Ruşen Çakır izleyicilerin katılımıyla değerlendirdi: AK Parti 22 yılda nasıl dönüştü?

Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) kuruluşunun 22. yılı. 14 Ağustos 2001’de kurulan AKP, 3 Kasım 2002’de girdiği ilk seçimde oyların yüzde 34,3’ünü almış ve 363 milletvekili çıkararak tek başına iktidar olmuştu. AKP, Türkiye’de kesintisiz ve tek başına en uzun süre iktidarda kalan parti.

Peki 22 yılda AKP’nin bir davası kaldı mı? Parti mi değişti Erdoğan mı? AKP 22 yılın ardından nasıl dönüştü?

Ruşen Çakır değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Cenk Narin

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Bir hafta ceket-kravata ara vermiştim, fenâ da olmamıştı; ama tekrar stüdyoya döndüm ve tekrar bu hâlimle karşınızdayım. Konuşacak çok şey var aslında; ama Türkiye ilginç bir ülke: Siyâsette çok fazla bir hareket olmuyor, hep söylüyorum. Ben bu arada “Büyük Göç” dizisiyle uğraştığım için çok da mutluyum. Okuyanlarınız olmuştur. Şu âna kadar 60 kişiydi. Bugün de çok sayıda okuyup arayanlar oldu; değişik ülkelerden 70’i aşkın kişiyle konuştum, orta sınıflarla konuştum. Çok ciddî sayıda, yüzlerce, hattâ binlerce insan son birkaç senedir Türkiye’yi terk ediyor ve sırada da çok kişi var. Bunlar genellikle iyi eğitim kurumlarından mezun olmuş mühendisler, yazılımcılar, doktorlar, eczâcılar, diş hekimleri vs. bir furya var. Bu furyayı anlamak istiyorum ve onların hikâyelerini anlatmak istiyorum. Bayağı da ilgi gördü, bakalım nasıl devam edecek. Ve tabiî gelelim Türkiye’nin gerçeklerine. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi’nin –ister AKP deyin, ister AK Parti deyin– 22. yaşı. Kuruluş îlânını canlı olarak yerinde izlemiştim. Bunca zaman geçmiş. Onun öncesini de biliyorum. Hep birlikte AK Parti’yle birlikte biz de yaşlandık ve tabiî ki kurulduğu zaman Türkiye’yi 21 yıl boyunca yöneteceği kimsenin aklından geçmiyordu. Herhalde Erdoğan’ın da aklından geçmiyordu. Cumhuriyet târihine gerçekten damga vurdu ve daha bir süre de vuracağa benziyor. Ne oldu? AK Parti neydi, ne oldu? Bundan sonra ne olabilir? Bunları sizlerle berâber konuşalım istiyorum. Benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarında “chat” bölümlerine sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi yazabilirsiniz. Ve buradan sizin katkılarınızla bir AKP değerlendirmesi yapmaya çalışalım; daha önce izleyicilerin katılımıyla yaptığımız yayınlar genellikle çok dinamik geçiyordu. Bakalım bu sefer ne olacak? Açıkçası çok da emin değilim. AK Parti üzerine konuşmak insanları heyecanlandırıyor mu, merak ettiriyor mu bilmiyorum. Bakalım, göreceğiz. Eğer çok fazla bir ilgi yoksa da uzatmayız, erken bitiririz; ama şimdiden sorular, yorumlar gelmeye başladı.

Özgür demiş ki: “AKP dönüştü ve peşinden hep CHP’yi sürükledi. Önce ‘Kürt açılımı’ dedi, sonra vazgeçti. CHP ise beş sene sonradan devam etti. Ne zamânın ruhunu anladı, ne de dünyayı.”Evet, Özgür Bey AKP’den ziyâde bir CHP eleştirisi yapıyor. Aslında anlamlı; AKP’ye hep eleştiri üzerinden giden CHP gördük. CHP dönüştü mü? Çok emin değilim. CHP büyük ölçüde aynı şekilde gidiyor; ama AKP bayağı bir dönüştü. Ama şöyle önemli bir tespit var; daha önce değişik meselelerde söylemiştim. Prof. Nilüfer Göle’yle yıllar önce, AKP’nin ilk yıllarında yaptığım bir röportajda çok güzel bir lâf söylemişti — ki o târih, daha 2004-2005 belki, orada demişti ki: “AKP dönüşüyor, ama aynı zamanda Türkiye’yi dönüştürüyor”. Tam da bu oldu. AKP dönüşüyor, Türkiye’yi de dönüştürüyor. “AKP nereden nereye geldi?” “Türkiye nereden nereye geldi?” Bunların hepsi çok tartışmaya muhtaç tabiî. İşte bugün birazcık bunları yapalım istiyorum. Nasıl bir dönüşüm olduğuna bakalım istiyorum. Şimdi başka sorularla yorumlarla gidelim.

