Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın konuğu Levent Gültekin: Siyasetten kaçış, kurtuluş mu?

14-28 Mayıs seçimlerinden sonra muhalefeti destekleyen yurttaşlarda büyük bir hayal kırıklığı ve umutsuzluk durumu görülüyor. Levent Gültekin, yurttaşların böyle bir ilgisizlik içinde olmasının mümkün olmadığını savunuyor.

Ruşen Çakır ve Levent Gültekin muhalefeti değerlendiriyor.

Keyifli seyirler!

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Levent Gültekin stüdyoda konuğumuz. Kendisiyle özellikle muhâlefet tabanında yaşanan, siyâsetten soğuma, siyâsetten kaçış, hayal kırıklığı ve umutsuzluğu konuşacağız. Hoş geldin Levent.

Levent Gültekin: Hoş bulduk, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Diken’deki son yazında bu konudan bahsettin ve “Türkiye gibi bir ülkede insanların ‘siyâsetle ilgilenmiyorum’ deme hakkı yok. Burası Norveç değil” diye belirttin. Önce bir durum tespiti yapalım. Bunu ben de görüyorum ve birçok yayında da söyledim. İnsanlarda, siyâsete karşı muazzam bir ilgisizlik var; umutsuzluk, yılgınlık ve önünü görememe var. Aslında olan bitene ses de çıkartılmıyor. Sen bunu nerelerde, nasıl gözlüyorsun?

Levent Gültekin: Tabiî bu çok anlaşılır bir şey. Seçim yenilgisi ve onun yarattığı travma, insanlarda ağır bir umutsuzluk ve karamsarlık duygusu yarattı. İnsanlar siyâsete olan ilgisini kaybetti. Sadece seçim yenilgisi de değil; seçimin ardından muhâlefetin o yenilgiyi yönetememesi, yenilginin sorumluluğunu üstlenmemesi, bir özeleştiride bulunmaması, muhâlif toplum kesimini derleyip toparlayacak bir yaklaşım ortaya koyamaması ve muhâlefetin kendi içindeki kısır tartışmalar, toplumu iyice siyâsetten uzaklaştırdı. “Burası Norveç değil” derken şunu kastettim: Türkiye’nin önünde bir sorun var; kuralların, denge-denetlemenin olmadığı bir “tek adam rejimi” yönetimi ve bu yönetimin ülkeyi sürüklediği bir istikamet var. Nedir o? En radikal, kaba hâliyle, bir “Ortadoğululaşma” endîşesi var. Çürüme, kurumlarını kaybetme –daha uç örnek olarak “Afganistanlaşma” da deniliyor–, giderek baskıcı ve otoriter bir dindarlık anlayışının yaygınlaşması da var. 

Buradan baktığımızda, bizim için siyâset aslında bir yaşam mücâdelesi. Bu ülkede ağız tadıyla yaşamak, çoluğumuza çocuğumuza doğru düzgün bir ülke bırakabilmek, demokrasinin, hukukun olduğu, hayat pahalılığının olmadığı, asgarî insânî bir düzeyde yaşamak için bir mücâdele vermemiz lâzım. Bunun yolu siyâsetten geçiyor. Fakat bunun önünde bir tıkanma var. Tıkanmanın bir ayağı iktidar, diğer ayağı da muhâlefet. Toplum bu ikisinin arasına sıkışıp kaldı şu anda; çıkış yok. Çünkü insanlar seçimden sonra şu duyguya geldiler: “Bunların hepsi aynıymış. Biri birinden daha dürüst, daha namuslu değil; ülke yarârını kendi çıkarının üstünde tutan değil. Biri birinden daha demokrat değil”. Meselâ en son Merdan Yanardağ meselesinde, İYİ Parti’nin aldığı tavrı gördüğümüzde, “MHP’den ne farkı varmış onların?” diyoruz. Merdan Yanardağ’ın konuşması içerik olarak bana göre de yanlış, zerre tasvip etmem. Ama sonuçta ne kadar da sevmesek, bu, ifâde özgürlüğü. İfâde özgürlüğü böyle bir şey. Hoşumuza gitmeyen sözlerin, görüşlerin ifâde edilebilmesidir. 

Ruşen Çakır: Ama Merdan Yanardağ meselesinin bir intikam olduğunu biliyorsun. 

Levent Gültekin: İntikam filan, ama sonuçta bize demokrasi getireceğini vaat eden bir partinin kampanyasıyla bir gazeteci tutuklandı.

Ruşen Çakır: Evet.

Levent Gültekin: İYİ Parti’nin savrulması ortada. CHP’deki kavganın içeriği ortada. Belki birazdan açarız o kavganın içeriğini de. Bir de, HDP’nin girdiği varoluşsal kriz var. Bence Kürt siyâset târihinin en büyük krizini yaşıyor HDP. Gidebileceği bir yol, topluma söyleyeceği bir sözü kalmadı, tıkanma var. Siyâset genel anlamda bir iflâs yaşıyor. Toplum kaderiyle baş başa kaldı.

Benim o yazıda söylediğim şuydu: Biz buna râzı olamayız, siyâsete kapıyı kapatamayız. Siyâset bizim için, Norveç’teki, Finlandiya’daki, Danimarka’daki gibi bir grubun ilgilendiği bir alan değil. Keşke öyle olsa. Keşke toplum siyâsetten uzak dursa; sanatla, edebiyatla ilgilense; felsefeye baksa; çocuğuyla, geleceğiyle, işiyle, ürettiğiyle, bu ülkeye kattığı değerle ilgilense tamam. Ama biz burada hayat mücâdelesi veriyoruz. Buranın demokrasisi olacak mı olmayacak mı? Burada bir hukuk devleti olacak mı olmayacak mı? Burada Cumhuriyet değerleri dediğimiz, yani baskıcı din anlayışının olmadığı, daha özgürlükçü bir devlet yapısı kalacak mı kalmayacak mı? Burada, kendi ülkemizde mülteci durumuna düşmeden yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak mıyız? Bu, 85 milyonu ilgilendiren bir durum. AK Partili de olsa ilgilendiriyor, CHP’li de. Bu ülkeye sâhip çıkmanın yolu siyâsete açık olmaktır. 

