Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır ve Burak Bilgehan Özpek değerlendirdi: Yeni dönemde İYİ Parti

Ruşen Çakır ve Burak Bilgehan Özpek, Meral Akşener’in kongre konuşmasında verdiği mesajları ve İYİ Parti’nin izleyeceği yolu değerlendirdi.

Keyifli seyirler!

Ruşen Çakır: “Siyasetten kurtulamıyoruz, çok yorulduk. Bugün yazdım, görmüşsündür. Bir şekilde girdik ve çıkamıyoruz.”

Burak Bilgehan Özpek: “Yazınızı okuyunca çok üzüldüm. Seneler geçiyor ve insanlar çabalıyor, anlamaya, değiştirmeye çalışıyoruz ama geldiğimiz noktada bir şey başaramamış olmak üzüyor. Sizin yaşınızda bu muhasebeyi yapınca kendi geleceğimi gördüm, yazının beni üzen tarafı buydu…”

Ruşen Çakır: “Akşener’in araya soktuğu çıkışlar ve meydan okumalar… Üç husus var. Eski ittifak ortaklarına göndermeler, partiden ayrılanlar ve hala partide olanlara. Niye böyle yapıyor? Konuşması etkileyici ve çarpıcı ama kongrede beklediğim şeyler, başka şeylerdi.”

Burak Bilgehan Özpek: “Ben de başka bir konuşma duymayı arzu ederdim. Meral hanım sinirli ve hakkı var ama bu siniri doğru bir öz eleştiri ile taçlandırmak lazım. Kurumsal muhalefet, 14-28 Mayıs seçimlerine ufak bir tatsızlık muamelesi yapıyor ama Türkiye önümüzdeki 5 yılı Adalet ve Kalkınma Partisi ve Recep Tayyip Erdoğan’la yaşayacak ve bunun müsebbibi muhalefet. İyi bir projeyle karşımıza gelemediler, seçimi kazanacak mimariyi kuramadılar. Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birindeyiz, büyük bir deprem felaketi yaşadık, bürokratik kurumlar ciddi anlamda sorgulanıyor ve geride kalan 5 senede çok başarısız bir hükümet gördük. Bu seçim, kazanılabilir bir seçimdi. Bu yayını bir sene önce yapsak çok ümitli olduğumuz görünecekti. Muhalefetin kazanabilecek adayları da vardı ama maalesef Kılıçdaroğlu adaylık projesi oldu ve seçim kaybedildi… Sadece Kılıçdaroğlu’nun kişisel antipatisinden değil, Kılıçdaroğlu’nu aday yapmak için işletilen süreçte insanları rahatsız etti. Bu meselenin büyük bir ahlaki davaya dönüşmesi de insanları rahatsız etti. İttifak doğru tasarlanmadı, aday doğru değildi. Akşener, bu yanlışlığa dikkat çeken muhalefetteki yegane aktördü…”

Ruşen Çakır: “Akşener’in konuşmasında, muhalefet partisi olduğunu gösteren bir unsur da yoktu…”

Burak Bilgehan Özpek: “Bence muhalefete yönelik de bir eleştiri yoktu. 15 milletvekili meselesi, muhalefetin son yıllarda yaptığı en efsanevi işbirliği hamlelerinden biri. Çok faydalı oldu. 2018’de muhalefet, OHAL şartlarına rağmen kör topal girdiği seçimlerde başarılıydı. 2018 işbirliği takdir ederim, keşke her işbirliği böyle olsa ama bu 15 milletvekili meselesini bir şart ve siyaset malzemesi olarak kullanan CHP’nin kurumsal yapıları olmadı. Bu argümanı sosyal medyada, anonim hesaplarda veya sözüm ona kanaat önderlerinin söylemlerinde gördüm. Meral hanım, seçimin Kılıçdaroğlu ile kazanılamayacağını biliyordu ama adaylığa destek vermesi durumunda İYİ Parti’nin omurgasının zayıflayacağını da biliyordu. İYİ Parti’nin kaybettiği oyların MHP, ZP, BBP, YRP gibi sağ partilere dağılacağını da biliyordu. Anketlerde yüzde 20’ye dayanan potansiyelin çok ufak bir kısmını alabildiler. İYİ Parti öz eleştiri yaptığı zaman, başka bir soruya hazır olmalı. Neden 6 Mart’ta masaya döndü? Kamuoyu da bunu merak ediyor.”

Ruşen Çakır: Kongrede, açık açık ittifakta yürümeyeceğini söylemedi ama “İstanbul’u HDP kazandırmış, bizim payımız yokmuş, ben de onlara başarılarının devamını diliyorum” lafını belediyeleri bizsiz alabiliyorsanız alın gibi okudum ama çok açık değildi… CHP ve İYİ Parti bir şekilde koordineli çalışacak mı, ittifak demeye korkuyorum. Bunun işareti yok. HDP çevreleri açık açık kendi adaylarını çıkarmaları gerektiğini söylüyorlar.”

Burak Bilgehan Özpek: “Çok net öyle bir tavır görmedim. Akşener’in sinirini net bir şekilde gördük ama ne geçmişte yaşananların bir öz eleştirisi veya analizi ne de gelecekte yapılacakların üzerine net ve somut bir yol haritası vardı. Sadece, sinirli bir siyasi lider gördük. Geçmişe yönelik analizini dinleyemedik ve gelecekte ne yapacağını bilmiyoruz. O yüzden, CHP-İYİ Parti ittifakının koptuğu fikrine katılmıyorum.”


Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Burak Bilgehan Özpek’le İYİ Parti’yi, dünkü kongresini ve bundan sonrasını konuşacağız. Burak, merhaba.

Burak Bilgehan Özpek: Merhaba. 

Ruşen Çakır: Burak, sen tatile başladın, ben de yarın başlayacağım. Ama siyâsetten kurtulamıyoruz, çok yorulduk. Bugünkü yazımda bunu yazdım, görmüşsündür. Aslında yapmamak, konuşmamak en ideali; ama bir şekilde girmişiz çıkamıyoruz. Ne dersin?

Burak Bilgehan Özpek: Yazınızı okuyunca çok üzüldüm. Kendi açımdan üzüldüm açıkçası. Hakîkaten böyle böyle seneler geçiyor. Aslında insanlar çabalıyor, hepimiz anlamaya çalışıyoruz, bir anlamda da değiştirmeye çalışıyoruz. Ama geldiğimiz noktada çok bir şey başaramamış olmak da insanı üzüyor. Bir de sizin yaşınızda bu muhâsebeyi yapan birisini görünce biraz da kendi geleceğimi gördüm açıkçası; ondan korktum. Yazının beni üzen tarafı buydu. Bu hayatı böyle yaşamak zorunda değiliz aslında.

