Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Türkiye’nin ekonomik krizden çıkış arayışları

Türkiye uluslararası ilişkilerinde batının ağırlığını artırmaya başladı. Bunun için İsveç’in NATO üyesi olma isteği bir fırsata dönüştürüldü. Böylece Türkiye uzun zamandır batı dünyasına yönelik mesafeli duruşu terk edilmeye başladı. Hatta daha da öteye giderek, bir süredir askıya alınan Avrupa Birliği üyeliğinin tekrar canlandırılmaya yönelik niyet beyanları gündemde yerini aldı. 

Sonunda Türkiye uzun süredir İsveç’in NATO üyeliğine yaptığı itirazından vazgeçti. İster yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan etkisi deyin, isterseniz içinde bulunduğumuz ekonomik darboğazı doğuya yönelmekle giderebilme ihtimalinin zayıflaması deyin, sonunda Türkiye yaşadığı siyasi ve ekonomik sıkışmışlığı aşabilmek için yine yönünü Batıya yöneltmiş oldu.  Tıpkı geçmişte olduğu gibi, bugün de çare batıya yönelişte bulundu. Böylece bunca zaman iktidarın batı aleyhine sarf ettiği onca söz havada kaldı.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucu kadrolarının ülkenin yüzünü batıya yöneltmelerini çok uzun yıllar boyunca eleştirenlerin, başları sıkışınca batının “kerametini” keşfedip, yüzlerini yeniden batıya yöneltmeleri gerçekten ibreti alemlik bir durum oldu. Ancak asıl ilginç olan, dün iktidarın doğuya yönelmesini alkışlayanlarla, bugün iktidarın yüzünü batıya dönmesini alkışlayanların aynı olmasıdır.

Siyaset bilimciler açısından bu politik yönelimdeki değişikliklerin başka anlamları olabilir. Ama ekonomik olarak yaşadığımız bu U dönüş Mehmet Şimşek politikalarının arzulanan sonuçları vermesi bakımından gerekli koşullardan sadece biridir.

Seçimlerin ardından göreve gelen “yeni” ekonomi yönetimi enflasyonla mücadele hedefini öne çıkarmaya ve ekonomideki beklentileri de buna göre yönlendirmeye çalışıyorlar. En azından kamuoyuna beyan ettikleri niyet bu. 

Aslında Mehmet Şimşek’in yapmış olduğu açıklamalar doğru yönde yapılmış açıklamalar olsa da, yapılan bu açıklamalar aynı düzeyde güçlü ve inandırıcı eylemlerle desteklenemedi. Özellikle kamuoyunun ihtiyaç duyduğu kapsamlı bir makroiktisadi istikrar politikası, bir bütün olarak hala kamuoyuna sunulamadı. Şu ana kadar bu politikaların faiz politikası ayağı ile bütçenin gelirler ayağını oluşturan uygulamalar hakkında bilgi sahibiyiz. Kapsamlı bir makroiktisadi programın siyasilerin de rızasını almış temel ilkeleri hakkında bir bilgimiz yok maalesef.

Maalesef Mehmet Şimşek ve ekibi bu denli büyük ekonomik sorunları, kapsamı son derecede dar bir ekonomi programla, oldukça standart tedbirlere başvurarak çözme niyetinde. Sayın Bakan şu ana kadar para ve maliye politikası arasında güçlü ve tutarlı bir bağ kurabilmiş değil. Belki de bunda maliye politikasını oluşturmak için yaşadığı güçlüklerin etkisi vardır. Kendinin de söylediği gibi, uygulanan politikalarda “şeffaflık” ihtiyacına rağmen, alınan ekonomik kararların gerekçeleri ve o gerekçelerin oluşturduğu kısıtlar hakkında kamuoyu net bir fikre sahip değil. Her şey kapalı kapılar arkasında yapılmakta, dışarıya bir iki sosyal medya paylaşımı dışında neredeyse hiç bir bilgi sızmamaktadır. Bu durumda herkes gibi bizler de, kısıtlı bilgiyle yorum yapmak zorunda kalıyoruz.