Okurlardan gelen yorumlara dikkat ettim, çok da üzüldüm. Çok üzüntü verici yorumlar da aldım, olumlu yorumlar da aldım. Meselâ, “Siyâsetten vazgeçmiştim, uzak duruyordum, ama bu yazıdan sonra haklısınız, uzak durarak kendimize kötülük ediyoruz” diyen birçok insan da vardı. “Babamın öldüğü yaşa 4 yılım kaldı. 4 yıl sonra muhtemelen ben de ölürüm. Canı cehenneme bu ülkenin” diyen, böyle kopmuş insanlar da var. 

Ama şöyle düşünelim: 1920’li yıllarda Mustafa Kemal ve arkadaşları da bugün bizim gibi yılgınlığa düşmüş olsaydı, belki bugün böyle bir ülke yoktu. O günün şartları bugünün şartlarından 100 kat daha ağırdı. İşgal vardı, kuru ekmek bile yoktu. Eğitimli bir toplum yoktu, kadro yoktu, yetişmiş insan yoktu. Üstüne, bir de masada Sevr vardı; karşında bütün dünya devletleri vardı. Buna rağmen bir adam kalkmış gitmiş, Erzurum’da, Amasya’da Samsun’da örgütlemiş, Kurtuluş Savaşı vermiş ve Türkiye’yi çıkarmış. Şimdi biz, ülkemizin Ortadoğu ülkesine dönüştüğünü söylüyoruz, “Afganistanlaşma riski var” diyoruz — ki görüyoruz zâten. Festivaller, konserler iptal ediliyor. Çağdışı düşünceler taşıyan küçük bir azınlık grup, muhâlif kesimdeki bu yılgınlıktan, bu umutsuzluktan cesârete kapılıyor ve sesleri daha çok çıkar hâle geliyor. “Vay! Arda Güler’in haç takması Müslümanlığa aykırıdır” ya da kız çocuklarının okuyup okumaması gibi ipe sapa gelmez, çağdışı konuşmalar gündem oluyor. Biz bunları tartışıyoruz. Bir ülke kapkaranlık bir kuyuya doğru giderken, bu ülkenin herhangi bir vatandaşı, “Beni ilgilendirmez” diyemez.  

Ruşen Çakır: Ama burada temel sorun şu: Ben dün “Yepyeni fikirler bulmak lâzım” başlığıyla bir yayın yaptım. Orada şunu söylemeye çalıştım: İnsanlar kurumsal siyâsetten illallah dedi. Senin de anlattığın gibi, partilere… Partiler olmadan sivil toplumda siyâset yapmanın yolu çok ciddî bir baskı altında. Sen “Siyâsetten uzak kalmamalıyız” diyorsun; ama ne demek istiyorsun? Meselâ, “Zorlayın, CHP’de bir şeyler yapın” mı diyorsun?

Levent Gültekin: Şunu diyorum aslında: Siyâsetle ilgilenmek demek, Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanında durmak, Ekrem İmamoğlu’nun elemanı pozisyonuna dönüşmek, Meral Akşener’in askeri olmak ya da şakşakçısına dönüşmek değil. Siyâsetle ilgilenmek demek, ülkesine sâhip çıkma duygusunu taşımak demektir. Siyâsetle ilgilenmek demek, nasıl bir ülke hayal ediyorsa, o hayâlinin peşinde koşmak demektir. Nedir o hayal? Sağlıklı bir demokrasinin, bağımsız yargının olduğu, liyâkatin temel esas olduğu, insanların inancına, mezhebine, yaşam tarzına, giyimine, tercihine kimsenin karışmadığı, ortalama bir demokratik medenî dünyanın parçası olduğu bir ülke hayâli. Bu ülke hayâlinin önünde kim duruyorsa –bu Kemal Kılıçdaroğlu da olabilir, Meral Akşener de olabilir–, bunlara karşı sesimizi yükseltmemiz lâzım. Eğer biz sesimizi yükseltmezsek, îtiraz etmezsek… 

Siyâset ne yazık ki küçük bir kasaba tüccarının elindeki bir meşgaleye dönüştü. Buna muhâlefet partileri de dâhil. Şu anda bir çetenin elinde Türk siyaseti. Muhalefetiyle iktidarıyla beraber bir çete var orada. Kendi çıkarını ülkenin yarârının üstünde tutan; kendi pozisyonunu, kendi makamını, kendi hesâbını “Ben ülkeye ne katarım?” duygusunun önünde tutan bir çete var her partide. Şimdi biz halkız, 85 milyonuz. Dönüp onlara, “Siz kimin kaderiyle oynuyorsunuz?” diyebilecek duygumuzun olması lâzım. 

Ruşen Çakır: Peki bunun mecrâsı neresi?

Levent Gültekin: Her yer. Bu sosyal medya da olur. Önemli olan sesimizi çıkarmaktır. Meselâ seçim öncesi o atmosferde nasıl bir etkileşim, nasıl bir duygu birliği vardı, değil mi? 

Ruşen Çakır: Ama sonuçta orada bir seçim vardı. Bir değişim beklentisi vardı.

Levent Gültekin: Tam da ona geleceğim. Biz kaderimizi seçimlere endeksleyemeyiz. Bu bir yaşam mücâdelesi. Yani seçimi kaybettik diye Türkiye’yi iyi bir ülke yapma sevdâsından vazgeçemeyiz. O sevdânın seçimden seçime gelen bir sevdâ olmaması gerekiyor. O sevdânın seçime endeksli bir duygu da olmaması gerekiyor. Bu bizim yaşam tarzımız. Buranın iyi ülke olması, gençlere, çocuklara kadınlara… Bir genç kızın sokakta rahatça yürüyebileceği bir ülke hayâli, bizim sevdâmız. Bunu bir seçimle terk edemeyiz. Bir seçime de kurban edemeyiz. 

Ruşen Çakır: Doğru.

Levent Gültekin: Benim söylediğim, bu bilince gelmek. 

