Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İlhan Cihaner, Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı: “CHP içerisinde soldan bakanlar olarak lanetlendik, düşman siyaseti uygulandı”

Seçim yenilgisinin şokunu atlatamayan CHP’de değişim tartışmaları sürüyor. Seçmen hâlâ CHP’yi merak ediyor mu? CHP’de değişim gerekiyor mu? Seçim sürecinde hangi hatalar yapıldı? CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu devam ederse ne olur? İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun çabaları hakkında ne düşünüyor? Yenilginin analizi yapılmadan değişim yapılabilir mi? CHP’de sol kanadı oluşturan “Gelecek için Biz” grubunun sözcüsü ve eski İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner, Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. İlhan Cihaner stüdyoda canlı yayın konuğumuz. Kendisiyle tabiî ki CHP’yi konuşacağız. Hoş geldiniz.

İlhan Cihaner: Hoş bulduk. Niye tabii ki? Memleket meselelerini de konuşabilirdik.

Ruşen Çakır: Memleket meselelerinin tam ortasında CHP duruyor. Siz, 2011-2018 arasında milletvekiliydiniz. O zamandan beri milletvekili değilsiniz. Ama CHP içerisinde, “Gelecek İçin Biz” hareketinin sözcüsüsünüz. Seçim yenilgisi üzerine ve partinin değişme ihtiyâcı, değişip değişemeyeceği üzerine aldığınız pozisyonlar çok net. Bütün bunlara gelmeden önce şunu sorayım: İnsanlar gerçekten CHP’yi merak ediyor mu?

İlhan Cihaner: Bu kadar çok konuşulduğuna göre, merak ediyor olsalar gerek. Etmeleri de gerekir. Çünkü yenilgiye rağmen, Cumhuriyet Halk Partisi’nin târihsel rolü, toplumdaki bu kutuplaşmış yapı içerisindeki kritik konumu, aslında Cumhuriyet Halk Partisi’nin tartışılmasını haklı gösteriyor. Tabiî ki bunun olumlu olmasını tercih ederiz. Bâzı iktidar mahfilleri tarafından, mevcut gündem yerine, Cumhuriyet Halk Partisi’nin içindeki, dışarıdan bakıldığında kaotik gibi görünen o tartışmaları yapmak daha elverişli de olabiliyor; ama tartışılması lâzım. 

Bir başka gerekçeyle daha tartışılması lâzım: Sâdece Cumhuriyet Halk Partisi’ne özgü değil, Toplumun, insanların siyâsetten uzaklaştığı, hele hele iktidârın değişmesini isteyen kesimlerin artık siyâset duymaktan, parti adı duymaktan, siyâsî fikirlerin adını duymaktan neredeyse nefret ettikleri bir ortamda, aslında konuşmamız lâzım. Ancak bu konuşmanın da doğru zeminde yapılması lâzım. Yani “Şu gitsin bu gelsin”den ziyâde –tabiî ki o da çok önemli; değişim diyorsak, değişim iddiasının bir parçasını oluşturuyor bu– daha çok politik hattın, ideolojinin tartışılması lâzım. En önemlisi de, Cumhuriyet Halk Partisi değişimi iktidar olmak için istiyorsa, alternatif Türkiye’yi de tartışmamız lâzım. 

Ruşen Çakır: Seçim öncesinde bu yapılmadı mı?

İlhan Cihaner: Maalesef en büyük sorunlardan birisi bu oldu. Düşünün, seçim sürecinde bir dönem günlerce seccâdeyi tartıştık. Bir dönem, hiç yeri yokken, Sayın Genel Başkan’ın başörtüsüyle ilgili AKP’ye verdiği gollük pası tartıştık. Bir dönem, “seçilebilir aday, seçilemez aday” gibi saçma sapan bir tartışmaya girdik. İdeoloji tartışılmadı, nasıl bir Türkiye olduğu yeterince tartışılmadı. Üç bin sayfalık metin hazırlandı. Bilmiyorum o metinden sizin aklınızda kalan herhangi bir cümle var mı? 

Ruşen Çakır: Başlıklar var.

İlhan Cihaner: Evet, başlıklar var; ama bunun, siyâseti tâkip eden insanlardan ziyâde, daha çok toplumla içselleştirilmesi lâzımdı. Toplumun bu iddiayı tartışması, onun üzerinden karârını oluşturması lâzımdı; tartışılmadı. 

Ruşen Çakır: Siz ilk değerlendirmelerinizde, “Cumhurbaşkanlığı seçimi kaybedilmiştir” diyorsunuz — bu kadar net.  Ama şu âna kadar Kemal Kılıçdaroğlu yaptığı açıklamalarda, tamam, bir kayıptan bahsediyor, ama bir başarısızlık olmadığını söylüyor. Şahsen ben bunun başarısızlıktan da öte bir hezîmet olduğu, kaybedilmesi zor bir şeyi kaybetmenin becerildiği kanısındayım. Bu benim kişisel görüşüm. Meselâ en son, “Seçim sonucu %60’a 40 olsaydı başarısızlık olurdu” dedi.  Bir kere burada parti yöneticilerinin bu yenilgiyle yüzleşmesinde bir sorun var sanki.