Sayın Bakanın iyi niyetli açıklamalarına rağmen, kamuoyunun “şeffaflık” ihtiyacı halen karşılanabilmiş değil.

Seçimlerin hemen ardından ekonomi yönetimi, geçmişten farklı bir faiz uygulamasına imza atarak politika faizini sınırlı düzeyde arttırdı. Ancak hiçbir ekonomist faizlerin bu yen düzeyinin mevcut ekonomik koşullarla uyumu konusunda ikna olmadı. Faiz kararını alan para kurulunun üyelerinin değişmeden aynı kalmış olması ve bu üyelerin faiz konusunda çok kısa süre zarfından birbiriyle taban tabana farklı iki farklı karara imza atmış olmaları, hem onların hem de uygulanan faiz politikasının güvenilirliğini azalttı.

Bu kararın ardından  kamuoyunun merakla beklediği maliye politikalarının ekonomi yönetimi tarafından ilanının gecikmesi de ekonomik beklentiler üzerinde olumlu bir etki yaratma olanağını ortadan kaldırdı.

Sonunda geçtiğimiz hafta maliye politikasının sadece gelirler ayağı konusunda birtakım kararlar alınarak kamuoyuna açıklandı. Ancak ekonomik adaleti gözetmeyen ve büyük ölçüde düşük ve orta gelirlilerin gelirlerini vergilemeyi hedefleyen bu tedbirler, ülkede var olan gelir dağılımını yüksek gelirliler lehine bozacak nitelikte oldu.

Kamunun gelirlerini arttırmayı amaçlayan bu kararlar kamuoyunda bir infial yaratsa da, yeni maliye politikasının harcama tarafı hakkında hala tam bir bilgilendirme yapılamadı. TBMM’ye gönderilen ek bütçe talebinden de anlaşıldığı kadarıyla, iktidarın yıl sonuna kadar kendi harcamalarından herhangi bir tasarruf yapma niyetinde olmadığı anlaşılmaktadır. Bu haliyle hem para politikasının, hem de maliye politikasının birbirinden kopuk, koordinasyonu zayıf politikalar olma ihtimali arttı. Ama daha da önemlisi kamu açık verir ve ekonomide büyümeden fedakarlık yapmadan özel kesimde de herhangi bir tasarruf yapma eğilimi yaratmanın zorluğu ortaya çıktı. Tüm bunların neticesinde 2023 yılı cari açığında herhangi bir toparlanma yaşama ihtimali azaldı. Bu açığın finansmanını kolaylaştıracak dışarıdan bir sermaye girişi olmadığı sürece, döviz kurunun artışı yönünde ortaya çıkacak olan döviz talebinin yönetimi giderek zorlaşacak; bu da artan kurlar üzerinden maliyet enflasyonu ihtimalinin artmasına yol açacaktır.

Elbette ekonomi yönetiminde amaç enflasyonla mücadele olarak ortaya konulunca, ister istemez eylemlerden önce beklentilerin yönetilmesi de önem arz eden bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunlara ek olarak ekonomide yaşadığımız koordinasyon eksiklikleri de, kamuoyu beklentilerini yönetmek bakımından ciddi bir zaaf oluşmasına neden olmaktadır.

Bugüne kadar yaşadıklarımızdan Mehmet Şimşek ve ekibinin enflasyonla mücadele konusunda ne kadar samimi oldukları konusunda bir belirsizlik mevcut. Özellikle önümüzdeki bir yıllık süre içinde önemli bir yerel seçim olması ve Sayın Cumhurbaşkanının bu seçime özel bir önem atfetmesi, ister istemez alınan ekonomik kararlarda siyasetin frenleyici etkisinin olup olmadığı sorusunu akıllara getiriyor. Bu da doğal olarak yapılan ekonomik mücadeleyi zaafa uğratmaktadır. Enflasyonla mücadele için gerekli beklentilerin oluşturulmasını güçleştirmektedir.

