Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır izleyicilerle değerlendiriyor | Nerede kalmıştık?

Türkiye bir seçim sürecini daha geride bıraktı. Cumhurbaşkanı ve Cumhur İttifakı’nın adayı Recep Tayyip Erdoğan yeniden cumhurbaşkanı seçilirken, Cumhur İttifakı’na mensup partiler de TBMM’de çoğunluğu sağladı.

Peki şimdi siyasette neler yaşanacak?

Ruşen Çakır izleyicilerin soru ve yorumlarıyla değerlendiriyor.

https://open.spotify.com/episode/4thEKULXEFJFO07EwKywll?si=Nq_YXVFRTu2BNHmrsMbXdw

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. “Nerede kalmıştık?” — soru bu. Sizlerle berâber bir yayın yapacağız. Artık Türkiye’de Pazar akşamından îtibâren üçüncü Erdoğan dönemi başladı; üçüncü cumhurbaşkanlığı dönemi daha doğrusu. Ve sizlerin soruları, yorumları, eleştirileriyle bir yayın yapacağız. Bir süredir yapmıyorduk, ara vermiştik. Şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz. Ve “Nerede kalmıştık?” diye soruyoruz. Benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarında chat bölümlerinde sorularınızı, yorumlarınızı, yazabilirsiniz. Şimdiden çok sayıda soru var, yorum var. 

Meselâ, Ahmet Selim demiş ki: “Medyascope’un geleceğiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Siyâsete ilgi giderek azalacaktır muhtemelen”. Siyâsete ilgi kolay kolay azalmaz, ama tabiî ki seçim dönemindeki ilgi gibi olmaz. Siyâset hep gündemde olur ve biz de olabildiğince bunları tâkip etmeye çalışacağız. Ancak gelecekle ilgili, özellikle Medyascope’un ayakta durabilmesi, ekonomik ve siyâsî açıdan ayakta durabilmesi bu dönemde daha zor olacak. Ama 8 sene oldu, 8 sene var kaldık, bir şekilde sürdürebildik. Bundan sonra da sürdürmeye niyetimiz var; ama zorlanacağız. Açıkçası onu şu anda, ilk günden biliyoruz ve bu zorlanma sürecinde de siz izleyicilerimizin desteğine ihtiyâcımız var. Her türlü desteğinize ihtiyâcımız var. Medyascope gibi bağımsız mecrâların ne kadar lâzım olduğunu önümüzdeki günlerde bir kere daha çok net bir şekilde hep berâber göreceğiz.

Şimdi, bağımsız medya derken, bir soru da Yiğit Atilla’dan gelmiş: “Gain Haber ekibiyle çalışmayı düşünüyor musunuz?” Biliyorsunuz, Gain platformunun bir haber ekibi vardı ve orada Duygu Demirdağ, Mirgün Cabas ve diğerleri ayrıldılar. Belli ki orada artık haber olmayacak. “Onlarla birlikte çalışmayı düşünüyor musunuz?” diye sormuşlar. Mirgün benim çok yakın arkadaşım. Bilenler bilir, yıllar önce NTV’de berâber “Yazı İşleri”ni yaptık uzun bir süre. Mirgün’e sordum bunu. O da bana: “Senin ne düşündüğünü ne bileyim?” dedi. Vallahi zâten Mirgün değişik vesîlelerle yayınlarımıza konuk olmuştu. Burası bağımsız, özgür bir medya platformu. Onlara da yer var. İşini hakkıyla yapmak isteyen bütün gazetecilere yer var. Ancak ekonomik anlamda zor bir süreç hepimizi bekliyor. Onun detayları ayrı bir konudur; ama Mirgün’ün, Duygu’nun tabiî ki başımızın üzerinde yerleri var. Onu şimdiden söylemiş olayım. 

Emrah Yıldız demiş ki: “Ben bir HDP seçmeniyim. Sıradan bir CHP’linin veya İYİ Partili’nin en fazla 1 hafta canı sıkılır. Ama bizim için hayâtî bir mesele. Çünkü gözaltılar başladı bile. Bu iş nereye gider?” Devam eder, öyle gözüküyor. Zor iş. Özellikle HDP tabanının daha da zorlanacağı ortada. HDP dâvâsı var bir kere. Ondan sonra Meclis’te umdukları kadar milletvekili bulamadılar. Kilit parti olmayı düşünüyorlardı. Ben de açıkçası öyle olmalarını bekliyordum; olamadılar. Oylarında da bir azalma oldu. Bütün bunlar birleşince ve iktidardaki yeni koalisyonun bu konudaki duruşu da belli olduğu için, önümüzdeki dönemde herhalde zâten alışık oldukları, bildikleri baskının daha da artacağını tahmin etmek zor olmayacaktır. 

