Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turuna artık saatler kaldı. 14 Mayıs’tan bugüne geçen iki hafta boyunca kim, nasıl propaganda yürüttü? Sinan Oğan ve Ümit Özdağ’ın tutumları seçimin kaderini belirler mi? Seçmeni ne yönde etkiler?
Ve en önemlisi seçimi kim kazanır?
Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış’ta yorumluyor.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Kemal Can: Merhaba, iyi günler. Alışık olmadığınız şekilde “Haftaya Bakış”ı ben açıyorum, ev sâhipliğini ben üstlendim. Ruşen dışarıdan bağlanıyor. Merhaba Ruşen.
Ruşen Çakır: Merhaba Kemal.
Kemal Can: Bu haftaki bir değişiklik de, biliyorsunuz biz normalde cuma günleri yapıyorduk “Haftaya Bakış”ı, ama seçimden önceki son gün olarak bu hafta cumartesi günü yapıyoruz yayını. Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran birkaç başlık var. İki önemli tavır açıklaması oldu. Bir tânesi, Ümit Özdağ, Kılıçdaroğlu’na desteğini açıkladı. Selahattin Demirtaş ve HDP, yine ilk turdaki desteklerini daha kuvvetli biçimde tekrar ettiler. Dolayısıyla artık seçime çok sınırlı saatler kalmış durumda. Bu iki gelişme açısından geçen haftayı nasıl değerlendiriyorsun?
Ruşen Çakır: Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Sinan Oğan meselesi fazla konuşulmadı, ama hatırlarsan adayken TRT’ye çıkarmamışlardı. O da kapısının önünde eylem yapmıştı. Sonra Erdoğan’a desteğini açıklayınca ilk çıktığı yer TRT oldu. Hani onun “O An Geliyor” sloganı vardı, sanki o ânı bekliyormuş gibi oldu. Yani aday olursun, ikinci tura kalamazsın, ama tercihini belirtirsin, onu anlarım. Bu kadar angaje olmak… Bir de hiçbir pazarlık yapmadığını söylüyor. Hattâ Erdoğan da bir televizyon programında, “40 yıllık Cumhur İttifâkı mensubu gibi çalışıyor” demişti.
Kemal Can: “Elemanı” dedi.
Ruşen Çakır: Doğru, “eleman” dedi. Sinan Oğan’ın seçime 4-5 gün kala gösterdiği cansipârâne mücâdeleyle, Kılıçdaroğlu’na destek vermiş olan Altılı Masa’daki liderlerin yaptıklarıyla kıyaslıyorum: Arada çok büyük fark var. O enerjiyi, o yoğunluğu diğerlerinde göremedik açıkçası. Kılıçdaroğlu tek başına, yanına belediye başkanlarını da alarak kampanyasını yürüttü. Olayın bir bölümü bu. Diğer bölümü Ümit Özdağ meselesi. Şimdi, Oğan’la birlikte bir yola çıktılar, birisi bir yere gitti, öteki bambaşka bir yere gitti. Hangisi daha etkili olacak, hangisi daha fazla insan taşıyacak meselesi tabiî ki önemli. Benim gördüğüm kadarıyla, Ümit Özdağ’ın taşıma ihtimâli daha fazla. Sinan Oğan bir şekilde Cumhur İttifâkı’na, yani Erdoğan’a bîat etti. Ama Ümit Özdağ Kılıçdaroğlu’na bîat etmiş gibi değil, hattâ Kılıçdaroğlu’nu şekillendiriyor, Kılıçdaroğlu’nun sloganlarını belirliyor. Biliyorsun daha Ümit Özdağ protokolü imzâlamadan, Kılıçdaroğlu sığınmacılar meselesini gündeme getirdi. Yani ikisinin arasında çok büyük fark var; Sinan Oğan sâdece kendisi gitti, ama Ümit Özdağ fikirlerini de götürdü. O anlamıyla çok önemli. Ben o %5,2’den bir kısmının sandığa gitmeyeceğini, Erdoğan ya da Kılıçdaroğlu’na oy vermeyeceğini tahmin ediyorum. Ama sandığa gidecek olanların daha çok Kılıçdaroğlu’nu tercih etmeleri bana daha anlaşılır geliyor. Çünkü Ümit Özdağ orada hiç de süngüsü düşmüş birisi gibi durmuyor. Tam tersine, olaya el koymuş bir siyâsetçi gibi duruyor. Tabiî diğerleri de, bir şekilde seçim gününe kadar lâhavle çekip sessiz