İlhan Cihaner: Değişim tartışmalarındaki en büyük sorunlardan birisi o. Yani parti iktidârına ya da bir kısım değişime talebi olanlar, yenilginin geniş kesimler için, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’ne umut bağlamış kesinler için ne mânâya geldiğini ya anlamıyorlar ya da o riski alıyorlar. Ben o riski aldıkları kanaatindeyim. Çünkü sosyal medyada ya da herhangi bir medyada açıklama olduğu zaman altına yazılanları azıcık okusalar, bunun ne anlama geldiğini –okumuşlarsa– anlamamaları mümkün değil. Ancak buna rağmen, bunun gereğini yapmaktan uzak duruyorlar. 

Bir kere geniş kesimler inanılmaz bir umutsuzluğa kapıldı. Bu, sürecin yanlış yönetilmesinden oldu. Yenilginin analizi olmadan değişim de yapılamaz. Ben de sizin gibi, bunun bir yenilgi değil hezîmet olduğunu söyledim. Ancak zaman geçtikten sonra, belki de özellikle umutsuzluğa kapılan partililerimize ben şöyle düşünmelerini öneriyorum — çünkü yeni bir umûda, yeni bir mücâdele azmine ihtiyacımız var: Aslında yenilen, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ya da ona umut bağlayan insanların kafalarındaki Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkeleri, kadroları değil. Aslında parti iktidârını elinde tutanların siyâsî mühendislik projeleri yenilmiş oldu. Biz laikliği konuşmadık. Türkiye şu anda neredeyse “Tarîkat A.Ş.”ye dönmüş durumda. Yeniden tarîkatların kamuda kadrolaşmasından bahsediyoruz. İntiharlar var, bir sürü sorunlar var. Biz laikliği hiç tartışmadık. Eğitim çökmüş; eğitime dâir akılda kalıcı alternatif bir politika yok. En önemlisi de, bir devlet eleştirisiyle başlamayan yeni bir Türkiye hedefi olmaz. Ama bizim parti iktidârını elinde bulunduranlar, “Aman devlete ilişmeyin, devleti eleştirmeyin” diyorlar. Hâlâ bir devlet/iktidar ayrımından bahsediyorlar. Bu kadar iç içe geçmiş, devletleşmiş bir hükûmet söz konusuyken bu tarz şeylerden bahsediyorlar. Dış politikayı topluma mâl edemedik. Türkiye’nin temel sorunları var. Onlara dâir çözüm setlerimizi topluma mâl edemedik. “Her şey çok güzel olacak”, “Baharlar Gelecek…” 

Hatırlayacak olursanız bir doktrinden bahsediliyordu: “Kılıçdaroğlu doktrini”. 2020 Kurultayı’nda büyük bir şâşaayla biz 100. Yıl Bildirgesi’ni açıkladık. Bunların hiçbiri topluma ulaşan şeyler olmadı. Dolayısıyla burada, bir kere bu tartışmaların ve yenilginin nedenlerinin çok iyi analiz edilmesi lâzım. Yenilginin müsebbiplerinin açıkça özeleştiri vermesi lâzım. Ondan sonra belki başarıyı elde edebiliriz. Onun için, bu hezîmetin sorumlusu parti örgütü değil, oy verenler değil, daha çok partiye yetkilerini vekâleten verdikleri o kişilerin mühendislik projeleri.

Ruşen Çakır: Oligarşi lâfını siz de kullanıyor musunuz? CHP’de bir oligarşi olduğunu?

İlhan Cihaner: Sosyolog Robert Michels’in Oligarşinin Tunç Kanunu diye bir teorisi var. Bu, doğal olarak hiyerarşik örgütlenmelerde kendiliğinden ortaya çıkan bir olgu aslında. Ama bizde keşke oligarşi olsa. Çünkü oligarşi, bir şekilde hükmetmeye çalıştığı yapıya eninde sonunda hesap verir. Ama bizde parti içi demokrasi ya da siyâset, kayıt dışı yürüdüğü için… Yani bunu açıklıkla söylemek zorundayım; şimdi söylemeyeceksek ne zaman söyleyeceğiz? Çünkü önümüzde çok önemli bir yerel seçim süreci var. Anlaşılıyor ki partiyi yönetenler ve partideki değişime tâlip olanların buna dâir bir dertleri de yok. Parti danışmanları siyâsî laboratuvar hâline gelmiş durumda. Keşke oligarşi olsa da târif edebilsek. Muhâtap bulamıyoruz karşımızda.

Ruşen Çakır: Yerel seçim dediniz az önce. Burada sizin bir tespitiniz var: “AKP-MHP iktidârına karşı yeni bir merkez sağ inşâsı taktiği tutmamıştır” diyorsunuz. Bu ittifak meselesi en çok konuşulan konulardan birisi ve benim gördüğüm kadarıyla, bugünden bakıldığı zaman –tabiî seçim sonuçları başlı başına bir şey–, kimse bu ittifâkın başarılı olduğunu söylemiyor. 