Anıl Behiç Aybar: “Türkiye İşçi Partisi’nin performansını, seçim boyunca tazyikli bir şekilde devam eden stratejik oy kampanyasını ve buna rağmen 4 vekil almasını nasıl değerlendirirsiniz?” Başarılı oldu TİP. Yani kendileriyle konuştuğumda da çok emin değillerdi. 4 milletvekili çıkartmış olmaları, özellikle Hatay’dan Can Atalay’ın seçilmiş olması, İstanbul’dan her bölgeden birer milletvekili, İzmir’de herhalde kıl payı kaçırdılar. Ama şu da bir gerçek: Tek liste girilseydi daha fazla TİP’li milletvekili de girebilirdi ve Yeşil Sol Parti’nin toplam milletvekili sayısı çok daha fazla olabilirdi. Burada riskli bir tercih yaptılar; ama şu hâliyle bakıldığı zaman çok da pişman olmadıklarını söylemek mümkün. 4 milletvekilleri vardı, yine 4 milletvekiliyle yola devam ediyorlar. Bu sonuçta TİP’in başarısıdır. Bunu kabul etmek lâzım. Eğer ortak liste olsaydı çok daha büyük bir başarı olabilirdi. Ama partiler kendi ayakları üzerinde durmak isteyebiliyorlar. TİP bunu yaptı ve bence umduğunu bir ölçüde buldu. Tabiî ki daha büyük beklentileri vardı herhalde. 

Muharrem Palaz demiş ki: “CHP’nin yani Kılıçdaroğlu’nun sol sosyal-demokrat kimliği geride bırakması, sağ ağırlıklı bir ittifak kurması, ikinci turda aşırı milliyetçi bir dil benimsemesi oy kayıplarına yol açtı mı?” Muharrem Bey, anladığım kadarıyla oy kaybı olmamış, ama pek de oy getirmemiş. Yıllardır Erdoğan’a karşı toplam alınan oyları almış, öyle söyleyelim. 52-48 gibi bir şeyde kalmış. Çok da başarılı olmamış. Burada, önümüzdeki dönemde çok konuşulacak; özellikle Millet İttifâkı’nın İYİ Parti dışındaki partilerinin Kılıçdaroğlu’na ne getirdiği ve ne götürdüğü konusu çok konuşulacak. Gelecek, DEVA ve bir ölçüde Saadet ve Demokrat Parti bayağı bir milletvekili aldılar; ama son derece sınırlı katkıları oldu.

Canan Ketenoğlu: “Erdoğan balkon konuşmasına sert sözcüklerle başladı. Bu durum erken seçim planladığını mı gösteriyor?” Erken seçim planlamaz. Ne gerek var? Zâten bütün seçimleri kazandı. Ama yerel seçimleri almak istiyor. Şimdiden İstanbul’u, Ankara’yı almak için elinden gelen her şeyi yapacak. Erdoğan’ın sert sözcüklerle başlaması da aslında hiç şaşırtıcı değil. Yumuşama beklentisi hakkında, bizim Levent Gültekin benimle yaptığı yayında böyle şeyler söylemişti seçimin ikinci turunun hemen öncesinde; ben buna katılmıyorum. Zâten evin önünde yaptığı konuşmada hemen LGBT-İ dedi, Kemal Kılıçdaroğlu’na yine birtakım hakaretâmiz lâflar etti. Dolayısıyla Erdoğan’dan bir yumuşama beklemek çok mümkün değil. Erdoğan’ın ortaklarından bir yumuşama beklemek pek mümkün değil. Tam tersine onlar çıtayı iyice yukarı çıkarabilirler. Yeniden Refah, HÜDA PAR gibi partiler, meselâ kadın meselesi konusunda kadın haklarının çok aleyhine birtakım girişimler başlatacağa benziyorlar. Bunu değişik gerekçelerle anlatmaya çalışacaklar. Ve önümüzdeki dönem özellikle kadınlar için çok zor geçeceğe benziyor. Bunun erken seçimle alâkası olduğunu sanmıyorum. Artık böyle yönetecekler, öyle gözüküyor. 

“Deprem bölgesindeki sonuçlara şaşırmıyorum. Çünkü Medyascope röportajlarında bu tablo az çok ortaya çıkmıştı. İnsanlar, ‘Devlet geç kaldı, ama Allah devlete zeval vermesin. Büyüklerimizi başımızdan eksik etmesin’ şeklinde bir bakış açısına sâhip” demiş bir izleyicimiz. Evet, doğru. Oraya giden muhâbir arkadaşlarımız bize, çok büyük değişiklik beklemediklerini söylemişlerdi. Uzaktan bakıldığı zaman, herhalde bu kadar çekilen acıdan sonra, özellikle güçlü olduğu Adıyaman, Kahramanmaraş gibi yerlerde büyük fireler bekleyenler oldu. Ama yerinde yapılan gözlemler, o röportajlara da yansıyan gözlemler bunun böyle olmayacağını bize gösteriyordu. 

“Ekrem Bey’in CHP’deki geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?” Evet, İmamoğlu hemen başladı. Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanı adayı olmak istiyordu. Olmadı. Kılıçdaroğlu ısrar etti ve ona izin vermedi. Sonuçta Kılıçdaroğlu için çalıştı, bayağı çalıştı. Ama onun ve diğerlerinin çalışmaları yetmedi. Şimdi önünün açık olduğunu düşünüyor — ki bence de öyle. Yaptığı ilk açıklamalarda çok net cümleler kuruyor; “Ezbere konuşmuyoruz” diyor, “Öğrenilmiş çâresizlik bizde yok” diyor, “Klişeler yok” diyor vs.. Belli ki bir şeyler yapacak. Değişik senaryolar var. Bir kere yeniden aday olup olmayacağı ayrı bir konu. Önünde bir mahkeme var zâten, o ayrı bir husus. Aday olursa kazanır mı ayrı bir konu. CHP Genel Başkanlığı’na oynar mı o da başka bir konu. Ve hattâ bir iddiaya göre CHP’de önü kesilirse kendisi parti kurar mı? Bütün bunlar var ve önümüzdeki dönemde Ekrem İmamoğlu’nu hayli konuşacağız, burası açık. Mansur Yavaş böyle şeyler yapmaz. O zâten hemen Ankara’ya çekildi, belediye başkanlığına çekildi. Ama Ekrem İmamoğlu elinden geldiğince büyük oynayacak. Onun işâretlerini ilk günden verdi. 