kalıyorlar. Meselâ burada Ümit Özdağ’ın söyledikleriyle, Babacan’ın, Davutoğlu’nun, hatta Kılıçdaroğlu’nun söyledikleri arasında çok büyük farklar vardı. Bunlar bir şekilde sîneye çekiliyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bir diğer husus, tabiî ki İYİ Parti ile olan meselesi. Onların hepsi bir şekilde unutuldu. İkinci tur öncesi, ilginç saflaşmalar yaşıyoruz. Bu anlamıyla, Sinan Oğan’la Ümit Özdağ’ın arasındaki tercihler arasından bakıldığı zaman Kılıçdaroğlu daha avantajlı. Ama Kılıçdaroğlu’nun ilk tur sonuçlarına bakacak olursak, kazanabilmesi için, sadece Sinan Oğan’a giden oyların bir kısmını alması yetmeyecek, Erdoğan’dan oy alabilmesi gerekecek. Onu nasıl yapar çok emin değilim. Ama en önemlisi, birincisi, ilk turda oy vermiş olan insanların yeniden sandığa gitmesini sağlaması lâzım. İkincisi, ilk turda sandığa gitmemiş olan seçmenlerin bir kısmını, kendi lehine sandığa çekmesi lâzım. Bir diğer husus da, Erdoğan’a ilk turda oy vermiş olan seçmenin bir kısmının rehâvete kapılıp ikinci tura katılmamasını beklemesi lâzım. Sonuç olarak Kılıçdaroğlu için birden fazla faktör önemli oluyor. Sanki Erdoğan’ın yapması gereken tek şey rehâvetle mücâdele etmek. Hep onu vurguluyor zâten. Seçmen “Bu iş nasıl olsa bitti” demesin, tekrar sandığa gitsin. Sinan Oğan’dan da bir miktar oy gelirse –zâten %49,5 civârı bir oy almıştı–, %50’yi, yani oyların yarısından bir fazlasını alabileceğini düşünüyor olsa gerek. Ama bir tedirginliği onlarda da görmek mümkün. Erdoğan’ın sürekli rehâvet vurgusu önemli tabiî.
Son olarak da sandık güvenliği meselesi. İlk turla ilgili hâlâ birtakım iddialar, şâibeler var. CHP’de Onursal Adıgüzel’in yerine gelen Devrim Barış Çelik, “Siz oyunuzu atın, gerisini merak etmeyin” dedi; ama insanlar tabiî ki haklı bir şekilde merak edecekler. Özellikle Anadolu’da küçük yerleşim birimlerindeki sandıkların güvenliği meselesi hâlâ ortada duruyor.
Kemal Can: Evet, ben de Sinan Oğan’ın aldığı oyun ikinci turda nasıl dağılacağı konusunda seninle benzer düşünüyorum. Tabiî şimdi daha ihtiyatlı konuşuyoruz artık. Seçim öncesinde, birinci turda yapılan birtakım araştırmalar da böyle veriler ortaya koyuyordu, ama araştırma sonuçları seçim sonuçlarında çok sapmaya uğradığı için, onları referans almak ne kadar doğru tartışma götürür. Ama çıkış noktaları îtibâriyle, Oğan ve Ümit Özdağ’ın, 2017’de MHP’den kopuşlarıyla birlikte, aslında MHP’nin Erdoğan’la ittifâkına îtirazla doğmuş bir siyâsî pozisyon ortaya koyduklarını, hattâ Ümit Özdağ’ın, İYİ Parti’nin başlangıcında var olduğunu, 2019 seçimlerinde hâlâ İYİ Parti’de olduğunu unutmayalım. Bu açıdan baktığında, bundan beş yıl önce yola çıkarken bulundukları pozisyondan sapmış olan, aslında Sinan Oğan. Hani “plana sâdık kalmak” diye baktığın zaman, ya kendi planı başka bir şeydi… Ama sonuçta, 2017’de yola çıktığında, MHP’nin AKP ile birlikte davranması ve özellikle referandum sürecinde, “Evet” safındaki ayrışmayla başlayan bir süreç var. Dolayısıyla onların etkileyebildiği seçmenin, sâdece araştırmaları referans almasak bile mantıkî sonuç olarak, iktidâra çok da yakın bir seçmen olması ihtimâli düşük. Senin söylediğin gibi Sinan Oğan’a birinci turda oy vermiş seçmenin bir kısmının, hâlâ iki tarafa da reaksiyon duyarak bir tepkiyi devam ettirme ihtimâli var. Yani seçime katılmama ya da oy vermeme ihtimalleri yüksek.
