İYİ Parti’den ayrılan Yavuz Ağıralioğlu, Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı. İYİ Parti’den ayrılık sürecinden ve muhalefetin seçim performansından bahseden Ağıralioğlu, yeni bir siyasi parti kurmanın sinyallerini de verdi.
Ağıralioğlu sözlerine, “Siyasette keşke olmaz ama bazen ferasetin gereği, insana böyle bir imkan veriyor. Ben olabilecekleri, ön gördüklerimi paylaştım. Endişe ettiğim her şey oldu. Aynı şeyleri deneyerek farklı sonuçlar beklemenin sonucu buydu. Memlekette muhalefet için bu kadar avantajlı iklim varken, seçim sonucunu yönetememek başarısızlıktır. İnsanın yaşama sevincini örseliyor.” diyerek başladı.
Ruşen Çakır’ın, “Sizin hala muhalif olduğunuzdan şüpheli olanlar var?” sorusu üzerine Ağıralioğlu, “Siyasetin alışkanlıkları var. Herkes kendi hattında durup, karşı tarafa sövmeyi seviyor. Muhalefeti güçlü yapacak şey, sizin iktidara benzememenizdir. Bu dediğiniz, iktidara gelmeden daha benzer ahlaki savrulma taşımaktır. Onlar gibi düşünmediğim için bana bunları diyorlar. Tencere yıkamadı, demek siyasetin belli eşikleri var. Fakirlik eşiğindeyiz, doğru. Satın alma gücümüz kayboldu, enflasyon yüksek, orta direk yıkıldı. Pek çok şey söyleniyor ama bu söylenenlerle iktidarda olmak gerekmiyor mu?” yanıtını verdi.
Yavuz Ağıralioğlu, “Seçimin kazananı Türk milliyetçiliği” önermeleri hakkında da konuştu: “Muhalefetin dedikleri doğruydu ama söylediklerini kiminle söyledikleri önemliydi. Sen bu doğruları kimlerle söylüyorsun? Devlet, millet düşmanlarıyla söylüyorsun. Millet tereddüt etti. İşin muhalefet için utanç verici kısmı, yaşanan sorunlara sebep olanları, çözme iradesiyle buluşturdular.”
“İYİ Parti’nin eli kolu bağlandı”
Yavuz Ağıralioğlu, eski partisi İYİ Parti hakkında, “İYİ Parti, Türk siyasetinin üçüncü yolu. İYİ Parti, ‘Üçüncü yol olma, bizim yolumuza kurban ol’ operasyonuna maruz kaldı. Akşener ve İYİ Parti tüm emektarlarıyla, tapulu seçmenin dönemine son verme iddiasının partisiydi ama bunu ete kemiğe dönüştürecekken eli kolu bağlandı ve buna mecbur kaldı. Bu mecburiyete mahkum edenlere kızdım ben. Meral Akşener masaya döndüğü zaman o yüzünün fotoğrafını alıp bir basın toplantısı düzenleyebilirdim. ‘Yüzündeki bu üzüntüye neden olan dayatmaya oy vermeyeceğim’ diyebilirdim. Göstere göstere gelen bu seçim mağlubiyetini, bu körlüğü ve sağırılığı, bozulmuşluğu, iktidar iddiasına yakışmaz buldum. İktidara alternatif olacaksanız, ahlaki üstünlüğünüzü koruyacaksınız.” dedi.
“3 günde 30 yıllık küfrettiler”
Ağıralioğlu, Akşener’in Altılı Masa’dan kalkmasından sonra yaşananlar için, “3 günde 30 yıllık küfrettiler bize. Ne yancılığımız ne saraya yıkılmışlığımız ne faşistliğimiz ne ırkçılığız ne klasik sağcılığımız kaldı… Kaybetme endişesi yaşadığımız için. Saygı duyulması gereken bir endişeydi. Bizi ikna etmesi gerekenlerin, bize birikmiş küfretme hevesini fark ettik.” dedi.
Yavuz Ağıralioğlu, Tuğrul Türkeş’in “Milliyetçi Lig” çıkışı hakkında da konuştu: “Milliyetçilik, sonuçları ile sevilebilir ve saygı duyulabilir bir şeydir. ‘Milliyetçilik sandıktan çıktı, sonucu milliyetçiler belirledi’ denince kıymetli değildir. Milliyetçilik, zengin bir ülkeyi inşa edebilme aklını organize edince kıymetlidir. Sandığı etkileyen milliyetçilik kıymetli değildir. Kıymetli olan şey, 85 milyonluk ülkeyi, dünyanın en saygın ülkesine dönüştürme kabiliyetidir. Böyle bir marifeti varsa milliyetçiliğin, bu marifet ülkeyi yönetmelidir.”
“Bu kadar problemli bir ülkede sandığa gitmekten imtina ederse millet, onun alarm olduğunu düşünüyorum. ‘Biz kendi başımızın çaresine bakacağız’ anlayışından kaos çıkar. Hala bu kadar probleme rağmen sandığa gidiliyor olması, büyük bir nimettir. 30 yıllık siyaset hayatımızda çok kıymetli insanlar gördük. İyi yetişmiş, idealist, CV’si kuvvetli bir dünya kıymetli vatan millet evladı var. Bizim ihtiyarlar sebatlı çıkınca, biz genç oluyoruz. Ben 51 yaşında ‘gencim’, ben gencim çünkü 80’likler 20’lik hevesi taşıyor. Sayın Kılıçdaroğlu, ‘öbür seçimde aday değilim’ dedi. Allah razı olsun. Ben siyasi yol bulurum Allah lütfederse. Deplasmanda çok siyaset, savunma hattında çok siyaset yaptım ben. Ev kavgası ve el kavgası, orantısız şekilde hasarlı hale geliyor. Ülkücü camia başkalarıyla o kadar kavga etmez ama kendi kardeşleriyle öyle kavga eder. Savunmada siyaset yapmak çok yorucu oluyor. Siyasi meşgalenizin büyük kısmı ‘Vallahi öyle değilim’ demekle geçiyor. İnsanlar sizi test ediyor. Ömrünüz, sadakat testine tabi tutularak geçiliyor. İlk defa savunma hattında olmadan siyaset konuşma imkanım var. AK Parti’ye, MHP’ye, CHP’ye, İYİ Parti’ye, bu siyasi kulvarda nasıl bir tasavvurum var, istediğim Türkiye gerçeğine kimlerle yürüyebiliyorum diyebileceğim münbit bir alan var. O alana konuşacağım. Bu, siyasallaşacaksa siyasallaşacak. “
Yeni parti sinyali
Yavuz Ağıralioğlu: “Milliyetçiliğin taşıması gereken duygu, bütün memleketi kendi mesuliyet alanınız bileceksiniz. Milletin bir bölümünü dışarda tutamazsınız, HDP’ye oy verenler dahil. Bu memlekette Kürt meselesi yoktur ama bu bizce öyledir. Kendinin Kürt olduğunu ve bir Kürt meselesi olduğunu düşünen insanlar vardır. Milliyetçiliğin bir mesuliyeti de, devletinden doğru veya yanlış alacaklı olduğunu düşünenlerin problemlerine çözüm iradesi koymaktır. Yaşanmış acılardan ders çıkaracağız. Bir merkez inşa edeceğiz. Bir beraberlik zemini inşa edeceğiz. İYİ Parti’de bu üçüncü yol başarılamadı. İnşallah bir siyasi tasavvur sunacağız milletimize.”
***
Yayına hazırlayan: Selin Işık
Ruşen Çakır: Merhaba iyi günler. Yavuz Ağıralioğlu stüdyoda konuğumuz. Her şeyi konuşacağız, değil mi?