Ruşen Çakır: Tamam, o bilincin insanlarda büyük ölçüde var olduğunu düşünüyorum, ya da çok uzak değiller. Ama bunun bir de imkânı, yolu yordamı, yeri, mecrâsı olmalı.

Levent Gültekin: Şimdi ona geleyim. Sen şimdi yeni fikirlerden söz ettin. Ben yeni fikirlere ihtiyaç olduğunu zannetmiyorum. Yeni fikir ne ki? Çok basit: Türkiye, liyâkatin olduğu, demokrasinin, adâletin olduğu, herkesin birbirini eşit gördüğü bir ülke hâline gelmek durumunda. Dünyayı yeniden keşfedemeyiz. Bizim sorunumuz şu: Biz Türkiye’de gerçeği konuşmuyoruz. Aydınlar, yazarlar, okurlar gerçek sorunları tartışmıyor. Siyâset Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptıklarını yorumlamak değildir. Bizim pozisyonumuz için söylüyorum. Erdoğan’ın U dönüşlerini yıllardır biliyoruz. Eh şimdi, “Aa ne kadar da U dönüşü yaptı. Ben zâten biliyordum. Aslında İsveç’in NATO üyeliğine ‘Evet’ diyecekti ama…” demenin bir anlamı yok. Bu adam zâten “U dönüş Kralı” olmuş 20 yıldır. Geri adım atmadığı tek bir tâne sözü yok. Bunun bir anlamı yok. 

Meselâ “Kemal Kılıçdaroğlu niçin istifâ edemiyor?” sorununu tartışmamız gerekiyor. “Niçin etmiyor?” demiyorum, dikkat et. “Kemal Kılıçdaroğlu niye ayrılamıyor? Meral Akşener niçin yerini bırakamıyor? Niçin muhâlefette bir yaprak kıpırdamıyor?” sorusunu 85 milyonun kendine sorması lâzım. ”Kemal Bey bırakmıyor” demiyorum. Ben bunu seçimden önce de söyledim. Seçimden hemen sonra Twitter’da bir sohbet odasında özel bir yayın yaptım. O yayının kaydı YouTube’da da var. O yayında da, “Kemal Bey istese de istifâ edemez. Çünkü orada bir kurgu var. Bizim halk olarak bu kurguyu dağıtmamız lâzım” diye açıkladım. Nedir o kurgu? Bir tarafta İslâmcı bir otoriter lider, öbür tarafta “siyâsal Alevîcilik”. Bu kelimeyi ilk defa burada kullanıyorum ve bence önümüzdeki dönem çok tartışılacak bir konu bu. Öbür tarafta milliyetçilik, öbür tarafta Kürtçülük. Türkiye bu dört ayak arasına sıkıştırılmak isteniyor. Bu dört ayak arasına sıkıştırılmanın aktörlerinden biri Kemal Bey. Kemal Bey burada etrâfında toplanmış bir çeteyle… Karnımızdan konuşuyoruz. Meselâ Murat Karayalçın çıkıp, “CHP bir oligarşinin kontrolü altında” diyor. Neyi kastediyorsun? Oligarşi kim? Aslında bunu herkes biliyor. CHP’de korkunç bir kavga var. Bir tarafta yapılıyor. 

“Siyâsal Alevîcilik” ne demek anlatayım. Bu ülkede dindarlar var, değil mi? Bu ülkede dindarlarla bir sorunumuz var mı? Namazını kıl, ibâdetini yap. Ama o dindarlık İslâmcılığa evrildiğinde başka bir şey oluyor. Bu ülkede Alevîler var. Alevîlik bu ülkenin en temel değeri; başımızın üzerinde. Ben “Alevîlik olmazsa Türkiye olmaz” diyenlerdenim. Çünkü Alevîliğin bu ülkeye kattığı kültürü, değeri, tadı al, yavan bir ülkeye dönüşür Türkiye. Alevîlik başka, ama bir de siyâsal İslâmcılığın karşı muâdili “Siyâsal Alevîcilik” oluşmaya başladı. Medyada oluşuyor, siyâsette oluşuyor. Bunun karşılığı bu değil ki. Biz bu ikisinin arasına sıkıştık. Kemal Bey buranın temsilcisi pozisyonuna zorlandığı için, bırakamıyor. Orada, Alevîliği de istismar eden bir çete oluştu. Nasıl ki Tayyip Erdoğan İslâmcılık üzerinden dini istismar ediyorsa, kimilerinin “CHP’deki oligarşik yapı” dediği, Alevîcilik üzerinden Alevîliği de istismar eden, kendilerine Alevîciliği siper eden, ama aynı zamanda Alevîler’e zarar veren, onların da hakkını yiyen bir yapı var.

Meselâ geçenlerde Adana’daki CHP’li bir arkadaşım arayıp, “Belediye başkan adayı olmayı düşünüyorum, ne dersin?” diye sordu. “Olamazsın” dedim. “Niye?” dedi. “Alevî olduğun için olamazsın” dedim. Ama sen “CHP Alevî partisi oluyor” diye yazı yazıyorsun dedi. “Hayır. Senin gibileri almazlar. Çünkü, ‘Abi, çok Alevî görünüyoruz. Sen gelme’ diyecekler” diye cevap verdim. Çünkü orada Alevîliği kullanan bir yapı kuruldu. Bak meselâ, Ataşehir Belediye Başkanı herkesin gözünden kaçıyor. Ortalığa bir tehdit savurdu, görmüşsündür.

Ruşen Çakır: Görmedim.  

Levent Gültekin: Dedi ki: “Eğer Kemal Kılıçdaroğlu’nu indirirseniz, CHP’nin %50’sini kaybedeceksiniz. Bunu göze alıyor musunuz?” Ne demek bu? “Kemal Bey başarısız oldu, istifâ etmeli” diyenlerin karşısına şöyle bir tepkiyle çıkan birileri var: “Alevî olduğu için mi böyle söylüyorsunuz?” Yahu manyak mısınız? Adam on seçim kaybetmiş. Niye Alevî olduğu için söyleyelim? Bir Alevî yanlış yapamaz mı, bir şey kaybedemez mi? İslâmcı biri yaptığında… Nasıl ki Tayyip Erdoğan bir yanlış yaptığında söylüyorsak… 

Şimdi CHP, etrâfındaki kimi medya organları ve kimi yazarlarıyla gelip burada siyâsal Alevîciliğe başladı. Dikkat edersen, medyada bu duyguyla hareket eden, CHP’deki değişimi bir düşmanlık olarak gören, CHP’yi bölüp parçalama olarak gören bir yapı oluştu. Bu yapıyı görmemiz, gerçekleri konuşmamız ve toplumu… 

Ruşen Çakır: Yine seninle kavga edeceğiz Levent. 