Ama bir karar verecek olanlar açısından, ben iktidar ve muhâlefetin eşit durumda olmadığını düşünüyorum. İki nedenle öyle olmadığını düşünüyorum. Sen de zâten benzer bir şeyi söyledin. Ümit Özdağ’ın işâret ettiği tarafın, nispeten sayısal olarak daha fazla olması ihtimâli yüksek. Birincisi Ümit Özdağ’ın kendi partisinin aldığı o îtibâriyle, o tabanda daha örgütlü ve parti mensûbiyetiyle insanları hareket ettirme kabiliyeti daha yüksek. O seçmenin profili, yani genç, ilk kez oy veren ve son karar noktasında “Erdoğan’la mı devam mı yoksa tamam mı?” noktasında biraz daha iktidâra mesâfeli olma ihtimâli yüksek. Buna karşılık, söylediğin gibi, Sinan Oğan TRT‘ye çıkartıldı. Şimdi Erdoğan’ın söylediği gibi bir “Cumhur İttifâkı elemanı” gibi çalışıyor olabilir. Ama karârını açıkladıktan sonra 2 gün kadar hiç ortalıkta görünmediğini, karârı dolayısıyla taraftarlarından da sosyal medyadan da büyük bir destek almadığını da unutmayalım. Bunlar da birtakım göstergeler aslında. Bütün bunlara baktığımızda, ben bu kararların iktidar lehine bir sonuç doğurmayacağını, Sinan Oğan’a verilmiş %5’lik oyun, sandığa gitme karârı verecek kısmında, bence muhâlefet tarafının biraz daha sayısal avantajı olduğunu düşünüyorum. Birinci kısmı bu.
İkincisi, senin de söylediğin gibi, Ümit Özdağ, o çevrelerin, özellikle göçmen meselesiyle ilgili hassâsiyetlerine hızlı biçimde cevap verip, onların dikkatini çekebilecek ve bu ittifakta olmalarının artısı konusunda onları iknâ edecek daha fazla argümana sâhip. Sinan Oğan’ın bu tercihinden dolayı kendi seçmenini iknâ edebilmek için çok fazla seçeneği yok. Yani iktidârın hangi siyâsetini etkilediği, bu tercihini kullanarak iktidar üzerinde nasıl bir yaptırım gücü kazandığının işâretlerini görmüyoruz. Bu açıdan bence önemli bir durum var. Ben bu denklemde kaç puan olacağını bilemediğim bir artı olacağını düşünüyorum.
Ama asıl belirleyici olan, senin söylediğin gibi, bu meselenin fireler konusuna nasıl yansıdığı. Sayısal olarak Sinan Oğan’ın oyunun ne kadarını kimin aldığından daha önemli olan, bu konuda diğer seçmende oluşan kanaat. O da şöyle bir etki yaratacak: “Evet, buradan bize bir miktar oy gelecek” duygusu ikinci turun sonuçlarının nasıl oluşabileceği konusundaki beklentiyi değiştirebilir. Yani moral verebilir, bir tarafı tedirgin edebilir, bir tarafı vazgeçmeye itebilir. Ümit Özdağ’ın bu konuda karar vermesi, muhâlefet tarafında “Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimâlini artırdı” diye bir düşünce daha belirgin hâle gelirse, bu, sandığa gitme motivasyonunda da etkili olabilir.
Şimdi ikinci konuşacağımız başlığa buradan geçebiliriz.
Ruşen Çakır: İstersen biraz Muharrem İnce’den bahsedelim, onu atlamayalım.
Kemal Can: Tamam. Önce Muharrem İnce parantezini açalım. Sonra bu gelişmeler bir reaksiyon yaratır mı onu konuşalım.