Yavuz Ağıralioğlu: Konuşalım, her şeyi konuşalım.
Çakır: “Haklı çıktım” diyorsunuz herhalde!
Ağıralioğlu: Hayır. Keşke, yani siyasette keşkeler olmaz ama bazen ferasetin gereği işte insana böyle bir imkân veriyor. Ben olabilecekleri, öngördüklerimi paylaştım milletimizle.
Olabilecek diye endişe ettiğim her şey oldu. Dolayısıyla seçimin bugünkü sonuçları, başından belli olan şeyin tercih edilmesiydi. Aynı şeyleri deneyerek farklı sonuçlar bekleme teşebbüsünün sonucu buydu, oldu, bir kere daha oldu. Yani bunun şöyle bir tarafı var: Memlekette doğruluk kuvvetlenerek büyümeli, doğruluk netice almalı, neticeyi yönetebilmeli, plan ve program yapabilme kapasitesi Türk milleti adına, mutlaka başarmalı. Şimdi bu kadar memlekette muhalefet için avantajlı bir iklim varken, seçim sonucunu yönetememek ve başarısızlık insanların yaşama sevincini biraz örseliyor Ruşen Bey. Ne olunca memlekette -bu değişim umudu dahil- ümitleri zaferle taçlanabilir yani? Dolayısıyla bu şekilde özensizliğin sebep olduğu bir travma vardır, Türk toplumu yaşıyordur bunu. Şundan dolayı yaşıyordur: Ee, ne oldu şimdi? Yani herkesin herhalde ortak sükuneti budur. Yani bu memlekette muhalefet ne olunca başarabilir ve memleketin başına ne gelince muhalefet milletin ümidi olabilir gibi bir iç sorgulamaya döndü.
“İtiraz ederseniz siz ya devşirilmişsinizdir, ya ayartılmışsınızdır”
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Çakır: Burada şöyle bir husus var biliyorsunuz, çok denk gelmiştir herhalde, sizin hâlâ muhalif olduğunuz konusunda şüpheli olanlar var.
Ağıralioğlu: Ya şöyle siyasetin alışkanlıkları var. Herkes kendi hattında durup karşı tarafa sövmeyi seviyor, ona siyaset diyorlar. “Efendim bizimle beraber olacaksınız, bizim dediğimiz gibi, bizim dediğimiz şekilde söyleyeceksiniz. Bizim söylediğimiz şekilde söylemezseniz, itiraz ederseniz siz ya devşirilmişsinizdir ya ayartılmışsınızdır ya efendim zihnen muhalefet etme koordinatlarınızı bozmuşsunuzdur, kaybetmişsinizdir” … Yani aslında iktidarla muhalefet arasındaki ilişki de muhalefeti güçlü yapacak şey iktidara benzememektir. Bu sizin dediğiniz şey, iktidara “Ben daha gelmeden benzer bir ahlaki savrulma taşıyorum” demektir bu. Yani niçin böyle diyorlar bana? Efendim onlar gibi demediğim için. Niçin böyle diyorlar bana? Onlar gibi davranmadığım, seçimin sonucunu değiştireceğini düşündüğüm için. Yani ben kaybetme endişesi duydum mesela. “Bu özensizlik, bu dikkatsizlik, bu seçmeni anlamamak, bu topluma sırt dönmek, toplumun değer yargılarının dışında her şeyi parayla pulla izah etmeye kalkışmanın Türk toplumunu tanımamışlığa hamledilir bir tarafı vardır. Bunun bir sonucu vardır” dedim. Yani bizim milletimiz Kurtuluş Savaşları’nda örneklerinin verdiğimiz böyle siyasetçilerin de konuşurken öyle çok sevdiği şeylerdir, hatıralar vardır biliyorsunuz. İşte çocuğunun üstündeki battaniyeyi sarıp mermiyi kurtarmak, çıkarıp mermiyi kurtarmak. Yani vatan telakkisi çok güçlü bir milletiz biz. Hani açlıkla vatan arasına sıkışınca vatanı seçiyoruz, aç kalmayı tercih ediyoruz. Ölümle vatan, ölümü seçiyoruz, vatanı kurtarıyoruz. Yani böyle bir refleks var. Bu refleksi, güvenliği, devleti, vatanı kollamayı bu tip hassasiyetler görmezden gelen siyaset, merkezine hep şöyle bir matematiği koyar: “Efendim tencereyi yıkar”. Tencereyi yıktı mı? Bak, yıkamadı. Demek ki siyasetin belli eşikleri varmış. O kırmızı +gücümüz kayboldu, enflasyon çok yüksek, faiz, piyasa bozuk, gerçekten bozuk, görünüyor gelir gider adaletsizliği, hat safhada, orta direk yıkıldı, gençlerin umudu… Pek çok şey söylenebiliyor. Peki bu söylenen şeyler yüzde 75, 80, 90”la iktidar doğurması gerekmiyor mu? Gerekiyor. Ne oluyor da bu kadar mümbit şartlarda -muhalefet için- bu özensizlik, bu sonucu doğuruyor?
“Siz umuda ne kadar dokunabiliyorsunuz?”
Çakır: Burada o zaman seçimin sonrasında yapılan Türk milliyetçiliği anlamında kazandı, seçime damgasını Türk milliyetçi refleksler vurdu, önermesine katılıyorsunuz.
Ağıralioğlu: Ben şöyle bakıyorum: Yani hani o kazandı, bu kazandı değil. Aslında memlekette muhalefetin söyledikleri doğrudur Ruşen Bey ama muhalefetin söylediklerini kiminle söylediği önemli hale geldi. Muhalefetin söylediği doğruları yapabilme kapasitesi kabiliyeti önemli hale geldi. Doğruyu söylüyor olabilirsin ama sen bu doğruyu kimlerle söylüyorsun? Devlet millet düşmanlarıyla söylüyorsun. Devlete millete hasmet etmiş adamlarla beraber bir sürü doğruyu karıştırıyoruz. Millet tereddüt etti. Ya da söylediğiniz doğruları yapabilme kapasitenize inanmadı. Yani mesela siyaset şöyle diyebilir mi? Efendim “Enflasyon”, ee var zaten, milletin canı çıkmış. Efendim “Memlekette hayat pahalılığı var”, evet var vs… Bunları diyor olmanın ne faydası var efendim? Millet diyor ki “Yani efendim çocuklarımız umutsuz.” Umutsuz olan çocuklarımız diyor ki “Evet yani umutsuzuz, bu mu?”
Siz umuda ne kadar dokunabiliyorsunuz? Siz bizim umutsuzluğumuza, parasızlığımıza, piyasadaki bozulmaya, efendim paramızın değer kaybına siz nesiniz, neye tekabül ediyorsunuz? Millet dinledi muhalefeti, “Söyledikleriniz doğru çünkü bunları ben yaşıyorum ama bunları sizin düzelteceğinize inanmıyorum” demiş oldu. İşin muhalefet açısından utanç verici olan kısmı şu: Bu yaşanan sorunlara sebep olanı çözme iradesiyle buluşturdu yeniden millet. Yani millet “Bu kadar yanlışa sebep olan iktidara düzeltsin diye bir şans vermeyi, size memleketi vermeyi tercih ediyorum” dedi. Bu normalde muhalefet için utanç verici bir şeydir.