Ruşen Çakır: Eyvallah. Neyse, İYİ Parti’ye bakalım. Ben dün, daha çok Akşener’in konuşmasından hareketle hızlıca bir değerlendirme yaptım. Orada dikkatimi çeken husus şu: Bir ana metin var, ama Akşener önem verdiği konuşmalarda irticâlen konuşuyor. Dün de böyle oldu. Biz daha çok, onun irticâlen söylediği şeyleri öne aldık. Yoksa konuşma metninin orijinal hâline baktığın zaman, bir siyâsî parti liderinin kongrede yapması beklenen bir konuşma. Ama araya soktuğu çıkışlarla, meydan okuyuşlarla hesap sorması… Akşener’in dün yaptığı konuşmada üç husus vardı dikkat edersen: Bir tânesi, eski ittifak ortaklarına göndermeler yapması. Diğeri, adlarını vermeden, Yavuz Ağıralioğlu, Aytun Çıray gibi partiden ayrılanları hedef alması. Üçüncüsü de, hâlen partili olanlara çatması. Yani o torba meselesini görmüşsündür. Bu bana çok yadırgatıcı geldi. Niye böyle yapıyor? Konuşması etkileyici, çarpıcı; ama açıkçası benim Meral Akşener’den beklediklerim başka şeylerdi. Sen ne dersin?

Burak Bilgehan Özpek: Evet, ben de başka türlü bir konuşma duymayı arzu ederdim. Meral Hanım sinirli. Sinirli olmaya da hakkı var. Ancak bu siniri doğru bir özeleştiriyle taçlandırmak gerekiyor. Yani genel olarak kurumsal muhâlefet, 14 ve 28 Mayıs’taki seçimlere “ufak bir tatsızlık” muamelesi yapıyor. Aslında çok büyük bir sorun var. Türkiye’nin önümüzdeki beş senesini Adalet ve Kalkınma Partisi’le, Recep Tayyip Erdoğan hükûmetiyle yaşayacağız. Aslında bunun müsebbibi kurumsal muhâlefet. Karşımıza gelene kadar çok iyi bir projeyle seçimi kazanabilecek bir mîmârî kuramadılar. Türkiye’de Cumhuriyet târihi boyunca yaşanan en ağır ekonomik krizlerden birisini tecrübe ediyoruz. Büyük bir deprem felâketi yaşadık. Bürokratik kurumlar ciddî anlamda sorgulanmaya başladı. Devlet kapasitesi zâfiyete uğradı ve geride bıraktığımız beş sene içerisinde çok başarısız bir hükûmet gördük aslında. Hepimiz bunu hayatlarımızda hissettik. Dolayısıyla bu seçim aslında kazanılabilecek bir seçimdi. Bundan bir sene önce bu yayını yapmış olsaydık –ki böyle yayınlar yaptık– son derece umutlu olduğumuz gözükecek. Çünkü birçok insan, muhâlefetin doğru bir projeyle ortaya çıkabileceğine inanıyordu. Muhâlefetin kazanabilecek adayları da vardı. Ancak maalesef “Kılıçdaroğlu Adaylık Projesi” gerçek oldu ve bu seçim kaybedildi. 

Bu kayıp, siyâsî partilerin kurumsal karârı sonucu yaşandı. İnsanlar 2014’te de, 2018’de de, 2023’te de Adalet ve Kalkınma Partisi’ni istemediklerini beyan ettiler. Bu toplumun %48’i Tayyip Erdoğan’ı istemiyor. Yani bu aslında bir taban oy. Dolayısıyla bizim %5, %6 gibi ekstra bir oya ihtiyâcımız var ve bu kesimi çekmemiz gerekiyor. Ama on senedir maalesef bu hamle yapılamıyor. Netîcede, muhâlefetin kurumsal projesinden dolayı ciddî bir şekilde başarısız olduğu bir süreç yaşadık. Öyle bir başarısızlık ki bu, sâdece Kemal Kılıçdaroğlu’nun kişisel antipatisinden dolayı değil, Kemal Kılıçdaroğlu’nu aday yapmak için işletilen süreç de, Kılıçdaroğlu’nu meşrûlaştırmak için kullanılan dil de, bu meselenin büyük bir ahlâkî dâvâya dönüşmesi de insanları rahatsız etti. İttifak doğru tasarlanamadı. Aday doğru değildi. Adayı ve ittifâkı meşrulaştırmak için kullanılan söylemler de yanlıştı. Aslında Meral Akşener muhâlefet içerisinde bu yanlışlığa dikkat çeken yegâne aktördü. 3 Mart’ta da bunu gördük. 

Dolayısıyla beklenen, 14 Mayıs’tan sonra veya 28 Mayıs’tan sonra, Meral Akşener’in 3 Mart’ta masadan kalkmasıyla başlayan ve toplumla paylaştığı memnûniyetsizliği daha bütünlüklü bir okuma içerisinde daha esaslı bir özeleştiri vererek ve İYİ Parti’yi Kılıçdaroğlu’nun adaylığına angaje eden isimlerle yollarını ayırarak devam etmesiydi; maalesef olmadı. Nasıl ki Cumhuriyet Halk Partisi’nde lider ve liderin etrafındaki yakın danışman ekibinin ya da yakın çalışma arkadaşlarının istifâsı isteniyorsa, İYİ Parti’de de bu, Meral Akşener’in rızâ göstermediği, isteksiz davrandığı “Kılıçdaroğlu Adaylık Projesi”ne karşı, İYİ Parti’yi bir şekilde bu projeye angaje eden insanlar için benzer bir tasfiye süreci bekleniyor. Bunun yapılması lâzım. Partilerin bir özeleştiri vererek kendilerini yenileyerek çıkması bekleniyor. Bu çok gerekli bir şey. Çünkü kurumsal muhâlefet bunu yapmadığı sürece, seçimlere “ufak bir tatsızlık, küçük bir ayrıntı” muamelesi yaptığı sürece, halkın kurumsal muhâlefete olan inancı sarsılıyor. 