İlhan Cihaner: Evet, sonuç ortada.

Ruşen Çakır: Ama bir diğer yönden de, yerel seçime de yine ittifakla girip girmemek gibi sâhici bir mesele var. Son yerel seçimde CHP, İYİ Parti’nin doğrudan, HDP’nin dolaylı desteğiyle birçok büyükşehri kazandı. Şimdi böyle de bir sorun var. Siz, “CHP ittifak yapmadan her şeye kendi başına gitsin” mi diyorsunuz, ya da ne diyorsunuz?

İlhan Cihaner: Bir kere, ittifak siyâsetin doğasında var. Yani parti içerisindeki mücâdelede bile ittifaklar tartışılır, mutlaka olur. Hele hele kamplaşmış, kutuplaşmış bir ülkede, Türkiye siyâsetini belirleyen, tâ Osmanlı’dan bu yana gelen 4-5 ana akım vardır. Bunların hiçbirinin kendi başına iktidârı elde edecek, galebe çalacak bir toplumsal temsiliyete ulaşamadığı bir siyâsî iklimde, ittifak olmadan olmaz. Ama bizim bu süreçte yaptığımız ittifak değildi. İttifak şöyle olur: İttifakı oluşturan her bir unsur, kendi iddiasını, kendi ideolojisini topluma ulaştırmaya çalışır, kendi mücâdelesini verir. Ondan sonra otururlar, asgarî müşterekte bir araya gelirler. Ama tekrar etmek istiyorum: Bu süreç içerisinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin ağzından, Cumhuriyet Halk Partisi’nin belkemiğini oluşturan sözleri hiç duymadık: Sosyal demokrasiyi duymadık, Atatürk’ü duymadık, laikliği duymadık. Niye? Bunu söylersek, başta ortaklarımız olmak üzere muhâfazakârları küstürürüz diye. 

Yani düşünün: İstanbul Sözleşmesi gibi Türkiye’de şu anda en zinde muhâlif oluşumlar diyebileceğimiz kadın hareketlerinin bu kadar önemsediği bir İstanbul Sözleşmesi’ni bile, “Şu ortağımız şöyle mi der?” diye geri çektik; metne yerleştirmedik. Bunun gibi bir sürü şey var. İttifak siyâsetin doğasında var, tabiî ki yapılabilir; ama bu, kendilerini, kendi iddialarını, kendi Türkiye tahayyüllerini ikincilleştirecek, ortadan kaldıracak şekilde olmamalı. Bir çeşit, sağın iki fraksiyonunun yarışması ya da ittifak açısından da sağın değişik renklerinin bir araya gelmesi gibi ittifak kuruldu. 

Ruşen Çakır: Yani CHP kendini sağda tanımladı diyorsunuz. 

İlhan Cihaner: Kuşkusuz. Çok açık ve net bir şekilde. Zâten bizim mevcut CHP yönetimine ve son yıllardaki yönetimine dâir temel eleştirimiz de CHP’nin kendisini merkez sağda konumlandırması. Üstelik de muhâfazakâr dozu git gide artan ve ikinci turda da milliyetçilik dozu git gide artan bir sağ politikada konumlandırması ve o târihsel önemi nedeniyle de Türkiye’deki tüm siyâsî yelpâzeyi sağa konumlamaya zorlandırdığı, aşırı milliyetçi ve muhâfazakâr söylemlerin yeniden üretilmesine yol açtığı yolunda. Bu da yetmedi; kendi elimizle bir merkez sağ inşâ etmeye çalıştık. 

Hatırlayacak olursanız AKP’nin yüksek oy aldığı dönemlerde siyâsette hep şu tartışılırdı: “Merkez sağ çöktü. Onun için AKP ile baş edilemiyor”. Oysa AKP’nin kendisi de bir ittifaklar partisi. Yani dediğim gibi, ittifak siyâsetin doğasında var. Bir dönem Fethullahçı yapılanmayla ittifak kurmuştu. Bir dönem liberal sol dâhil, değişik kesimlerle; 2010 Referandumu’nun AKP lehine sonuçlanmasında en önemli unsurlardan birisiydi, meşrûiyeti ağırlıklı olarak oradan aldı. İşte, bir dönem Kürt hareketinin bâzı kesimleriyle ittifak kuruyor; bu dönemde de Yeniden Refah Partisi, HÜDA PAR gibi yapılarla ittifak kurdu. Buna karşı çıkılmaz, zâten siyasetin doğasına aykırıdır. Ama tekrar ediyorum: Sizin bir hattınız olur, esas mücâdelenizi orada verirsiniz. En önemlisi de, o hattınızın siyâsî iddiasını yurttaşlara iletmeye çalışırsınız. Yurttaşları onun üzerinden iknâ etmeye çalışırsınız; yurttaşları, seçmeni, siyâsî tercihi değişmeyen durağan yapılar olarak ele alıp, “Mâdem onlar öyle, biz de öyle olalım” dediğiniz anda, zâten siyâset yapmanıza gerek yok. 

