CHP konuşmaya devam etmeli miyiz?

Seçimlerin üzerinden iki ay geçti, hâlâ en sıcak gündem maddemiz CHP. Değişim tartışmalarının sürdüğü CHP’de hafta sonu önemli gelişmeler yaşandı. Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu, Zoomgate skandalının ardından ilk kez bir araya geldi; dün de Parti Meclisi toplandı. Peki 11 buçuk saatlik toplantıda neler yaşandı? Bizler CHP’yi konuşmaya ve tartışmaya devam etmeli miyiz?

Yayının sonunda bahsedilen yazı.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Bugün Mirgün Cabas uğradı. En son kendisiyle Millet İttifâkı’nın düzenlediği bir-iki mitingde birlikte olmuştuk. O sırada Gain’de çalışıyordu. Mâlûm, Gain sonra el değiştirdi ve habercilikten vazgeçti bir platform olarak, Mirgün de işsiz kaldı — diğer bâzı meslektaşlar gibi. Mirgün şunu yapmış: Seçimin ikinci turunun ertesi günü tâtile çıkmış ve hiçbir şeyle ilgilenmemiş, ilgilenmeye de niyeti yoktu ve bana da aynı şeyleri tavsiye etti. Ben de bunun olamayacağını söyledim — neyse onu bir yana bırakalım. Bana merakla sordu, “Bugün ne konuşacaksın?” diye. Ben de düşündüm açıkçası, aslında ortada konuşulacak olan tek şey CHP; ama CHP’nin nesini konuşalım? Bunu biraz Mirgün’le de konuştuk. Meselâ dün yapılan 11 saatlik Parti Meclisi toplantısından ve gündeminden bahsettim. 

Mirgün’ün de tam 30 yıl olmuş gazeteciliği. Benden daha gençtir; ama 30 yıllık bir gazeteci ve ağırlıkla siyâsî haberlerle uğraşmış biri de olsa, söylediğim hiçbir şey onun bile ilgisini çekmedi. Yani detaylar, il başkanları görevden alınmış, onların iâdesi vs.. Orada şöyle bir şeyle karşı karşıya kaldım: CHP konuşmak zorundayız; ama açıkçası baktığımız zaman, CHP hakkında konuşacak çok da fazla bir şey yok. Günlerdir bunların haberini yapıyoruz; cumartesi günü belediye başkanlarıyla bir araya gelindi. Daha önce Zoom toplantısı sızdı, daha sonra protokol meselesi –Ümit Özdağ’la yapılan gizli protokol– gündeme geldi. Bütün bunların hepsini yorumladık. Ama bunların hepsi bir şekilde ya geride kalmış ya da ileriye ilişkin hiçbir şey söylemeyen hususlar. Meselâ Ekrem İmamoğlu’nun, sızdırılan, CHP kurmaylarıyla yaptığı Zoom toplantısına baktığımız zaman, orada tamâmen parti içi birtakım meseleler var ve parti içi iktidar savaşları var. Onların yapmak istediği neydi? Parti Meclisi’ni toplayıp görevden almaları iptal ettirmekti. Onlar imzâ toplamaya gerek duymadan Kılıçdaroğlu Parti Meclisi’ni olağanüstü toplantıya çağırdı. Bu konular da gündeme geldi ve öğrendik ki oylar neredeyse yarı yarıya bölünmüş: 30-30. Parti Meclisi’nde “Göreve iâde edilsin” diyenler, “İâde edilmesin” diyenler; kimisinde 31-29, kimisinde farklı ve sonuçta kararlar iptal edilmedi, görevden alınanlar alındı. Ama şöyle bir şey var, samîmî olalım: Bu kimin umurunda? Tabiî ki orada bir iktidar mücâdelesi veren CHP’lilerin umurunda, tabiî ki orada söz konusu olan teşkîlâtların bir ölçüde umurunda. Ama onun dışında Türkiye’de yakın bir zamâna kadar Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı seçilmesini istemiş, bunun için çalışmış, onun propagandasını yapmış, sandık başında beklemiş insanların açıkçası hiçbir şekilde umurunda değil. Şu hâliyle bakıldığı zaman CHP, bir şeylerin olması gereken bir parti olarak karşımızda duruyor. Kimisi buna “değişim” diyor, kimisi “yenilenme” diyor, her neyse. Ama şu biliniyor ki bırakıldığı yerden aynen devam etmesi mümkün olmayan bir parti söz konusu. Nitekim Kılıçdaroğlu partinin MYK’sında birtakım değişiklikler yaptı. Ama onlar da isimlerin değişmesinden başka çok da fazla bir yeniliğe delâlet etmedi. Şu anda bir kurultay var vs..