Biz birkaç ay boyunca, Tayyip Erdoğan kazanırsa cehennemi yaşayacağımızı, Türkiye’nin bir yol ayrımında olduğunu, seçimleri kaybetme kâbusunu yaşamamamız gerektiğini tartıştık, muhâlefet medyası bunu körükledi. Hattâ size şöyle daha iddialı bir şey söyleyeyim: Muhâlefetin zihninde “kaybetme” ihtimâli belirmedi bile. Muhâlefet medyası, “seçimleri kaybetme” ihtimâlinin belirmesine bile izin vermedi. “Seçimi kazanmamız lâzım” fikrinin de ötesine geçen bir durum söz konusuydu. “Seçimi kazandık” psikolojisi vardı. O yüzden, seçimler kaybedildikten sonra kurumsal muhâlefetten beklenen şey, bir özeleştiri vermek, gerekli yenilenmeyi gerçekleştirmek ve bir sonraki dönemde topluma güven vererek ilerlemek. Çünkü önümüzde belediye seçimleri var. Beş sene boyunca bizleri nelerin beklediğini bilmiyoruz. Her an bir erken seçim olabilir. Bunlar da bizi şaşırtmaz. O yüzden kurumsal muhâlefetin ayakta kalması lâzım. Fakat Cumhuriyet Halk Partisi’yle benzer bir şekilde, İYİ Parti’nin de bu yenilenmeyi, bu revizyonu, bu özeleştiriyi yapamadığını görüyoruz. 

Ruşen Çakır: Sözünü kesiyorum, ama bu konuyla ilgili bir şey söylemek istiyorum. Akşener’in konuşmasından geri kalanlara baktığım zaman, İYİ Parti’nin bugün bir muhâlefet partisi olduğuna dâir çok fazla ipucu öne çıkmıyor. Normalde bir muhâlefet partisi, bütün iç sorunları olmakla birlikte, esas olarak iktidârı eleştirir. Konuşmadan geriye kalanlara baktığımız zaman, senin söylediğin gibi, özeleştiri yapmamak için, geçmişin üzerinden birtakım argümanları köpürttüğünü görüyoruz. Bunları kısaca geçip Erdoğan’a, iktidâra yönelik çok sert bir konuşma da yapabilirdi. Yeni dönemde çok sert, ciddî bir muhâlefet yapacağını düşünürdük. Ama o da yok. Yani bir muhâlefet partisi olduğunu gösteren, öne çıkan unsur da yok. Dünkü konuşmadan,15 milletvekili meselesini, torba meselesini hatırlıyoruz, ama “Ey Erdoğan!” diye söylediği herhangi bir şey aklımızda kalmadı. 

Burak Bilgehan Özpek: Kalmadı, doğru. Kalmadığı gibi, bana sorarsanız muhâlefete yönelik de bir eleştiri yoktu. Herkes böyle algıladı, ama ben kurumsal muhâtaplara yönelik bir eleştiri de görmedim açıkçası. Bence, bu 15 milletvekili meselesi muhâlefetin son yıllarda yaptığı en efsânevî işbirliği hamlelerinden bir tânesi; çok faydalı oldu. İYİ Parti seçime girmesin diye îlân edilmiş bir erken seçim vardı. 15 milletvekili sâyesinde İYİ Parti seçime girdi ve Meclis’te 40 tâne daha fazla muhâlefet milletvekili oldu. Bununla birlikte, o dönemdeki seçim kanununun nîmetlerinden faydalanarak, Cumhuriyet Halk Partisi de 20’ye yakın milletvekili çıkardı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Meclis’te azınlığına düştü. Muhâlifler sürekli olarak AKP ve MHP’yi bütünlüklü bir yapı olarak değerlendiriyorlar, ama aslında bunlar iktidar içerisindeki ilişkiler açısından çok önemli. 2018 seçimlerinde muhâlefet, OHAL şartları altında seçime kör topal bir şekilde girmesine rağmen, fena bir başarı elde etmedi. Önümüzdeki dönem ayakta kalmasının sebebi de 2018’deki işbirliği. Keşke bütün siyâsî işbirlikleri bu pragmatizm üzerinden ilerlese. Yani İYİ Parti 40 vekil alsa, Cumhuriyet Halk Partisi 20 vekil alsa ve bu işbirliğinin sonucunda muhâlefetin Meclis’te toplam 60 tâne daha fazla milletvekili olsa. O bakımdan, 2018 işbirliğini eleştirmem, takdir ederim. Keşke bütün işbirlikleri böyle olsa.

Fakat oradaki mesele şu: Bu 15 milletvekilini bir şart olarak, bir siyâset malzemesi olarak kullanan da Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurumsal yapıları olmadı zâten. Orada, “Meral Hanım’ın söyleminin muhâtabı kim?” sorusu öne çıkıyor. Ben bu argümanı, sosyal medyada, anonim hesaplarda veya sözüm ona kanaat önderlerinin siyâset yorumlarında gördüm. İYİ Parti odağına kimi yerleştirdi? Cumhuriyet Halk Partisi ile gerçekten 15 milletvekili minvâlinde bir gerilim mi yaşıyor? Cumhuriyet Halk Partisi sürekli 15 milletvekilini kurumsal olarak kamuoyu önünde dile getirip İYİ Parti’yi zora mı sokuyor? Yoksa bu argüman, hakîkaten “toplumsal muhâlefet” dediğimiz insanların –bence çok kurgusal ve zayıf bir şey, ama sosyal medyada çok güçlü gözüküyor– İYİ Parti’yi yaftalama veyahut târifleme çabası mı? Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurumsal mekanizmalarından daha çok, CHP merkezli olduğu düşünülen veyâhut CHP seçmeni veya TİP ya da HDP seçmeni olduğu düşünülen, sosyal medyada çok ses çıkartan ve kendisine kanaat önderi diyen insanların yorumlarının hedef alındığını anlıyorum. Fakat bu çok önemli bir şey değil ki. Bu insanların İYİ Parti’yi eleştirmesi çok önemli değil. Cevap vermeye değecek bir şey değil yani. 

Ruşen Çakır: “15 milletvekili” deyince, DEVA Partisi’ne verilen 15 milletvekili meselesi varken, geçmişte gayet akıllıca yapılmış hızlı bir çözümü dile dolamak bence çok anlamsız. Halbuki meselâ CHP’nin birtakım partilere bedâvadan milletvekili dağıtmış olmasını usturuplu bir şekilde söylemesini anlardım. Bence o mesele hâlâ çözülebilmiş bir şey değil. Hattâ DEVA Partisi’nin milletvekili sayısı 10’muş, son anda bir pazarlıkla 15’e çıkarmışlar gibi bir şey gördüm; doğru da olabilir. Bu nedenle, CHP’den hak ettiği halde milletvekili seçilemeyen birçok isim de var. Tartışılması gereken gerçek meseleler bunlardı, ama konuşulmuyor bu meseleler. 