“İYİ Parti, sen bizim yolumuza kurban ol operasyonuna maruz kaldı”
Çakır: Siz İYİ Parti’de sözcülük yaptınız, önemli görevlerde bulundunuz, milletvekili oldunuz ve hep birtakım çıkışlar yaptınız ve genellikle o çıkışlar, -şimdi çok şey olacak ama- danışıklı dövüş gibi yorumlandı. Yani Meral Akşener, Yavuz Ağıralioğlu’na belli alan açıyor diye yorumlandı. Ve son olayda da hatta öyle düşünenler birden ters köşe oldu, siz partiyi terk ettiniz. Şimdi sizin eleştirilerinizin muhatapları öncelikle eski partiniz ve lideri mi? Yoksa Kemal Kılıçdaroğlu mu? Yoksa bir bütün olarak muhalefet mi?
Ağıralioğlu: Hayır, şöyle, burada mesela ben o çok tane tane, hürmetsizlik etmeden anlattım bunları. Kemal Bey de saygısızlık yapmadım ben. Hanımefendiye de yapmadım. Orada mesuliyetleri, ifade edebildiğim kadar kırmadan dökmeden şöyle paylaştım: İYİ Parti Türk siyasetinin üçüncü yolu. Bu yolu açma iddiasının iradesinin ete keme bürünmüş hali. İYİ Parti Türk siyasetinin kırk katı kırk satır arasındaki sıkışmışlığına, ben bir üçüncü yolum diye bismillah demiş bir parti.
O arada İYİ Parti, senin üçüncü yol olmana gerek yok, sen bizim yolumuza kurban ol. operasyonuna maruz kaldı bence. Yani Meral Akşener’i itirazlarıyla, siyasi kurgusuyla, efendim hassasiyetleriyle, kırmızı noktalarıyla, İYİ Parti bütün emektarlarıyla, bütün emekleriyle Türk siyasetinin konuşulamaz hale geldiği ve artık yani bu kamplaşma arasında tapunu seçmen döneminin başladığı bir zamanda, İYİ Parti tapulu seçmen dönemine son verme iddiasının partisi idi. Ama bu iddiayı ete kemiğe büründürebileceğimiz eşiğe gelince bence eli kolu bağlandı, ağzı gözü bağlandı, dili bağlandı ve mecbur kaldı. Partiden çok, bu mecburiyete sebep olana kızdım ben. Bu İYİ Parti’yi bu mecburiyete, İYİ Parti’yi bu siyasi olarak eli kolu bağlanmış kulvara mahkûm edenlere kızdım ve dedim ki ben özelde mesela çok detay vermek zorunda bile değildim. Diyebilirdim ki Meral Akşener’i masaya döndüğü zaman o yüzündeki fotoğrafı alıp basın toplantısı böyle düzenleyebilirdim. Diyebilirdim ki efendim, Sayın Akşener’in yüzündeki bu ifadeyi ortalama yedi Türkiye’de seksen beş
Bu ifadeyi normalde okuyunca şunun altına şöyle diyebiliriz: “Bu yüzündeki bu üzüntüye sebep olan neyse, o dayatmaya oy vermeyeceğim” bile desem çok ahlaki mantıklı tutarlı bir şey yapmış olurdum. Yani bu şunun için önemli Türkiye’de birkaç şeye itirazı çok kıymetli buldum ben. Birincisi şu: Tapulu seçmen dönemine nihayet verilmelidir. İkincisi, bu tanımlar arasına sıkışmış ve kimlik kavgasına dönüşmüş kavramlar kavgasına dönüşmüş bu alandan millet kurtarılmalıdır.
Yani şahsiyet iddiasıyla siyaset yapılmalıdır. Efendim ekalliyet derdiyle işte Türk, mendi, Kürt’tü, Alevi’ydi, Sünni’ydi, dindardı, laikti, moderndi, gelenekçiydi, Osmanlıcıydı, Atatürkçüydü falan bu kavramlar arasına sıkışmış ve siyaseti böyle konforlu ve tembeller işine dönüştüren bu berbat alanı değiştirmemiz lazım. Bir Türkiye tasavvuru çıkarmamız lazım. İnsanların neye inandığının değil nasıl bir Türkiye istediğinin önemli olduğu, neye inanıp, hangi mezhebin hangi meşrebin, hangi aidiyet grubunun içinde olduğunun değil nasıl bir gelecekte yaşamak isteğinin önemli hale geldiği, bu isteğin de seçmene esnek, istediği partiyi seçebilme konforuyla buluşturabildiği bir iklim istedim ben. Şundan dolayı: Bir Alevi AK Parti’ye oy verebilsin, itham edilmeden.
Bir dindar CHP’ye oy verebilsin, itham edilmeden. Bir milliyetçi efendim oy verebilirsin İYİ Parti’ye, itham edilmeden. Efendim bir Kürt MHP’ye oy verince itham edilmesin. Yani insanlar oy tercihlerinden kendisine parmak sallanmış, kendi aidiyetine durduğu istinatgaha
ihanet edilmiş suçlamasıyla karşılaşmasın. Ama şimdi şöyle oluyor: “Yavuz Ağıralioğlu farklı bir şey söyledi, bu kesin devşirildi. Yok yok bu kesin iktidar, iktidara böyle sara muhalefet bu.” Niye? Çünkü alışılmış bir kalıp var ve o kalıbın içerisinde siyaseti nasıl konuşacağınız da belli. Kızacaksınız, hesap soracaksınız, yaka paça olacaksınız, efendim aşağılayacaksınız, kendiniz gibi düşünmeyenlere parmak sallayacaksınız falan… Birazcık kibar oldunuz mu: “Yok canım bu yani!”.
“Ayandı benim böyle yapacağım, ayan olanı beyan etmiş oldum”
Ruşen Çakır: Peki bu hafta sonu yapılacak olan kongreye bir ilginiz var mı? Eski partiniz.
Ağıralioğlu: Yok, ilgim şöyle yok: siyasi ilgim yok ama arkadaşlarım, beş yıldır aynı hassasiyetlerle bir memleket ideali taşıdık. Aynı hassasiyetleri taşıdığıma inandığım arkadaşların sadece benim gibi demekten imtina ettiği bir süreç yaşadı onlar. Benim gibi düşünüyorlardı hepsi.
Yani kazanılma endişesinde, milliyetçilik hususunda, terör konusunda, terörle ve terörün gölgesinde kalma hususunda her konuda biz birebir aynı şeyleri düşünüyoruz, bunları konuşarak geldik. Ama son tahlilde ben kabalık da olmasın diye şundan da çok mustaribim, ben sanki böyle yaparak, haşa “şahsiyetimi kurtardım, arkadaşlarım şahsiyetsiz” falan demek gibi bir şeye de düşmek istemedim. Kendimi arkadaşlarıma yük etmeyeceğim dedim ve ben bu vebale ortak olmayacağım dedim. Şundan dolayı dedim, ben partinin sözcüsü, grup başkan vekili yahut divanında bulunduğum süreç içerisinde hem hanımefendinin siyasi iradesiyle hem partimizin siyasi kırmızı çizgileriyle, çok mütenasip birtakım değerlendirmelerde bulundum. Dedim ki “böyleyiz, burada durmayız” Sayın Genel Başkan da böyle söylemiş zamanında. Ben de söylüyorum, biz parti olarak bunları bir kırmızı çizgi olarak söylüyoruz. Ayandı benim böyle yapacağım, ayan olanı beyan etmiş oldum. Dolayısıyla benim için bir sürpriz değil. Yani kimse bana şöyle diyemez: “Ee, sen beş sene hiç böyle bir şey demedin. Sonra bir anda böyle…” Ben beş sene bunları söyledim ve göstere göstere gelen bu seçim mağlubiyetini, bu kaybetme şehvetini, bu körlüğü, bu sağırlığı, bu iktidara gelmeden bozulmuşluğu ben iktidar iddiasına yakışmaz buldum. Yani iktidara alternatif olacaksanız Ruşen Bey, ahlaki üstünlüğünüzü hep muhafaza edeceksiniz. İktidarı anlayışsız diyorsanız anlayışlı olacaksınız. İktidara trol besliyor diyorsanız asla trolle trollerle işiniz olmayacak. Efendim iktidara tahammülsüz diyorsanız çok tahammüllü ve hoşgörülü olacaksınız.
