Yepyeni fikirler bulmak lazım

Erdoğan’ın gündeminde Avrupa Birliği üyeliği, Kılıçdaroğlu’nun gündeminde erken seçim var. Bu konularla mı meşgul olmalıyız yoksa farklı bir şeyler mi yapmalıyız? Yepyeni fikirler ve hikayeler bulmamız, bunları anlatmamız gerekiyor…

Ruşen Çakır yorumluyor. Keyifli seyirler.

Hazırlayan: Cenk Narin

Ruşen Çakır: Merhaba iyi günler, iyi haftalar. Bu, bir tür iç dökme yayını olacak, şimdiden söyleyeyim. Konuşacak çok şey var ama bir yerden sonra insan, seçim sonrası yaşanan genel atmosferle “Belki de hiçbir şey konuşmamak daha iyidir” diye düşünüyor. Ben biliyorsunuz, siyaset konuşan birisiyim, daha çok siyaseti ele alıyorum ve burada da, Medyascope’ta da tam 8 yıldır arada bonus olarak, kültür, tarih, sohbetleri yaptığım da oluyor ama esas olarak siyaset konuşuyorum ve her hafta da özellikle pazartesi günleri sizlerle bir konuyu tartışmayı tercih ediyorum. 

Bu pazartesi baktım, siyasi olarak konuşulacak ne var? Mesela, Cumhurbaşkanı Erdoğan demiş ki, “Siz Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde önünü açın. Biz de İsveç’in NATO’da önünü açalım”. Şimdi “Avrupa Birliği’nde önünün açılması” diye bir mesele Türkiye’nin gündeminde var mı, yok. Bu tamamen bir retorik, bir siyasi polemik olarak dile getirilmiş bir şey ve Türkiye maalesef hızla girdiği Avrupa Birliği sürecinde, özellikle AKP’nin ilk yıllarında bayağı bir mesafe kat edilmişken hem Erdoğan iktidarının, hem de Avrupa’nın gayretleriyle bunun tamamen dışına itildi. Bunun üzerine konuşulacak bir şey kalmış değil. Önünü Avrupa açmaz, Türkiye de zaten önü açılsa oradan gitmez. Sonuçta bunun üzerine konuşacak bir şey yok. Ya da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na sormuşlar. O da soruya cevaben demiş ki, “Türkiye her an erken seçime gidebilir. Biz de bu nedenle her an hazır olmalıyız” demiş. Göstere göstere yaşanan bir seçimde ne kadar hazır olduğu belli olan bir muhalefet varken bu psikolojik atmosferde, neden olacağını bilmediğim, bilmediğimiz bir erken seçime hazır olması gibi afaki bir şeyle mi meşgul olacağız, olmayacağız tabii. 

O zaman ne yapmak gerekiyor? Yepyeni şeyler bulmamız, yepyeni fikirler bulmamız, yepyeni hikayeler bulmamız ve bunları anlatmamız gerekiyor. Geçen hafta sohbet ettiğim bir dostumdan aldım bu yayının ilhamını. Aslında o “fikir” yerine “hikaye” demişti. Ama “hikaye”nin kullanımında çok yan anlamlar olduğu için “fikir” demeyi tercih ettim. “Hikaye” daha anlamlı olabilir belli açılardan bakıldığı zaman. Çünkü herkesin yaşadığı çok büyük bir yılgınlık var, buna bizler de, gazeteciler de dahiliz. Toplumu tüm kesimlerinde yaşanan, aslında iktidara oy verenlerde de yaşanan ama esas olarak muhalefete oy verenlerde yaşanan büyük bir yorulmuşluk hali var. Hemen ardından ekonomide gelen zamlar, vergi artırımları vs. ile beraber bu iyice katlanmış durumda. İnsanlar önünü göremiyor, önünü görme konusunda artık gayret bile etmiyor. Böyle bir acayip bir dönemden geçiyoruz ve burada açıkçası son seçim, son seçim sonrası yaşananlar ve yaşanmayanlar bize aslında bir yerden sonra iktidarla muhalefet arasında çok da büyük farklar olmadığını gösterdi. Gerek iktidarın, gerekse de muhalefetin en büyük derdinin kendi iktidar alanlarını muhafaza etmek olduğunu gösterdi ve bu anlamda baktığımız zaman kurumsal siyaset Türkiye’nin çok gerisinde, Türkiye toplumunun çok gerisinde seyrediyor. 