Ruşen Çakır: Şunu anlayamadım. Normal şartlarda Muharrem İnce Kılıçdaroğlu’na destek verse, kimse “Nereden çıktı bu?” demez; en doğal olanı bu. Kılıçdaroğlu’na destek verdi ve Kılıçdaroğlu kazandı diyelim. O zaman, “Benim sâyemde” ya da “Benim de yardımımla” der. Ya da Kılıçdaroğlu kaybettiğinde, CHP’de bir liderlik tartışması başlayacak ve belki yarın öbür gün, orada bir hak iddia edebilir. Ama şu hâliyle, açık bir şekilde hiçbir şey söylememesi, kimseyi desteklemiyor olmasıyla ne yapmak istediğini anlayamadım.
Kemal Can: “Taraf olmayan bertaraf olura doğru giden” ya da ‘“Plana sadık kalan” diye yorumlayabiliriz belki.
Ruşen Çakır: Tamam da, şimdi bu durumda ne olacak? “Bana şöyle yaptılar, bana kötülük yaptılar” gibi bir şeyler söylüyor. Haklı haksız, o ayrı bir konu. Ama siyâseten, bir parti var, hâlâ inanan insanlar var. Çekilmiş olmasına rağmen ona oy veren insanlar oldu. Dolayısıyla bir şey söylemesi, bir siyâsî duruş sergilemesi lâzım. Bu yaptığının siyâsî hiçbir yanı yok bence.
Kemal Can: İşte tam da “Taraf olmayan bertaraf olur” durumunun politik karşılığını yapıyor. Hatırlarsan, zâten politik varlığını sürekli kişisel zeminde, kendisine haksızlık yapıldığı, yalnız bırakıldığı gibi bir yere sıkıştırmıştı. 2018’den beri sürekli o geceyi anlatarak, geceyi açıklayarak, “O gece ne oldu? Onu bir îzah edeyim. Beni yalnız bıraktılar” diye anlatarak yürüdü geldi. Şimdi bu adaylık sürecinde de yine, “Bana haksızlık yapıldı”dan başka hiçbir şey anlatmayan bir yere sıkıştırmış durumda.
Üstelik “Pazartesi günü yeniden başlıyoruz” gibi iddialı birtakım mesajlar atmış. O başladığı yerde söyleyeceği sözün tam olarak ne olacağı, son derece belirsiz.
Ruşen Çakır: Evet. Peki, diğer konuya geçelim Kemal. Demirtaş’ı kastediyorsun herhalde değil mi?
Kemal Can: Yani HDP’nin tutumu. Yani Ümit Özdağ’ı denkleme almak, diğer seçmen gruplarında bir reaksiyona, bir rahatsızlığa, bir motivasyon düşüşüne neden olur mu? Çünkü şöyle bir şey de görüyoruz, onu da değerlendirerek söyle. Aktrol faaliyetlerinde birinci turda milliyetçi olarak görünen ve onu kışkırtan yoğunluk, şimdi ilginç biçimde birtakım Kürt profillerle sanki buna büyük bir reaksiyon duyuyorlarmış intibâını verecek bir hareketlilik hâlinde devam ediyor. Bunu da değerlendirerek düşünebilirsin.
Ruşen Çakır: Evet. Meselâ Ömer Çelik, “Hem HDP hem de Zafer Partisi nasıl bir arada olur?” diye sordu. Tabiî ki söylediği şeyin bir mantığı var, ama bunu söyleyen kişinin önce kendisine bakması gerekiyor. Kendi yapılanması içerisine Sinan Oğan’ı da eklediler, HÜDA PAR da var, Yeniden Refah da var, MHP de var, BBP de var, Demokratik Sol Parti de. Herkes var yani. Yelpâzeler artık paramparça oldu. İttifakların her biri, bir başka şey oldu. Sonuçta bu, iki adayın yarışı. Bütün olay bu. Birileri bir adayı, birileri diğer adayı tercih ediyor. Birileri tercih ederken birtakım argümanlar öne sürüyor, öteki tercih ederken onun öne sürdüğü argümanların tam tersini öne sürerek tercih ediyor. Ama kimsenin kalkıp da burada samîmîyeti sorgulamasının pek de anlamı yok.