Şimdi inanın söylerken bile yoruluyorum, sizler de herhalde dinlerken yoruluyorsunuzdur. Buradaki mesele, açıkçası, Türkiye’nin hızla muhâlefetten arındığı bir ülkeye doğru gidişimize tanık oluyoruz, böyle bir olayla karşı karşıyayız. CHP’nin şu gün îtibâriyle yaptığı tartışmaların hemen hemen hepsi bir parti içi iktidar mücâdelesi. Ama yerel seçimler var tabiî ki — ana gündem maddesi yerel seçimler. Yerel seçimlere hangi adaylarla girilecek? Hangi şehirler korunacak? Kılıçdaroğlu yine çok iddialı bir şekilde, var olanları korumaya ek olarak, Manisa gibi, Balıkesir gibi, Bursa gibi yerleri de alacaklarını ileri sürmüş. Bunu neye dayanarak söylüyor? Açıkçası ben bilmiyorum. Kendisinin bildiğini pek düşünmüyorum diyeceğim, ama herhalde bir bildiği vardır. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman CHP’nin Manisa gibi, Balıkesir gibi, Bursa gibi yeni bir büyükşehri kazanabilmesinin maddî şartları hiçbir şekilde gözükmüyor. Ne ortada isimler var, ne ortada birtakım mesajlar var. Ben seçimleri yenilginin de ötesinde bir hezîmet olarak görüyorum; çünkü kazanılmış olan bir şeyin, kaybetme ihtimâli çok düşük olan bir şeyin oluşuna, bir mûcizenin gerçekleştirilmesine tanık olduk. Ve bu yıkımın ardından herhangi bir hamleye gitmemiş bir partinin, ne yaparsa yapsın, en parlak isimleri de çıkarsa, yeni belediye, yeni büyükşehir belediyesi kazanabilmesinin şartları bugünün Türkiye’sinde yok. Aslında bugünün şartlarında, özellikle ekonomik anlamda baktığımızda, yeni zamlara baktığımızda, vergilere baktığımızda, muhâlefet için çok elverişli bir ortamın olduğu söylenebilir. Burada siyâset yapmanın çok elverişli bir zemini var. Şimdi CHP bu zeminin üzerinde durup silkinmeyi gerçekleştirmek yerine, kendi içerisindeki köşe kapmaca oyunlarına iyice kapılmış durumda. 

İstisnâlar tabiî ki var; meselâ bugün İstanbul İl Örgütü Başkanı Canan Kaftancıoğlu “muazZAM bir sergi” diye zamlarla ilgili bir basın açıklaması yaptı. Ama oradaki açıklamalara baktığımız zaman da çok hazin bir durum var yine. O da şu: Zâten bildiğimiz şeyler söyleniyor, yani zamlar sergileniyor. İnsanlar zâten bu zamları, vergileri zâten yaşıyorlar. Bunların sorumlusu olarak iktidar gösteriliyor, bunda da hiçbir sorun yok, bunu da herkes biliyor; iktidar yaptı, Mehmet Şimşek yönetimi vs.. Peki CHP ne söylüyor? CHP iktidârında ya da Millet İttifâkı iktidârında ne olacaktı? Gelmiş olsalardı ne yapacaklardı? Bu konuda hâlâ hiçbir şey yok. CHP’nin ekonomi ekibi kimdir, ya da Kılıçdaroğlu iktidâra gelmiş olsaydı ekonominin başına kimler geçecekti? Ali Babacan’la yaptığı bir video dışında bu konuda hemen hemen hiçbir şey duymadık. Altılı Masa’nın yaptığı çalışmaların içerisinde ekonomiye ayrılan bölümler de vardı; ama onlar bütün o kalabalığın arasında gürültüye gitti. Sonuçta, şu hâliyle bakıldığı zaman, ülkenin ana muhâlefet partisi, ileriye yönelik, yani o yaşanan yenilgiden –ki yenilgiyi bir başarısızlık olarak da kabul etmiyor Kemal Kılıçdaroğlu biliyorsunuz; bence başarısızlığın ötesinde bir şey, neyse– sıyrılmaya yönelik bir hamleyi görmüyoruz. Bir kurultaydan bahsediliyor, bu kurultayın ne zaman yapılacağı bile belli değil. Kılıçdaroğlu’nun aday olup olmayacağı belli değil. Anlaşıldığı kadarıyla aday olacak. Zâten CHP Genel Başkan Yardımcısı Eren Erdem, “İmzâ topluyoruz, umarız kendisi adaylığı kabul edecektir” dedi. Büyük bir ihtimalle “Ben adayım” demeyecek, ama imzâlar toplanacak delegelerden ve Kemal Kılıçdaroğlu kendisine verilen görevi reddedemeyecek diye gözüküyor. 