Efendim iktidara siyasi ve nobran bir dil kullanıyor diyorsanız, çok nezaketli ve zarif bir dil kullanacaksınız. Bu dil nedir yani? Üç günde otuz yıllık küfrettiler bize. Üç günde, otuz yıllık yani. Ne yancılığımız ne saraya yıkılmışlığımız ne faşistliğimiz ne ırkçılığımız ne klasik sağcılığımız ne klasik dindar ne klasik muhafazakarlığımız… Hiçbir şeyimiz kalmadı. Niye? Arkadaşlarla kaybetme endişesi üzerinden bir polemik yaşadık. Ya kaybedebiliriz dedik. Saygı duyulması gereken bir endişe.
İYİ Parti’ye böyle diyeceklerdi terbiyeli terbiyeli: “Efendim, kaybetme endişenizi anlıyoruz. Çok da saygın buluyoruz bunu, ama ya lütfen endişe etmez misiniz?” Çünkü eskiden olduğundan çok daha farklı bir stratejik bizi ikna etmeye çalışacaklar.
Bizi ikna etmeye çalışacak olanların bize üç günde birikmiş otuz yıllık küfretme hevesinin fark edince bunlar iktidar olunca Tayyip Bey’i, AK Parti’yi tenkit ediyorlar. Bin katı olurlar bunlar. O demektir.
“Milliyetçilik, zengin bir ülkeyi inşa edebilme aklını organize edince kıymetlidir”
Ruşen Çakır: Peki Tuğrul Türkeş’in hemen ardından yaptığı ilginç bir çağrı vardı, bir tür milliyetçiler ligi çağrısı yaptı. Kendisi AK Parti’den seçilmiş olmasına rağmen Sinan Oğan’a da gönderme yaptı, başka şeylere de gönderme yaptı. Aslında bir bakıyoruz şimdi milliyetçi olarak kendini tanımlayanlar birçok yerde, birçok ittifakta yer alan aslında MHP kökenli diyebileceğimiz çok sayıda yapı, şahıs var. Mesela Sinan Oğan şimdi iktidarın yanında. Milliyetçi Hareket Partisi, Büyük Birlik Partisi zaten öyle. İYİ Parti, Zafer Partisi var vs. ve siz de tek başınıza kaldınız. Bu birbirinden farklı yerlerde, seçimin kaderini belirleyebilmiş olan milliyetçiler bir araya gelecekler mi? Böyle bir beklentiniz, çabanız var mı?
Ağıralioğlu: Ruşen Bey şöyle, şimdi bu biraz önce o parselli alanın devamıdır bu, sorduğunuz soruda da bence şöyle bir problem var: milliyetçiliği sayarken oy saymak, dindarlığı sayarken sandık saymak mesela. Bunların hepsi hata. Yani burada bir ontolojik muhasebe lazım. Şunu kastediyorum: “Efendim dindarlar hep seçimden galip çıkıyorlar. Efendim milliyetçileri bir toplasak var ya, milliyetçilik evelallah, yüzde otuz beş yani.” Bunların hepsini böyle oy, sandık üzerinde konuşulan her şeyi, muhtevasıyla temsil edilen kavramlara vs. kötülük sayıyorum. Milliyetçilik sayılınca muhtevası olan bir şey değildir. Milliyetçilik, sonuçları itibariyle zenginlik sebep olunca sevilebilir ve saygı duyulabilir bir şeydir. “Milliyetçilik sandıktan çıktı, galip oldu. Milliyetçiler belirledi” deyince kıymetli değildir. Milliyetçilik, zengin bir ülkeyi inşa edebilme aklını organize edince kıymetlidir. İşsizliğin olmadığı bir ülkeyi vücuda getirebilince saygındır.
Çocuklarının patent başvuruları dünyayla rekabet eden birinin bir ülkeyi organize ettiniz mi o sizin milliyetçiliğinizin iftiharıdır. Sandığı etkileyen, değiştiren o milliyetçilik birazcık parmakla sayılabildiği cihetten kıymetli değildir bence.
Kıymetli olan şey, 85 milyonluk bir ülkeyi dünyanın en saygın ülkesi haline dönüştürebilme kabiliyetidir. Milliyetçiliğin böyle bir yönetim mahareti varsa o maharet memleketi yönetmelidir. Yönetemiyorsa, “saydım orada beş tane, orada bir tane var. Orada dört tane de geldi mi? Şunların hepsini topladık mı…” diye konuştuğunuz şey seçim şehvetidir, seçilme şehvetidir, sandık şehvetidir. Milliyetçilik böyle bir şeye hasredilmeyecek kadar asaletle bir memleketin çalışma, üretme, biriktirme, sevme, dilini, dinini, aklını, kalbini, geleceğini inşa edebilmek kabiliyeti gibi olabilmelidir. O mahareti gösterebiliyorsa muhtevasını bulmuş demektir.
“Türk milleti adına bu konuştuğumuz problemler utanç vericidir”
Ruşen Çakır: Peki bu siyasete nasıl yansıyacak?
Ağıralioğlu: Ben şöyle bakıyorum. Bu seçim sonuçları belki bizim istediğimiz şeylerin konuşulabildiği bir iklime dönüşmedi. Ben şunun konuşulmasını istiyorum artık, bu muhasebe muhalefet muhasebe yapacak. İktidar da yapsın. Dindarlığın karnesi bu mudur yani? Şimdi ben dindarlığa razıyım. Ama dindarlığım, beytülmal duygusu olanını artık kıymetli biliyorum.
Dindar olsun insanlar, dindar olmasını isterim, dindar olmaya gayret ederim ama dindarlık sadece sabahtan akşama kadar ahkamdan, ayetten, hadisten bahsedip onların nasihat diye söylediklerinden hayatımıza hiçbir şeyin değmediği bir konuşma alanı olmaktan çıkmalıdır.