Beklentilerin ekonomi yönetiminin istediği yönde oluşmasının önünde ciddi yapısal engeller var. Bu problemleri aşacak “yapısal dönüşümler” yapılmadan bunların aşılamayacağı gerçeği ekonomide olumlu beklenti oluşturma ihtimalini de azaltmaktadır. Bugün uygulamada olan rejimde,yani  her şeyin tek kişinin alacağı kararlara bağlı bulunduğu bir yönetim modelinde, bu kişiden farklı bir ekonomi yönetiminin alacağı kararların siyasetten ve siyasetçiden bağımsız olmasını beklemek ne kadar mümkün olabilir? Bu sorunun cevabı “olmaz” olarak kaldıkça, ekonomi yönetiminin alacağı kararların siyasetin patronajından kurtulması mümkün olamayacaktır. Böyle bir ekonomi yönetiminin herhangi bir politika için kamuoyunu ikna edebilmesi, ekonominin geleceğine yönelik siyasetten bağımsız bir beklenti oluşturabilmesi de mümkün olmayacaktır.

Bu yüzden, özellikle Sayın Cumhurbaşkanının ortaya koyduğu yerel seçimlerde zafer elde etme hedefi gibi iddialı bir hedef ortada dururken, enflasyonla mücadele edebilmek için büyümeden ne kadar fedakarlık yapılabilir ki?

Maalesef mevcut “başkanlık sistemi” böyle bir siyasi fedakarlığın yapılmasına olanak vermiyor. Aslında iktidarın büyüme arzusu da maliye politikasının harcamalar politikasında radikal kararlar alınmasını engelliyor. Bu yapılamadığı zaman, enflasyonla mücadelede gösterilen kararlılık konusunda kamuoyunda şüphe doğuyor.

Olumlu beklenti oluşturabilmenin önündeki bir diğer engel ise mevcut haliyle ekonominin dışarıdan döviz girişine ihtiyaç duyması ve bu dövizin de büyük ölçüde batıdaki finans çevrelerinden gelebilecek olmasıdır. Özellikle batılı ülkelerle siyasi sorun yaşayan bir Türkiye’nin bu kaynakları batılı finans merkezlerinden elde edebilmesi mümkün görünmemektedir. Belki de dış politikada en son yapılan U dönüşlerinin de sebebi budur.

Yaz aylarında turizm gelirlerinin artması dışarıdan döviz ihtiyacını azaltabilir.  Ancak görünen o ki, ekonomideki mevcut harcama politikası ile ekonominin döviz talebini durdurulabilmek pek mümkün olmayacaktır. 

Artık Türkiye’nin bu yönetim modeli ve bu yönetimin sonucunda ortaya çıkan harcama politikası ile görülen döviz talebi yapısal bir problem halini almıştır ve çözümü de yapısal bir dönüşüm yaparak mümkündür. Özellikle bu yapısal dönüşümü sağlayacak reformların başında “tek adama” dayalı karar süreçlerinin kaldırılması gerekmektedir. 

Bunun ardından enflasyonla başarılı bir mücadele için biri teknik, ikisi siyasi toplam üç çıpaya ihtiyaç duyulacaktır. Bu çıpalar özellikle ekonomik beklentilerin bağlanabilmesi ve olumlu yöne dönüştürülebilmesi için son derecede önemlidir.

Teknik çıpa para politikasına yönelik olandır. Bağımsız, şeffaf ve kamuoyuna hesap verebilir (tek adama değil) bir para politikası yönetimi de bunun vazgeçilmez unsurlarıdır.

Siyasi çıpalardan biri iç siyasette istikrar ile sağlanabilir. Bu bakımdan  önümüzdeki yılbaşında yapılacak olan yerel seçimler enflasyonla mücadelede ciddi bir istikrarsızlık kaynağıdır. Aynı şekilde gereksinim duyulan “sıkı para ve harcama politikalarının” AKP bünyesinde yeniden bölüşümden pay alarak bir arada duran koalisyon ortaklarını tatmin etmesi mümkün değildir. Böyle uygulamaların parti içinde muhalefeti arttırması mümkündür. Böyle bir muhalefetten kaçınmanın yolu ise, kamu harcamaları üzerinden bu kesimlere  yeni kaynak aktarabilmektir.