“Kılıçdaroğlu’nun, ‘Bu iktidar bir buçuk yıl bile götüremez, zâten çökecekler. Kurultayı seçim sonrasına erteleyelim’ mantığıyla hareket etmesi hâlinde CHP’yi nasıl bir âkıbet bekler?” Böyle bir mantıkla hareket eder mi bilmiyorum. Böyle bir mantıkla hiçbir yere gidilemez. Yani bir buçuk yıl içerisinde çökerler filan… Çökseydi çökerdi. Bundan sonra nasıl çökecek? Zâten sorun iktidârın çökmesi değil; muhâlefetin iktidârı çökertmesi gerekiyordu. Onu yapamadılar. İşi Allah’a havâle etmiş durumdalar gördüğünüz gibi. Kendi muhâlefetleriyle bu yapılamadı. Muhâlefet burada çok ciddî bir şekilde sınıfta kaldı. Kurultayı erteleyebilir. Bu önümüzdeki günlerde sık sık CHP konuşacağız, CHP kurultayı konuşacağız, CHP yönetimindeki değişiklikleri konuşacağız. Ama benim gördüğüm kadarıyla Kılıçdaroğlu CHP liderliğini bırakmaya çok niyetli değil. Normal şartlarda, eğer bu seçimden sonra bırakmış olsaydı, kimse, “Nereden çıktı bu?” demezdi. Ama yapmayacağa benziyor. Yaptığı ilk konuşmada da yürüyüşün devam ettiğini söyledi. Bakalım ne olur? Şimdi, eğer Muharrem İnce partiden ayrılmayıp Memleket Partisi’ni kurmasaydı, parti içerisinde bir muhâlefeti sürdürüyor olsaydı, büyük bir ihtimalle Muharrem İnce’nin kazanma ihtimâlini konuşuyor olurduk. Şu hâliyle bakıldığı zaman ne olacağı tam belli değil. Kılıçdaroğlu çekilip yerine kendisinin istediği birisini seçtirmeye de yönelebilir ya da Ekrem İmamoğlu meselesi gündeme gelebilir.

Ersoy Altınışık: “Herkes CHP’yi konuşuyor; ama İYİ Parti’nin son iki yılındaki hatâları nelerdi sizce ve ne bekliyor Akşener’i?” Meral Akşener’in Kılıçdaroğlu’nun adaylığına direnmiş olmasında yanlış yapmadığı ortaya çıktı. O târihlerde yaptığım yorumlarda da, haklı olduğunu ama yanlış yaptığını söylemiştim Masa’dan kalktığında. Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayattığını defalarca söyledim, hattâ o yüzden çok da eleştiri aldığımı biliyorum. Ama sonuçta 6 Mart’ta masaya tekrar oturunca, “Bu iş oluyor artık” duygusu ortaya çıktı. Akşener belli ki Kılıçdaroğlu’nun kaybedeceğini anlamış ve bir anlamda mecbûren girmiş. O aradaki tereddütleri ona çok şey kaybettirdi. MHP’nin aldığı oyun İYİ Parti’den fazla olması çok önemli. Daha sonra Kılıçdaroğlu’nun İYİ Parti’den kopmuş olan Ümit Özdağ’a muhtaç kalması, Meral Akşener’in de buna îtiraz etmemesi çok önemli. Şu hâliyle bakıldığı zaman İYİ Parti’nin önü çok açıkmış gibi gözükmüyor. Çünkü Meral Akşener yine milletvekili değil. Geçen seferki milletvekili sayılarından bir fazla alabildiler. Meclis’te bir etkisi olmayacak. Bir seçim gündemi de yok. Neyi nasıl yapacaklar açıkçası çok kestiremiyorum. İlk günden yaptıkları açıklamalara baktığımız zaman, Meral Akşener’in de henüz tam bir karar vermediği anlaşılıyor. Bugün bir toplantı yapıp ardından açıklama yapacaklardı. İlk işâretleri orada görürüz herhalde.

Şimdi çok sayıda Kemal Can’a, İsmail Saymaz’a, Bekir Ağırdır’a, Murat Yetkin’e ve tabiî ki bana yönelik eleştiriler var. Arkadaşlar bunu aktarıyorlar. 