Levent Gültekin: Bir dakika, dinle. Bu ülkenin bu durumdan mustarip, namuslu milyonlarca Alevîsi var. O insanlarla berâber, elbirliğiyle bu ülkeyi siyâsal Alevîler’e, İslâmcılar’a, Kürtçüler’e, milliyetçilere bırakamayız; bırakmamamız lâzım. 

Ruşen Çakır: CHP’deki sorunun Alevîcilik olduğunu sanmıyorum. Yani etkisi vardır yoktur bilemem, ama çok daha farklı bir sorun olduğunu düşünüyorum; çok daha kemikleşmiş bir sorun. Kabaca söylersem, herkes kendi iktidârını muhâfaza etmek istiyor.

Levent Gültekin: Ben bütün sorunu oraya getirip bağlayanlardan değilim. “Bunu kaldır sorun çözülür” anlamında söylemiyorum. CHP’de kangrene dönüşmüş tonlarca sorun var. Şimdi “Kemal Bey bıraksın” diyoruz değil mi? Yerine gelecek doğru düzgün isim yok CHP’de. O da ayrı bir handikap. Yani öyle bir gruplaşma, öyle çıkar odaklı bir şeye dönüşmüş ki partinin içi… CHP içinden, teşkîlâtlardan öyle mail’ler alıyorum ki aklın hayâlin durur Ruşen. Bir tânesini anlatacağım burada. Bir okurum yazmış; diyor ki: “Ben doğuştan CHP’liyim. Annem babam da CHP’li. Din, mezhep nedir bilmem. Bu işlere hayâtım boyunca aklım ermedi. Sünnîlik nedir bilmedim. Ben böyle bir âilede büyüdüm. Genel Başkanımızın Alevî mezhebinden olduğunu da, 3 sene sonra teşkîlâtta biri söyleyince duydum. Ama şu anda şöyle bir durumdayız: Biz hafiften bir eleştiri getirdiğimizde, ‘Alevî düşmanı’ damgası vuruyorlar. Ben hayâtım boyunca dinlere, mezheplere, inançlara inanmamış biri olarak, bende Alevî düşmanlığı oluşmaya başladı”. Ben böyle yüzlerce mesaj alıyorum Ruşen, o kadar çok ki. Nasıl ki İslâmcılık Türkiye’deki dindarları büyük bir töhmet altında bıraktıysa, dindarlara zarar verdiyse, siyâsal Alevîcilik de Alevîler’e büyük bir zarar veriyor. Bir grup insan, bunu sırf kendi pozisyonunu sağlama almak üzere kullanıyorlar. Biz bunları konuşmuyoruz. İYİ Parti niye yeniden milliyetçiliğe savruluyor, bunu konuşmuyoruz. Devlet HÜDA PAR üzerinden millî, yerli, dinî bir Kürt hareketi yaratıyor. Bunun karşısında HDP ne yapıyor ne yapmıyor? Bunu konuşmuyoruz. 

Şu anda Türkiye’nin Ortadoğululaşma diye bir sorunu varsa, en kaba hâliyle “Afganistanlaşma” diye bir sorunu varsa, CHP bunun en önemli aktörlerinden birine dönüşmüş durumda. Bu ne demek? Kemal Bey her gün muhâlif kesimdeki toplumun umûdunu kırarak, Türkiye’deki bu Ortadoğululaşmaya olan direnci de kırıyor aynı zamanda.

Ruşen Çakır: Peki, vatandaş ne yapabilir?

Levent Gültekin: Sesini yükseltecek. Ülkeye sâhip çıkacak.

Ruşen Çakır: Nasıl yapacak yani?

Levent Gültekin: Zorlayacağız. Sesimizi yükselteceğiz, tweet atacağız, yazı yazacağız, eğer teşkîlâtın içindeysen teşkîlâtlar üzerinden yükselteceğiz. Bulunduğumuz yeri düzeltme çabasına gireceğiz. Elimde bir sihirli değnek yok ki bir formül sunayım. Ama şunu söylüyorum: Diyelim çocuğumuz rehin alınmış. Ben, insanın ülkesiyle olan bağını, bir annenin evlâdıyla olan bağına, bir evlâdın anne babasıyla olan bağına çok benzetirim. Vazgeçsen vazgeçemiyorsun. Unutayım desen unutamıyorsun. Onsuz yaşayayım desen, yaşayamıyorsun; teknik olarak mümkün olmuyor. O yüzden Türkiye’nin ben bu hâlini rehin alınmış çocuğa benzetiyorum. İlk hamleyi yaptın ve başarısız oldun. Peki, “Kurtaramıyorum” deyip döndün gittin. Ama evinde oturmuyorsun; nasıl yapacağına kafa yoruyorsun. İşte ben o kafa yormaktan bahsediyorum. “Vazgeçemeyiz” diyorum. Kafa yorup yol bulmamız lâzım. Yol nedir dersen bilmiyorum, ama o yolu bulmamız lâzım. Etki etmemiz lâzım, organize olmamız lâzım, birbirimizle bağ kurmamız lâzım. “Aman bu Alevî’dir, bu Kürt’tür, bu dindardır, bu A partilidir, bu B partilidir” demeden, “Abi, 85 milyon uçuruma gidiyoruz. El ele vermenin yolunu bulmamız, ‘Bu ülkenin bu yıkımını durdurmamız lâzım’ duygusunu edinelim önce” diyorum. Öyle bir duygumuz yok. En azından önce bu duyguyu edinelim.