Özellikle protokolün 4. maddesindeki kayyum göndermeli madde tabiî ki önemliydi ve buradan, “Acaba Kürtler Kılıçdaroğlu’na oy vermekten vazgeçer mi?” diye bir soru çıktı. Bu soru, tabiî ki iktidârı da çok memnun etti ve bunu kaşımak istiyorlar. Fakat önce HDP ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi bu konuda adımını attı, ardından Selahattin Demirtaş daha açık bir şekilde tavır alarak olayın adını koydu. Ben dünkü ‘Hızlı ve Kısa Yorum’da bunu şöyle değerlendirdim: Selahattin Demirtaş yine HDP’den daha ileri ve daha farklı bir pozisyon aldı. Biliyorsun HDP, Erdoğan’a oy vermeyeceklerini ve sandığa gideceklerini açıklamıştı. Erdoğan’a oy vermiyorsun, sandığa gidiyorsun. Kime oy veriyorsun? Kılıçdaroğlu’na oy veriyorsun. Ama hiçbir şekilde Pervin Buldan Kılıçdaroğlu’nun adını telaffuz etmedi. Selahattin Demirtaş ne yaptı? Hem Kılıçdaroğlu’nun adını telaffuz etti dün –aynısını bugün tekrarladı–, hem de kocaman bir fotoğrafını da koydu. Yani o ikisinin arasındaki farkı da ciddîye almak lâzım bence. HDP ve Demirtaş farkı, hep bir şekilde var.
Ben şöyle düşünüyorum: HDP’nin açıklamasının tabiî ki bir etkisi oldu, ama Demirtaş’ın dün ve bugün çok vurgulu bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun adını anarak, fotoğrafını koyarak Kılıçdaroğlu’na yönelik çağrı yapmasının çok etkili olacağını ve fire ihtimâlini iyice azaltacağını düşünüyorum.
Kemal Can: Evet, ben de benzer biçimde düşünüyorum. Ama şöyle bir sorun var. Ben, Ümit Özdağ’ın denkleme dâhil edilmesi ya da o protokol metnindeki maddelere tepki duyan Kürt seçmen meselesinden çok, ilk turda da sonuçlarını gördüğümüz seçim güvenliği meselesinin, özellikle bölgedeki oylar açısından daha kritik olduğunu düşünüyorum. Birincisi, sandığa girmiş oyları korumak açısından kritik. Çünkü birinci turda pek çok örneği aktarıldı, söylendi: Özellikle Yeşil Sol oylarının, dolayısıyla da Kılıçdaroğlu oylarının bir kısmı. Orada muhâlefetin bir bütün olarak çok yoğun bir seçim güvenliği çalışması yapmaması ya da ilk kez seçime giren Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin pek çok açıdan yaşadığı sıkıntıların, diğer muhâlefet partileri tarafından kapatılmaması yüzünden sorunlu gerçekleşti.
İkincisi, seçmenin sandığa götürülmesi konusunda da, özellikle devlet imkânlarını yoğun biçimde kullanan iktidârın, birinci turda caydırıcı bir etki yarattığı, bu etkinin ikinci turda daha da artacağını, üstelik ikinci turda kendi partisi için oy kullanma seçeneği de olmadığı için, insanların bu konuda risk alma iştahının biraz düşebileceği endîşesi duyuluyor. Dolayısıyla ben, Kürt seçmenin Kılıçdaroğlu’na vereceği oyda, bu gelişmelerin yarattığı reaksiyondan daha çok, heves kırılması ve engellemelerin durdurulamaması gibi riskleri daha fazla görüyorum. Çünkü hem HDP’nin açıklamasında hem Demirtaş’ın açıklamasında, çok net biçimde, aslında ilk tur içinde yapılan tercihin, asıl olarak, şimdi Kılıçdaroğlu’nun söylediği “Karar ver” sorusuna verilen cevâbın çok net olmasının damgasını gördük. Çünkü kapatılacak Cehennemin Kapıları meselesi, Kürt seçmen açısından çok daha hayâtî bir mesele. Çünkü o kapıları kapatılacak cehennemi çok net biçimde deneyimlemiş bir seçmen grubu bu. Hem bölgedeki seçmen hem batıdaki büyükşehirlerdeki seçmen, çok bâriz biçimde, o cehennemin ne anlama geldiğini, o kapılar kapatılmazsa hayâtın nasıl devam edeceği konusunda gayet net fikirleri var. Bu yüzden de verecekleri karar konusunda kafalarının çok karışık olmadığını düşünüyorum. Zâten bu meselenin çok hayâtî, kritik bir aşama olduğunu açık biçimde ifâde ediyorlar. Dolayısıyla burada verilecek karar, bundan sonraki süreci çok belirleyecek. Bu konuda kararlarını değiştirmeyip, tam tersi daha da belirginleştiklerini görüyoruz. Sâdece buradaki problem, taktik birtakım hamleler, Ümit Özdağ’ın denkleme katılması, onun imzâladığı mutâbakatın rahatsızlık yaratması. Bunları açıklamalarda da gördük. Bunları ikinci plana atıp, öncelikle karârı ve bu karardaki pozisyonu korumayı önemli görüyorlar.