“Kılıçdaroğlu’nun kaybedecek aday olduğunu bilmenize rağmen adaylığını meşrûlaştırdığınız için halktan özür dileyecek misiniz?” demiş. Kılıçdaroğlu’nun kaybedecek aday olduğunu bilmek diye bir şey söz konusu olamaz. Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimâli daha az olduğu kamuoyu araştırmalarında söyleniyordu. Ama bu “kazanacak aday” vs. tartışmaları çok sağlıklı bir tartışma değildi. Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimâlinin özellikle 6 Mart’tan sonra güçlendiği yolunda kamuoyu araştırmalarında bir gözlem vardı. Ben de bu tür gözlemleri yaptım ve aktardım. Sonuç olarak kaybeden Kılıçdaroğlu oldu. Birtakım analizlerde, şurada burada yanlış yapmış olabiliriz. Özür dilemek diye bir şey, yani yanlış yaptığını kabul etmek tabiî ki ortada; kimse yazısını, videosunu silmiyor, her şey ortada. “Ben böyle bir şey demedim” diyecek hâlimiz yok. Ama buradaki meselenin esas olarak adresinin tabiî ki siyâsî partiler olduğunu öncelikle herkesin kabul etmesi lâzım. Eğer birtakım gazeteciler, yorumcular, anketçiler artniyetli bir şekilde yaptıysa o ayrı bir şeydir. Herkes kendinden mes’ul. Bir yatırım yapmış ya da birtakım ilişkilerle yorum yapmış bir insan değilim. Meselâ Kemal Can’ın da İsmail Saymaz’ın da böyle insanlar olmadığını biliyorum. Dolayısıyla yanlış yapmak başka; bilerek yanlış yapmak, insanları yönlendirmek başka. Orada ince bir çizgi var. Tabiî bunun bâzı insanların çok hoşuna gittiğini biliyorum. Çok kolay bir şekilde, bunlardan hareketle… Ama şunu da hatırlıyorum; bizim yaptığımız birçok yayında Altılı Masa’yı eleştirdiğimiz zaman, heyecan vermediğini söylediğimiz zaman da acayip dayak yiyorduk insanlardan. Bu, Şerif Mardin Hoca’nın söylediği gibi bir mahalle baskısı hikâyesi. Mahalle baskıları oluyor, olur; ama biz yine bildiğimiz gibi bağımsız, özgür gazeteciliğimizi yapmaya devam edeceğiz. Yanlış değerlendirmeler, tutmayan öngörüler pekâlâ olur. Önemli olan bunları hangi niyetle yaptığınızdır. Profesyonel olarak yapıp yapmadığınızdır. Birtakım hesap kitapla yapıp yapmadığınızdır. Eğer hesap kitapla yaptığını düşünüyorsanız o kişilerin, zâten o kişileri izlemeyin, okumayın. Yani söyleyebileceğim budur. 

Müyesser Savuncu: “Oy vermeyen seçmen, ‘Kendi pisliklerini kendileri temizlesinler’ dedi. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz? Her durumda, önümüzdeki süreçte, olan Türkiye’ye olacak”. Böyle bir şey kesinlikle düşünmüyorum. Herkesin oy vermesi gerekirdi. Vermeyenler var. Neden vermediler bilmiyorum. Ama sonuçta Türkiye daha zor, daha kötü bir döneme girdi. Bunda birçok kişinin payı var. 

“Ekrem İmamoğlu aday olsaydı ne olurdu? Farklı mı olurdu?” diye sorular var. Bunu değişik vesîlelerle seçim öncesinde de dile getirdiğimi hatırlıyorum. Ekrem İmamoğlu’nun kazanma şansı tabiî ki çok daha yüksekti. Öyle gözüküyordu kamuoyu araştırmalarında. Ama bir dâvâ yarattılar ona biliyorsunuz ve bir iddia ortaya atıldı; “Eğer aday olursa son anda siyâsî yasak gelebilir” diye. Çünkü Türkiye’de yargı bağımsız değil. Bunu açıkçası Kemal Kılıçdaroğlu kullandı, öyle anlaşılıyor. Ekrem İmamoğlu’nun şansı Kılıçdaroğlu’ndan kesinlikle daha fazla olurdu. Ama şansının daha fazla olması, “Kılıçdaroğlu kazanamaz, Ekrem İmamoğlu kesin kazanır” gibi bir netlik değildi bana göre. Sonuçta Kılıçdaroğlu kendisinden başka kimsenin aday adaylığına bile –hele kendi partisinden olanların– izin vermedi. Ve şu anda ortada sorumlu varsa, öncelikli sorumlu Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisidir.

Erdoğan Altay: “Türk siyâsî târihinde bu yüzdede oy almış bir muhâlefet cephesini hatırlıyor musunuz? Bunu başarısızlık mı sayacağız?” Tabiî ki Erdoğan Bey, başarısızlık sayacağız. Yani kamuoyu araştırmalarında Erdoğan’dan memnun olmayanların oranı %55 ve üstü çıkarken, Erdoğan’ın yine %52 oy alması sonuçta muhâlefetin başarısızlığıdır. İki adaylı seçim oldu, orada aldığı oya bakıyoruz ve tabiî ki iki adaylı olduğu için rakam yüksek gözüküyor. Ama sonuçta kaybediyorsunuz. Rakam ne olursa olsun burada ya kazanıyorsunuz ya kaybediyorsunuz. Yani ne denir ona? “Şerefli mağlûbiyet” filan. Bunlara çok fazla gerek yok bence. 