Ruşen Çakır: Ama meselâ son yapılan zamlar, vergi artırımları vs. oldu, yine de yaprak kımıldamıyor.

Levent Gültekin: Liderlik yok çünkü. İki tane tweet atıyorlar kınamak için o kadar. Ortada toplumu çekip çevirecek biri yok.

Ruşen Çakır: Bir CHP milletvekili, “Zam zam zam. Bunun adı Erdoğan” diye yazmış. 

Levent Gültekin: Buyur işte. Çünkü onların derdi Türkiye değil. Ben bizi izleyenlere şunu söylüyorum: 85 milyon sâhipsiz. Onlar, “A partisi ya da B partisi bizi düşünüyor” zannediyorlar. Hiçbir partide halkı düşünen bir siyâsetçi yok. İnsanların böyle düşünüp hareket etmesi lâzım. Nasıl yaparız da buradan çıkarız? Bunun yolu bulunabilir. Yepyeni organizasyonlar yapılabilir, bir araya gelinebilir, konuşulabilir. Ama önce bir duygu birliği gerekiyor. Bir kere, duygu birliğimiz yok ki. Sosyal medyaya bakıyorsun, o onunla kavga ediyor, öteki berikiyle kavga ediyor. Aydınlara bakıyorsun, tuhaf tuhaf konular tartışıyorlar. Ekranlardaki tartışmalara bak: “Kemal Bey gitsin mi kalsın mı?” “İmamoğlu olur mu olmaz mı?” Mesele bu değil ki. Mesele, bir ülke yıkıma giderken nasıl toparlanırız, buradan nasıl çıkarız? 

Ruşen Çakır: Yıkım diyorsun da, seninle seçimin birinci turundan hemen sonra yaptığımız yayında Erdoğan’ın gözüne mimiklerine, tavrına bakarak, yeni dönemde daha yumuşak bir liderliğe döneceğine dâir işâretler gördüğünü söylemiştin.  

Levent Gültekin: Yumuşamadı mı sence?

Ruşen Çakır: Bilmiyorum yani.

Levent Gültekin: Ben gerçekten çok üzgünüm. İnsanlar o programı çok istismar ettiler. Bir otoriter rejim, yani kurumların olmadığı, tek adam rejiminin olduğu bir ülke ne kadar yumuşayabilir ki? Hatırlıyorsan, o programda şunu söylemiştim: “Bakanlar Kurulu açıkladığında iki isim çok önemli benim için. Biri İçişleri Bakanı, diğeri Ekonomi Bakanı. Muhtemelen Süleyman Soylu olmayacak, Nebati gibi biri olmayacak. Bu bize bir işâret verecek” demiştim. Bence üslûp olarak yumuşadı. Biz artık Süleyman Soylu’nun hakaretlerini görmüyoruz. Ali Yerlikaya gibi daha olgun, “Hukuk birinci önceliğimiz” diyen bir İçişleri Bakanı var. Tabiî ne kadar uyar bilemem. Nebati gibi rasyonelden tamâmen kopuk bir Ekonomi Bakanı değil, Mehmet Şimşek gibi, kendince dünya ile diyalog kurmaya çalışan bir Ekonomi Bakanı var. Cumhurbaşkanı Yardımcısı, herkesin çok takdir ettiği, hangi muhâlifle konuşursam konuşayım, tanıyan tanımayan herkesin “Çok düzgün bir adam” dediği Cevdet Yılmaz var — Kürt aynı zamanda, Bingöllü. Dışişleri Bakanı, Mevlüt Çavuşoğlu’na göre daha ciddî duruyor orada. İbrahim Kalın var. Bunlara baktığımızda, bir üslûp yumuşaması var. Ama bu yumuşamayı, “Millet demokrasiye dönecek, bir anda bağımsız yargı îlân edilecek ve bir anda tek adam rejiminden vazgeçilecek” diye yorumlamamalı. Teknik olarak böyle bir şey olmaz. “Daha yumuşak bir üslûp” derken neyi kastettim? Birçok insanda, “Erdoğan kazanırsa burası Kuzey Kore gibi olacak” kanaati vardı. “Hayır, oraya gitmeyecek. Daha yumuşak bir üslûpla yönetmeyi deneyecek” dedim. Çünkü seçimi kazandıktan sonra bu ülkeyi bir arada tutmanın yolu, daha da ayrıştırmak değil, kendince iktidârını da sağlama almak için daha yumuşak bir üslûpla yönetmesiydi. Onu yaptı. Ama bu kadarını yapabilir. O yumuşama, ülkenin gidişâtını değiştirecek bir yumuşama değildi; olamaz. 

Ruşen Çakır: Merdan Yanardağ tutuklandı.

Levent Gültekin: Merdan Yanardağ örneği epeyce bir uç örnek. Yani ben “Hiç tutuklanmaz” demiyorum. Ben de tutuklanabilirim, sen de. Bu, üslûbun yumuşaklığından bağımsız. Merdan Yanardağ’ın tutuklanması, bugünkü otoriter, milliyetçi yönetim anlayışı içerisindeki en uç konuşmaydı. Bana göre ifâde özgürlüğü; o ayrı. Ama sonuçta burada, hukukun olmadığı “tek adam rejimi” var ve en temel düşman olarak terörü kendine almış, benimsemiş. Orada, Türkiye’nin mevcut durumu içerisinde sınırları zorlayıcı bir konuşma yaptı. Bunu hukuk anlamında söylemiyorum, ifâde özgürlüğü anlamında söylüyorum. Bu konuşma sonrasında, muhâlefet partilerinden biri bu işin bayraktarlığına soyunduğunda, iktidar doğal olarak alanı kaptırmama duygusuyla hareket etti. 

Ruşen Çakır: Açık açık savcıları göreve çağırdı.