Burak Bilgehan Özpek: Evet, gerçek meseleler bunlar. Meselâ o dört partinin Cumhuriyet Halk Partisi ile kurduğu asimetrik bir ilişki var. Yani dört parti bugün Meclis’te bir varlık gösteriyorsa, bu, Kemal Bey’in lütfu sâyesinde oldu. Bunu siyâseten nasıl açıklayacağız? Kemal Bey niçin kendi partisinin listelerinden 35 milletvekilini, kendisine hiçbir hayrı olmayan, hayrı olmadığını da bildiği halde bu dört siyâsî partiye verdi. Bunun birkaç açıklaması olabilir: “Kemal Bey önümüzdeki dönem sağ siyâseti tasarlamak istedi” diyebiliriz. Ama bunun asıl sebebi, Altılı Masa mekanizmasının Kemal Kılıçdaroğlu adaylığı üzerinde uzlaşmasını sağlamak ve İYİ Parti’yi yalnızlaştırarak, beş partinin kuşatması altına alarak, bir noktada Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına iknâ etmekti. Bu çok esaslı bir eleştiri. Meral Hanım’dan beklediğimiz, tam olarak şu anda haklı çıkmışken bu eleştiriyi yapması. Tabiî bu eleştiriyi yapması, berâberinde başka soru işâretlerini de getirecek. Başka hamleleri de yapmasını gerektirecek. 

Meselâ bu eleştiriyi yaptığı zaman biz şunu anlayacağız — aslında biliyoruz, ama çok daha net şekilde anlayacağız: Meral Hanım seçimin Kılıçdaroğlu ile kazanılamayacağını net bir şekilde biliyordu. Kılıçdaroğlu’nun adaylığına destek vermesi durumunda, yani Altılı Masa’nın ablukasına direnememesi durumunda, İYİ Parti’nin omurgasının zayıflayacağını da biliyordu. Dolayısıyla İYİ Parti’nin oy kaybedeceğini de biliyordu. Üçüncüsü, İYİ Parti’nin kaybettiği oyların, Zafer Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Büyük Birlik Partisi, Yeniden Refah Partisi gibi sağ partilere dağılacağını da biliyordu. Dolayısıyla anketlerde o gördüğümüz %20’ye yaklaşan potansiyelin çok küçük bir kısmını alabildi İYİ Parti. Bunları bilerek 6 Mart’ta masaya oturmak, başka bir hamleye geri getiriyor. Dolayısıyla İYİ Parti aslında özeleştiri yaptığı zaman, kendisine sorulacak başka bir soruya hazır olmalı: “Niçin 6 Mart’ta masaya döndük ve 6 Mart’ta masaya dönmemize sebep olan kişiler kimlerdir?” Partinin bunu sorması lâzım. 

Kamuoyu da “İYİ Parti niçin masaya döndü?” sorusunun cevâbını merak ediyor. “Altılı Masa’dan niçin kalktı?” sorusunun cevapları çok net, ama “Niçin Masa’ya döndü?” sorusunun cevapları çok net değil. O yüzden, bütün bu bahsettiğiniz dört küçük parti ile CHP arasındaki asimetrik ilişkiler, CHP medyasının o süreçte takındığı tavır, Kılıçdaroğlu adaylığının bir anlamda Masa dışında geliştirilmesi ve İYİ Parti’ye dayatılması, siyâsî olarak belediyelerin bu süreçte bir rol oynaması, belediye kaynaklarının partilerin içerisindeki bâzı insanları kendilerine bağımlı kılarak Kılıçdaroğlu’nun adaylığına yönlendirmesi… Bunların hepsi özeleştiri yapılmayı hak eden konular. Fakat bunların hiçbirine dünkü kongrede dokunulmadı. 

Ruşen Çakır: Meselâ İsmail Saymaz açık açık, “Meral Hanım ittifaklı yürümeyeceğini açıkça söyleyecek” demişti. Dünkü konuşmada o açıklıkta bir şey görmedim. Meselâ “İstanbul’u ve başka yerleri HDP kazandırmış, bizim hiç payımız yokmuş. İyi o zaman ben de başarılarının devamını diliyorum” lâfını, “Belediyeleri bizsiz alın alabiliyorsanız” anlamında okudum, ama çok açık değildi. Şu andaki en önemli soru şu: Dokuz ay sonraki yerel seçimlerde, beş yıl önceki gibi, CHP ile İYİ Parti bir şekilde koordineli çalışacak mı? İttifak demeye korkuyorum, çünkü ittifak lâfı artık çok tehlikeli olmaya başladı. Bunun bir işâreti yok. HDP, Yeşil Sol çevreleri açık açık, ”Kazanamayacağımızı bilsek bile kendi adaylarımızı çıkartmalıyız” diyorlar. İYİ Parti’nin de benzer bir çizgiye gelip gelmeyeceği bayağı kritik bir şey olacak. Herhalde önümüzdeki en önemli soru bu. 

Burak Bilgehan Özpek: Ben dünkü kongrede öyle çok net bir tavır görmedim. Akşener’in sinirini, öfkesini çok net bir şekilde hepimiz gördük. Fakat dediğim gibi, bu sinir, ne geçmişte yaşananların bir analizi ya da bir özeleştirisi şeklinde kendisini ortaya koydu, ne de gelecekte yapılacaklar üzerine net ve somut bir yol haritası açıkladı. Dolayısıyla biz sâdece sinirli bir siyâsî lider gördük. Meral Hanım’ın geçmişe yönelik analizini dinleyemedik. Ya da gelecekte nasıl ilerleyeceğini de bilmiyoruz. O yüzden ben meselâ İYİ Parti-CHP arasındaki ittifâkın koptuğu yönündeki yorumlara katılmıyorum açıkçası. Akşener, Türk siyâsî târihinin en öfkeli ve köprüleri en fazla yakan konuşmasını 3 Mart’ta yaptı. Fakat 6 Mart’ta Altılı Masa’ya geri döndü. Dolayısıyla, bence orada başka aktörler devreye giriyor ve bir anlamda, başka aktörlerin tesis ettiği bir ittifak oluşuyor.