Burada bence seçim güvenliği konusunda CHP de ikinci tur için biraz önlem almaya çalıştı. Ama seçim güvenliğini sandığa gitmekten başlayarak, yani oradaki seçmenin sandığa gitmesini de sağlayacak, onlar üzerindeki baskıyı ortadan kaldıracak, mümkünse sandıkların güvenliğini, daha oy kullanma başlamadan sağlayarak, en azından birinci turdaki seviyeyi… Çünkü birinci turda da hem HDP’nin oy kaybı açısından hem genel katılım oranları açısından, mevcut potansiyelin biraz altında kaldığı düşünülüyordu. Tabiî onun da eklenmesi ayrıca bir katkıdır, ama hiç olmazsa fire vermeden yansıtılması bence önemli. Ama tekrar ediyorum: Burada reaksiyonun çok belirleyici olmayacağı kanaatindeyim.
Ruşen Çakır: Sandık güvenliği derken şu bir ayrıntı, ama önemli bir ayrıntı. Bir izleyicim bana bu konuda yerinden birtakım bilgiler aktardı. HÜDA PAR’ın Cumhur İttifâkı’na dâhil olmasıyla berâber, Güneydoğu’daki sandıklarda çok ciddî bir HÜDA PAR varlığı söz konusuymuş. Biliyorsun, AKP’nin kendi örgütsel yapısı bölgede bayağı aşındı. Biz kampanya kısmını düşünüyorduk, ama AKP, HÜDA PAR’ı katarak hem kampanya hem de sandık güvenliği meselesinde onları seferber etmiş. Bunu da özellikle vurgulamak lâzım.
Ben de, bu protokol nedeniyle insanların oy kullanmaktan vazgeçme ihtimâlinin çok fazla olduğunu düşünmüyorum. İktidar yanlıları ya da birtakım kerâmeti kendinden menkul çevreler bunları işleyebilirler, ama çok işe yarayacağını sanmıyorum. Burada önemli olan husus şu: Bu, Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimâlinin olmadığı ile beraber yapılırsa etkili olabilir. Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimâlinin hâlâ güçlü olduğunu, HDP, Yeşiller ve Sol, Selahattin Demirtaş, başkaları, insanlara anlatabilirlerse –ki anlatmaya çalışıyorlar– o zaman etkisi olmayacak. Ama ikisi berâber giderse etkili olacak.
Sen başlarken kamuoyu araştırmalarının ilk turda çuvalladığından bahsettin. Doğru. Şimdi ikinci tur öncesi yapılan araştırmalarda, benim gördüğüm, bir tânesi dışında hepsi Erdoğan’ı %52-53 gösteriyor. O zaman, “Kamuoyu araştırmalarına bakarsak Erdoğan kaybedecek” diyebilir miyiz? Ne dersin?
Kemal Can: Eğer sapmanın ve yanılmanın simetriği olacaksa, elbette diyebiliriz. Zâten bu, seçimden önceki son “Haftaya Bakış” ve yarın seçim var. Onun için bir son değerlendirme, ne bekleniyor konuşuruz. Ama ben de oy güvenliğiyle ilgili şunu söyleyeyim: Meselâ seçimin gecesinde, Kılıçdaroğlu’nun Dersim dışında en yüksek oy aldığı Cizre’de, daha seçim tamamlanır tamamlanmaz sokaklara gaz atılarak, birtakım insanlar gözaltına alınarak bir süreç başlatıldı. Senin söylediğin gibi, insanlar orada hakîkaten risk alarak oy kullanıyorlar. Yani bir “devlet partisi” olduğu için, iktidârın aleyhine oy kullananların orada hemen cezâlandırıldığı bir süreç yaşanıyor, bunu kimse gözden kaçırmasın. Dolayısıyla orada verilen oyun özel bir kıymeti var ve risk alarak yapıldığını da unutmamak lâzım. Sonuç alma hevesi ve bu karârın çok önemli olduğu bilinciyle verilen oylar bunlar. Dolayısıyla orada düzenin düşmemesi, fire verilmemesi, bence senin dediğin o kazanma ihtimâlini en güçlü tutacak şeylerden biri. İkincisi de, moraller birkaç gün biraz bozuldu, beklentilerle kıyaslandığında umut çok kırıldı. Üstüne bir de çok hızlı reaksiyon verilmediği için insanlar kendilerini biraz yalnız hissettiler. Ama sanki biraz onun toparlanmış olduğunu da varsayabiliriz. Bu çerçevede bir son değerlendirme yapalım ve programı kapatalım.