Levent Gültekin: Evet, savcıları göreve çağırdı. Muhâlefet yaptığında, iktidârın –kendi pozisyonu açısından söylüyorum– başka bir adımı kalmadı. Yoksa ona bakarak, “Abi, gördün mü? Hani yumuşayacaktı?” demek doğru bir şey değil. Bak dikkat et, eskisi gibi, “Onu da yaka paça gözaltına alalım, bunu da alalım” gibi yapıldığını zannetmiyorum. Kendince bir rahatlama sağlıyor; ama o kadar. O rahatlama bizi ilgilendiren kısmı. Yani ülkemizin gidişâtını değiştiren bir rahatlama değil. Ha, bunu iki seçim arasında söylememiş olsaydım belki o kadar tepki toplamayabilirdi. Şimdi geriye dönüp baktığımda, o yorumun zamanlaması kötüydü, onu görüyorum. Daha ikinci tur bitmemiş. Sen biliyorsun; benim kafamda seçim bitmişti, 3 ay önce bitmişti seçimden önce. Millet bana kızıyordu.

Bugün bakıyorum, herkes muhâlefeti eleştiriyor, sen de görüyorsundur. Eh arkadaşım, beni niye dövdünüz iki sene boyunca? Sizin bugün gördüklerinizi ben 2 yıl önce görüyordum. Sizi derken sosyal medyayı kastediyorum. Ben Kemal Bey’in böyle biri olduğunu iki yıl önce anlamıştım. Ruşen, burada bir şey söyleyeceğim: Kemal Bey kazanamayacağını bile bile bu seçimde aday oldu. Bu bir yorum değil, bilgidir.

Ruşen Çakır: Ya, sen bu bilgilerini hep söylüyorsun da, bir insan kazanamayacağını bile bile niye aday olsun?

Levent Gültekin: Babala TV’de, Kemal Bey’e yaptığım bir konuşmayı dinlettiler. Görmüş müydün onu?

Ruşen Çakır: Hayır. 

Levent Gültekin: Ben Twitter’daki o sohbetimde, Kemal Bey’le yaptığım bir yıl önceki konuşmayı anlattım. Yani geçen yıl Nisan ayında Kemal Bey’e gittiğimde kendisine şunu söyledim: “Kemal Bey ben bir kitap yazdım. O akışa göre, siz 2023 seçiminde aday oluyorsunuz. Sizi aday yapıyorlar”. Nasıl olduğunu anlattım. “Burada bir film var. Bu filmin sonunda siz aday oluyorsunuz ve seçimi kaybediyorsunuz.” “Nasıl yani?” dedi Kemal Bey.  “Sizi aday yapıyorlar” diyerek isimleri de verdim Kemal Bey’e. O isimlerden birinin örneğine geleceğim birazdan. Kemal Bey’e isimleri vererek, “Bu isimler sizin adaylığınızı organize ediyor. Bu isimler, devlet tarafından, iktidar tarafından filan filan filanla irtibat hâlinde” dedim. Kemal Bey dinledi. Ben bu olayı Twitter’daki o sohbet odasında anlattım. Kemal Bey böyle dinledi, dinledi… Sonra Kemal Bey’e dedim ki: “Kemal Bey ben buraya bir gazeteci olarak gelmedim. Senin evlâdın var benim yaşımda. Ben de senin evlâdın olarak geldim buraya. Ülke için bu son bir şans. Lütfen bu şansı hebâ etme” dedim. Kemal Bey bana ne dedi biliyor musun? “Levent, ülke bitti. Hiçbirimizin kurtarma şansı yok.”

Ruşen Çakır: Levent, bir dakika. Yayını kapatalım istersen. 

Levent Gültekin: Evet, aynen böyle dedi. Ben bunun üzerine, “Kemal Bey, ne diyorsun Allah’ını seversen. Böyle düşünüyorsan sen niye aday oluyorsun?” dedim. “Levent, gerçekten ülkeyi kurtaramayız” dedi. “Kemal Bey, o zaman aday olma” dedim. Bunun üzerinde döndü bana, “Levent, benim kendi adaylığımı engelleme şansım yok” dedi. Babala TV’de Kemal Bey’le yapılan yayında genç bir çocuk, Twitter sohbet odasında anlattığım o konuşmanın kaydını açıp Kemal Bey’e baştan sona dinletti. 

Ruşen Çakır: Peki, o ne dedi? 

Levent Gültekin: Kemal Bey şöyle cevap verdi: “Levent Bey çok saygı duyduğum bir gazeteci. Evet, geldi görüştük. Görüşlerine saygı duyarım. Şimdi bizim Suriye sınırındaki mayınlar temizlendikten sonra, organik tarım yapılacak orada” dedi. Evet, aynen böyle dedi. 

Dün İsmail Saymaz bir yazı yazdı Ruşen. Bunları konuşmuyoruz hiç. İsmail Saymaz, yanılmıyorsam Eskişehir Odunpazarı Belediye Başkanı’yla konuşmuş. Odunpazarı Belediye Başkanı İsmail Saymaz’a şunları söylemiş: “Ben Kemal Bey’e gittim ve aday olmamasını ricâ ettim. Kemal Bey de bana, ‘Git bunu Erdoğan Toprak’la konuş’ dedi. Erdoğan Toprak’a gittim ‘Kemal Bey’i aday yapmayın’ dedim. O da bana ’Rahat ol. Biz yüzde %60’la alıyoruz’ cevâbını verdi”.

Ben Kemal Bey’le görüşmeye gittiğimde kimin adını vermiştim biliyor musun? Erdoğan Toprak’ın. Çünkü Erdoğan Toprak, biraz önce söylediğim “Siyâsal Alevîciliği” kullanarak CHP’yi iktidar çıkarı çerçevesinde kontrol altına tutmaya çalışanlardan biri. Otuz yıldır milletvekilliği yapıyor Erdoğan Toprak. 30 yıldır ülkenin lehine tek bir cümlesini duymuş değiliz Erdoğan Toprak’ın. Ama 30 yıldır milletvekili. Kemal Bey’i zorla aday yaptılar. Erdoğan Toprak, Tuncay Özkan, Enis Berberoğlu. Bu üç isim, üç yıl önce Kemal Bey’le kendi evinde adaylık toplantısına başladılar. Ben Kemal Bey’e, “Bunların şöyle şöyle bağlantıları var. Lütfen bunlara inanma” dedim. Kemal Bey bana, “Hepsini biliyorum Levent” diye cevap verdi. “O zaman niye inanıyorsunuz?” diye sordum, cevap vermedi. 