Ben bir aydır bu işin peşindeyim. Yani sâdece İYİ Parti için değil HDP için de. Selahattin Demirtaş’ın açıklamalarını biliyoruz. Anlıyoruz ki bu işin mîmârı Demirtaş değil. Eğer doğru söylüyorsa, Kılıçdaroğlu adaylığının fikrini ortaya çıkartan, savunan, destekleyen ve bu işin bayraktarlığını yapan kişi Demirtaş değil. İYİ Parti’de de Akşener değil. 3 Mart’ta bunu da anladık. Yani bu, Akşener’in inandığı bir proje değil. Dolayısıyla başka aktörler var burada ve bu başka aktörler, “Kılıçdaroğlu adaylık endüstrisi” dediğimiz endüstrinin bir parçası ve başka bağımlılık ilişkileri içerisinde olmalılar. Bu bağımlılık ilişkileri de, bence kolay kolay bu ittifâkın bozulmasına, özellikle İYİ Parti ve CHP arasındaki ittifâkın bozulmasına izin vermeyecek. Meselâ İYİ Parti’nin Ankara listelerine baktığınızda, Adnan Bekar, Yüksel Aslan gibi, Mansur Yavaş’a çok yakın isimleri görüyorsunuz orada. Bu insanlar Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde Mansur Yavaş’ın çevresinde olan insanlar. Şimdi Mansur Yavaş’ın tekrar aday olması ve kazanması, bu insanların temsil ettiği birçok çıkar grubu için çok önemli. Dolayısıyla Ankara’da İYİ Parti’nin “Seçime bağımsız giriyorum” demesi çok zor. Çünkü bu ittifak projesini destekleyen kişileri milletvekili yaptı.

İstanbul’da da, bu ittifâkın devamını isteyecek, sürekli olarak Halk TV stüdyolarında arz-ı endam eden, sürekli olarak çeşitli İstanbul sermâye çıkar gruplarıyla ilişkili olan kişiler de, İYİ Parti Genel İdare Kurulu’nda ve bâzıları milletvekili. Bu durumda Meral Hanım’ın öfkesi bir yol haritasına dönüşmüyor. Sâdece öfkeli ve sinirli bir siyâsî lider olarak, ne yakın geleceği ne yakın geçmişi konuşabilen, bunun yerine 2019 seçimlerine referans veren, 2018’de 15 milletvekili transferi meselesine referans veren bir konuşma izliyoruz. O yüzden, ben bu iki parti arasındaki ittifâkın biteceği, bitmiş olduğu, artık köprülerin yakıldığı yorumlarına hakîkaten katılmıyorum. Çünkü orada bu irâdenin dışında başka aktörler var. Akşener’in her sert konuşmasından sonra soluğu Cumhuriyet Halk Partisi’nde alan ve İYİ Parti’nin muhtemel pozisyonu hakkında temînat veren insanların var olduğuna da eminim açıkçası. 

Ruşen Çakır: O üçüncü şahısları, görünmeyen ya da bilinmeyen şahısları ya da kurumları bir kenara bırakıp, görüldüğü haliyle bakacak olursak: Yanılmıyorsam perşembe günüydü, Ekrem İmamoğlu bir sunum yaptı ve sonrasında biz gazetecilerle bayağı kapsamlı bir soru-cevap bölümü yaptı. Bayağı hazırlıklıydı. O toplantıda, “Yeni bir ittifak mîmârîsi” diye bir şey söyledi. Her halükârda Altılı Masa deneyiminin bir fiyasko olduğunda –adını böyle söylemese de– herkes hemfikir. Senin de söylediğin gibi, İYİ Parti ile CHP’nin yerel seçimlerde birlikte hareket etme ihtimâli bir şekilde hep var. Bir de realist olarak bakıldığı zaman, İYİ Parti’nin büyükşehirlerde kazanma ihtimâli, meselâ Mersin’de bir ara var gibiydi olmadı, onun dışında yok. Dolayısıyla böyle bir şey mümkün. O zaman önümüzdeki dönemde İYİ Parti-CHP ilişkisinde yeni tarz bir ittifak mîmârîsi görebilir miyiz? Çünkü geçen dönemdeki ilişki, diğer dört partinin dâhil olmasıyla berâber, ikili bir ilişki olmadı. Yani dört partinin vesâyeti altındaki bir ilişki oldu. Ama şu hâliyle, önümüzdeki dönemde CHP ve İYİ Parti’nin, birlikte yeni bir ittifak mîmârîsi inşâsı mümkün mü ve gerekli mi? 

Burak Bilgehan Özpek: Seçimi kazanmak için ittifak yapmanın yeterli olduğunu düşündük şu âna kadar. Seçimi ittifaklar değil, oy almak kazandırıyor. İttifâkın karakteri de sizin alacağınız oyu belirliyor. Bizim bu seçimden çıkardığımız en büyük sonuç bu. Yani ittifak yapıldığı anda, kendiliğinden bir seçim kazanılmıyor. Hani Altılı Masa için “çeşitlilik, farklılık, birçok farklı kesimi bir araya getiren” diye anlatılıyordu ya? Bu, Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin ya da Avrupa Birliği Çokkültürlülük Komisyonu’nun takdir edebileceği bir şey olabilir. Ama siyâset böyle işlemiyor. Seçimleri oy alarak kazanıyorsunuz. İttifak kurmanın amacı da zaten oy almak. Ama her ittifak oy artıracak anlamına gelmiyor. İttifâkın doğası ve karakteri o bakımından çok önemli bir hal alıyor. İYİ Parti’nin Cumhuriyet Halk Partisi’yle kurabileceği ilişki üzerine düşünmek lâzım. Eşitler arası bir ilişki kurmak, haysiyetli bir ilişki kurmak çok önemli. Fakat bu gerçekten mümkün olabilecek mi? Bu, biraz önce söylediğim o üçüncü kişiler meselesi aslında biraz bununla alâkalı. Çünkü 2019 seçimlerinden sonra 11 Büyükşehir Belediyesi kazanıldı biliyorsunuz. 

