Seçmeni suçlama kolaycılığı

Türkiye’de sivil toplumun kendine yeni fikirler ve inisiyatifler geliştirmesi gerekiyor. Eskinin klişeleşmiş yaklaşımlarını terk etmek gerekiyor. Bunlardan en çok gördüğümüz de, seçmeni eleştirmek ve kızmak. Türkiye siyaset tarihinde buna pek çok kez tanık olduk. Siyasetçilerin de, vatandaşın da, seçimlerin ardından yaşadıkları hayal kırıklığıyla beraber sorumluluktan kaçtığını ve sorumluluğu kendinden olmayanlara yıktığına tanık oluyoruz.

Ruşen Çakır yorumluyor. Keyifli seyirler!

Hazırlayanlar: Cenk Narin & Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Önceki gün yaptığım yayının başlığı “Yepyeni fikirler bulmak lazım”dı ve orada artık kurumsallaşmış siyasetin dışında sivil toplumun kendisine yeni fikirler, yeni inisiyatifler geliştirmesi gerektiğini ve biz gazetecilerin de bunların takipçisi olmamızın daha hayırlı olacağını söylemiştim. “Yepyeni fikirler” derken eskinin birtakım klişeleşmiş yaklaşımlarını da terk etmek gerekiyor. Bunların bir tanesi çok bariz bir şekilde karşınıza çıkan seçmeni eleştirmek, seçmene kızmak hatta kimi zaman da seçmene hakaret etmek. 

Zamanında bu AKP’nin ilk iktidara geldiği ve iktidarda kaldığı yıllarda merhum gazeteci Bekir Coşkun’un dile getirdiği, “göbeğini kaşıyan adam” ya da “karnını kaşıyan adam” diye söylediği, dünyayı çok fazla umursamadan çok da bilinçli hareket etmeyen bir seçmen. O seçmen, çoğunlukla ülkenin çoğu, iktidara AKP’yi getiriyor ve dolayısıyla bu seçmenle arasındaki mesafeyi tarif için insanlar bunu çok kullandılar. O tarihlerde çalıştığım Vatan gazetesinde ve NTV’de bu yaklaşımla ilgili, bu yaklaşımı eleştiren çok yazı yazmışlığım, yorum yapmışlığım vardır. Bu öteden beri aslında çok kullanılan, zaman zaman unutulan ama özellikle seçim yenilgilerinin ardından hatırlanan bir yaklaşımdır. Nedir mesela? Makarnayla, kömürle satılan oylar söylenir ve buralarda, genellikle AKP seçmenine, Erdoğan’a oy verenlere bir rasyonellik yakıştırılmaz. Onların oylarına bir bilinç atfedilmez. Tercihlerinin bir tür sürü gibi olduğu, kandırılma olduğu söylenir. Bunu yapan değişik kesimler de, yazar çizer takımı da var tabii ki, sıradan vatandaşta da var. Burada tabii, en önemli özellik de şu, bunu söyleyenler kendilerini üstte bir yerde konumlandırırlar ve aşağıdaki çoğunluğun ya da sayıca iktidara yetecek çoğunluğun yanlış olduğu düşüncesi. 

Bu “siyaset” denen olayın varlığını inkar etmek. Siyaset ne için? Siyaset tam da bunun için. Sizin doğru olduğunu düşündüğünüz şeyleri insanlara anlatmak ve insanları ikna etmek, sizin doğrularınıza onları davet etmek. Baştan zaten bir siyasi parti kurduğunuz veya siyasi bir duruş sergilediğinizde zaten belli kesimlerin sizin gibi düşünmediğini kabul edersiniz ve en önemli stratejilerinizi de o kişileri ikna etmek, yanınıza çekmek ya da etkisini kırmak olarak tarif edersiniz. Burada yapamadığınız zaman bunun sorumlusu sizsinizdir, o kişiler değildir. Yani “Ben elimden geleni yaptım. Bütün doğruları anlattım. Anlatılması gerektiği şekilde, tam da anlaşılacak şekilde anlattım ama bunlar oylarını sattılar ya da şu oldu, kömüre vs. sattılar. Dünyayı umursamıyorlar. Dünyayı ben umursuyorum ama bunlar umursamıyor” yaklaşımı bence tamamen aslında apolitik bir yaklaşım ve uzak durulması gereken bir yaklaşım. Hele halkçılık iddiasındaki, toplumculuk iddiasındaki ve solculuk iddiasındaki kişilerin asla yapmaması gereken bir şey. Şimdi, bunları niye söylüyorum? Dün grup toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu’nu dinlerken ve okurken iki yer çok dikkatimi çekti ve açıkçası üzüldüm. Öyle söyleyeyim. Üzüldüm ve bunlardan birisi tam da bu söylediğime denk gelen bir şey. Kılıçdaroğlu, Türkiye’de bir soygun düzeninden bahsediyor. Ekonomide bir soykırım programı uygulandığını söylüyor, ki bu yeni bir olay değil. Aslında öteden beri süren bir şey ve bunu anlatıyor. Bunların nasıl yapıldığını anlatıyor vs. Bütün bunların hepsi tamam, diyelim ki doğru ama bir yerde şöyle bir cümle kurdu:

“Allah aşkına ya AK Parti’ye oy veren vicdan sahibi insanlara sesleniyorum. Böyle bir soygun düzenine siz nasıl ‘evet’ dediniz? Ya insan biraz vicdan sorgulaması yapar. Hadi kendini düşünmüyorsun. Ya çoluk çocuğunu düşün kardeşim. Torunlarını düşün kardeşim.”

Bunu sıradan bir seçmenin, diyelim ki CHP seçmenin AK Partili bir seçmene söylediğini varsayalım. Bir yere kadar anlaşılır. Bir yerden sonra o da anlaşılmaz ama CHP Genel Başkanı’nın ve son seçimdeki cumhurbaşkanı adayının, Altılı Masa’nın artı HDP ve diğer birtakım partilerin desteğini almış bir ismin ve bütün bu desteklere rağmen kazanamamış bir ismin söyleyeceği sözler değil. 

Burada aslında söylenmesi gereken, siz bu insanlara bu düzenin soygun düzeni olduğunu neden anlatamadınız? Niye beceremediniz? Niye başaramadınız? Halbuki kamuoyu yoklamalarında uzun bir süredir çoğunluğun böyle düşündüğü gösteriliyordu. Hadi diyelim ki, kamuoyu yoklamaları yanlıştı ama siz siyaseten çıktığınızda bunları bilerek çıkıyordunuz. İnsanların bir şekilde Erdoğan’a oy verdiklerini bilerek çıkıyordunuz ve onları vazgeçirmek için çıktınız, bir kısmını en azından. O hep söylenen biliyorsunuz, kararsızlar, özellikle daha önce AK Parti’ye oy vermiş kararsızlar ve bunların kazanılması gerekiyor. Bunları hep konuştuk. Bunları kazanma yolunda, ikna etme yolunda niye başarısız oldunuz? 

Yani burada sorgulanacak olan AK Partili, Erdoğan’a oy vermiş olan insanları vicdanı değil bence. Onlar sizin gibi oy vermemiş olabilirler. Sizin istediğiniz gibi tercih etmemiş olabilirler ve Türkiye’de Kılıçdaroğlu’nun tabiriyle “soygun düzeni”nin devamı için oy vermiş olabilirler ama burada önemli olan bu kişilere yaşananın bir soygun düzeni olduğu ve kendileri gelirse bu düzenin sonlanacağını anlatacak, anlatabilecek siyasetçiler gerekiyor. Aksi takdirde niye siyaset yapılıyor? Niye aday olunuyor? Zaten bu insanlar böyle vicdansızsa, gözleri karaysa, hiçbir şekilde soygun düzeninin kalkması için oy vermeyeceklerse o zaman niye siyaset yapıyorsunuz? 