Muharrem Palaz diyor ki: “AKP’nin meşrûluğunu kazanması ve önündeki engellerin kaldırılmasında sol, liberal ve ‘yetmez ama evetçi’lerin ne kadar katkısı olmuştur?”Eh, olmuştur; Avrupa’nın da oldu, Amerika Birleşik Devletleri’nin de oldu, İsrail’in de oldu. Ve Erdoğan bütün bunları hepsiyle bir şekilde, değişik dönemlerde –Fethullahçılar’la oldu, birçok kesimle oldu–, değişik kesimlerle ittifak yaptı. Şimdi yaptığı ittifak, tam bir savaş ittifâkı gibi: MHP, Büyük Birlik Partisi, Yeniden Refah Partisi, HÜDA PAR… Yıllar önce AKP bunların hepsine çok mesâfeliydi. Şimdi bunlarla ittifak yapıyor; ama burada önemli olan, Erdoğan’ın hep ülkeyi yöneten kişi olması. Erdoğan sürekli değişik dönemlerde değişik ittifaklar yaptı. Kullanım süresi bitince de onlardan uzaklaştı. Kimi zaman müttefikleri ondan uzaklaştı. Kimi zaman o müttefiklerini sattı. Mesela Kürt açılımı denen olaya baktığımız zaman, Erdoğan başlattı ve birdenbire de bitirdi. Neden başlattığı neden bitirdiği tartışmalı. Ama o süre içerisinde ülkeyi yönetmesinde Kürt açılımının çok ciddî katkısı oldu. 

Mehmet Rasim İnceoğlu: “22 yıl önce hocalar öbür dünyada hûri vaat ederken, şimdi bitmeyen sofralar vaat etmeye başladılar. Sizce bu bile AKP’nin ekonomik politikalarının çöküşünün en ironik göstergesi değil mi?”Bunun ne olduğunu anlamadım açıkçası. Belli ki bir yerde birileri, yine birtakım hocalar… ya da işte bu son dönemde sosyal medyayı çok kullanıyorlar, onlar bir şeyler vaat etmiş olabilir. Ama AKP’nin başladığından bugüne en büyük meselesi, tabiî ki Kemal Derviş’in bıraktığı bir ekonomiyi devraldı. Tam ekonomi bir yıkımdan toparlanma sürecine girmişti, onu devraldı ve burada uzun bir süre ekonomik açıdan büyüyen bir Türkiye’yi yaşattı ve bu anlamda da kendi kitle tabanı genişledi. Şimdi son dönemde ülke AKP yönetiminde çok ciddî bir ekonomik kriz yaşıyor. Ama buna rağmen son seçimlerde gördük ki Erdoğan yine kazandı. Bu da başlı başına ilginç bir olay. Burada tabiî ki AKP’nin başarısından çok, muhâlefetin başarısızlığı söz konusu. Ama ekonomide çok büyük yalpalamalar olduğunu görüyoruz. Seçim öncesi ekonomi yönetimiyle seçim sonrası ekonomi yönetimi 180 derece farklı. Ama Mehmet Şimşek yönetiminin de ne kadar devam edeceğini bilmiyoruz.

Oya Hanım demiş ki: “İlk büyük hatâ 1994 belediye seçimlerinde yapıldı. Yine aynı şeyin olacağından endîşe ediyorum. Târih tekrar mı ediyor?”1994 seçiminde –tabiî ki daha o zaman AKP yoktu, Refah Partisi vardı– ve Erdoğan İstanbul’da, Melih Gökçek Ankara’da kazandı. Bu daha çok merkez sağ ve sol partilerin bölünmesinden kaynaklanmıştı. Herhalde Oya Hanım önümüzdeki sene yapılacak yerel seçimleri kastediyor. Şu hâliyle bakıldığı zaman, beş yıl önce kazanılmış olan belediyelerin hepsini CHP’nin koruyabilmesi çok zor gözüküyor. İstanbul en önemlisi; yarın Ekrem İmamoğlu bir basın toplantısıyla büyük bir ihtimalle yeniden aday olduğunu açıklayacak. Bakalım ne olacak? Ama gerçekten Ekrem İmamoğlu’nun, CHP’nin ve genel olarak muhâlefetin işi çok zor. Dolayısıyla, Erdoğan 25 yıl sonra İstanbul ve Ankara’yı kaybetmişti, şimdi 30. yılında tekrar bunları alma ihtimâli var.