Fakat bu 11 Büyükşehir Belediyesi, her iki parti genel başkanına aynı oranda sadâkat göstermedi. Yani İYİ Parti Genel Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanına gösterdikleri sadâkat, birbirinin aynısı değildi. 11 tâne büyükşehir belediye başkanı, Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanına sadâkat gösterdi. Dolayısıyla o sadâkat, yani belediye kaynaklarının Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi tarafından tâyin edilmesi ve bunun da siyâsî amaçlar doğrultusunda kullanılması, her ne kadar Altılı Masa’ya eşit olarak otursalar da, İYİ Parti’yi CHP’nin bir anlamda yancısı gibi bir duruma düşürüyor. Parti hamle yapamıyor ve karakter gösteremiyor. Çünkü parti içerisindeki isimler, bu belediye kaynaklarıyla çok haşır neşir oluyorlar siyâsetin doğası gereği. O yüzden ortak bir belediye başkanlığı meselesi, aslında İYİ Parti Masa’ya her ne kadar daha onurlu, daha eşit şartlarda oturduğunu düşünse de, kaçınılmaz olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin lehine gerçekleşecek sonuçlar üretecek gibi geliyor bana. Yani hukukî olarak eşit şartlarda masaya oturmanın gerçek dünyada pek bir karşılığı yok. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi’nin çok kuvvetli bir medyası var. Dediğim gibi, belediye başkanları CHP Genel Merkezi’ne çok sâdık. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi, hem maddî kaynakları hem de medya gücünü, herhangi bir süreci kendi lehine geliştirmek için yorumlayabilir, yorumladı da. Altılı Masa biraz öyle bir şey. O yüzden İYİ Parti bu süreçten, “Daha fazla şey almalıyız ya da pazarlığı daha sert yapmalıyız. Sorun Masa’da değil. Sorun ittifâkın kendisinde de değil” şeklinde bir sonuç çıkardıysa büyük yanlış yapıyor bence.

Ruşen Çakır: Olayın bir diğer boyutu da şu: CHP kanadında da İYİ Parti’ye yönelik, “Seçim kaybedildi, çünkü…” diye başlayan cümlelerde, dört partinin etkili olamadığı, İYİ Parti’nin gönülsüz olduğu, Kılıçdaroğlu’na yeterince oy getirmediği argümanı var ve mesâfe konulması yolundaki yaklaşımların CHP’de de bayağı dillendirildiğini görüyoruz. Daha önceki süreçte, bahsettiğin medya ve çevreleri 3 Mart’a kadar İYİ Parti’ye hiç dokunmadılar Ama 3 Mart’tan sonra çok sert bir şekilde yüklendiler. Ben izleyicilerden, tâkipçilerden görüyorum: Şimdi bâzı CHP’liler, İYİ Parti ve Meral Akşener’in adını bile duymak istemiyor. 

Burak Bilgehan Özpek: Seçimlerin kaybedilmesinin sebebi Meral Akşener değil. “Kılıçdaroğlu anketlerde %60 alıyordu ve 3 Mart’tan sonra %40’a düştü” gibi bir durum söz konusu değil. Birçok ciddî ankette Kılıçdaroğlu’nun ismi sorulduğu zaman, Tayyip Erdoğan’ın arkasında çıktığı gözüküyordu. Hattâ bilinen ve îtibarlı anketçiler bunu gizlemek için bir yerden sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun ismini sormayı bıraktılar, daha yüksek çıksın diye doğrudan “muhâlefetin adayı” şeklinde sormaya başladılar. Şunu kabul etmeliyiz: Mevcut adaylar arasında en az popülariteye sâhip olan ve mevcut adaylar arasında en fazla toplum kesimini irrite etme potansiyeline sâhip olan adayı seçtik biz. Dolayısıyla o projenin kendisini de meşrûlaştırmak için, daha post-Kemalist bir ajanda ve söylem benimsedik. Cumhuriyet’in değerlerini vurgulamayı ihmal ettik. Yani aslında düz muhâlif seçmene kendisini çok kötü hissettirdik. HDP ile olan işbirliğini çok doğru organize edemedik ve bunu doğru organize edemediğimiz için de, milliyetçi ve sağ seçmeni can havliyle öteki tarafa ittik. Bizim sorunlu mîmârîmiz aslında biraz böyle bir şey. Hani hep söylüyorum ya ben: “Gültekin Uysal’ın %0,01 oyla iki sandalye aldığı kabineden, HDP’nin hiçbir şey beklemeden %10’luk desteğini Kılıçdaroğlu’na seferber etmesini halka anlatamayız. Bu çok sorunlu bir ittifak yapısı. İnsanlar aptal değil.

Burada iki ihtimal var: Ya HDP ile başka bir diyalog mekanizması gelişti, başka bir anlaşma var — ki olabilir. Yani Cumhuriyet Halk Partisi’nin söylemi HDP’yi meşrû bir aktör olarak kabul etmek değilse, bunu yapmalıydı bence. Toplumun önünde bunu daha açık konuşmalıydı. Veyâhut Kılıçdaroğlu peygamber gibi bir insan, Demokrat Parti’nin Meclis’e girmesi için bütün kaynaklarını seferber ediyor. HDP de bir hayır kurumu, kendi siyâsî geleceğini düşünmüyor; onların da büyük bir tutkuyla Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklediğini görüyoruz. Bu ikinci ihtimal çok mantıklı değil. O yüzden çok hatâlı tasarlanmış bir muhâlefet mîmârîsi ile muhâtap olduk. Bu muhâlefet mîmârîsi seçimi kaybettirdi. 

Yeni mîmârî meselesine gelince: Meral Akşener’in ismini duyunca yüzü ekşiyen CHP’lileri anlıyorum. Ama bu yüz ekşimesi onları yeni bir ittifak mîmârîsi üzerinde düşünmeye de itmeli. Daha otonom, daha özerk, siyâset yapma alanı daha geniş, kendi müstakil parti kimliğini daha iyi muhâfaza eden bir İYİ Parti ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin, dönemsel olarak pragmatik bir işbirliğine girmesi, HDP seçmeninin de, bu işbirliği içerisinde olabildiğince bu iki parti müzâkeresinden çıkan adaya destek vermesi seçimleri kazandırabilir. Fakat Cumhuriyet Halk Partisi, Kılıçdaroğlu’nun adaylık sürecinde, İYİ Parti’ye pek bir alan tanımadı. Yani İYİ Parti’nin, muhâlefetin adayının belirlenme sürecinde hiçbir sözü olmadı. Eğer sözü olabilseydi, muhtemelen Kılıçdaroğlu yerine Ekrem İmamoğlu veya Mansur Yavaş seçilecekti. Böyle olunca da birbirini zehirleyen bir ittifak ortaya çıkıyor. Yani HDP’nin İYİ Parti’yi, İYİ Parti’nin CHP’yi zehirlediği, aslında ittifak olmayan, %25 oyu olan bir partinin, büyük bir ittifak hikâyesinin arkasına sığınarak, kendi genel merkezinden aldığı kararları dayattığı bir mekanizma ortaya çıkıyor. Sâdece CHP’lilerin değil, İYİ Parti’lilerin, HDP’lilerin de yüzü ekşiyor. O yüzden bunun üzerine düşünmek lâzım. 