Bunu iktidar için de, Cumhur İttifakı için de bunu söylüyorum ama esas olarak muhalefete, Millet İttifakı ve Yeşil Sol Parti-HDP’nin toplamı olan muhalefete de söylüyorum. Toplumun hazır olduğu değişimleri hayata geçirme konusunda ciddi adımlar atamayan kurumsal bir siyaset, kurumsal bir muhalefet var. Ama sadece muhalefet değil, iktidar da böyle hepsini toplumun gerisinde olduğu, toplumun beklentilerini çok da fazla umursamadıkları, kendi gündemleri üzerinden gittikleri gerçeğiyle karşı karşıyayız. O zaman ne yapmak gerekir? O zaman işte, söylediğim dostumun sözleri, yeni hikayeler bulmak gerekir. “Nasıl?” diye sorduğumda çok basit anlattı. 

Renkler üzerinden anlattı. Türkiye beyaz ve siyah olarak ikiye bölünmüş durumda. Siz nerede bulunuyorsanız kendinize “beyaz” diyorsunuz, karşı tarafa “siyah” diyorsunuz ama bir safınız var. Kutuplaşmış bir Türkiye var ve bütün olaylar büyük ölçüde bu eksende cereyan ediyor. İşte bu siyah ve beyazın dışında başka renkleri hayata katabilmek gerekiyor. Kırmızıyı, yeşili, aklınıza ne gelirse. Bunun da aranacağı yer kurumsal siyaset değil. Esas olarak toplumun kendisi ve tabii ki toplumun bir anlamda örgütlü olan yapıları, sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri vs. Buralara bakarak bir şeyleri artık konuşabilmek, arayabilmek gerekiyor. Bunu nasıl yaparız? Açıkçası şu haliyle bakıldığı zaman özellikle seçim sonrasında çok büyük bir dinginlik var. Yaz tatili, bayram tatili de eklendi tabii buna. Çok büyük bir dinginlik var. Önümüzdeki mart ayında yapılacak olan yerel seçimlerin bir hareketlilik getirmesi bekleniyor ama onun da ne kadar olacağı şüpheli. Zaten yerel seçimleri de biz hâlâ bildiğiniz gibi, bildiğimiz gibi kurumsal siyaset üzerinden düşünüyoruz. Yani nedir? Ekrem İmamoğlu tekrar aday olacak mı? Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu’nu yeniden aday gösterir mi? AKP, kimi aday bulacak? Acaba cazip bir aday mı olur? Süleyman Soylu mu olur, Murat Kurum mu olur ya da bir başkası vesaire. Hep buralardan konuşuyoruz ya da diyoruz ki Yeşil Sol Parti aday çıkartır mı? İYİ Parti ittifak yapar mı? Ama bunun ötesinde toplumun yerel yönetimlere nasıl baktığı, yerel yönetimlerinden beklentileri vesaire bütün hepsi bizim gündemimizin gerisinde kalıyor. Artık belki de önümüzdeki dönemde bunu değiştirmek gerekecek. Biz gazeteciler için de ve özel olarak da Medyascope için de önemli olan artık o kurumsal siyasetin ne yaptığı, ne yapmak istediği ki, çoğunda açıkçası mantık bulmakta zorlanıyoruz, onlara mantıklar yüklemeye çalışıyoruz ama öngörülebilir bir iktidarımız ve öngörülebilir bir muhalefetimiz yok. 

Mesela son zam yağmurlarının ardından ya da yeni vergilerin ardından muhalefetten herhangi bir şekilde kurumsal muhalefeti kastediyorum, herhangi bir şekilde örgütlü, düzgün kapsayıcı, iktidarı rahatsız edici bir çıkış göremedik. Burada siyaset yapılamıyorsa, nerede yapılır? Böyle, doğrudan insanların hayatına bu kadar dokunan bir olayda pozisyon alınamıyorsa “Nasıl, ne yapacaklar?” sorusu akla geliyor. Ama öte yandan şuna da bakıyoruz ki, doğrudan bir günde ceplerindeki paranın değeri alabildiğine düşen orta sınıflıktan çıkıp yoksullaşan insanlar, yoksullar daha da yoksullaşıyor. Böyle bir ortamda bu insanlar da yaşadıkları bütün bu olumsuzluklara karşı bir harekete geçme, itiraz etme, bir şeyler yapma yerine, var olan giderek kötüleşen koşullarda ayakta kalabilmenin yollarını bireysel olarak aramakla uğraşıyorlar ve böyle bir durumla karşı karşıyayız. Yani şu haliyle bakıldığı zaman Türkiye tepeden tırnağa büyük bir yılgınlık ve teslimiyete kapılmış durumda. Benim gibi iyimser bilinen birisini bile bu noktaya getirmiş bir durum söz konusu ama iyimserlik burada işte devreye girebilir ve işte yepyeni fikirleri buralarda arayabiliriz. 