Normal şartlarda Kılıçdaroğlu seçimin ardından kurultaya kadar genel başkan olup, kurultayda adaylığını hiçbir şekilde koymayacağını söylemiş olsaydı, işin rengi çok daha farklı olabilirdi, birtakım isimler ortaya çıkabilirdi. Şu hâliyle de çıkacak, belli. Kılıçdaroğlu aday olsa da olmasa da birtakım isimler çıkacak; ama bu isimlerin hepsi Kılıçdaroğlu’nun yeniden aday olma ihtimâli ve yeniden aday olursa kazanmasının çok yüksek bir olasılık olması nedeniyle ürkek davranıyorlar. Şu hâliyle baktığımız zaman, CHP içerisindeki iktidar savaşları da hep kaçak güreş şeklinde cereyan ediyor, böyle acayip bir durum var.

Tekrar soruya gelelim: CHP’yi konuşmak zorunda mıyız? Evet, zorundayız. Çünkü Türkiye’de yaşıyoruz ve daha iyi bir ülke olsun istiyoruz. Bu anlamda da baktığımız zaman ülkenin ana muhâlefet partisini konuşmak zorundayız. Her ne kadar bu parti kendisini konuşturmamak için elinden geleni yapıyorsa da bir şekilde bunu konuşmak zorundayız. Bu bağlamda CHP’nin zâten sorunlu olan medyayla, gazetecilerle ilişkileri hakkında da birkaç şey söylemek istiyorum. En son Halk TV’nin sâhibi –yönetim kurulu başkanı diye geçiyor– Cafer Mahiroğlu sosyal medyada uzun bir paylaşım yaptı, görmüşsünüzdür. Şimdi iki tâne olay yaşandı. İlk olarak, Halk TV’nin sözleşmesi iptal edildi — Halk TV, CHP’nin grup toplantılarını, basın toplantılarını yayınlamayı taahhüt ederek CHP’den bayağı bir para alıyordu, yıllardır olan bir şey. Sâdece Halk TV yapmıyor anladığım kadarıyla bunu. Bu ayrı bir tartışma konusu; bir yayın kuruluşu, bir siyâsî partiyle böyle bir ilişkiye girer mi? Bu yıllardır olan bir şey ve CHP bunu tek taraflı feshetti. Olayın bir boyutu burada. Burada hem CHP’nin hem Halk TV’nin ve eğer bu tür anlaşmayı yapıyorlarsa diğer kurumların bir tartışılması ve eleştirilmesi gerekiyor. Ona ek olarak Halk TV’nin “Görkemli Hatıralar” diye bir programı var, Serhan Asker yapıyor. Antalya’da belediyenin bir mekânında yapılacak olan programa son anda Antalya Büyükşehir Belediyesi’nden gelen tâlîmatla izin verilmemiş. Bunu Cafer Mahiroğlu ciddî bir şekilde sansür olarak tanımlıyor. Gerçekten yayına çok az bir süre kala bunun yapıldığını ve bu nedenle de yayının Antalya sıcağında yapılmak zorunda kaldığını filan söylüyor. Ama biliyoruz ki Kılıçdaroğlu Parti Meclisi toplantısında bâzı gazetecilerin maaş aldığını söylemiş. Bu tabiî aklımıza Sedat Peker’in zamânında bâzı siyâsetçilere para verildiğini söylemesini getiriyor — ki o olayın üstü örtülmüştü. Şimdi burada bâzı gazetecilere para verildiğini söylüyor. Verilmediğini söyleyemem, pekâlâ olabilir; ama CHP Genel Başkanı böyle bir şey söylüyorsa, bunları açık açık dile getirmesi gerekir, isimlerini vermesi gerekir, kimlerden maaş aldıklarını da söylemesi gerekir. Böyle bir şikâyeti varsa, bunu şu günlerde dile getiriyor olması da ayrıca anlamlı. Seçimden önce de bâzı durumlarda bâzı gazetecilerin, köşe yazarlarının Beşli Çete tarafından finanse edildiğini söylemişti, yine isim vermemişti. 