Beytülmala dokunmama hassasiyetine dönmeli, çalışmaya, üretmeye, israfa, şatafata, lükse, debdebeye karşı olmaya dönüşmelidir. Ne güzel sabahtan akşama kadar ayetlerle konuşup, akşamdan sabaha kadar devletin malını mülkünü talan etmek ne demektir? Bu adaletsizlik nedir? Bu israf nedir? Bu yoksulluk sebebi olan bu savurganlık nedir? Bu plansızlık nedir? Bunların muhtevasını dindarlığıyla, muhasebe alanına çekebilen bir yeni mesuliyet alanı istiyorum, milliyetçilik için de böyle. Milliyetçilik şunu düşünmelidir, 2023 yılında Türk milleti adına bu konuştuğumuz problemler utanç vericidir. Yani devlet geleneği olan, hatırı sayılır devletlere imparatorluklar kurmuş bir milletin, bugün enflasyon konuşması kadar ayıp bir şey olamaz. Efendim işsizlik konuşması, eğitim ve eğitim problemlerini konuşmak kadar, bürokraside verimli konuşmak kadar, üretimde rekabet gücümüzün olmaması kadar… Bunlar nedir? Biz mağaradan yeni mi çıktık? Ha biz ne devletiyiz? Yani yeni mi kurulduk? İlk defa mı devlet görüyoruz? İlk defa mı ticaret yapıyoruz? İlk defa mı uluslararası strateji geliştiriyor? İlk defa mı düşman görüyoruz? İlk defa mı bölgede problemleri olan bir zeminde kendimize nefes alma imkânı tanıyoruz? İlk defa mı oluyor bunlar? Bin yıldır buradayız. Burada olmadan evvel de sayısız devletler kurduk. E devlet biliyoruz, yönetim biliyoruz, maharet biliyoruz. İyi zamanlarımız da oldu
İşlerimizin hangilerini yapınca iyi olduğunu da biliyoruz. Ne olunca kötü olduğunu da gördüğümüz bir tarihi sayacağımız var. Neyi yanlış yapınca başa ne geliyor? Biliyoruz defalarca gördük. Şimdi 2023 yılında milliyetçilik, dindarlık, sosyal demokratlık,
cumhuriyetçilik, ne diyorsanız adına. Şimdi şu konuştuğumuz meseleleri, konuşmaktan utanmıyorsa herkes oturup bir daha düşünecek. Şimdi ben muhalefet milletvekiliyim, milletvekiliyken konuşuyorum ve genel kurulda da birkaç sefer arz ettim. Dedim ki efendim problemimiz şu: Ben şimdi mesela muhalefette olduğum için iktidar olursak şöyle bir Türkiye hayalim var diye bir şeye başlıyorum, konuşuyorum. Kamuoyuna, Türk milletine, sizin nezdinizde bir şey arz etmeye çalışıyorum. Diyorum ki efendim bizim bir Türkiye hayalimiz var. Bir Türkiye tasavvurumuz var. Liyakatin istihdam edildiği, en iyi bilenlerin, bizden olanların değil. Bizim mezhepten, cemaatten, tarikattan, ekolden, sosyal aidiyet grubundan olanlar değil. En iyi olanların memleket hizmetinde buluşabildiği, en iyi bu Türkler, en iyileri buluyorlar diye bir şöhretin devlette kurumsallaşabildiği bir Türkiye hayalim var” diyorum mesela. Efendim faizin olmadığı enflasyonun olmadığı üretimin rekabet gücümüzün olduğu, dünyanın en saygın üniversiteleri falan bir şeyi konuşuyorum. Sonra diyorum ki bunlar benim vaat listem. Ama bu bir cihetten itiraf. Bu Türk milleti için olsun dediklerim, Türk milletinde yok olanlar. Türk”ün devletinde şimdi adalet yoksa, tasarrufu, üretim, eğitimde kalite, rekabet imkânın, cari açığını kapatacak kadar bir üretim planlaman yoksa… Benim var olsun listem Türk”ün yok listesi. E Türk de bu kadar. Yoksa Türk’te ne var ki? Türk milletinde ne kalmış o zaman? O yüzden bunu bugün bu problemleri konuşmayı utancı sayacak bir akla da ihtiyacımız var. Bu nedir yani?
Biz şimdi çocuklarımıza iktidara gelirsek size iş vaat ediyoruz mu falan mı diyeceğiz? Enflasyonsuz bir ülke vaat ediyoruz mu diyeceğiz? Yeni nesil siyasetin artık bu kavram kargaşasından, mezar kavgasından, kimlik ve etniste kavgasından azade, gelecek inşa edebilme kabiliyeti olan bir siyasi şuur organize etmesi lazım. Efendim kategorize edilmekten ben bıktım. Ben gençlik yıllarımdan itibaren Ülkü Ocakları’nda Muhsin Başkan’la beraber sonra şimdi İYİ Parti’de falan siyaset yapıyorum. Ya kategorize edilerek değerlendirmekten bıktım.
Bakıyorum mesela herkes şöyle yapıyor Hocam Bey, siz çok çalıştınız ülkücü camiaya, herkes birbirine eli belinde bir şey söylemeye çalışıyor: “O var ya o ümmetçidir. Bu var ya efendim bu solcu eski Marksisttir. Bu var ya…” Yahu herkes bir şey arkadaş. Herkes geçmişinde bir şey. Ama bu geçmişinde bu kalıplar içerisine sokuşturulmuş insanız ve değişiyoruz, gelişiyoruz. Bu aradaki süreçlerde hiç şöyle bir tolerans yok, “Yahu sen bırak uzatma mevzuyu. Biz senin ne olduğunu biliyoruz.” Böyle mi öleceğiz biz yani? Hiç mi gelişmeyeceğiz?
“Bizi biri gelsin kurtarsın dünyasını değiştirmemiz lazım. Bizi akıl kurtarsın”
Ruşen Çakır: Şunu söyleyeceğim. Bir ara İYİ Parti’den bahsederken üçüncü bir yol dediniz. Onu mu arıyorsunuz?
Ağıralioğlu: Üçüncü yol dediğim şey, evet, siyasetteki bu sıkışmışlığa nefes aldırmak imkânı bence üçüncü yolla mümkündür. O şöyle bir şeydir: Bugüne bakıp doğru muhasebe yapmak, hükümette düşmana bakar gibi bakmamak. Ne yanlış yapıldı da başa bu geldiyi bilebilmek, hangi şey ihmal edilince memleket bu kadar savrulduyu fark edebilmek ve doğru plan yapabilme kabiliyetiyle görünebilmek. Yani bizi biri gelsin kurtarsın dünyasını değiştirmemiz lazım. Birisi gelsin bizi kurtarmasın. Bizi bir akıl kurtarsın. Bizi bir program kurtarsın. Bizi doğrulara riayet edecek bir siyasi kadronun planlanmasını yapabilecek bir akıl kurtarsın. Efendim bizi biri gelip kurtarmasın. Biz bıktık artık birinin bizi gelip kurtarma eşliklerinden, sonra ondan kurtulmak için başka birini arama mecburiyetlerinden kurtulduk. Önce efendim birini arıyoruz. Biri geliyor diyoruz ki çok iyi bir adam bu. Allah’ın izniyle bu bizi kurtaracak evelallah. Sonra ondan kurtulmak için başka birini arıyoruz. Yani buna da demokrasi tecrübesi falan demeye başladık. Yani bizi kurtarsınlar diye bir partiyi iktidara getirmek, sonra o partiden kurtulmak için başka bir partiyi aramaya teşebbüs etmek. Bu sarkacı değiştirmek lazım. Yani siyasetin bu kadar hayatımızı altüst edecek imkânı elinde bulundurmasını da doğru bulmuyorum, bu kadar siyaset konuşmak zorunda kalan bir memleketin büyük enerjisinin israf olduğunu da düşünüyorum. Yani siyasete ilginin bu kadar yüksek olması, bir cihetten kıymetli. Demokratik alaka diyebilirsiniz. Ama siyasete bu kadar ilginin yoğun olmasının bir alameti de şudur: Kötü alamettir bu. İşlerin yolunda olmadığı ülkelerde bu kadar siyasi angajman yüksek olur.
Bir memlekette siyasi angajman, siyasi aidiyet, siyasi münakaşa, her mevzuda, her mecrada bu kadar fazla insanları meşgul ediyorsa, o ülkede hiçbir şey yolunda değil demektir.
“Sandığa gitmekten imtina ederse millet, onun alarm olduğunu düşünüyorum”
Ruşen Çakır: Çok soruluyordur bir de ben sorayım sormadan olmaz. Siz şu anda bir yerde değilsiniz, partiniz yok, milletvekili de değilsiniz. Tek misiniz yoksa bir çevreniz var mı?