Bu kendi yenilgisiyle yüzleşememenin verdiği acı bir savrulma. Bir siyasi parti liderinin kendisine oy vermeyen seçmenlere böyle hitap etmesi hiç doğru değil. Kılıçdaroğlu’nun seçim sonrası gösterdiği performansa baktığımız zaman aslında bu bizi çok da şaşırtmıyor. Onu da özellikle vurgulayalım. Şahsen ben Kılıçdaroğlu’nun kazanabileceğini düşünmüş, bu konuda çok sayıda yayın yapmış, konuşmuş, etmiş birisiyim ve burada tabii ki onları başka videolarda anlattım. Neden ve nasıl yanıldığımı da anlattım ve yaptığım yanlışları da söyledim. Ben bu gazeteci halimle bir yüzleşmeyi kendimce yapıyorum, eksik ya da değil. Hiç önemli değil ama kendime bir sorumluluk çıkartıyorum. Burada yaptığım yayınların hiçbirisinde, seçim değerlendirmelerinin hiçbirisinde AKP’ye oy veren insanları doğrudan ya da dolaylı töhmet altında bırakacak, suçlayacak bir şey söylediğimi düşünmüyorum. Yaptıysam, yanlış yapmışımdır. Birileri size oy vermiyorsa bu onların suçu değil. Sizin suçunuz, sizin kabahatiniz, sizin eksiğiniz. Bunu yaptığınız zaman kendi kabahatinizi görmekten kaçınıp, kendi eksiklerinizi görmezden kaçınıp karşı tarafa… Şimdi Erdoğan’a, Bahçeli’ye yönelik eleştirileri çok sert suçlamaları anlarım ama onlara destek veren insanlara… 

“İnsan biraz vicdan sorgulaması yapar” diyor Kemal Kılıçdaroğlu. Ve şu anda seçimden sonra Kılıçdaroğlu’nun kazanacağına inanan, ona oy veren, onun için sandık başlarında bekleyen insanların büyük bir savrulma yaşadıklarını görüyoruz. Çok büyük bir hayal kırıklığı var. Bu insanların hayal kırıklığını gidermede Kılıçdaroğlu ve diğer parti liderleri hiçbir şey yapmıyor. Örneğin Ahmet Davutoğlu bugün “Muhasebe yapalım” demiş. Aradan geçmiş bilmem kaç ay, hâlâ altı lider bir araya gelmemiş ve Meclis’teki grup kürsüsünden -o grubun da nasıl kurulduğunu biliyoruz, CHP sayesinde kuruldu- çağrı yapıyorsunuz. İnsanlar kendi muhasebelerini kendileri yapmak zorunda kaldılar ve o hesaplaşmalar sonucunda birçok insan artık muhalefetin kurumlarını, kişilerini, liderlerini umursamıyor. Bunu bir not olarak düşmek istiyorum.

“Kılıçdaroğlu’na niye bu kadar yükleniyorsun?” falan diyen olabilir. Önemsediğim için. Türkiye’de hâlâ değişim isteyenlerin ilk baktığı yer Cumhuriyet Halk Partisi olduğu için. Kimileri CHP’nin artık miadını doldurduğunu düşünüyor ama bence doldurmuş değil, hâlâ çok önemli bir konumda. Ama buradaki kişilerin çok daha dikkatli, yapıcı ve insanları heyecanlandırıcı olması lazım. Şimdi Türkiye çok ağır bir ekonomik dönemden geçiyor, peş peşe zamlar vergi artırımları vs. Kılıçdaroğlu bunu “ekonomik soykırım” olarak nitelendiriyor. Bu ekonomik soykırım tabiriyle aslında siyasete çok elverişli bir zemin hazırlıyor. İşte muhalefet partisiyseniz alın siz de muhalefet yapmak için çok elverişli bir ortam. Hadi ne yapıyorsanız gösterin, insanları harekete geçirin ve AK Parti’ye, Erdoğan’a oy vermiş insanların vicdanına seslenin. Alın onları da oradan koparın, değil mi? Yakında bir yerel seçim var ve yerel seçim havasını ve heyecanını buraya taşıyın. Ama bu olmuyor, peki ne oluyor? Muhalefet partisinden birtakım tweet’ler atılıyor vs. yapılıyor, grup toplantılarında konuşmalar yapılıyor. Mesela bazı milletvekillerinin şöyle şeyler söylediğini gördüm: “Zam, zam, zam, bunun adı Erdoğan.” Bir milletvekili için bu ne kadar yaratıcı ve ne kadar etkili? Tartışılır. Buna benzer birtakım kelime oyunlarıyla, her an Türkiye’nin erken seçime hazır olması gerektiğini söyleyenler var vs. Şimdi böyle bir ortamda yine Kılıçdaroğlu, “Ekmekten suya kadar her şeye zam geldi” diye anlatıyor ekonomik soykırımı. Vatandaşlar bağırıyorlar, “Bu kadar zam geldi, neden sesiniz çıkmıyor?” diye. Bunu muhalefete diyor. Hakikaten doğru, neden sesiniz çıkmıyor? “Burada da sesiniz çıkmayacaksa nerede çıkacak?” diyorlar -ki son derece haklılar. Kılıçdaroğlu’nun cevabı şu: “Benim değil, asıl sizin sesinizin çıkması lazım.” 