“Seçmenin bir bölümü Erdoğan gelmesin diye, diğer kısmı da Kılıçdaroğlu gelmesin diye oy kullandı. Bu iki isimde kutuplaşma denklemi bozulamazdı. Kılıçdaroğlu ismi denklemde olmamalıydı. Bu tez doğru mu?” Kılıçdaroğlu’nun adından dolayı olduğunu düşünmüyorum. Ama Kılıçdaroğlu’nun gelmesini istemeyenlerin sayısının yüksek olduğu sonuçta ortaya çıktı. Normal şartlarda Erdoğan’ı istemese dahi, karşısındaki aday Kılıçdaroğlu olduğu için Erdoğan’a oy vermiş insanlar olduğu anlaşılıyor. Ama olayın böyle konulması, ilk defa böyle bir şeyle karşılaştım, bana şu hâliyle çok hakkaniyetli gelmiyor. 

Jülide Uçar: “Sıradan vatandaşlar olarak yıllardır ümîdi kesmeden elimizden gelen her şeyi yaptık. İş siyâsette diyoruz, ama yapılan yanlışlar karşısında yine bir şeyler yapmak bize düşüyor. Sizce daha etkin olmak için daha neler yapmalıyız?” Evet, Türkiye’nin gerçek sorunu işte bu. Tabanda çok ciddî bir inanmışlık vardı. Büyük bir coşku vardı. Umut vardı. Ve siyâsetçiler bunun üzerine, buradaki tabanın yarattığı dalgaya uyumlu siyâset üretemediler — olay bu. Ve şimdi bakıyorsunuz, seçim gecesi de insanlar sandıkların başındaydı. Gündüz boyu binlerce müşâhit vardı. Ve büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Şimdi bu insanları kim, nasıl motive edecek? Seçim bitti, yapılan açıklamaları vs.’yi görüyoruz. Kılıçdaroğlu’nun ilk gün yaptığı konuşmanın ardından tabiî ki insanların bâzıları “Helâl olsun” dedi, bâzıları “Bu mu?” dedi vs.. Ama bakacağız, göreceğiz; Türkiye’de yönetimin değişmesini isteyen insanları motive edecek neler yapabilecekler, neler söyleyecekler? Açıkçası çok zor bir konu. “Peki biz ne yaparız?” diye sormuş izleyicimiz. Vallahi siyâsetçilerle olmuyorsa siyâsete daha fazla müdâhil olmanız gerekir, demek lâzım. Ama bu sefer de siyâsî partilere ulaşma konusunda, siyâsî partilerdeki iktidar ilişkileri konusunda engeller olacak. Meselâ diyelim ki şimdi CHP’de yine delegeler belirleyecek CHP’nin kaderini. Bu süreçte dışarıdan birileri gelip, “CHP’de bir şeylerin değişmesi lâzım” diye harekete geçseler, neyi ne kadar yapabilirler? Açıkçası çok şüpheli. 

İbrahim Öztürk: “AKP’nin HÜDA PAR projesini açabilir misiniz? Amaç Yeşil Sol Parti’nin tasfiyesi mi? HÜDA PAR yoluyla göstermelik açılımlar yapabilirler mi?” Yok, açılım filan olacağını düşünmüyorum. Ama orada devlet eliyle, iktidar eliyle güçlendirilen bir HÜDA PAR olgusuna tanık olacağız. Zâten şimdiden başladı. Birbirlerine destek olacaklar ve HÜDA PAR’ı orada, HDP karşısında daha etkili bir güç yapmaya çalışacaklar. Ne kadar yaparlar çok emin değilim. Ama hedefin bu olduğu anlaşılıyor. 

Onur Cenk Balçık: “Muhâlefetin temel sorunlarından biri örgütsüzlük ve teşkîlâtlanma eksikliği. Toplumun kılcal damarlarına bir türlü inilemiyor. Ne düşünürsünüz?” Doğru, özellikle de şöyle bir husus var: Türkiye haritasını açıyorsunuz, bakıyorsunuz ve orada, nerelerde muhâlefet etkili, nerelerde etkisiz? Etkisiz olunan yerlerde ne yapılıyor? İşte kılcal damarlar denilince bu var. Karadeniz’de, İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’da Erdoğan silip süpürüyorsa, o zaman muhâlefetin buralara yönelik birtakım projeler geliştirmesi lâzım. Ama o batı sâhilleriyle, büyükşehirlerde aldıkları oylarla bu işin olacağını düşündüler. Aslında birçoğumuz, ben de böyle düşündüm; ama sonuçta İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Antalya’da, Mersin’de, Adana’da birinci çıkıyor olmanız yetmedi. Gerçekten çok öğretici bir seçim oldu. 

Zülâl Erşen: “Sağ ağırlıklı Meclis’ten Erdoğan’ı zorlayacak çıkışlar olabileceğini bekliyor musunuz? Tam anlamıyla bîat eden bir Meclis mi olur?” Evet, tamâmıyla, yani Meclis’in çoğunluğu bîat eder ve Cumhur İttifâkı milletvekilleri Erdoğan’ın her dediğini yaparlar. Bâzı durumlarda HÜDA PAR ve Yeniden Refah, AKP’ye ve MHP’ye birtakım şeyleri, özellikle kadın meselesinde dayatmak isteyeceklerdir. O ayrı bir husus. Ama onun dışında yine parmak kaldırıp, parmak indirmek olayına girecek.