Şöyle, var tabii ki. Otuz yıldır cemiyetçilik yapıyoruz. Ben siyasetin bu son seçimde bir daha görüldüğü şekliyle milletin hâlâ problemlerini çözebilme imkânı olduğunu düşünüyorum. Yani yüzde 88 düzeyinde sandığa katılım, ilgi alaka, ikinci seçimde ilk defa tecrübe etmiş olduğumuz halde ikinci tur, orada da yüzde 85 düzeyinde katılım çok yoğun. Bizim problemlerimizi çözün iradesidir, siyaset çözsün iradesidir, çok kıymetlidir. Bu şartlarda bu kadar problemli bir ülkede Ruşen Bey sandığa gitmekten imtina ederse millet, onun alarm olduğunu düşünüyorum. O şudur: Allah belanızı versin demektir.
Allah belanızı versin siz bizi toparlayamazsınız, bizi hiç kimse kurtaramaz. Biz kendi başımızın çaresine bakacağızdan kaos çıkar. Dolayısıyla hala bu kadar problemin içerisinde milletin sandığa gidiyor olması, biz problemlerimizi çözebilmek imkanını hala sandıkta görüyoruz demektir. Ben bunun çok büyük bir nimet olduğuna inanıyorum. Bu nimeti neyle birleştireceğim? Deneyeceğim şey o. Efendim Türkiye’de bu 30 yıllık cemiyetçilik hayatımızın, siyaset hayatımızın içinde çok kıymetli insanlar gördük, şimdi de mesela görüyorum. Efendim siyasetin şöhretlileri, efendim Anavatan Partisi’nin şöhretlileri, Refah Partisi’nin şöhretlileri, efendim Milliyetçi Hareket Partisi’nin şöhretlileri. CHP’nin şöhretlileri, memleketi buraya getirdiler. Bu arada bunlar bu hengameyle memleketi düzelteceğiz vaatleriyle geçirdikleri zamanların hilafına, bu yaşadığımız sonuçları bizim önümüze koyunca şimdi ne görüyorum ben mesela? İyi yetişmiş, idealist, kariyeri kıymetli kuvvetli efendim iş adamı, idealizmini koruyan, memleketinden para kazandığı için kazandığı para da memleketin hakkı olduğunu düşünen bir dünya mümtaz, kıymetli vatan milleti evladı var. Pırıl pırıllar, gencecikler, bizimkiler çok sebatince yaşlanmak üzereyiz.
Bizim ihtiyar kadro yetmiş beş, seksende hala gençlik tiratlar attığı için siyaset bizi aslında yaşlı gibi bilmesi lazım. İhtiyarlar şimdi sebatla çıkınca biz genç oluyoruz.
Ben elli bir yaşında gencim, benim gençliğimin sebebi şu: bizim seksenlikler yirmilik adam heves taşıyorlar. Yani Sayın Kılıçdaroğlu’nu yetmiş beşte hala imtina edip, yani ben duracağım, sebat edeceğim falan demesi… Mesela öbür seçimde aday değilim dedi. Allah razı olsun. Yani bu alicenaplık, bu tenezzülsüzlük falan yani gerçekten olağanüstü.
Şimdi onlar böyle sebatlı olunca biz ellide genç oluyoruz. Tek iyilikleri odur. Yani siyasi kadronun bırakmaktan imtina etmesinin bize tek faydası biz böyle aslında 50”li yaşlarda yaşlı muamelesi görecekken bunların sebatı yüzünden genç muamelesi görüyoruz.
“İdeolojik yapılardaki ayrılmalarda evin kavgası çok hasarlı olur”
Ruşen Çakır: Peki yani yeni bir oluşumdan mı bahsediyoruz?
Ağıralioğlu: Ben bir siyasi yol bulurum Allah lütfederse. Bu siyasi yolu da çok deplasmanda siyaset yaptım ben Ruşen Bey. Hep savunma hattında siyaset yaptım. Rahmetli Muhsin Başkan MHP’den ayrıldığında… o ideolojik yapılarda ayrılmalar çok daha hasarlı olur biliyorsunuz. Çok çalıştınız ülkücü camiaya. İdeolojik yapılardaki ayrılmalarda evin kavgası çok hasarlı olur. Yani el kavgasıyla ev kavgası çok daha böyle orantısız şekilde hasarlı hale gelir. Başkasıyla mesele o kadar kavga etmez ülkücü camia, kendi kardeşleriyle öyle kavga eder. İdeolojik mücadeledir, İYİ Parti’de de öyle oldu. Şimdi ayrılıyorsunuz ayrılınca bedel ödemiş, siyasi bedeller içerisinde hatıraları çok kıymetli olmuş yapılardan… Aynı şey Refah Partisi’nde de vardır. Mesela Refah Millî Görüş geleneğinde ayrılma, dinsizlik suçlamasına döner. Biz de hainlik, ülkücü camiada hainlik. Orada şöyle bir şey yaşadık. Bizim hayatımızın, siyasi hayatımızın benim işte 30 yılımın, belki diyebilirim 20-25 senesi savunmada geçti: “Ya vallahi kimseden para almadık bak. Vallahi billahi biz Muhsin Başkan bak kimse tarafından ayartılmadı. Bak gerçekten böyle bir şey değil bizim.” Ha böyle savunma hattında. İYİ Parti’nde de aynı şeyi yaşadım ben. Efendim bir parantezin içine konuluyorsunuz, işte ayrılınca itham ediliyorsunuz. Sonra işte, “yok vallahi FETÖ’cü değiliz ekmek kuran çarpsın ki PKK’yle falan işimiz olmaz” falan. Bu hatta siyaset yapmak çok yorucu oluyor. Yani insanın ne olmadığını anlatmak zorunda olduğu bir iklim, enerji kaybına da sebep oluyor. Düşünün, yani siyasi olarak meşgalenizin çok önemli bir bölümünü şu oluşturuyor: “Yani gerçekten öyle değilim. Ya ben sizin zannettiğiniz değilim. Vallahi öyle değilim.” Bu hatta siyaset yapmak doğru değildi, çok yorucuydu. Mesaiyi yapıyorsunuz ikna etmek için. İnsanlar sizi test ediyorlar burada. Acaba öyleler mi? Değiller mi? Kırılma eşiklerinde acaba nasıl davranacaklar
Şimdi bu arada ömrünü sadakat testine tabi tutularak geçiyor. Lüzumsuz bir meşgale. Şimdi şöyle bir imkân var, ilk defa savunma hattında olmadan bir siyaset, ilk defa savunma hattında olmadan ne olmadığımı değil ne olduğumu, neye inanmadığımı değil neye inandığımı söyleyerek siyaset konuşabilme imkânı var. Dolayısıyla AK Parti’ye, MHP’ye, CHP’ye, İYİ Parti’ye, bu siyasi meşru aktörler içerisinde, bu siyasi kulvarda nasıl bir tasavvurum var?
Nasıl bir Türkiye geleceği istiyorum? Bu istediğim Türkiye gerçeğine kimlerle beraber yürüdüğümü anlatabileceğim mümbit bir alan var, o alana koşacağım. Siyasallaşacak.