Ruşen Çakır: Burada bir de, mâlûm, 38 milletvekili meselesi var. CHP listesinden giren 4 partiye 38 milletvekili verilmesi, CHP tabanında daha ilk günden îtibâren çok ciddî bir rahatsızlık yarattı ve o partilerden pek bir katkı gelmediği yolunda bir inanç var. Yani CHP’nin oy oranı belliydi. Siz rakamları daha iyi biliyorsunuz. Yani 2011’de, 2015’te, 2018’de aldığı %25 civârı bir oy var. Bu seçimde 4 partiyi de katmasına rağmen yine üç aşağı beş yukarı aynı oy oranını aldı ve 38 milletvekilini de verdi. Bunun getirdiği çok büyük bir rahatsızlık var, görüyorum. Bir de, bu 38 milletvekilinin ana muhâlefet partisiyle birlikte hareket edip etmeyeceğine de emin değiller. 

İlhan Cihaner: Zâten etmemeye başladılar. Bazı komisyon başkanlıklarının seçiminde AKP’nin adaylarına destek verdiler. Başlangıçtan îtibâren söylemeye çalıştığım şey de bu: İttifâkın mîmârîsinin yanlış olduğuna dâir söylediğim şey. Bu sâdece 38 milletvekili meselesi de değil. Seçimin kaybedilmesinde, Cumhuriyet Halk Partililer’in yeterince mobilize olmaması da rol oynadı. 

Düşünün, Ankara 1. Bölge’de Sadullah Ergin gibi, Cumhuriyet Halk Partisi tabanının çok açık tepki göstereceği belli olan biri… Ya da İYİ Parti açısından bakacak olursak: Mâdemki hepsini muhâlefet torbasına atıyoruz, –ki en büyük yanlışlardan birisiydi o– belki de İdris Naim Şahin gibi bir figürün aday gösterilmesi, üstelik de AKP’nin propagandasını Fethullahçılık ve PKKseverlik üzerinden kurduğu bir yerde, hem tabanın yeterince mobilize olmamasına neden oldu, hem de sâhada bizi ideolojik olarak bir çeşit silâhsızlandırdı. AKP’nin en büyük yanlışı, en büyük günahı deseniz, Türkiye’deki birçok insanın aklına herhalde Fethullahçı yapılanmayla kurduğu ortaklık ve Türkiye’yi 15 Temmuz’a getirmesi, yargıda yarattığı yıkım gelir. Biz bunu konuşamadık. Üstelik AKP oradan saldırdığı halde. Bunun üzerinden siyâset güvenlikleştirildi. Biz buna karşı güçlü bir ses ve argüman bile oluşturamadık. Bunu söylediğinizde… ki buna sahada çok rastladık: “Sadullah Ergin’e bak” diyorlar size. Sadullah Ergin’in gerçekte öyle olup olmamasının da önemi yok benim için — ki çok kritik bir dönemde, Fethullahçı yapılanmanın örgütlendiği bir dönemde adâlet bakanlığı yapmıştır. Sonuç olarak, 38 milletvekilinin verilmesi bu tarz sorunlara da yol açtı. Yoksa, “Zâten Meclis’in hiçbir işlevi kalmamış. Ha 38, ha 108!” diyebilirsiniz. Ama öyle değil. Seçimin kaybedilmesinde de çok önemli rol oynadı bu tercihler. 

Artı, anlaşılıyor ki AKP, yerel seçim sürecinde muhâlefet partilerinin birlikte hareket etmemesi için başlıklarını belirlemiş. Bunlardan birisi Âile. İşte, LGBTI haklarını karşı karşıya getirip ya da Kürt meselesi üzerinden muhâlefete kama sokacak. O kadar açık ki. Bu yapılar arasındaki ittifak mîmârîsi doğru kurulamadığı için öyle riskler de taşıyor. Şu anda Türkiye târihinin, Cumhuriyet târihinin en gerici meclisiyle karşı karşıyayız. Bunun nelere yol açacağını, şu toz duman dağıldıktan sonra, yerel seçim yaklaştıkça belki daha çok göreceğiz.

Ruşen Çakır: Şimdi CHP’nin önünde kurultay var ve burada değişik seçenekler var. Kimileri diyor ki: Var olan delegelerle olağanüstü bir kurultay yapılsın. Kimileri, başlatılan normal olağan kurultay sürecinin mâkul olduğunu söylüyor. Ama orada da, “Kurultay yerel seçimden önce mi olsun, sonra mı olsun?” sorusu var. Tabiî bunun birtakım altbaşlıkları da var: Kılıçdaroğlu tekrar aday olacak mı? Kendisi, “Ben tâlip değilim, ama görevlendirilirsem olacağım” diyor. 

İlhan Cihaner: Aday olmayan kimse görevlendirilemez. 

Ruşen Çakır: Sizin “Gelecek İçin Biz” hareketinin bu konudaki perspektifi nedir? Siz seçimden önce olağanüstü kurultay mı istiyorsunuz, normal bir kurultay mı istiyorsunuz? Nedir? 