Ruşen Çakır: Peki son olarak; İYİ Parti’nin kendisine bağımsız bir şekilde bakacak olursak: Listede Oktay Vural dışında yeni, sürpriz bir isim yok. Müsavat Dervişoğlu ve Koray Aydın Grup Başkanı ve Grup Başkanvekili oldukları için yönetime girmemişlerdi. Onun dışında daha merkezde gibi görülen isimlerden de vardı. Ama listeye baktığım zaman, “Şu ağırlıklı, bu ağırlıklı” diyebileceğim bir liste değildi. Dün yaptığım yayında da söyledim: Akşener’in konuşmasının ana iskeletine baktığım zaman, o orijinal metinde, eklemeler yapılmamış metinde 80 kere “millet” kelimesini söylüyor, ama bir kere bile “devlet” lâfı yok. Halbuki Akşener eski konuşmalarında sıkça “devlet” kelimesini kullanırdı biliyorsun. Bu bana, o hep söylediğimiz merkez sağ partisi arayışını gündeme getiriyor. Ama hâlâ şuna çok emin değilim. İYİ Parti’nin ikinci bir MHP mi olacağı, yoksa ikinci bir Doğru Yol Partisi mi olacağı tartışmalarının dışında, açıkçası Meral Akşener dışında bu partide bir şey yok. Tabiî ki milletvekilleri, örgütü var. Ama baktığımız zaman, belki bir Bilge Yılmaz –ki onu da ne İYİ Parti ne Kılıçdaroğlu ve ittifâkın kendisi iyi değerlendirebildi–, onun dışında nasıl bir vizyon var, nereye gidecek? Açıkçası bunu göremiyorum. 

Meselâ bir ara, ilk kurulduğunda, beş yıl önceki seçimden îtibâren, merkez sağdan CHP’ye giden oyları da aldı. Ya da, 3 Mart’ta Akşener’e tepki gösterip partiden ayrılan isimlerin o tür isimler olduğu söylendi. Şu hâliyle baktığım zaman, İYİ Parti’de “Bir merkez olmak istiyor” ya da “Şu olacak” gibi bir perspektif göremiyorum. Geçenlerde Yavuz Ağıralioğlu ile bir yayın yaptım. O bile merkez olma iddiasını dillendiriyor. İYİ Parti’nin merkezden uzaklaşmasına o kadar katkısı olmuş birisi olarak, şimdi merkezîliği tasavvur eden bir parti kurmaktan bahsediyor. Bunların bir anlamı var mı sence? İYİ Parti’nin önünde bu ideolojik, politik perspektifi görüyor musun? Ya da bir şey görüyor musun?

Burak Bilgehan Özpek: “Merkez sağ” kavramı üzerine belki çok ezbere konuşuyoruz. Çünkü insanların merkez sağdan anladığı, birbirinden farklı şeyler. Meselâ Ali Babacan’ın merkez sağdan anladığı şey çok farklı. Gerçekte olan, Türkiye bağlamında konuştuğumuz merkez sağ çok farklı; daha sol bir perspektiften bakıyorsanız, görmek istediğiniz merkez sağ daha farklı. Dolayısıyla, Türk aydını için “Merkez sağ nedir?” sorusunun verilmiş bir cevâbı yok aslında. Merkez sağı tanımlamak için, özellikle Türkiye bağlamında, Ferruh Bozbeyli’nin formüle ettiği çerçeveden ilerlemek gerektiğini düşünüyorum. Merkez sağ milliyetçilikle çatışmak zorunda olan bir kavram değil. Yani merkez sağ milliyetçiliği içerir, milliyetçilikle çatışmaz. Merkez sağ milliyetçi söylemlerle ilerlemez, hayâtın her alanını milliyetçi ve güvenlikçi bir perspektiften ele almaz. Ama bu, milliyetçiliği dışlayacağı ve milliyetçilikle çatışacağı anlamına gelmez. Hattâ merkez sağ partiler, genel îtibâriyle milliyetçiliğin doğru temsiline odaklanırlar. Yani bugün baktığımız zaman, milliyetçiliğin ekonomik kalkınmaya kanalize olması, milliyetçiliğin dünyada daha îtibarlı bir ulus olarak arz-ı endam etmemizi emrettiğini düşünmek, merkez sağın milliyetçi söylemi daha iyi temsil etme iddiasından kaynaklanıyor. O yüzden, İYİ Parti’yi, bu merkez sağcılarla milliyetçiler arasındaki ayrım üzerinden okumayı biraz yüzeysel görüyorum. Çünkü siz merkez sağ parti olarak Ali Babacan’ın DEVA Partisi’ni kabul ederseniz, evet, İYİ Parti merkez sağ bir parti değil. Ama Ali Babacan’ın merkez sağ partisinin, Türkiye geleneğindeki merkez sağ partilerle bir alâkası yok. Cumhuriyet’in temel değerleriyle çatışarak merkez sağ parti olamazsınız. Demirel de çatışmadı, Özal da çatışmadı.

Ruşen Çakır: Peki, o zaman şu anda İYİ Parti’de bir yörünge, bir omurga var mı? Yoksa her şeyin bir şekilde olduğu, konjonktüre göre değişen bir parti mi söz konusu?  

Burak Bilgehan Özpek: Ben Tanıl Bora’nın yazdığı “Merkez sağ” makalesine tamâmen katılıyorum. İYİ Parti’de ciddî anlamda Türkiye bağlamında bir merkez sağ kimlik var. Çünkü iki sene boyunca, hakîkaten tek bir grup konuşmasında PKK ve HDP vurgusu yaptı. Onun dışında, ekonomi, dış politika, millî eğitim, tarım, yani pratik hayâtımızı etkileyen birçok konuda bir şeyler söylemeye çalıştı Akşener. “İkinci MHP” dediğiniz zaman hakîkaten büyük haksızlık yapmış oluyorsunuz. Çünkü Devlet Bahçeli sürekli olarak güvenlikten bahsediyor, sürekli olarak milliyetçilik üzerinden ilerliyor. İzleyiciler hatırlayacaktır: Katar’da bir robot fuarı var. Devlet Bahçeli bir robotun bile Türkiye’nin güvenliği açısından bir sorun olduğunu söylemişti.