“Duymayan, anlamayan, dokunmayan siyaset bu memleketi bu hale getirdi”
Çakır: Şimdi şöyle bir şey oldu biliyorsunuz, birkaç yıl önce yeni yeni partiler çıktı. Hem AK Parti’den kopanlar, İYİ Parti’den kopanlar zaten İYİ Parti’nin kendisi de MHP’den koptu vs. ve başka çok da dikkatinizi çekmeyen başka şeyler de oldu. Mesela Ayhan Bilgen de parti kurdu. Şimdi sanki şöyle bir şey Yeniden Refahı var mesela bayağı bir. Bu partilerin birleşmesi ya da Tuğrul Türkeş’i söylerken o anlamda da söyledim, lig dedi, bir platform gibi yani şimdi ittifaklardan çok kişi muhalefetten çok kişinin ağzı yandı onun farkındayım ama var olan zaten bir şeyler yapmak isteyen ama gücü tek başına yetmeyen yapılarla bir dirsek teması mı yoksa sıfırdan…
Ağıralioğlu: Sıfırdan. Şunun için sıfırdan, bunun hepsini kendinden bilecek. Mesela milliyetçiliğimizin bence en mesuliyetli taşıması gereken duygu şu: Bütün memleketi kendi mesuliyet alanınızda bileceksiniz. Ben öyle düşünmüyorum dediğiniz alanda milletinizin bir bölümünü dışarıda tutamazsınız. Buna HDP’nin oy verenleri de dahildir. Yani efendim biz milliyetçi, ülkücü camiada yetiştik.
O yetiştiğimiz dönemlerin köşeli zamanları da, esnediğimiz zamanları da oldu. Yaşlanınca kalbinizin size söylettikleriyle, gençken aklınızın söylettikleri farklı oluyor. Şimdi mesela çok daha rahatlıkla söyleyebiliyorum ki eskiden de böyle söylüyordum ama o duyulmuyordu o ideolojik kavgalarının zirvede olduğu zamanlarda. Efendim bizce mesela bizim genel kabulümüzde öyledir. İnancımızda, imanımızda öyledir. Bu memlekette bir Kürt meselesi yoktur. Ama bu bizce öyledir. Kendisinin Kürt olduğunu ve Kürtlüğünün bir mesele olduğunu düşünen insanlar vardır bak. Problemin var olur olması önemli değil. Öyle düşünenler vardır. Milliyetçiliğin bir mesuliyeti de devletine kızmış, küsmüş, darılmış, yorulmuş, kırılmış, alacaklı olduğunu düşünen, doğru yanlış herkesi duyabilmeli, dinleyebilmeli, anlayabilmeli. O beraberlik zemininde, bu hassasiyetlerin, endişelerin, problemlerin çözülmesine irade koyabilmelidir. Yani enflasyonun olmadığını düşünüyorum diyebilirsiniz, ama o düşünceniz enflasyonu ortadan kaldırmıyor. Bence enflasyon yoktur diyebilir misiniz mesela? Bence yoktur. Ya da bence işsizlik yoktur. Ya vardır yani. Ha şimdi bizce yoktur ama milliyetçiliğin bir sorumluluğu şudur: “Memlekette benim problemim var. Alacağım var. Ben kırıldım, devlet benim hakkımı yedi. Yahut ben zamanında ihmal edildim, ihlal edildim. Ya arkadaş beni bir duyun” diyeni duymak zorundadır. Devlet duymak zorundadır. Millet adına hizmet edenler duymak, dinlemek ve anlamak zorundadır. Duymayan siyaset, anlamayan siyaset, dokunmayan siyaset bu memleketi bu hale getirdi.
Bu parsellenmiş alan ondan doğdu. Yani dolayısıyla sence olmayabilir arkadaş. Bence var ve yanlış diyor. Bu yanlış da olsa benim yanlışımı da dinlemek zorundasın. Beni dinle. Beni anlamaya çalış. Beni beraber yaşama irademle bir arada tutacaksan beni anlayacaksın. Anlamadığını nasıl bir arada tutacaksın? Dolayısıyla siyaseti şöyle görüyorum, yeniden başlamanın bagajsız olmak imkânı da çok kıymetlidir. Yani hep işte bir şeyi izah etmek zorunda kalıyorsunuz. Eskiyle, eskiden taşınmış kavgalarımız var. Herkesin geçmişinde bir dünya olmasını istemediği şey var.
“Dindara husumet beslemesinler, ahlakı olmayan dindarlığa kızsınlar mesela”
Yani Muhsin Başkan rahmetli derdi ki, “İdealizmimize idealizm, mücadelemize mücadele. Münakaşaya münakaşa ama ya cana kast etmek, kavga etmek, birbirini öldürmek, birbirini boğazlamak zorunda kalmak bizim gençliğimizin ve Türk milletinin en büyük kaybıdır. Yani biz memleketi paylaşamadık ama zindan paylaştırdılar bizi. İki metrekarelik zindanları paylaşmak zorunda kaldık.” Şimdi bunu böyle öğrenmek. Yani memleketi paylaşmak imkanını iki metrekare hücreyi paylaşınca fark edebilmek ağır bir bedeldir.
Fikren münakaşa etseydik de sokaklara, üniversiteleri, şehirleri parsellemeseydik, insan gibi konuşabilseydik, başarabilseydik bunu. Buna dair ızdırabını paylaşmak için on sene zindanda yatmak ne ağır bir bedeldir.
O yüzden şimdi yaşanmış acılarda ders çıkaracağız. Şimdi gördük ki ya dindarlık dindarlığa husumet besleyen arkadaşlarımız vardır. Dindara husumet beslemesinler, ahlakı olmayan dindarlığa kızsınlar mesela. Efendim milliyetçiliği öveni de suçlamasına gerek yok. Tembel milliyetçiliğe kızsınlar mesela.
Efendim sosyal demokrasi adına konuşulan şeylerin işte komünizmle irtibatlandırıp devlet millet düşmanlığına hamledilmesine değil, sosyal adalet duygusunun efendim ait olduğu sosyolojiyle buluşamamasına kızsınlar. Yani sol retoriğin Kadıköy’de kuvvetli olmasına, İşçi Partisi’nin Kadıköy’den çok oy almasına kızsınlar. Ne kopuyor? Ya niçin Zonguldak’ta kıymetli değil? Niçin taşrada kıymetli değil? Niçin gettolarda kıymetli değil? Niçin mahallelerde kuvvet değil de? Niçin en seçkin yerlerde? Konuşsunlar, herkes kendi problemini konuşsun. Yani biz milletimize yol bulacaksak bulabildiğimiz yol geçmişte yaşadığımız ve konuşurken de, yaşarken de bizde sakil duran şeyleri doğru muhasebe etmemize bağlı. Ya bunları ben geçmişe bir aynaya bakar gibi bakmaya gayret ediyorum. Ne hata yaptık? Ne yanlıştı? Ne oldu da biz memlekette bugün bu problemlerle karşıya karşıya kaldığımızı doğru muhasebe ettiğimi düşünüyorum.
Savunma hattında olmamanın da şöyle bir avantajı var. Şimdi mesela iktidarın 20 yılına bakıp şöyle diyebiliyorum çok rahatlıkla: Efendim bir Türkiye tasavvurum var. Bu tasavvurun da bulunduğum hayalini kurup ömrümü vakfedeceğim bu iddianın içerisinde vatanına bağlı Ermeni, vatanına bağlı Rum, vatanına bağlı her gayrimüslim vatan dini, dini, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun devletine, milletine bağlı ve liyakati olan herkesle eşitlenen bir siyasal zemin lazım bize. Yani merkezin sağı solu yok. Bir merkez inşa etmemiz lazım. Merkezinde Türk milletinin her rengiyle kendini itilmemiş, kakılmamış hissettiği bir memleket bir edeceğiz. O merkezin içerisinde herkes bilecek ki aidiyetlerimiz de değil, liyakatimiz de itibar görüyoruz. Devletine, milletine, vatanına, bayrağına bağlılığın hiçbir şeyin önüne geçirilmediği bir beraberlik zemini inşa edeceksin.