İlhan Cihaner: Kurultay çok çok gecikti. Bir kere, bir yıl uzatılmamalıydı; zamânında yapılmalıydı. Türkiye’de rejim değişmiş, toplumsal dinamikler alt üst olmuş; göçmen ve sığınmacı sorunundan tutun, dış politikaya kadar inanılmaz sorunlar yaşıyoruz. Ekonomide, sâdece dolardaki artış bile, sırf bu bile, siyâseti yeniden değerlendirmeyi gerektirecek büyüklükte bir şeyler yaşanıyor. Ama siz bunu parti içinde tartışmıyorsunuz.

Kurultayların önemi şu: Bizim tüzüğümüze göre kurultay, meselâ Türkiye’nin temel meselelerin tartışıldığı, siyâsî olarak ana hattın çizildiği, bunun da Parti Meclisi ve MYK aracılığıyla hayâta geçirildiği, ana politik hattın realize edildiği yerdir. Asıl görevi orası verir. CHP’nin târihinde de böyle şeyler var. Meselâ “Ortanın Solu”, bir kurultay sonrasında tartışılarak… ya da çok büyük başarı olarak kabul ettiğimiz Ecevit’in o meşhur “Toprak işleyenin, su kullananın” açıklaması, aslında kurultay öncesindeki tartışmalardan olgunlaşarak gelmiştir ve taban da bunu içselleştirmiştir. Kurultayın böyle bir önemi de vardır. Artık bu tartışılmaz. Yani: “Kendi içimizde hesâbımızı gördük, partiye böyle bir doğrultu çizildi. Dolayısıyla artık burada bunu kapatalım ve asıl dışarıya karşı mücâdelemize bakalım”. Bu çok çok geç kaldı. Diyelim ki bir yıl uzatılması mâkuldü. Seçim sonrasında hemen kurultay karârı alınmalıydı. Orada delegenin yeni delege mi eski delege mi olduğu, maalesef parti içi küçük taktik hesaplar üzerinde tartışılıyor. Yani siz kendi delegenize güvenmiyor musunuz? Şimdi niye yapılmıyor? Önemli olan orada delegenin kim olduğu değil, delegenin önüne onun tartışabileceği siyâsî hedefleri, yeni bir Türkiye, büyük bir Türkiye hedefini koyup koyamadığınız, bunu tartıştırıp tartıştıramadığınız ya da onlarla birlikte tartışarak kararlaştırıp kararlaştırmadığınızdır. Ama maalesef anlaşılıyor ki kurultay sonrasında yapılacak.

Ruşen Çakır: Seçim sonrasında diyorsunuz yani.  

İlhan Cihaner: Hayır. Kurultay sonrası seçimlerden önce olacağı anlaşılıyor, o da belli değil. Bu da olacak şey değil. Cumhuriyet Halk Partisi târihinde ilk kez bir kurultaya gidiliyor, ama kurultayın târihi belli değil. Kongreler yapılıyor, ama kurultay seçimden önce mi olacak, sonra mı olacak belli değil. Burada önemli olan, bu kurultayı önemli kılan şey: Yerel seçimler. Bu tartışmayı bir an önce bitirip, bahsettiğimiz ittifaklar meselesi, yeni bir yerel yönetim perspektifini konuşmalıyız. Çünkü başarı elde ettiğimiz önceki seçimlerde, o başarı koşullarını da ağırlıklı olarak yanlış okuyor insanlar. Yani orada blok olarak destekleyen partiler vardı. Şimdi o partilerin kendi iç tartışmaları, Türkiye’nin koşulları başka şeyleri işâret ediyor. O zaman, sizin bir kere bu sorunları çözmeniz lâzım. Ama biz şimdi, “Acaba şu mahallede Genel Merkez’e yakın delegeler mi çıktı, yoksa değişimden yana olanlar mı çıktı? Mevcut ilçe başkanı mı kazandı?” tartışmasındayız. Bu olacak şey değil; akıl yitimi.

Ayrıca yerel yönetimlere giderken şöyle bir şey var: Türkiye’nin üçte biri neredeyse kayyumla yönetiliyor. Bunun yerel yönetim öncesinde tartışılmaması… Yani siz seçim yapıyorsunuz, iktidar seçimi gasp ediyor. Üstelik hatırlarsanız Süleyman Soylu açıklamıştı: Bir gece, Cumhurbaşkanı, Süleyman Soylu’ya, “Bu HDP’li belediyeler beni çok üzüyor” deyince, “İki gün içerisinde hepsini görevden aldık” demişti. Şimdi böyle bir yaklaşım varken, yani Türkiye’nin üçte birinde seçim sonuçlarının tanınmadığı ve bunun neredeyse bir gelenek hâline geldiği… bunlara dâir çözümlerin tartışılması lâzım. Toplumcu belediyeciliğin tartışılması lâzım.

Ruşen Çakır: Cuma günü Ekrem İmamoğlu’nun çıkan yazısında kayyum meselesi de vardı, görmüşsünüzdür.