Pınar Ekitir: “Seçimde vatandaşlık verilen sığınmacıların verdiği oyların seçim sonuçları üzerinde ne kadar etkili olduğunu gördük. Buna mukabil Türkiye’de milliyetçi söylem artar ve sertleşir mi?” Milliyetçi söylem artar ve sertleşir mi? Meselâ milliyetçi söylemin isimlerinden Sinan Oğan Cumhur İttifâkı’na gitti, Ümit Özdağ da Kılıçdaroğlu’na destek verdi. Milliyetçiler her yerde. Dolayısıyla söylemin artması, sertleşmesi, bir yerden sonra çok da anlamlı değil.

Ruken Kaya: “Millet İttifâkı’nın geleceğini nasıl görüyorsunuz?” Belki yerel seçimlere kadar varlığını sürdürür ya da şimdi dağılır yerel seçimde yeni bir ittifâk olur. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, Millet İttifâkı’nın bir anlamı yok. Orada 4 partinin, İYİ Parti ve CHP dışındaki 4 partiden seçilen 40’a yakın milletvekilinin ne yapacağı meselesi var. İddiaya göre bir çatı partisi kurup Meclis’te grup kuracaklar. Onlar neyi ne kadar etkilerler açıkçası çok emin değilim. Ama Millet İttifâkı, zamânında yapılması gereken, Kılıçdaroğlu-Akşener ortak liderliğinde bir hareket olmaya yeniden dönerse belli bir etkisi olabilir. Ama eskisi gibi herkesin birlikte olduğu bir yer, 6 lider filan, bununla olmadığı ortaya çıktı.

Naci Güneş Güven: “Bir devrin sonu diyordunuz; ancak sağ muhâfazakâr kesimin en fazla sayıda Meclis’te olduğu ve cumhurbaşkanlığı değişikliğinin olmadığı bir dönemdeyiz. Daha baskıcı bir yönetim bekliyor musunuz?” Evet, bir devir sona ermedi; çok daha sert bir devir olarak devam edecek. Söyleyecek başka bir şey yok. Evet, böyle oldu. Kaderimiz buymuş diyelim.

Halil Onay: “Sizce Türkiye’nin bu seçimde bir Ortadoğu ülkesi olduğu tescillendi mi? Batılı değerlere sâhip olan vatandaşlar ne yapmalı bundan sonra? Onların geleceğini nasıl görüyorsunuz?” Olayın Batılı değerlere sâhip olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrıldığını sanmıyorum. Ama bir yanda bu düzenin sürmesini isteyenler, bir tarafta da îtiraz edenler var. Îtiraz edenlerin motivasyonlara ihtiyâcı var. Çok ciddî bir yenilgi. En zayıf ânında Erdoğan’ı yenememiş bir muhâlefet var ve bu muhâlefetin motive olabilmesi için neler geliştirilecek? Şu hâliyle bakıldığı zaman çok belli değil. Özellikle gençler herhalde çok daha fazla kafalarını yurtdışına çevirecek.

“Yavuz Ağıralioğlu’nun söylediği, ‘Milliyetçilerin farklı partilerde yarıştığı son seçimi yaşadık’ sözü için ne düşünüyorsunuz? MHP, İYİ Parti, Zafer, BBP gibi milliyetçi endeksli partiler ittifak kurabilirler mi?” Hayır, kuramazlar. Yani ayrı ayrı duracaklardır. Bakalım, bir süre sonra daha netleşir. Tuğrul Türkeş de benzer bir çağrı yaptı, birlik oluşturulması çağrısı yaptı. Şu aşamada en azından çok mümkün değil. Daha sonra ne olur bilemiyorum. 

Çok sayıda izleyicimiz Özer Sencar’la yayın yapmamı istemiş. Ben de Özer Bey’le konuştum zâten. İstanbul’a geldiği bir zaman yapacağız, merak etmeyin.

İsmail Savur: “Sizleri o kadar takdir ediyorum ki, seçimle ilgili yanıldınız diye çok mahçup oldunuz. Türkiye’de birçok gazeteci o kadar yaptıklarına rağmen utanmadan hâlâ ekranlara çıkıyorlar. Sizi seviyoruz”. Sağ olun İsmail Bey. Mahçup olmak, doğru olabilir. Yani şunu tekrar söyleyeyim; bu bir temennî ifâdesi değildi, bir gazeteci olarak olayı böyle yorumladım, yorumladığım gibi çıkmadı. Burada bir sorumluluğum olduğunun, yanlış yaptığımın bilincindeyim. Bunu reddedecek hâlim yok. Ancak hep söylüyorum, bir daha söyleyeyim: Bir CHP yöneticisi bana sorduğunda, “Kendinize rağmen kazanacaksınız” demiştim. “Kendinize rağmen” lâfı gerçek çıktı ve kaybettiler. Hattâ şöyle bir şey diyordum, biliyorsunuz: “Erdoğan kaybetti, muhâlefetin kazanmaması bir mûcize olur. Ama bu mûcizeyi gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar” diye daha önce söylediğim bir lâf vardı. Orada kalsaymışım haklı çıkıyormuşum. Ama sonra, bu muhâlefete rağmen muhâlefetin kazanacağını düşündüm. Muhâlefet partilerinin ipiyle kuyuya inilmediğini görmüş oldum, öyle söyleyeyim. 