Ahmet Arat: “AK Parti ve İYİ Parti, Erdoğan ve Akşener’in hayâtının bir döneminin hikâyesi olarak son bulacak mı?” Karşılaştırması çok mümkün olan iki parti değil bunlar. Onun için İYİ Parti bir türlü AK Parti’nin gösterdiği performansı gösteremedi ve gösterebileceğe de benzemiyor. Halbuki ilk girdiği seçimde hiç de fenâ olmayan bir sonuç almıştı. Ama belli bir süre sonra oylarını artırdığı söylenirken, sonra bir baktık ki beş yıl önceki oylarını ancak koruyabilmiş bir İYİ Parti var. AKP için böyle bir şey söz konusu değil. AKP ilk seçimi kazandıktan sonra oylarını artırmış bir partidir. Hele 2007’de acayip bir oy patlaması yapmıştı. O da Yaşar Büyükanıt’ın e-muhtırası sâyesinde.

Tayyar Ateş: “AKP’nin İslâm’ı siyâsallaştırma projesi çok ciddî, çok şiddetli. İslâm dünyasının halifesi olduğunu iddia ediyor ve bunu herkese kabul ettirdi. Genel icraatı açısından bu nokta çok önemli.Tayyar Bey, kimse Erdoğan’ı İslâm dünyasının halifesi olarak kabul etmiyor. Hiç merak etmeyin. Böyle bir şey yok. Siz belki böyle görüyorsunuz, ama İslâm dünyasında farklı farklı odaklar var. Körfez ayrı, Mısır ayrı, İran ayrı, Güneydoğu Asya’daki ülkeler ayrı. Dolayısıyla Erdoğan belli bir ilgi görüyor olabilir. Ama özellikle ülkeyi otoriter bir çizgiye taşıdığı andan îtibâren popülaritesinin eskisi kadar fazla olduğunu düşünmüyorum. Çünkü İslâm dünyasında özellikle genç kesimlerde daha bir demokratikleşme perspektifi var ve AKP’nin ilk yılları daha fazla heyecan yaratıyordu. Şu aşamada böyle bir heyecânı yarattığını çok fazla düşünmüyorum. Tabiî ki İslâm dünyasında ve Batı’da yaşayan Müslümanlar’da Erdoğan biliniyor, tanınıyor. Dile kolay, 21 yıldır Türkiye gibi önemli bir ülkeyi yönetiyor, dindar kimliğiyle bilinen birisi; ama bir zamanlar ona gösterilen teveccühü artık gözlemiyorum.


Fatih Kitapçı: “AKP önümüzdeki beş yıllık süre içerisinde tüm kurumları tamâmen ele geçirerek ve mültecileri hızla vatandaş yaparak tam diktatörlüğe geçecek. Artık seçimler sadece göstermelik olacak. Siz ne düşünüyorsunuz?”
Aynısını düşünmüyorum. Zâten kurumların hepsini Erdoğan ele geçirdi. Ele geçirmediği kurum yok. Bir diktatörlüğe geçilmeyeceğini söylemiyorum, ama “Tüm kurumları ele geçirecek, hâlâ birtakım eksikler var, onları da yaptıktan sonra yapacak”demenin çok fazla bir anlamı yok. Devleti tam anlamıyla kontrol ediyor. Geçen Kara Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri komutanlarının, emekliliğe “sevk edildikten sonra” diyelim, Erdoğan’a gösterdikleri teveccühü görmüşsünüzdür. Artık çok şey değişti. Dolayısıyla bu dediğinize ihtiyâcı yok. Zâten her şey Erdoğan’ın kontrolünde. Tüm mültecilerin hızla vatandaş yapılması perspektifine gelince, Erdoğan niye böyle bir şeyi özel olarak istesin? Buna çok emin değilim. Tabiî ki Erdoğan döneminde çok sayıda sığınmacı vatandaşlık aldı, ama bunları daha da artıracağı yolunda bir perspektif ben görmüyorum. Hattâ tam tersine, bir kısmını yollama vaadi var; çünkü bu konuda kamuoyunda ve kendi tabanında da çok ciddî rahatsızlıklar var. Dolayısıyla bu vatandaşlık meselesine de biraz temkinli yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum.