Şimdi burada birçok sorun var: Bu gazeteciliği yıllardır yapan birisi olarak temiz bir meslek olduğunu asla iddia edemem. Kimsenin hiçbir yerden para almadığını söyleyebilecek durumda değilim, muhakkak vardır. Böyle şeyler varsa CHP Genel Başkanı’nın bunu bilme ihtimâli de vardır. Ama CHP Genel Başkanı’nın –ya da herhangi bir siyâsetçinin– bu konuda suçlama yapıyorsa, her şeyden önce bunları isimleriyle söylemesi gerekir, bu işin bir yönü. Ama bir diğer yönü de şu ki, CHP’nin zâten sorunlu olan medyayla ilişkileri iyice sorunlu bir hâle geliyor. CHP tabanının en çok ilgi gösterdiği kanallardan olan Halk TV’yle böyle açık bir savaşa girmiş olmalarını anlamak açıkçası mümkün değil. Farklı kanallarla, gazetecilerle hep sorunlar yaşıyorlardı. Ama bunların bir şekilde üstünü örtüyorlardı. Meselâ daha önce Sözcü gazetesiyle sorunlar yaşamışlardı — sonra da galiba Sözcü televizyonuyla da yaşadılar. Ama bunlar bir şekilde belli bir yerde tadında bırakılıyordu. Çünkü her iki taraf da birbirine bir anlamda muhtaç. Ama şimdiki hâliyle baktığımız zaman, CHP’nin medyayla ilişkilerinin de iyice karışacağını ve kimsenin hayrına olmayan bir yere doğru gittiğini gözlüyorum şahsen, buna da anlam veremiyorum. Tabiî ki o zaman CHP’yi konuşmak gibi bir meselede biz gazetecilerin işleri gerçekten iyice zorlaşıyor. 

Neyse artık CHP meselesini mecbûren konuştuk… Yani başa tekrar dönecek olursak, Mirgün’ün telkinlerine daha bir süre direnmeye çalışıyorum — ki bu telkini yapan sâdece Mirgün değil. Bu işi sürdürmeye hâlâ –çok gönlüm istemese de– devam etmek derdindeyim; çok kişisel olduğunun farkındayım, ama böyle. Bu bağlamda da CHP, CHP yönetimi, CHP’deki çatışan taraflar isteseler de istemeseler de, bağımsız ve özgür bir şekilde CHP’yi yorumlamaya devam etmek istiyorum. 

Kapatmadan Kadir Cangızbay’dan bahsetmek istiyorum. Gazi Üniversitesi’nin emekli öğretim üyesi Prof. Kadir Cangızbay geçen hafta vefat etti. Sosyologdu, çok ilginç birisiydi, farklı birisiydi. Kendisiyle yıllar önce tanışmıştık ve tanışmamız da Ahmet Çiğdem sâyesinde olmuştu. O sırada Ahmet Çğdem galiba Kadir Hoca’nın asistanı gibi bir şeydi, daha gençti Ahmet o zamanlar, ben de gençtim, Kadir Hoca hepimizden büyüktü. Çok sık görüşmesem de, çok sevdiğim, önemsediğim bir isimdi Kadir Hoca. Maalesef kaybettik, Allah rahmet eylesin diyeceğim, kendisi dine inanan birisi değildi, onu da biliyoruz. Ahmet Perspektif’te bir yazı yazmış Kadir Hoca hakkında. O yazının son bölümü bana çok dokundu. Kadir Cangızbay’dan bahsederken aslında hepimizden bahsetmiş, bir kuşaktan bahsetmiş. Hatırlıyorum, Gazi Üniversitesi’nden başka hocaların da olduğu, Kadir Hoca’nın da olduğu çok sohbetlerimiz vardı Ankara’da; çok sık giderdim genç bir gazeteci olarak o zamanlar. O günleri hatırlıyorum ve bugüne geliyorum. Arada çok büyük bir fark var, her anlamda ve olumsuz anlamda maalesef. Zâten Ahmet’in yazısı da şöyle bitiyor, onu okumak istiyorum:

“Bir sürü başka şey için de geç. Bir yerlerde kaybettiğimiz savaşı kazanabilme ihtimâli hiç yok. Belki de hiç olmadı. Bir ömrü çâresizlik olarak yaşamak nicedir, nasıldır? Kötü olmalı. Bu, insanı da bir miktar kötü yapabilecek bir gerçekliktir. Ümit edelim bizden sonra gelenler hiç olmazsa çâresizliği bizimle aynı düzeyde bir şiddette yaşamazlar.”

Evet, Ahmet’in o tumturaklı kaleminden Kadir Hoca’nın anısına çok güzel sözler; ama acı sözler. Ama hepimizin ya da en azından bir kuşağın, benim kuşağımın sözleri…. 

Evet, “Kazanabilme ihtimâli belki de hiç olmadı” sözünün özel olarak altını çizmek istiyorum, burada noktayı koyuyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.