İlhan Cihaner: Kayyum meselesi yoktu. Orada daha çok “vesâyet” kavramını kullanmıştı. O daha çok, merkezî hükûmetin yerel yönetimler üzerindeki vesâyet yetkisi. Teknik olarak onu gördüm ben. Dolayısıyla bu kayyum meselesi değil. Kayyum meselesini çok açıkça adlandırınca, belki vesâyet yetkisinin uzantısı olarak kullanılıyor, ama orada başka yasal değişimler oldu. Doğrudur, merkezî iktidârın yerel yönetimler üzerinde belirleyici olduğu çok şey var. İller Bankası payından tutun, kadro belirlemeye kadar çok sıkıştırdı. Özellikle büyükşehirlerin önemli bir kısmının CHP’ye geçmesinden sonra. Bu da bir sorundur. Ama topyekûn bir devlet eleştirisi olmadıktan sonra… Yani bunun altbaşlıkları… örneğin kapitalizm eleştirisi, serbest piyasa eleştirisiyle başlamanız lâzım buna. 

Ruşen Çakır: Tam da bunu soracaktım. “Değişim” Ekrem İmamoğlu tarafından telaffuz edildi. Değişim denince akla o geliyor. Kılıçdaroğlu da onun yerine, değişim değil “Yenilenme” dedi. Kılıçdaroğlu’nun duruşunu, liderliğini, yıllardır biliyoruz. İmamoğlu’nun söylemeye çalıştığı… Bunu Zoom toplantısından da zâten biliyorduk; orada da gözüktü. Berâber hareket ettiği isimlerin büyük bir kısmı, neredeyse hepsi, yakın zamâna kadar Kılıçdaroğlu’nun kurmaylığını yapmış kişiler. Oradaki değişimden ne anlıyorsunuz ve siz nasıl bakıyorsunuz? 

İlhan Cihaner: Biz değişimi şöyle formüle ediyoruz: Birincisi, partinin ideolojisinin netleşmesi lâzım. Yani siz, “Sağ sol kalmadı”dan başlayarak, “Her şey güzel olacak”, çiçek böcek dediğinizde, aslında bir siyâsetsizliği târif ediyorsunuz. Bunun parti içerisindeki anlamı: “Mevcut iktidar ilişkileri devam etsin”. Türkiye iktidârı açısından da anlamı: “Biz gelelim, bu koşullarda biraz da biz yönetelim” demektir. Dolayısıyla ideolojisinin çok net olması lâzım. Artık bu seçim öncesinde hiç telaffuz edilmeyen sosyal demokrasinin… hele hele “Avrupa’daki sosyal demokrat partileri, onların programlarını, tüzüklerini inceleyeceğiz” filan sözleri… Bu da en hafif şekliyle aymazlıktır. Çünkü sosyal demokrasi, mevcut hâliyle Avrupa’da da çok geriliyor. Doğrudur, CHP’nin sosyal demokrat bir parti olması lâzım; ama sosyal demokrasinin, özellikle son 20-30 yıl içerisinde refah devletlerinin artık çökmesinden sonra yaşadığı krizleri de, soldan aşacak bir eleştiriyle, tabiî ki Cumhuriyet Halk Partisi’nin temeli olan Atatürk ve ilkelerinin de içselleştirilmiş bir şekilde ele alınması lâzım. 

Burada birincisi, ideolojik hattının netleşmesi lâzım. “Devlete ilişmeyelim, sermâyeye ilişmeyelim…” Yani anti-kapitalist bir hattı kurmadan, serbest piyasayı eleştirmeden, bunun güncel görünümü olan neoliberalizmi eleştirmeden ideolojiyi netleştiremezsiniz. Bunun yolu ise, mevcut krizleri de soldan aşan… Tabiî ki partinin tüzüğü demokratik, sosyal demokratik diye târif ediyor. 

İkincisi: Kadrolar. Kadroların da bununla uyumlu olması lâzım. Partide ciddî bir kompradorlaşma, sağcılaşma eğilimi de var kadrolarda. Bu kadroların, hele partiyi bugüne getirip bu yanlışları alkışlayan, ses çıkarmayan, onların bizâtihi yürütücüsü olan eski kadroların, şimdi de dönüp değişimi boğmalarına izin vermememiz lâzım. Parti tabanının izin vermemesi lâzım. Yani bugün mü aklınıza geldi bunlar?

Üçüncüsü de diğer ikisi kadar önemli: Hem parti tabanını mobilize etmek için, harekete geçirmek için, umutlandırmak için, hem de bu bahsettiğimiz iki sütunu garantiye almak için, başta tüzük olmak üzere, parti içi hukuk konusunda da bir değişime ihtiyâcımız var. Yani düşünün, ittifak tartışmaları yapılıyor; ittifak için PM yetkiyi Genel Başkan’a veriyor. O zaman siz niye varsınız? Danışmanların laboratuvarına dönüşmüş durumda parti. Bir gün, bir sabah kalkıyoruz, MİT ve İçişleri Bakanlığı’nın başka bir protokolle Zafer Partisi’ne verildiğini görüyoruz. Bir kere bu, bahsettiğim iktidar perspektifinin de olmadığının göstergesi. Yani MİT’i ve İçişleri Bakanlığı’nı başka bir partiye vererek nasıl iktidar olacaksınız? İktidârınızı nasıl realize edeceksiniz? Bu, bir iktidar perspektifinin olmadığını da gösteriyor. 