Erdem Bey demiş ki: “Geçtiğimiz seçimler toplumun normalleşmesi için son şans durumundaydı. Bugün artık sivri, marjinal ve tek bakışlı fikir ve ideolojilerin sürekli arttığını göreceğiz.”Evet, çok ciddî bir fırsattı. Bu fırsatı Türkiye kaçırdı. Yeniden böyle bir fırsat doğar mı? Yerel seçimler bu anlamda nasıl bir eşik olacak? Bunları şu anda kestiremiyoruz. Ama gerçekten bu son seçimler, muhâlefetin büyük bir beceriyle kaybettiği bu seçimler Türkiye için önemliydi. Bir daha Erdoğan’ı böyle bulabilirler mi açıkçası çok şüpheliyim.

Ahmet Arat: “Saadet Partisi, Yeniden Refah Partisi, DEVA, Gelecek AK Parti’nin terekesini paylaşmak için mi siyâsette varlar?”Bir ara öyle niyetlenmiş olabilir Saadet Partisi, DEVA ve Gelecek; ama Erdoğan’ın, yani AK Parti’nin terekesini, mîrâsını paylaşmak bir yana, son seçimlerde gördük ki Gelecek, DEVA ve Saadet Partisi’ni Erdoğan etkisiz kıldı. Bu partilerin artık eskisi gibi beklentileri yok. Bu partiye beklentilerle girenler de çok büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Yeniden Refah’ın durumu biraz daha farklı olabilir. Ama onun da çok istikbal vaat eden bir parti olduğunu söylemek şu anda çok fazla mümkün değil. Bugün îtibâriyle, son seçimler îtibâriyle “AKP’nin mîrâsı” diye bir şey konuşmak çok mümkün değil. Eğer beklendiği gibi seçimleri kaybetmiş olsaydı, o zaman konuşabilirdik. Ama bu seçimlerden de galip çıkmış durumda; her ne kadar oyları azalmış olsa da, Erdoğan’ın galibiyeti çok önemli. Bunu söylemek çok fazla mümkün değil. 

Bir izleyicimiz diyor ki: “Türkiye’de merkez sağın hâlâ olmadığını düşünenlerdenim. İYİ Parti var deniyor, ancak liderinin lâkabı ‘Asena’ olan bir partinin bu açığı kapatmayacağını düşünüyorum. Sizce yeni parti kurulmalı mı?”Sağcı olmadığım için beni ilgilendiren bir husus değil. Yeni İYİ Parti’nin bunu doldurmadığı muhakkak, böyle bir iddiası vardı. DEVA da ilk kurulduğunda böyle bir iddiası vardı, başaramadılar. Bir boşluk olduğu doğru. Bu boşluğu kim doldurur? Var olan partiler mi doldurur? Yeni bir parti mi olur? Çok emin değilim. Biz eskiye bakarak böyle bir boşluk var diyoruz. Ama belki de artık toplumda böyle bir arayış yoktur. Bilemiyorum; yani bir ihtimal, CHP bunu sâhiplenebilirdi. Ama CHP de kendi derdine düşmüş durumda. Gerçekten şu aşamada bir parti çıkıp merkezi toparlayacak falan… bugün için hayal gibi şeyler bunlar.

“Yerel seçimlere kadar ekonomi çok daha kötüye gidecek. Buradan muhalefet güçlenerek çıkabilir mi?” Böyle olmadı. Son seçim öncesinde de ekonomi çok kötüydü. Muhâlefetin ekonomi konusunda çok ciddî bir perspektif, çözüm önerisi sunduğunu görmedik. Seçimden sonra işler iyice şiddetlendi: ekonomi, hayat pahalılığı, enflasyon… Yine muhâlefetin pek bir etkili çıkışını görmüyoruz. Yani insanlar hayat pahalılığından, enflasyondan şikâyetçi olabilirler; ama bunları çözebileceğini düşündüğü bir muhâlefet görmüyorsa, hepsi olmasa bile bir kısmı, yine de “Erdoğan bunu çözer” diye oy verebiliyor. Bunu geçen seçimde gördük. Ekonomik şartlar nedeniyle iktidârın otomatik olarak oy kaybetmediği bir ülkeyiz. Bu gerçekten eşyânın tabiatına biraz aykırı, ama Türkiye bunu başarıyor. 