Bu kaynağın geçmişte olduğu gibi dışarıdan bulunamadığı bir durumda, içerideki başka kesimlerden transfer edilerek bulunması gerekmektedir. En son vergi artırımlarını böyle bir kaynak transferi olarak görmek mümkündür. Böyle bir aktarımın süreklilik arz etmesi ülke siyaseti açısından ciddi bir muhalefetin doğmasına ve siyasi istikrarsızlığa yol açabilir. Bu yüzden sürdürülebilir bir politika olarak görülemez.

Son siyasi çıpa ise istikrarlı bir uluslararası ilişkilere sahip olmaktır. Özellikle Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu nitelikte ve düzeyde kaynakların elde edilebileceği finansal merkezlerin ulunduğu ülkelerle olan ilişkilerin çok daha istikrarlı ve olumlu şekilde sürdürülmesi zaruridir.  Belki de Türkiye’nin bugün İsveç’in NATO üyeliği konusundaki itirazına son vermesi ve AB müzakere sürecini tekrar başlatmakta istekli görünüyor olması bu yüzdendir.

Peki, işe yarar mı?

Bu soruya benim cevabım maalesef olumlu değil. Batı ile ilişkilerin iyileşmesi ülkemizin ekonomik sorunlarının halledilmesi için gerekli koşullardan biridir ama “yeterli” değildir. Yukarıdaki satırlarda da ifade edildiği gibi bunun yanında bu sorunlarımıza neden olan diğer yapısal sorunların da halledilmesi gerekmektedir. Bu yüzden ülkemizin karşı karşıya kaldığı ekonomik sorunlarının çözümü için gerekenleri bir bütün olarak düşünmek gerekmektedir. Küresel bir sistemin parçası olan ekonominin sorunlarının yine küresel değerleri sahiplenerek çözülebileceğine yönelik inancın sahiplenilmesi gerekir. Nasıl küresel sistemin dışında kalmak mümkün görünmese de, Türkiye gibi bir ülkenin küresel değerlerden de kendini izole edebilmesi mümkün değildir. En son yaşamakta olduğumuz ekonomik sıkıntıları bu zarureti inkar etmenin bir sonucu olarak düşünmek mümkündür.

Bu bağlamda günümüzde uluslararası finansal piyasalar geçmişte olduğundan çok daha seçici ve muhafazakar. Geçmişte likidite bol ve ucuzken, çok talepkar olmayan yabancı yatırımcıların günümüzde ülke yönetimlerinden çok daha fazla talepte bulunması mümkündür. Bu da, Türkiye’nin siyasi sisteminin belirlediği bir çerçevede oluşturulan bir ekonomik yapının vatandaşına refah üretebilmek için geçmişe göre çok daha fazla likiditeye gereksinim doğuracaktır. Bugün dünya ekonomisinde geçerli  finansal koşullar altında bu da çok mümkün görünmüyor. Mevcut siyasi yapının korunması arzulanıyorsa, bu yapının ülke genelinde üretebileceği refahın sınırları olacak ve bu refah düzeyi toplumu memnun etmeye yetmeyecektir.

Eğer Türk siyasetçisi vatandaşına daha fazla refah üretmek istiyorsa veya mevcut refahın sürekliliğini sağlamak için istikrarlı bir büyüme pratiği oluşturmayı amaçlıyorsa, eninde sonunda ülkenin yönetim şekli dahil birçok ekonomik ve siyasi alanda yapısal reform yapmayı tartışmak zorundadır. Bu yapılmadan bugünkü sorunlara kalıcı çözüm bulabilmek mümkün olmayacaktır.  En son dış politikada yapılan manevraları da bu yönde atılmış ürkek bir adım olarak düşünmek gerekir. Ancak Türkiye için  içeride yapılması gereken daha çok iş var.

Benden söylemesi.

Öner Günçavdı

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.