Dolayısıyla, bu kadrolardan da, anti-demokratik parti içi hukuktan da, en önemlisi de ideolojik bulamaçtan, kafa karışıklığından da partinin kurtulması lâzım. Bizim “değişim”den anladığımız bu.

Ruşen Çakır: İlhan Bey, umutlu musunuz?

İlhan Cihaner: Umutluyum. Cumhuriyet Halk Partisi’nde siyâset yapmamın gerekçesi, motive eden şey de bu umut. Niye umutluyum? Partide bulunduğum süre içerisinde de bu yolda mücâdele etmeye çalıştım. Cumhuriyet Halk Partisi’nin tabanıyla karar vericiler arasındaki makas çok açık. Dışarıdan bakan birisi, genellikle parti elitlerini görür, onların söylediklerini görür, onların kararlarını değerlendirir. Ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin tabanı hâlâ dünyayı sol sosyal demokrat değerlerle, Atatürk ilkeleriyle, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucu, aydınlanmacı değerleriyle görüyor. Yukarının politikalarıyla, tabanın istemleri arasındaki makas kapatılırsa eğer…  O makas çok açık.

Ruşen Çakır: Meselâ en son Akbelen’de yaşanan birtakım olaylar var. CHP heyeti ile, öncelikle Kılıçdaroğlu ile, daha sonra CHP’nin birtakım bilinen isimleriyle halk arasında, daha doğrusu direnişçiler, destekçiler arasında bayağı sert tartışmalar oldu. CHP’liler, kimi direnişçileri “AKP provokatörü” olmakla suçladılar. Bunlar çok yadırgatıcı görüntülerdi. 

İlhan Cihaner: Bütünlüklü bir politika hattınız yoksa, çevreye dâir, halk hareketlerine dâir bütünlüklü bir yaklaşımınız yoksa, bu tarz şeyler çok olacaktır. Kuşkusuz, son yaşananların seçim sonuçlarıyla da ilgisi var tabiî. Orada biriken öfkenin sonucu. Biz, yanılmıyorsam Akbelen’e 6-7 ay önce gitmiştik arkadaşlarımızla. Bu mesele yeni olan bir şey değil. Devlet ve sermâye eleştirisinin oradan başlaması lâzım.

Hiç unutmuyorum; Parti Meclisi’nde çevre politikalarına dâir eleştiriler getirdiğimde, parti içerisinde hâkim konumda olan bazı arkadaşlar, “Böyle dersek bize ‘sermâye düşmanı’ derler, olmaz. Büyük projelere karşı çıkmayalım” demişlerdi. İşte bu kafa karışıklığının giderilmesi lâzım. Sâdece Akbelen değil; şu anda Türkiye’nin meraları, sâhilleri, ormanları… Bir ara altın madenleri gündemdeydi; hâlâ aktif bir şekilde devam ediyor. CHP’nin buralarda kendisini var etmesi lâzım. Siyâsî mühendislikle ya da parti içi güç dengelerini dizayn ederek değil. Orada olması gerekirdi.

Çevre konusunda da, küresel ısınmadan tutun fosil yakıtlara kadar bir hattınız olur. Bunu siyâsî olarak bir bütünün içerisine yerleştirirsiniz ve onun mücâdelesini verirsiniz. Rastlantısal olarak bekliyorsunuz, yurttaşlar oradan çağrı yapınca oraya gidiyorsunuz. Oysa CHP kadrolarının, oradaki mücâdelenin önünde olması lâzımdı. 

Ruşen Çakır: Umutlu olduğunuz söylediniz, ama açıkçası nasıl umutlu olabildiğinize çok emin olamıyorum. 

İlhan Cihaner: Dediğim gibi, biz parti tabanına güveniyoruz.

Ruşen Çakır: Peki, en kötü senaryo nedir?

İlhan Cihaner: En kötü senaryo, eğer bahsettiğimiz çerçevede ya da o çerçeveye yakın bir değişim gerçekleşmezse, maalesef Cumhuriyet Halk Partisi’nin yerel yönetimlerde, zâten çok zora girmiş, çok geç kaldığımız yerel yönetimlerde beklenen başarıyı elde etmemesi sonucunda partinin atomize olmasına kadar gidecek bir süreç yaşanabilir. Biz bu çerçevede parti içerisinde soldan bakanlar olarak, partinin tutkalı gibi de görüyoruz. Yani bu atomize olmasının, dağılmasının önünde bir tutkal olarak görüyoruz. Çünkü partiyi bir arada tutan değerler bunlar. Her ne kadar biz parti içerisinde lânetlendiysek, yani hem târihsel hem sâhadaki haklılıklarına rağmen nasıl Türkiye’de sol sosyalistler iptal kültürüne mâruz bırakılıyor, yok sayılıyorsa, parti içerisinde sol diyenlere, sosyal demokrasi diyenlere –o eleştirilerimi rezerv tutarak söylüyorum– aynı muamele yapılıyor. Bakıyorsunuz, sanki parti içerisinde sadece iki grup varmış gibi tartışılıyor. Oysa başka şeyler söyleyenler de var. Üstelik bu, tabanda da çok güçlü. Bunu söyleyenler de yeri geldiği zaman meşrûiyetlerini soldan alıyorlar. Ama bunun siyâsetini parti içinde yapmaya çalışanlara bir düşman siyâseti uygulanıyor. Bu tabanın böyle olmadığını bildiğimiz için biz umutluyuz. Eğer bu değişimi bu şekilde yapamazsak sıkıntı olur.