Ruşen Çakır: Yurtdışı oylarında çok olağanüstü bir artış yok, ama birinci tura göre artmış olması bile çok anlamlı bence.
Kemal Can: En azından fire yok, aynı ölçüde gelmiş durumda.
Ruşen Çakır: Evet. Sonuçta insanlar çok büyük bir gayret ve birbirlerine umut aşılamaya çalışıyor. Özellikle Kılıçdaroğlu’nu destekleyenlerde böyle bir şey var. Öteki tarafta bir rehâvet olduğu kesin. Destekçilerinde, Erdoğan’ı rahatsız edecek bir rehâvet olduğu kesin; ama herhalde yine devletin bütün imkânlarını kullanarak seçmenlerini sandık başına götürmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Ama bu seçimin sonucunu, ilk turdaki farka rağmen son âna kadar bekleyeceğimizi tahmin ediyorum. Yarın akşam hızlı bir şekilde sonuçlanacak. Çünkü tek bir seçim ve 2 aday var. Dolayısıyla sonuçları çok hızlı bir şekilde alacağa benziyoruz. Ama ilk açılan sandıklarla berâber sonuç kesinleşecek gibi gelmiyor bana. Bir de ilk turda, aradaki farka inanmama hâli vardı. Şimdi o fark bilindiği için, insanlar daha rahat, daha az gergin bir şekilde izleyecekler herhalde.
Ben yarınki oylamanın sonuçlarının son âna kadar merakla bekleneceği kanısındayım. Ayrıca, geçen seferden dersimi çok kötü aldığım için bir şey söylemiyorum. Ama bu olayın bitmediğine eminim. Yani ilk tura bakıp, “İkinci tur aslında çok da anlamlı değil” gibi bir şey söylemek mümkün değil. Arada çok şey oldu. Özellikle Kılıçdaroğlu’nun söylemi çok değişti; pozitif bir kampanyadan sert bir kampanyaya geçti. Terör meselesini ve sığınmacılar meselesini çok öne çıkarttı. Ümit Özdağ’ı yanına aldı vs.. Bütün bunların hepsinin bir anlamı var. Seçimin sonucunu ne kadar etkileyecekler bilemiyorum. Ama iktidar, şu âna kadar Sinan Oğan’ı yanına almaktan başka bir şey yapmadı. Sinan Oğan Cumhur İttifâkı’na gidince, başta konuştuğumuz gibi, açıkçası çok fazla bir şey getirmiş olabileceğini düşünmüyorum.
Kemal Can: Evet, ben de benzer biçimde düşünüyorum. İlk tur-ikinci tur mantığında bir matematik fark var ve dolayısıyla onun korunduğu durumda, üçüncü bir aday olmadığı için, iktidârın matematiksel olarak avantajlı olduğu fikrine katılmıyorum. Çünkü dengeyi matematiksel olarak değiştirebilecek çok sayıda faktör var. Birincisi, demin konuştuğumuz gibi, tarafların ne kadar fire vereceği. Firenin anketlerde yapıldığı gibi eşit paylaştırılmasının doğru olmadığını düşünüyorum.