Şimdi, burada söylenecek, saatlerce konuşulacak bir cümle aslında. Hatırlayalım: 

Seçimden önceki dönemlerde, pandemi döneminde, özellikle ekonomik krizin çok sert olduğu dönemlerde insanlar, toplumun bazı kesimlerinden bazı kişiler, değişik vesilelerde hep bir toplumsal muhalefet beklentisi içerisinde ve çağrısında bulundu. Buralarda genellikle CHP sözcüleri -ki Kılıçdaroğlu da dahil-, “Sakin olalım, oyuna gelmeyelim, istedikleri bu. Provokasyon ortamı yaratmak istiyorlar. Hiç merak etmeyin ilk seçimde gidecekler” dediler. Bu bir stratejiydi, özellikle CHP’nin stratejisiydi. Her türlü toplumsal itirazın, itiraz potansiyelinin önünde “Aceleye gerek yok, nasıl olsa seçim olacak bekleyin şunun şurasında az kaldı” denilerek duruldu. Bunu söyleyen bir parti ve bunun lideri, şimdi, “Niye sesiniz çıkmıyor” diye kendilerini eleştirenlere, “Benim değil, sizin sesiniz çıkması lazım” diyor. Burada ilginç bir dönüşüm yaşanıyor aslında. Kılıçdaroğlu’nun bu söylediği aslında “Bu iş bizden geçti” anlamına çıkıyor. Yani kurumsal muhalefetin, partiler üzerinden yapılan muhalefetin yapabileceğinin ne olduğunu bu son seçimlerde gördük. “Ne yapılacaksa toplum yapacaktır, siz yapacaksınız” sözlerini bilinçli olarak bunu söylediğini söylemiyorum kesinlikle, biraz kızmış belli ki gelen laflara. 

Aslında bu noktada söyledikleri şeyler doğru: “Sizin sesinizin çıkması lazım”. Artık ekonomiyle ilgili bir sorun varsa, yoksulluk, yoksunluk, orta sınıfın erimesi vs. gibi bir sorun varsa -ki var ve daha da sert bir şekilde gideceğe benziyor- buna karşı sesini çıkarması gereken, bir duruş sergilemesi gerekenler öncelikle toplum, sivil toplumun kendisi. Buna siyasi partiler, muhalefet partileri, muhalefet liderleri vs. ayak uydurur uydurmaz, o onların bileceği iş. Ama artık iş gerçekten vatandaşa, seçmene düşmüş durumda. Bu anlamda da Kılıçdaroğlu’nun AK Parti’ye oy vermiş seçmenin vicdan sorgulaması dediği şeyi toplumun aktörlerini, sivil toplum kuruluşlarının ve tek tek bireylerin, vatandaşların bir arada yaşama perspektifiyle kutuplaşmaya prim vermeyerek mahalleleri, blokları vs. aşmaya çalışarak herkese -AKP’ye oy veren, MHP’ye oy veren, HÜDA PAR’a oy veren de dahil- aynı gemide -bu Erdoğan’ın kastettiği anlamda değil, vatandaşın kastettiği anlamda- olunduğunu anlatıp, bu gemide birlikte var kalmanın, birlikte özgür bir şekilde bir arada kardeşçe yaşamanın yollarını birlikte bulmanın çağrısını yapması gerekir. Bunu yaparken de o üstenci tavırlarla yukarıdan bakan, “Ben doğruyu biliyorum, benim peşimden gelin” değil, doğruyu birlikte aramak, orta yollar bulmak, karşılıklı birbiriyle yakınlaşma şeklinde bir arayışa girilmesi gerekiyor. 

Biliyorum, bu çok zor. Ama emin olun muhalefet partilerinin silkinip Türkiye’de tekrar bir heyecan yaratabilme ihtimalinden daha zor değil. 

Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.