“Babacan ve DEVA ne olur? Geleceği var mı sizce?” Yok. Bu kadar.

“İmamoğlu’nun İYİ Parti ile yakınlığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yakınlığın onu gerçekten CHP’nin liderliğine getireceğine inanıyor musunuz?” Eğer CHP’de bir şey olmazsa, belki ileride İmamoğlu Meral Akşener’le koordineli bir şekilde bir şeyler de yapabilir. Yani şu anda sizin sorunuz üzerine, aklıma bu gelmiyor değil. 

Yeşin Aydemir: “Kaldığımız yerden devam. Başka ne olacak? Tüm süreçteki habercilik anlayışınız için kendi adıma çok teşekkür ediyorum. Ekibe de elbette” Sağ olun, eksik olmayın.

“İktidar karşıtı insanlar tamâmen yönünü YouTube’a dönecek gibi. Bugün RTÜK cezâlarına verilen tepkiden bunu hissettim. Siz ne düşünürsünüz?” demiş Deniz Can Böke. Evet, muhâlif olarak bilinen kanalların önünü bayağı bir tıkayacaklar. Zâten deniyorlardı, şimdi iyice deneyecekler. Bu şaşırtıcı değil. Daha ilk günden başladılar. YouTube’a yönelecek ve iktidar da YouTube’a yönelecek, onu da söyleyeyim. Yani muhâlif kanallara yönelik bir baskı, daha sonra da geri kalan her türlü soluk alma yerlerine yönelik birtakım uygulamalar yapmak isteyeceklerdir.

Deniz Yakut: “Muhâlefetten en kârlı, az zararlı kişi veya parti hangisi sizce? Teşekkürler” Tabiî ki öncelikle Demokrat Parti. Sonra Gelecek, sonra DEVA, sonra Saadet Partisi. Yani çok fazla bir şey yapmadılar; bayağı da milletvekili aldılar. Yani sonuçta az zarar değil; hiç zarar. Ama bu milletvekilleriyle ne yapacaklar açıkçası bilemiyorum.

Harry Sonvers — İsim de canavar gibiymiş: “Bütün bu olanlardan sonra muhâlefet bir daha HDP ile yan yana gelir mi? Bunu riske atarlar mı?” Evet, ilginç bir soru. Bunun üzerine düşünmeden konuşmak yanlış şeyler söylemeye yol açabilir. Evet, HDP kilit parti olacak demiştik, olamadı. Tam tersine HDP nedeniyle, HDP’nin Kılıçdaroğlu’na desteğini kullanarak Erdoğan iktidarda kaldı. Bundan sonra ne olur açıkçası bilemiyorum. Daha sonraki süreçlerde ele alalım bunu. 

“Mahalledeki sabah ezanı sesinden rahatsız olan CHP’lileri mi konuşacağız bundan sonra? CHP’nin nereye gideceğini onlar mı belirleyecek?” — Kürşat Göl. Yok, CHP’nin nereye gideceğini CHP delegeleri belirleyecek. 

Hüseyin Serkan Erönü: “Sizce yurtdışında yaşayanlara oy hakkı verilmesi doğru mu?” Bence doğru. Gitsinler, diğer partiler de yapsınlar. Meselâ Amerika Birleşik Devletleri’nde, Kanada’da, İngiltere’de CHP alıyor; diğer Avrupa ülkelerinde AKP alıyor, MHP alıyor. Bunu otursunlar, çözsünler. Yani bu birazcık İstanbul, Ankara, İzmir’de CHP alıyor; işte Kayseri, Sivas, Erzurum’da AKP alıyor gibi bir şey. Yani şimdi İç Anadolu’ya oy kullanma yasağı mı getirelim?

“Adını Koyalım’da neden yoksun?” diye soruyorlarmış. Yarın varım. Bir “Adını Koyalım” molası yaptım. Yarın akşamki yayında tekrar Burak Bilgehan Özpek, Ayşe Çavdar ve Kemal Can’la birlikte olacağım. Bundan sonra da olacak. Aynı şekilde “Transatlantik”te de iki hafta ara verdim. Ona da aynı şekilde devam edeceğim. 

“Bu 5 yılda muhâfazakâr insanlarda ne tip değişimler bekliyorsunuz?” Çok fazla bir şey değişmeyeceğe benziyor. Özellikle tarîkatlar, cemaatler çok riskli bir şey yaptılar; ama Erdoğan’la birlikte onlar da kazandı. Herhalde önümüzdeki dönemde yine iktidar desteğiyle her türlü imkândan yararlanmaya devam edeceklerdir. 

İlyas Kafcan: “Ekonominin düzelebilmesi için hükûmet genel baskı düzeyini hafifletmeyi düşünmez mi? Sonuçta temel hak ve özgürlükler alanı genişledikçe dışarıdan gelecek yatırım için güven ortamı oluşur”. Şimdi, ekonomi konusunda Mehmet Şimşek’in ekonominin başına geçeceği çok ciddî bir şekilde söyleniyor. Eğer Mehmet Şimşek geçerse ya da onun gibi birisi, daha rasyonel birisi geçerse, onlar birtakım şeyleri söyleyeceklerdir — özellikle hukuk konusunda, özgürlükler konusunda. Ama şu âna kadarki Erdoğan politikalarına baktığımız zaman, bunları çok da fazla umursamayacağını düşünebiliriz. 