İkincisi, biraz önce konuştuğumuz gibi, üçüncü seçenek olarak Sinan Oğan’ın aldığı oyun yine eşit dağılmayacağını düşünüyorum. Birinci tur sonuçlarının seçmende moral bozukluğu mu yoksa artık karar vermenin âciliyeti açısından başka bir motivasyon üretip üretmediği konusundaki durumun da bence matematiksel tabloda bir etkisi olabilir. Dolayısıyla matematik durumu değiştirebilecek faktörler var iki tur arasında. O nedenle ben de, her şeyin tamam olduğunu, zâten resmin göründüğü iddialarının çok isâbetli olmadığını düşünüyorum. Ve tıpkı önceki seçim gecesinde olduğu gibi, Anadolu Ajansı’nın verileri, ilk verilerin açıklanması, oradaki sıralama verme hızı gibi meseleler yine önümüze gelecek; yine seçim gecesi böyle tablolar göreceğiz. Ama senin de söylediğin gibi, oy kullanma daha hızlı olacak bu seçimde. Çünkü sandıklara tek pusula atılacak ve daha kolay olacak. İlk turda, partiler kısmı, dikkatli katlama meselesi, daha çok zaman alan bir şeydi, kabinlerde daha uzun vakit geçirme nedeniyle kuyruklara neden oldu. Şimdi, sayma işlemi çok hızlı cereyan edecek. Ama çok yakın biçimde seyreder ve yine böyle manipülatif hamleler olursa îtirazlar ve benzeri şeylerden dolayı, sonucun biraz uzama ihtimâli de az değil bence. Eğer dendiği gibi hem gönüllü sayısı hem avukat sayısı arttığı için muhâlefetin sandık güvenliğine çok yükleneceğini varsayarsak, bu konuda îtirazlar ve iktidârın da ilk seçimde yaptığı gibi muhâlefetin güçlü olduğu yerlerde sayımı yavaşlatmak için îtiraz stratejisini yine uygulama ihtimâli var. Bu, biraz süreci uzatabilir; bazı veriler sayılmış olmasına rağmen sonuçlara geç yansıyabilir. Zâten bu ihtimâli de artık öğrendi seçmen. Kaç seçimdir deneyim sâhibi oldu bu konuda. Önemli bir kısmının önceden öngördüğünü tahmin ediyorum.
Ruşen Çakır: Sonuçta ilginç bir süreç yaşadık. Çok beklenti vardı, ama beklentilerin birçoğu gerçekleşmedi. Çok gergin geçmesi beklendi, o kadar gergin olmadı. Yarın ne olacak? Türkiye, ya eskisi gibi otoriter sistemin daha da şiddetlenerek süreceği bir döneme kaldığı yerden devam edecek ya da yepyeni bir dönemde, normalleşme ihtimâlini tercih edecek. Aslında çok kritik bir seçim olduğu muhakkak. Çok şey değişecek. Hani Batı’da birçok ülkede, seçimler olduğunda o gidiyor bu geliyor, ama her şey aslında aynen devam ediyor gibi bir olay söz konusu değil burada. Eğer değişiklik olursa çok şey değişecek. Değişiklik olmazsa, birçok şeyin daha şiddetlenerek devam edeceğini özellikle vurgulamak lâzım.
Kemal Can: Evet. Ben daha önce de birkaç yazımda değinmiştim. Aslında, ister iktidar seçmeni ister muhâlefet seçmenine konuşurken, değişimden yana olan iddiaların, seçmenin sorumluluğunu hatırlatan bir şeyler söylemesi gerektiği fikrindeyim. Şimdi “Karar ver” böyle bir slogan. Hani popüler siyâsetçilerin ve popüler medya insanlarının, seçmene yönelik çok kolay kullandığı, “Patron sizsiniz, siz karar vereceksiniz” söylemi vardır ya? İşte o patronluğun getirdiği bir sorumluluk var. O yüzden bu karar, aslında doğrudan seçmenin sorumluluğunun alanına düşmüş durumda şu anda. Yani hakîkaten neye taraf olunduğu, neyin devâmından, neyin değişmesinden yana olduğunun kararını verecek seçmen. Ve sâhiden patron olmak, Türkiye’nin geleceği konusunda belirleyici olmak arzusundaki seçmenin, bu karar meselesinde, önüne atılan birtakım flulaştırıcı şeylerle mi yoksa net verilerle mi karar vereceğini göreceğiz. Bence “Karar ver!” en temel slogan. Verilecek karar, hepimizin, bu kararı verenlerin de hayâtını belirleyecek.
Ruşen Çakır: Evet. Noktayı koyalım Kemal.
Kemal Can: Evet. Yarın seçim gecesindeki yayınlarda buluşmak üzere.
Ruşen Çakır: Herkese iyi günler.
Kemal Can: İyi günler.