Şimdi bunları niye söylüyorum? Bunları bugün anlatıyorum, çünkü bu ikili görüşmeleri anlatmak bâzen beni çok rahatsız ediyor. Ama artık Babala TV’de deşifre olduğu için de biraz rahat anlattım. Kemal Bey kazanamayacağını bilerek girdi seçime. Biz 2018 tecrübesini yaşadık değil mi? Yani sandıklar meselesini. İnsanlar beş yıldır, “Aman sandıklara dikkat” diye yalvarıyor. Şimdi bu seçimde, 50 000 sandığın başında ıslak imzâlı tutanak alınmadığı çıkıyor ortaya. Bu nasıl olabilir? Teknik olarak aklın alabiliyor mu? Bunu başarısızlıkla îzah edemezsin. Çünkü bir kazanma planları yoktu.

Başka bir örnek daha vereceğim: Seçimlerden beş ay önce Altılı Masa’daki bir liderle sohbet ediyoruz. Bana dedi ki: “Levent, her şeyi anlıyorum, ama anlamadığım bir şey var. İYİ Parti’de ve CHP’de, iktidârı, devleti devralacakmış gibi bir hazırlık yok. Hiçbir hazırlık yok, benim aklım almıyor” dedi. “Peki, siz bunu neye bağlıyorsunuz?” diye sordum. “Devleti tanımamalarına bağlıyorum” diye cevap verdi. “Böyle şey olur mu Allahını seversen. Bir insan bir yere garson olacağı zaman bile az çok çay nasıl yapılır, bir öğrenir, hazırlık yapar. Nasıl hazırlık yapmıyorlar?” dedim. “Hiçbir hazırlık yapmıyorlar. Sâdece kendi aralarında bir makam paylaşımı filan” dedi. 

Ruşen Çakır: Nasıl olsa kazanmayacaklar diyorsun. 

Levent Gültekin: Son anda bir gaza geldiler.

Ruşen Çakır: Levent, yine beni yakıyorsun, farkındasın değil mi? Nereden başladık nereye geldik. 

Levent Gültekin: Ben de çok tepki alıyorum. Tepki almaya bayılmıyorum, üzülüyorum tabiî. Ama gerçekleri konuşmazsak, çocuklarımızın geleceği gidecek, ülkemiz gidecek. Biz boşa kürek çekeceğiz. Bak sen yıllardır burada didiniyorsun, bir şey anlatmaya çalışıyorsun. Sonuç sıfır. 

Ruşen Çakır: Sıfır değil tabiî, ama…

Levent Gültekin: Ülkedeki gidişat anlamında söylüyorum. Sonuç sıfır olduğunda üzülüyoruz.  Çocuklarımız kezâ öyle. Ben daha önce burada mı söylemiştim? Bir yayında söyledim: Seçimden sonra, bir hafta boyunca iki çocuğumun çöküntüsünü telâfî etmekle uğraştım. “Baba, biz bu ülkede nasıl yaşayacağız?” diye ruhları çöktü. Gençler için çok zor bir ülke. Kadınlar için giderek daha zorlaşıyor. Yoksullar, emekliler için öyle. Şimdi bu kadar sorun varken, “Aman gerçekleri konuşmayalım. Aman Alevîler’e dokunmayalım. Aman dindarları üzmeyelim, muhâfazakârların endîşesini artırmayalım. Aman Kürtler’i rencîde etmeyelim”… Bunları geçmemiz lâzım. Kimse bu kadar kırılgan olmasın. Ben kimsenin aleyhine değilim. Kimsenin canını yakmıyorum. Tek derdimiz ülkemiz. Ülkeyi buradan çıkarmanın yolunu bulalım. Ben bir siyâsî hareket değilim, CHP’de taraf değilim, “Kemal Bey gitsin İmamoğlu gelsin, filan gitsin, A gelsin, Meral gitsin öbürü gelsin” diyenlerden değilim.

Bak İsrail’de 26 haftadır halk sokaklarda. Niye? Çünkü önünde bir muhâlefet var. Biz hiçbir şeye tepki koyamaz hâle geldik. Çünkü muhâlefetimiz yok. Çünkü bizi düşünen bir siyâset anlayışı yok. Biz insanları bunun kurulmasına zorlamazsak… Özellikle CHP’lilerin şunu görmeleri lâzım: Cumhuriyet değerlerinin ortadan kaldırılmasının bir destekçisine dönüşmüş durumda CHP’liler. Farkında değiller. Nasıl oluyor bu? Kemal Bey’in, CHP’nin dağınıklığı, muhâlif toplum kesimini darmadağın ediyor. Bu dağınıklıktan, festivalleri yasaklamaya kalkan o çağdışı kafa cesâret buluyor. Bu dağınıklıktan, “Kız çocuklarını şöyle yapalım” diyen %3-5’lik o dar kafa cesâret buluyor. CHP, bu ülkenin vatansever, ülkesinin iyiliğini isteyen, Cumhuriyet felsefesinden milyonları barındıran bir parti. O partideki bu dağınıklık, bu teslimiyet, bu çıkar, bir çeteye… Bu çete lâfını rastgele kullanmıyorum. Şu anda CHP’de Kemal Bey’in etrâfında olanlar Ankara’da bir dâire tutmuşlar, “Hangi belediyeden hangi ihâle bizim adamlarımızdan kimlere gidecek? Hangi belediye başkanı bizim kontrolümüzde? Kim yeniden aday olacak?” Bu çete her şeyi burada organize ediyor. Ama bu çetenin bir ayağı da Erdoğan’ın yanında. Bunlar bilinmez şeyler değil. Ama bunları konuşmuyoruz. 

Ben de karnımdan konuşabilirim. Ben de gelip burada, “Evet, şimdi CHP’de Kemal Bey giderse şöyle olur” diyebilirim. Bunlar mesele değil. Bunları açık açık konuşmamız, o irini akıtmamız lâzım. Canımızı yakabilir. Benim konuşmalarım birçok insanın canını yakıyor olabilir. Bâzen üslûbumu ayarlamıyor olabilirim. 