“Sizce AKP’ye geçecek milletvekilleri olur mu?” demiş Cenk Bey. Vallahi olabilir. Hemen olmasa bile zamanla olabilir ya da AKP’nin bâzı önerilerine destek verenler olabilir. 

Diyadin Fırat: “Not ettikleri eylem ve kişiler vardı. İktidar not ettiklerinden hesap soracak mı?” Galiba soracak. Daha ilk günden Halk TV’ye vs.’ye yapılanlar da zâten bunu gösteriyor.

“Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da aday olmaması durumunda CHP’de İstanbul için potansiyel aday yahut adaylar tahmininiz var mı?” Herhâlde İstanbul’un kazanılabilir olduğunu gördükten sonra, orada insanlar birbirlerini çiğnerler aday olmak için. Çok kişi vardır. Ama benim aklıma, “İllâki şu olur, şu olmak ister, şunu yaparlar” diyeceğim kimse yok. Ama meraklısı çok olacaktır. Milletvekilliklerinden de istifâ etmeye râzı çıkacaklar olur. Çünkü İstanbul çok çok büyük bir yer. Oranın belediye başkanı olmak birçok kişinin gönlünden geçmektedir.

Evet, sorular devam ediyor. Yavaş yavaş toparlayalım ama. Gördüğüm kadarıyla insanlar, özellikle kendini muhâlefette hisseden insanlar seçimi kaybetmenin şokunu hâlâ atlatabilmiş değiller. Bu anlaşılır bir şey. Sorumlu arıyorlar ve önlerine çıkan herkese bir sorumluluk atfetmek de istiyorlar. Ama hayat devam ediyor. Belli bir yerden sonra artık bunlar bir kenara bırakılacak. Ama ilk başta değindiğim, bir izleyicimizin sorusunda olduğu gibi; bâzı çevreler çok daha yoğun bir şekilde hissedecekler bunu, bâzıları kaldıkları yerden devam edecekler. Ama 5 yıllık yeni bir Erdoğan dönemiyle yolumuza devam ediyoruz. 

Can Erol diyor ki: “Nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu ilk 20 ilde Kılıçdaroğlu önde gözüküyor. CHP kırsal kesimdeki mâkûs tâlihini ne zaman değiştirecek?” Demin işte tam da buna değindim. Buralarda ne yapacaklar, ne edecekler, nasıl yapacaklar? Oralarda açıkçası Kılıçdaroğlu; Gelecek, DEVA, Saadet ve İYİ Parti’ye güvendi. Onların MHP ve AKP’den oy getirebileceğini düşündü. Ama olmadı. Bu arada tabiî bir başka olay yaşandı: Erzincan’da Mustafa Sarıgül mûcizesi yaşandı. Mustafa Sarıgül orada tek başına acayip bir performans gösterdi ve CHP’yi birinci parti yaptı. Tabiî ki Mustafa Sarıgül konusunda herkes farklı farklı şeyler söyleyebilir, ben de zamânında çok şey söylemişimdir; ama çok açık bir başarı var. Ve şunu gösteriyor Mustafa Sarıgül: Olmaz diye bir şey yok, pekâlâ olabiliyor. Çok emekle, yoğun bir şekilde çalıştı, ama yaptı. Ben açıkçası aday olduğu zaman, en son Şişli Belediyesi’ni kazanamaması gibi bir şey olur diye bekledim. Hiç de öyle olmadı. Gerçekten helâl olsun. Demek ki olabiliyormuş. Mustafa Sarıgül örneğini alıp Erzurum’a, Sivas’a, Tokat’a, Amasya’ya, diğer yerlere nasıl uyarlayabileceğini düşünmesi gerekir meselâ CHP’nin. Ama yaparlar mı emin değilim. 

“Yeniden Refah Partisi’nin ilk işi, LGBT-İ derneklerini kapatma konusunu Meclis gündemine getirecek. CHP listelerinden giren partiler ve milletvekilleri nasıl bir tavır alacaklar?” Evet, bunlar kâbus gibi meseleler; ama kesin önümüzdeki günlerde bu olacak. Kim, nasıl tavır gösterir? Bunlar ayrı bir detay; ama bunun olma ihtimâli bile gerçekten çok sıkıntı verici ve utanç verici bir durum. Ama hiç kimse, bu olmaz diyemez. Erdoğan’ın daha ilk gün, dakika bir, Kısıklı’da yaptığı konuşmada hemen olayı buraya getirmesi de, ilk yapacakları işlerden birisinin bu olacağını bize gösteriyor. 

Yurtdışından çok eski bir arkadaşım bana diyor ki: “Image maker elemanına hemen yol ver ve hemen sakal bırak” demiş. Ben böylesinin daha iyi olduğunu düşünüyordum, ama beni çok eskiden beri, Galatasaray Lisesi’nden beri tanıyan arkadaşım böyle söylemiş, bu olayı değerlendirmeye alacağım. Ben zâten sakalı tembelliğimden bırakıyorum. Bir müddet daha tembellik yaparım. 

Evet, yavaş yavaş toparlayalım. “Nerede kalmıştık?” dedik. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yarın “Transatlantik” ve “Adını Koyalım”la yine karşınızda olacağım. Ayrıca kendim de bir yayın yapabilirim. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.