aslında eskisi kadar kolay değil, ama kullanıyor. Öyle ki Muharrem İnce’ye bile lâf yetiştirdi Erdoğan. Muharrem İnce Kılıçdaroğlu ile görüşmesinin ardından ne demişti? “Türkiye’nin Erdoğan’dan kurtulması lâzım.” Erdoğan televizyon yayınında bu cümleyi aynen söyleyerek: “Erdoğan sana ne yaptı? Sen terör örgütleriyle yan yana olanlarla yan yanasın”. Şimdi, Muharrem İnce’ye söylediği eleştirisi bu: “Terör örgütleriyle yan yana olanla yan yanasın”. Halbuki biliyoruz ki Muharrem İnce çıkışta özel olarak kendisi –CHP ile farkını tanımlamak için belki de–, tam da Erdoğan’ın diliyle konuşup, “Biz PKK ile FETÖ ile DHKP-C ile vs. ile iş görmüyoruz” gibi lâflar etti ve Erdoğan’la aynı dalga boyunda konuştu. Ama buna rağmen Erdoğan, onu da terör örgütleriyle yan yana olanlarla yan yana olmakla suçluyor. Normal şartlarda Erdoğan’ın Muharrem İnce’ye çok fazla dokunmaması, onun daha rahat etmesini, yani adaylık kampanyasından çekilmemesini ve muhâlefetin oylarını bölmesini ister. Ama görüldüğü kadarıyla Erdoğan’da öyle bir tedirginlik söz konusu ki artık herkese lâf yetiştirme ihtiyâcı hisseden bir siyâsetçi görünümünde. Görünümün de ötesinde böyle yapıyor ve bu da ülkeyi yöneten kişi görüntüsü vermiyor, bir muhâlefet görüntüsü veriyor. Bir anlamda bakıldığı zaman da, belki 14 Mayıs sonrasında iktidârı kaybetmesi hâlinde başına gelecek olan “muhâlefette kalma”nın bir tür provası gibi görüyorum ben bunları ve bu tedirginliklerin, bu gerginliklerin, kendini rakipleri üzerinden anlatmaya çalışmanın hiçbir şekilde kazandırıcı bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bütün bu çıkışlar, özellikle CHP’nin kampanyasına yönelik söyledikleri, Meral Akşener’e yönelik söyledikleri –çünkü Meral Akşener’in kopup tekrar Millet İttifâkı’na katılması anladığım kadarıyla Erdoğan’ın büyük ölçüde beklentilerini boşa düşürdü ve o anlamda Meral Akşener’e Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla kızgın ve öfkeli olduğunu pekâlâ düşünebiliriz– bunları bence çok açık ediyor.

Gördüğüm kadarıyla Erdoğan çok fazla –zâten öyle söyleniyordu– miting yapmayacak. Bence yine yapmadan duramaz, ama esas olarak medyaya çıkarak, kendisinde bağlı televizyon kanallarında yapacağı yayınlarla bu işi götürmeye çalışacak. Ama orada çok ciddî bir sorun var. Bu yayınları zâten daha çok kendisine yakın olan, oy vermeyi düşünenler, bir tür güven tâzelemek için izliyorlar. O yayınları izleyip de, kafası karışık iken Erdoğan’a oy verecek, hele muhâlefette kendini tanımlayıp Erdoğan’ı izledikten sonra, “Ya, biz Kılıçdaroğlu ‘Bahar Gelecek’ derken bize hitap ediyor sanıyorduk. Halbuki Pensilvanya’ya, Kandil’e diyormuş bunu” deyip oyunu Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’a çevirecek kimse olmayacaktır. Olacağını sanmıyorum, ama belki şöyle bir şey olabilir: Erdoğan kendisinden olmayan, kendisine bağlı olmayan birtakım mecrâlarda da kendisini göstermek isteyebilir. Sanmıyorum, ama en fazla şu dönemde ortadaymış gibi yapan –hep öyle yapar, bir zaman çalışmış olduğum için biliyorum– Habertürk’ü kullanmak isteyebilir. Yani tam iktidar havuzunda yer almıyormuş görüntüsündeki etkili bir mecrâ olduğu için belki Habertürk’te çıkmak isteyebilir. Onun dışında, kendi medyasında yapacağı şeylerin hepsi zâten bir tür tekrardan, bir görevi savmaktan başka bir şey olmaz. Çünkü başkalarına, kendisine oy vermeyenlere hitap etme şansını büyük ölçüde kaybetmiş bir siyâsetçi artık Erdoğan. Eğer fikrini değiştirirse, başka yerlerde de gözükmek ve başka mecrâlar üzerinden kendisine oy vermeyi düşünmeyenlere de hitap etmek isterse, ilginç bir seçim dönemi olabilir. Ama tekrar söylüyorum: Böyle bir şey olmayacak, o kendi yarattığı kutuplaşma ortamında, kendi kutbunda yer alanlarla bir şekilde, onların en azından çok fazla fire vermemesini sağlamaya yönelik bir kampanya yapacak ve bu da onu muhâlefete mahkûm ediyor bence. Çünkü bütün kamuoyu araştırmalarında Erdoğan’ın ilk turda seçilme ihtimâli gözükmüyor. Ancak Muharrem İnce’nin girmesi ve seçimi ikinci tura bırakması ve ondan sonra birtakım gelişmelerle –o da belki, çok az ihtimalle– öyle bir durum olabilir. Ve anladığım kadarıyla Erdoğan da bunun farkında ve bunun farkında olduğu için de sürekli muhâlefete, rakiplerine cevap yetiştirmeye, lâf yetiştirmeye, onları bir didişme ortamına çekmeye çalışıyor. Onların artık o tuzağa düşeceklerini düşünmüyorum. Dolayısıyla Erdoğan şu hâliyle, bugüne kadarki süreçte bakıldığı zaman, çok başarılı bir seçim stratejisi, kampanya stratejisi izleyeceğe benzemiyor. Ama yine de siyâset bu, belli olmaz. Az bir süre kaldı; ama Erdoğan’ın elinde çok büyük imkânlar var. Bakalım bundan sonra neler yapacak? Hep söylediğim şeyi tekrar söyleyeyim: Şapkadan tavşan çıkartmanın imkânı yok, çünkü şapka da yok. Böyle bir durumda Erdoğan, görüldüğü kadarıyla muhâlefete doğru adım adım gidiyor ve giderken de sanki bir muhâlefet lideri gibi bir kampanya yürütüyor.

Evet, bugün saat 14.00’te Levent Gültekin’le –Levent’in seveni ve sevmeyenleri neredeyse eşit oranda, Türkiye’deki kutuplaşmanın bir başka tezâhürü Levent Gültekin–, “Seçimin sonuçları belli mi?” diye bir yayın yapacağız. Oraya da bekleriz. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.