Ruşen Çakır: Bâzen mi? 

Levent Gültekin: Evet, bâzen çok sert olabiliyorum, bâzen umutsuzluk yayabiliyorum. Ama insanların şunu görmesi lâzım: Benim derdim buradan çıkmamız. Ben ne Kemal Bey’in düşmanıyım, ne Meral Akşener’in karşıtıyım, ne İmamoğlu’nun taraftarıyım. Sen de öylesin; bizler öyle bir dertle bakmayız. Ama bunları konuşmazsak, anlamayız. “CHP niye tıkandı?” sorusunun cevâbını aramamız lâzım. “Meral Hanım nereye savruldu?” diye bakmamız lâzım. “Babacan’dan niye bir şey olmuyor?” — görmemiz lâzım. HDP niye sessiz, niye gömüldü, kayboldu? Bak bu tesâdüf değil. Selahattin Demirtaş HDP için bir açılımdı; yok ettiler adamı. Bu kadar tesâdüf olmaz. Türkiye bir yere sürükleniyor ve biz, Kürdü, Alevîsi, dindarı, Sünnisi, hepimiz bir araya gelip, siyâsetçilere rağmen bunun önüne takoz olma görevini yapacağız. 

Ben şunu demiyorum — yani o tür mail’ler geldi de, ona da üzüldüm; biri demiş ki: “Levent Bey, partiden istifâ etmiştim, defteri tamâmen kapatmıştım. Sizin yazınızdan sonra ben siyâsete geri dönüyorum”. Ben “Siyâsete geri dönün” derken, “Gidin Kılıçdaroğlu’nun taraftarı olun” demiyorum. “Meral Hanım’ın askeri olun” demiyorum. Öyle bir şey değil benim dediğim. Benim dediğim, ülkeye sâhip çıkma duygusunun yolu siyâsetle ilgilenmek, siyâsete kulak kabartmak, orada olup bitene kafa yormak, orada olup bitenle ilgili bir düşünce duygu oluşturmak ve o duyguyu, başkalarıyla birleştirip bir güce dönüştürmekten geçiyor. Benim söylediğim bu. Bunu yapmazsak ülke gidecek. Amin Maalouf’un Lübnan’ı târif ederken çok güzel bir sözü var: “Lübnan, her şeyden şikâyet edip, ama hiçbir şey yapmayan insanların ülkesidir”. Bak Lübnan’ın bugünkü hâline. Biz de oraya doğru savrulmayalım diye gerçekleri konuşalım. Yeni fikre ihtiyaç yok, gerçekleri konuşalım. Meselâ adam çıkıyor, “CHP’de Kemal Bey dışında kimse aday olamaz, çünkü delege yapısı buna müsaade etmez” diyor. Açık açık anlatsana. Desene: “Orada siyâsal Alevîcilik yapılıyor o yüzden böyle. Sevgili Alevî dostlarım! Sizi kullanıyorlar, sizi istismar ediyorlar. Sizin sırtınızdan 3-5 kişi Alevîcilik adı altında Türkiye’de size karşı düşmanlık yayıyor” desene. Bunu demiyor. “Alevîler’in tepkisinden korkuyorum.” Niye korkuyor? Ben Çorum’daki Alevî’yi dert ediyorum, Maraş’takini dert ediyorum. Bunların yüzünden ona oluşacak nefreti dert ediyorum. İşte o yüzden konuşmamız lâzım. 

Ruşen Çakır: Konuşmayalım.  Şimdi yine beni yakacaksın; daha önceki deneyimlerimden biliyorum. 

Levent Gültekin: Şunu da söyleyeyim bitirelim. Aslında bizim son yaptığımız program için çok tebrik aldım. Daha istismar edilmeden önce. Yorumlara da baktım. Zâten sen de bakıyorsundur. Genel olarak ilk defa belki de en olumlu yorum aldığımız programdı diyebilirim. Sonra onun bir bölümü bağlamından koparılıp servis edilince…

Ruşen Çakır: Seninle yaptığımız yayınlarda hep nefret ve sevgi neredeyse ikiye bölünüyor. Bakalım bu sefer ne olacak? 

Levent Gültekin: Şunu da anlatayım biraz gülelim, sonra kapatalım: Metin Solmaz bir tweet atmış: Levent Gültekin’den çok nefret edenleri görüyorum sosyal medyada; fakat dikkat ettim tâkip ettiğim hiçbirinin gerçek bir nedeni yok. Niye böyle oluyor ben bunu anlamıyorum” diye yazmış. Altına birisi çok güzel bir yorum yazmış, sevdim o yorumu: “Abi, anlaşılmayacak ne var? Adam karşı mahalleden geldi, bu mahallede ezik gibi davranmıyor” diyor.

Ruşen Çakır: Seni tekrar eski mahallene yollamak isteyenler de çok.

Levent Gültekin: Ben ne yeni mahalleye geldim, ne eski mahalleyi terk ettim. Ben Türkiyeli’yim, Türkiye’deyim. Herkesin derdiyle, herkesle duygu birliği kurmaya çalışıyorum. Tabiî ki yanlış üslûbum vardır. Tabiî ki bâzen kabalaşıyorum. Bâzen istemediğim sözler çıkıyor dilimden. Ama ben kendi vicdânımı, niyetimin ne olduğunu biliyorum. O yüzden kızanlara çok kızmıyorum. Ama sâdece alınıyorum. En azından 2 yıl boyunca söylediklerimi… Yani 2 yıl bana, “Muhâlefeti çok eleştiriyorsun” dediler. Eh bak, sizin bugün yaptığınızı ben 2 yıl önce gördüm. Beni susturmamış olsaydınız, belki Kemal Bey’i, Meral Hanım’ı biraz daha zorlamış olurduk, ama en azından bugünkü bu yıkımı yaşamamış olurduk. Olsun; belki buradan toparlayabiliriz.

Ruşen Çakır: Levent sağ ol. Ben şimdi başıma gelecekleri düşünüyorum bir yandan. Levent Gültekin’le yine bayağı konuşulacak bir yayın yaptık. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.