Bunları şunun için söylemiyorum: Bu söylediklerim parti içi iktidâra ilişkin şeyler değil. Aynı zamanda, Cumhuriyet Halk Partisi’ni ve onun bakış açısını ve Türkiye’yi kapsayacak, şu anda AKP’ye destek veren geniş kesimleri de toparlayacak bir siyâset olduğu için. Bu söylediklerim Cumhuriyet Halk Partisi içi iktidâra ilişkin değil. Aynı zamanda, partiyi de iktidar yapacak iddialar olduğu içindir. Çünkü yanlış anlaşılıyor bu. Bizim verdiğimiz kavga parti içi iktidar kavgası değil.

Ruşen Çakır: Yakın zamanda CHP çevrelerini yakından tâkip etme imkânı bulmuş bir dostum, “Hepsi devletten korkuyor” dedi.

İlhan Cihaner: Biz korkmuyoruz.

Ruşen Çakır: Sizinle görüşmemiş herhalde. Şu andaki yenilenmecilerle, değişim diyen iki ekipteki ortak noktanın…

İlhan Cihaner: Biliyoruz ki devlet, özellikle Demokrat Parti ve sonrasındaki sağcı iktidarlarla birlikte mîmârîsini sol karşıtlığı üzerine kurmuş. Bu, zaman zaman diğer kesimlere de yayılmış. Bir kere bunu eleştirmeden, tüzüğünde sosyal demokrasi, aydınlanma, laiklik yazan bir parti… Yani bunu karşınıza almadan nasıl daha iyi bir Türkiye târif edebilirsiniz? Bunu anlamak mümkün değil. Dolayısıyla bizim öyle bir korkumuz yok. 

Dediğim gibi, bu söylediklerimiz de parti içi iktidardan ziyâde, bizim iddialarımızı iktidâra götürecek formülü de içerdiği için söylüyoruz. Çünkü siyâsetin, “Nasıl bir CHP? Nasıl bir Türkiye?” ve giderek, “Nasıl bir dünya?” iddiasını içermesi lâzım. Onun için ilk başta “ideolojik netleşme” diyoruz. Serbest piyasa kavramı artık dünyada bile tartışılıyorken, kamuculuk tüm altbaşlıklarıyla birlikte daha öne çıkıyorken, bunları söylemeden bir şey söyleyemezsiniz. 

Ruşen Çakır: Zâten arkadaşımın kastettiği, Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu diye özetlenebilecek iki ana akım var ya; değişimcilerle yenilenmeciler. 

İlhan Cihaner: Maalesef, bu iki kavramın da yanlış seminerde tartışılması nedeniyle, onun da altı boşaltıldı, içeriksizleştirildi. Yani değişimi 20 yıldır partiyi yönetenlerle mi, üç gün önce aynı politikaları alkışlayanlarla mı yapacaksınız? Bir de dediğim gibi, devlet eleştirisiyle, sermâye eleştirisiyle başlaması lâzım. Şu anda sınıfsal bir bakış açısına ihtiyaç var. Bizâtihi anketler ya da partiyi yönetenler tarafından söylenen şeylerle, yoksul kesimlerin AKP gibi sermâyeperver, gelir dağılımını bu kadar bozmuş bir iktidâra oy vermesini sâdece şu kanalın ya da bu kanalın dinlenmesine bağlayamazsınız. Burada başka şeyler var. Bir kere buna bir kafa yorup sert bir özeleştiri yapılması lâzım.

Ruşen Çakır: Burada noktayı koyalım İlhan Bey. “Gelecek İçin Biz” hareketinin sözcüsü İlhan Cihaner ile CHP’yi, Türkiye’yi ve dünyayı konuştuk. Çok teşekkürler katıldığınız için. 

İlhan Cihaner: Son bir ekleme yapabilir miyim? Burada ben “Biz” kavramını sadece “Gelecek İçin Biz” için de kullanmadım. Sosyal medyada, kamuoyunda öyle bir algıyla ortaya çıktı. Ama bu bakış açısıyla partideki değişimi, dönüşümü savunan çok fazla insan var.

Ruşen Çakır: Onlara ulaşmaya ve beraber hareket etmeye çalışıyorsunuz.

İlhan Cihaner: Tabiî. Yoksa sâdece bizimle ilgili bir şey de değil bu. 

Ruşen Çakır: Evet, İlhan Cihaner’e çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.