Benim normal şartlarda hayatta en başım sıkıştığında bir sorunu çözmekte zorlandığımda başvurduğum dostum Hakan Altınay, ki kendisi gerçekten çok sakin birisidir. En olmadık sorunların çıkış yollarını bana değişik örneklerde, hep yaşadık, göstermiş birisidir ve kendisi maalesef bir yılı aşkın süredir cezaevinde, Gezi davasında biliyorsunuz ve cuma günü de kendisini ziyaret ettim. Hakan, hâlâ o haliyle bile bize bir şeyler gösterebiliyor ve her şey bir yana bütün yaşadığı kötülüklere, safî kötülüklere karşı iyi niyetini muhafaza edebiliyor. O benim için çok öğretici birisidir. Kendisinden ilham aldığım birisidir ve onun o iyi niyetli yaklaşımını bir şekilde hayata taşımak gerekiyor ve burada işte yepyeni fikirler, yepyeni lafını hatırlayanlarınız olacaktır. Yerel seçimlerin, beş yıl önceki yerel seçimlerin ardından “Yepyeni Türkiye” diye bir şey söyledim. 

Ve Türkiye bunu yakalamıştı. Yerel seçimler bunun işaretiydi. Türkiye yepyeni bir ülke olabilecekti. Türkiye yeniden hukuk devletine, demokratikleşmeye, temel hak ve özgürlükleri olabildiğince sahip çıkan bir ülke olabilecekti. Ve burada yerel seçimde muhalefet yakaladığı o büyük fırsatı, göz göre göre, şimdi baktığımız zaman iyice bunu görüyoruz, göz göre göre tepti. 

“Yepyeni Türkiye” derken önce bir normalleşmeden bahsediyorduk. Ondan sonra da çağı yakalamaktan bahsediyorduk ve aslında baktığımız zaman yepyeni Türkiye’yi inşa edebilecek insanlar var ama bu insanların sayıları ülke içerisinde yaşayanların sayıları, her geçen gün azalıyor. Şu haliyle bakıldığı zaman, Batı ülkeleri başta olmak üzere yurtdışında yaşayan çok parlak beyinler var. Değişik alanlarda mesela temel birimlerde, sosyal bilimlerde, ekonomi alanında, tıpta, dünyanın değişik yerlerinde, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda her yerde… Mesela bilişim sektöründe çalışan çok sayıda insan hem Silikon Vadisi’nde ama aynı zamanda değişik Batı ülkelerinde bazen Körfez ülkelerinde, Doğu ülkelerinde de dağılmış insanlarımız var ve Medyascope deneyiminden biz biliyoruz, bu insanların önemli bir kısmı ülkelerini gerçekten dert ediniyorlar, ülkeleri için üzülüyorlar, kaygı duyuyorlar. Onların ülkeyi kaderine terk edip kaçtıkları şeklinde yapılan betimlemeler bence doğru değil. Büyük bir kısmının hâlâ aklı, kalbi, burada olan insanlar var. İşte bu kişilerin de dahil olacağı birtakım sivil platformlar oluşturularak, burada, buralarda yeni fikirlerin, yeni yaklaşımların ve bunların sonucunda da yeni toplumsal hareketlerin, yeni toplumsal örgütlenmelerin, sivil toplum örgütlenmelerinin hayata geçebilmesi gerekiyor. Türkiye’nin çıkışı artık buralarda. Büyük ölçüde buralarda ve bu hareketler geliştikçe bu fikirler yeşerdikçe herhangi bir kurumsal siyasi yapılanmaya takılmadan ne iktidarda, ne muhalefete takılmadan, tamamen sivil perspektifte, çoğulcu perspektifte geliştikçe kurumsal siyaset de belki kendisine çeki düzen verebilir. 