“Bu kadar avantaj vardı ve alamadınız, memleketi alamadınız”
Çakır: Ne zaman yapacaksınız bunu?
Ağıralioğlu: Ben şimdi sürecin içerisinde aslında İYİ Parti’de de bunları konuşuyordum. Ben ukalalık saymazlarsa aslında hanımefendinin de böyle bir şeyi yapmaya niyeti olduğunu bismillahının o olduğunu biliyordum. Orada İYİ Parti’nin kuvvetini bu üçüncü yolun kuvveti biliyordum, başarılamadı. Şartlar içerisinde ben hani İYİ Parti’yi töhmet altında bırakmak için söylemiyorum ama, o süreçte ben kendimi onlara yük etmek istemediğim için. Çünkü şöyle bir şey olacaktı, siz de programlarınızda konuşacaktınız ben ayrılmasaydım. CHP bir şey diyecekti, ben diyecektim. HDP bir şey diyecekti, ben diyecektim Kandil’den, Pennsylvania’dan gelen her açıklamaya ben bir şey diyecektim. Bu sefer siz programınıza konuk ettiklerinize yahut sizin yorumlarınıza şöyle bir şey katılacaktı: Yahu arkadaş böyle parti mi olur? Genel başkanı bir şey diyor. Danışıklı mı dövüşüyorlar? Tembihlendi mi bu Yavuz Ağıralioğlu?
Baktım ki hem hanımefendiye yük olacak hem arkadaşlarıma yük olacak hem ittifakın taşımak zorunda olduğu, kendine ait inandıklarını söyledikleri hukuka yük olacak. Dolayısıyla ne ben böyle bir vebale ortak oldum, ne de kendime böyle bir şey yok ettim, kendimi çektim.
“Kemal Bey için çok zorlu bir dönem, hangi tenkitte bulunarak motivasyon sağlayacak?”
Yani şimdi de İYİ Parti’de özelde kurultay var. O kurultaylarda İYİ Parti’nin ve CHP’nin en büyük handikabı şu olacaktır: Grup toplantılarına Türkiye’nin muhtelif yerlerinden, teşkilatlar gelir, grup toplantısına gelip aidiyet ve mensubiyetleri güçlenir, motivasyonları güçlenir ve dönerler. Genel başkanlarıyla göz temasında bulunur her gelen. Genel başkan da göz göz, herkesi motive eder. Verdikleri ana duygu şudur, “Halledeceğiz. Biz halledeceğiz evelallah. Tayyip Bey’i emekli edeceğiz, enflasyonu halledeceğiz. Bu üniversiteleri ayağa kaldıracağız, o okulları toparlayacağız, bu öğretmenlere itibar kazandıracağız, bu sağlık çalışanlarımızı koruyacağız, bu kadınlar var ya bunlar bizleri sorulur evelallah. Ha bu memleket bu kadar imkanıyla nasıl bu kadar berbat yönetildi biliyor musunuz? Biliyorsunuz elhak. İşte biz onları sizin probleminiz olmaktan çıkaracağız. Güneş yerinde, her şey yolunda. Efendim mutlu olanı da var. Efendim CHP’de bahar gelecek, Tayyip Bey’i göndereceğiz, emekli edeceğiz. Sayın Erdoğan emekli maaşını verirken zamları kendine göre de ayarla ki yani yarın ihtiyacın falan olmasın. Bu ironilerle teşkilatı şöyle motive ediyorsunuz: Ha biz kesin alıyoruz. Halledeceğiz. 14 Mayıs da bizde efendim. Cumhurbaşkanı adayımızı açıklayacağız. Açıkladığımız da aday olmayacak, kesin cumhurbaşkanı olacak Bunlar konuşuldu hepsi. 13. Cumhurbaşkanı’nı Millet İttifakı belirleyecek. Efendim bizim cumhurbaşkanı adayımız cumhurbaşkanı adayı değil. Herkesin cumhurbaşkanı olacak falan bir sürü şey söylediniz. Bu partilerin en zor dönemi şimdi başlıyor, şundan dolayı: Bu kadar avantaj vardı ve alamadınız. Bu kadar avantaj varken memlekete bir meteor çarpmadı. Memleketi alamadınız. Şimdi grubuna gelen teşkilatlarınıza ne demeyi düşünüyorsunuz? Ne diyeceksiniz? Mesela güneş yerinde her şey yolunda mı demeyi düşünüyorsunuz? Mesela Kemal Bey ne diyecek? Bahar gelecek, ne zaman? Bir ömür 2028 Allah’ın izniyle. Yani bu kadar zor bir alana sıkıştı siyaset. Muhalefet partisi genel başkanlarının bence bundan sonraki yapacakları şey çok fedakârlık isteyen bir şey. Yani Meral Hanım için bence çok zorlu bir dönem. Kemal Bey için çok zorlu bir dönem. Çünkü artık hangi tenkitte bulunarak motivasyon sağlayacaksınız?
“Biz muhalefetten razıyız, sakın bir yere gitmeyin”
Çakır: O zaman sizin içiniz rahat.
Ağıralioğlu: Evet, ben şimdi dün de söyledim. Programa da katıldım orada da dedim ki efendim, Tayyip Bey’i bazen anlıyorum. Diyor ki mesela, muhalefetle biraz ihtiza ederek, dalga geçerek bazen latifeyle karışık şöyle yapıyor diyor ki, “Ya biz razıyız sizden. Yani böyle ayrılmanızı isteyenlere falan da kulak asmayın. Sakın ayrılmayın yani. Burada durun, gayet güzel. Allah herkesi sizin gibi muhalefet nasip etsin.” İktidarın en büyük avantajı, bu kadar vaatlerinin uzağına düşmüş olmasına rağmen milletin umudu olamayan muhalefettir.
Şimdi herkes memnun oldu. Tayyip Bey memnun olmakta haklıdır. Yani ben vallahi korktum ki bu yemin töreninde hani Kemal Bey de mecliste çok bir araya gelemiyorlar Tayyip Bey de sadece yemine geliyor biliyorsunuz. Bütçeyi bile Cumhurbaşkanı Yardımcısı sunuyor. Orada diyebilirdi ki, “Ya Kemal Bey yani hoş geldin sefalar getirdin. Çok teşekkür ederim yani size herkese teşekkür ediyorum. Seçimde çalışan teşkilatlarımıza, emek edenlerimize, konuşanlarımıza. Allah razı olsun ama en çok size teşekkür ediyorum yani. Varlığınız daim olsun. Devamlı burada olun. Sakın bir yere gitmeyin.” Böyle şeyler diyebilirdi Kemal Bey’e. Bunu şunun için ben de ekleniyorum galiba. Şimdi ayrılmayacaklar. Ben de şimdi demeye başlayacağım ki eğer siyasallaşacaksak ki siyasallaşacağız. Öyle görüyorum Allah izin verirse memlekete, millete hayır olacaksa. Ben de Tayyip Bey’in korosuna katılıyorum, diyorum ki Allah razı olsun, sakın ayrılmayın. Herkes yerinde dursun.
Çakır: Evet o zaman sizi yakın zamanda anladığım kadarıyla yeni bir partinin…
Ağıralioğlu: İnşallah bir siyasi tasavvur sunacağız milletimize inşallah
Çakır: Yavuz Ağıralioğlu’yla her şeyi konuştuk vadettiğimiz gibi. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.