Ruşen Çakır: Erdoğan’ın eli rahat. Sâkin sâkin her istediğini elde etti. Şimdi Anayasa değişikliği yapacak. LGBTİ meselesi, başörtüsü meselesi gibi birtakım sorunlarla ilgili, muhâlefeti ayartabileceği üzerine birtakım beklentiler var. Meclis’te istediği yasayı geçirebiliyor, ama önümüzdeki dönemde Anayasa değişikliği için Gelecek, DEVA, Saadet ve hattâ İYİ Parti’yi ayartabileceği, bâzı durumlarda “millî hassâsiyetler” gerekçesiyle Millet İttifakı’nda yer alan bâzı partilerin iktidarla birlikte hareket edebileceği yolunda sözler, beklentiler var. Beklentiler derken, bunu istemeyenlerin kötümser yorumları var. İYİ Parti böyle bir şey yapabilir mi? Öyle bir işâret görüyor musun? Yani, önümüzdeki dönemde, şu ya da bu gerekçeyle, iktidarla aynı dalga boyunda anlık birtakım kararlarda iktidârın yanında yer alması söz konusu olur mu?

Burak Bilgehan Özpek: CHP ile olan ilişkideki durum burada da geçerli. Biraz önceki cevâbımın kaldığı yer burası. Yani İYİ Parti’deki çatışmayı, muhâfazakâr, milliyetçi, merkez sağ gibi ideolojik eksenden okumak yerine, müstakil bir parti kimliğine sâhip çıkmak isteyenlerle, partiyi ve partinin potansiyelini kendi çıkarları için kullanmak isteyenler arasında bir çatışma olarak okumak daha mümkün. Müstakil bir parti, bu bahsettiğiniz konuların her birine kendi müstakil programı çerçevesinde cevap verir. Yani bir yörünge belirler ve oradan ilerler. Ama eğer parti potansiyelini ya da partinin siyâsette kapladığı alanı kişisel çıkara tahvil etmek isteyenler varsa –ki aslında bana sorarsanız, geçtiğimiz süreçte bu oldu; İYİ Parti çok radikal bir değişiklik yapmayarak, ileriye dönük de çok sağlam sinyaller vermiyor– parti özerkliğinin ihlâl edilebileceği bir döneme giriyoruz. Yani Akşener burada hamle yapmakta ve parti özerkliğini korumakta zorlanır. Bu özerkliği CHP’ye karşı da koruyamayabilir, AKP’ye karşı da koruyamayabilir. Çünkü çeşitli bağımlılık mekanizmalarıyla İYİ Parti’nin paralize olabildiği görüldü. Yani dışarıdan müdâhalelere açık.  

Yıllar önce, Ümit Cizre’nin, Türkiye’de merkez siyâsetin niçin çöktüğüyle ilgili bir makalesini okumuştum. Çok da iyi bir makaleydi. Meselâ 90’lar merkez sağının en büyük baş belâsı da, ordunun müdâhalesine karşı kendi otonom alanını koruyamamaktı. Otonom alanını koruyamadığı andan îtibâren, siyâsetin ağırlığı maalesef marjinal gruplara kayıyor. O yüzden, buradaki mesele hakîkaten yüzeysel bir ideolojik karşıtlık üzerinden okunmamalı. İYİ Parti otonomisini koruyabilecek kadrolarla mı ilerliyor, yoksa geçtiğimiz süreçte olduğu gibi, kriz ânında çözülen ve genel başkanını hamle yapamaz hâle getiren kadrolar devam mı edecek? Ben ikincisinin olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Akşener’in liste meselesindeki şikâyeti de onun işâretini veriyordu zâten. Yani bir genel başkan bir liste yapıyor ve üstelik liste delinmedi, sonra gördük bunu. Ama buna rağmen, orada kamuoyunun önünde, kendi parti delegelerini ve parti yöneticilerini ya da yönetici adaylarını halka şikâyet etti. Bu, ciddî bir arıza potansiyelini gösteriyor herhalde.

Burak Bilgehan Özpek: Evet. Hattâ listedeki önemli isimlerin, Genel Merkez’e yakın olduğunu bildiğimiz isimlerin de çok az oy aldığını görüyoruz. Yani ortada ciddî anlamda bir partileşme sıkıntısı var. Merkez parti mi, milliyetçi parti mi, demokrat parti mi tartışması hakîkaten tâli bir tartışma şu aşamada. Burada müstakil bir siyâsî parti olarak var olup olmayacağı muallak olan bir parti var aslında, bunu söylemek gerekiyor. Bu müstakillik korunduğu takdirde, İYİ Parti, AKP’nin de CHP’nin de taarruzlarına karşı kendisini koruyabilir. Fakat bunu kaybettiği anda –dediğim gibi son kongre bu konuda bana çok ümit vermedi– CHP tarafından da, AK Parti tarafından da ihlâl edilebilir ve iyice zayıflama tehlikesi yaşar. 90’ların merkez partileri bu şekilde zayıfladılar. Onları tâciz eden ordu gibi bir faktör vardı. Şu anda CHP ve AKP gibi iki tâne faktör var. İYİ Parti buna direnebilecek mi bilmiyorum açıkçası.

Ruşen Çakır: Evet, burada noktayı koyalım. İYİ Parti gerçekten zor bir durumda diyelim. Bir kere seçimden yenik çıktı. İstediği cumhurbaşkanını seçtiremedi. İstediği oyu alamadı. MHP’nin gerisinde kaldı. Partiden ayrılanlar oldu. Şu hâliyle baktığımız zaman, Kongre… Tabiî her kongre bir yenilenme, ama Akşener’in partiden şikâyetleri de göz önüne alınırsa, önümüzdeki dönem zor geçecek. 

Bir de, başta söylediğimiz gibi ciddî siyâsî bir yorgunluk var — özellikle muhâlefet tabanında. Ve tahmin ediyorum. İYİ Parti’nin tabanında ve kadrolarında da bir ölçüde var. Biz bu siyâseti niye yapacağız? Daha önce seçim vardı. Seçimi alıp iktidâra gelecek, Türkiye’yi yeniden yapılandıracaktı. Şimdi sâdece belediye seçimi var. Belediye seçimi de bir yere kadar. Meselâ İYİ Parti için belediye seçimi, CHP için olduğu kadar hayâtî olmayabiliyor. Beş yıl beklemek bayağı sabır gerektiren bir iş ve bayağı bir zorlanacak herhalde.

Burak Bilgehan Özpek: Çok doğru Ruşen Abi.

Ruşen Çakır: Evet, yayını burada noktalıyoruz. Burak Bilgehan Özpek’e çok teşekkür ediyoruz. Kendisiyle İYİ Parti’yi değerlendirdik. Güzel bir yayın oldu. İzleyicilerimize de teşekkürler, iyi pazarlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.