Şu haliyle bakıldığı zaman, mesela CHP içerisindeki tartışmalara bakıldığı zaman ortada aslında ciddi anlamda bir tartışmanın olmadığını ve tarafların hiçbirisinin gerçek anlamda yeni fikirler, yepyeni fikirler ve yepyeni bir Türkiye vizyonu sunmadığını görüyoruz. Ya da yeni kongresini yapmış olan İYİ Parti’de neyin değiştiği hâlâ belli değil. Ya da CHP listelerinden Meclis’e giren partilerin artık toplum tarafından hiçbir şekilde umursanmadığını görüyoruz. Varlıklarıyla yoklukları arasında çok bir fark yok. Bunun sorumlusu da kendileri. Bunun sorumlusu insanlar değil. Mesela, o partiler ilk ortaya çıktığı zaman çok büyük bir ilgi vardı, özellikle DEVA Partisi’ne karşı, özellikle gençlerde. Bu gençlerin ilgisini o kadar kısa süre içerisinde tüketebilmek gerçekten bir maharet işiydi. Bunu yapabildiler.

Türkiye’de çok büyük bir iktidarı değiştirme arzusu, beklentisi, inancı vardı ve bunu hayata geçirememek çok büyük bir mucize gerektiriyordu. Muhalefet bunu becerdi. Dolayısıyla artık esas olarak kurumsal siyasete değil, özellikle de kurumsal muhalefete değil, toplumun kendisine bakmak gerekiyor ve toplumun önünü açmak gerekiyor. Toplum, kendi önünü kendi açacak ve olabildiğince de bu kurumsal siyasi yapılara fazla bulaşmadan, onları kendi alanına sokmadan yoluna gitmeye çalışacak. Ortada mesela bir Boğaziçi direnişi örneği var hâlâ sürüyor. Onlar da tabii ki gözlerini seçimlere dikmişlerdi. Bir umut beklemişlerdi, gerçekleşmedi, beklentileri gerçekleşmedi. Ama buna rağmen direniş sürüyor. Tabii ki eskisinden daha buruk sürüyor ama sürüyor ve bunu siyasi partilere ihtiyaç duymadan başlatmışlardı. Şimdi de siyasi partilere ihtiyaç duymadan sürdürüyorlar ve gerek Boğaziçi olsun, gerek diğer bu türden sivil hareketler, mümkünse siyasi partilerin gölgesinden uzakta faaliyetlerini yürütmek istiyorlar. 

Evet, bu seçimler bize hiçbir şey öğretmediyse bunu öğretti. Toplum kendi bacağından asılıyor ve kendi yolunu da toplum kendisi çizecek. Başka bir yolu gözükmüyor. Bunun için de yepyeni fikirler, alabildiğine kutuplaşmış Türkiye gerçeğini reddeden, Türkiye’yi tekrar çoğulcu bir şekilde, herkesin bir arada yaşayabileceği şekilde tasavvur eden, insanların somut dertlerini, somut beklentilerini kendine dert edinen birtakım sivil inisiyatiflerin hayata geçmesi gerekiyor. Bu noktada iyimserim. Biz de, şahsen ben ama esas olarak, kurumsal olarak, Medyascope olarak da esas yeni dönemde, bu dönemde projektörlerimizi sivil alana yoğun bir şekilde yönelteceğiz. Tabii ki gazeteci olduğumuz için siyasetçileri görmemezlik edemeyiz, haberlerini yapmamazlık edemeyiz ama siyasetin gölgesinde bir gazetecilik, kurumsal siyasetin gölgesinde bir gazetecilik yapmak, hiç akıl kârı bir şey değil. 

Muhalefette yaşanan büyük fiyaskonun faturasını, muhalefetin önde gelen partileri ve önde gelen aktörleri hiçbir şekilde ödemiyorlar, farkındasınız. Çok da fazla ortada bir fatura olduğunu görmüyorlar. Ama toplumda çok sayıda insan, mesela bu yayını izleyenlerin büyük bir kısmının da öyle olduğunu düşünüyorum, bunun faturasını bizzat ödüyor. Bunun çilesini, bunun yükünü bizzat çekiyor. Böyle bir gerçeklik var. Artık bunun böyle daha fazla sürmemesi ve toplumun belli anlamlarda inisiyatifi alması kendi yağıyla kavrulması gerekiyor. Bunun için de yepyeni fikirler, yepyeni hikayelere ihtiyacımız var. Eminim ve umarım bunları hep birlikte bulacağız. Söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.