“Muhâlefetin HDP’yle seçim işbirliği yapması, algılarla şeytanlaştırılıyor ve seçimden sonra HDP desteğinin zarar verdiği düşüncesi arttı. Peki yüzde 50+1 oy sisteminde destek olmadan kazanmak nasıl mümkün olacak?” Bunu çok fazla konuşmayalım. AKP’yi konuşuyoruz. Dolayısıyla bu HDP desteği meselesini başka bir zamâna bırakalım. 

Pınar Ekitir: “Aslında CHP’ye çok da yüklenmemek lâzım. Çünkü Erdoğan karizmatik lider, karşısında kim olsa kazanamaz. Kendini ezilmiş olarak gören halk, Erdoğan’ı kendi sesi olarak görüyor”. Evet, Erdoğan’ın liderliği meselesi çok önemli. “22 yıldan geriye ne kaldı?” denirse, Erdoğan kaldı esas olarak. Muhâlefet ise Erdoğan’ın karşısına çok güçlü bir isim çıkaramadı. Ekmeleddin İhsanoğlu böyle birisi değildi, Muharrem İnce değildi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun da olmadığını gördük. Dolayısıyla burada liderlik meselesi çok önemli. Dostum Prof. Ali Yaycıoğlu’nun kulaklarını çınlatayım. Onunla yaptığımız yayında da bu konunun çok önemli olduğunu, artık muhâlefetin lider eksenli bir şeyleri düşünmesi gerektiğini söylemişti. Bugünden bakıldığı zaman da muhâlefet içerisinde bunu yapabilecek, bir ihtimal, Ekrem İmamoğlu var; ama o da çok zorlanıyor. Dolayısıyla şu aşamada baktığımız zaman, 22 yıldan bu yana Erdoğan liderlik konusunda karşısında ciddî bir rakip bulamadı. Tabiî ki bundan mutlu oldu, o ayrı bir şey. Evet, liderlik konusu 22 yılın özetinde çok önemli. 

“Muhâlefetin başarısı, hükûmetin hatâsına mı bağlı?” demiş Kızılkurt. Değil tabiî ki. Muhâlefetin başarısı, halka kendisini anlatması, topluma kendisini anlatması ve iktidârın başarısızlıklarını aktarıp bunları nasıl düzelteceğini anlatmasıyla alâkalı bir şey. 22 yılda bu konuda çok ciddî bir performans göstermedi muhâlefet. AKP’nin 22 yılının özeti, bir anlamda da muhâlefetle baş edebilmesinin özeti: Bir dönem, hatırlanacaktır, doğrudan asker Erdoğan’a muhâlefet etti; Erdoğan buna karşı olarak kendine içeride ve dışarıda çok destekçi buldu, bunlarla askere karşı durdu ve kazandı; daha sonra Fethullahçılar savaş açtı, Fethullahçılar’a karşı bu sefer askerî ve değişik kesimleri yanına alarak mücâdele etti, onu da kazandı; bu arada karşısına çıkan bütün partileri de bir şekilde etkisizleştirdi.

Yusuf Çubuk: “Seçimden önce Kemal Bey’in “Ben Alevîyim” açıklamasını ve helâlleşme açıklamasını savunmuştunuz; ama seçim sonuçlarına göre yanıldığınız ortaya çıkıyor, doğru mu?”O açıklamanın ve helâlleşmenin doğru olduğunu hâlâ savunuyorum; ama kazanması için yetmemiş, onu söylemek lâzım. Bunlar tek başına yetmiyormuş, onu kabul etmek lâzım. Kaybetti diye Alevî çıkışının yanlış olduğunu düşünmüyorum. 

Erdoğan yüzde 52, AKP yüzde 35. Beş yıl sonra bir daha aday olamayacak. Türk usûlü başkanlık sisteminden bir vazgeçiş olabilir mi? Yüzde 50+1 oy barajı kaldırılabilir mi? Bütün bunlar ihtimal dâhilinde tabiî; ama Erdoğan’ın ne yapıp ne edip Anayasa’yı değiştirerek görev süresini uzatması da ihtimal dâhilinde. Putin örneği var, biliyorsunuz. Dolayısıyla temkinli olmak lâzım. 

Bir izleyicimiz de demiş ki: “Hakan Fidan, Tayyip Erdoğan’ın yerine gelir mi?” Şu hâliyle bakıldığı zaman AKP içerisindeki en güçlü isimlerden birisi olduğu muhakkak; ama “Erdoğan’ın yerine gelir” demek için çok erken. 

“AKP’de Erdoğan dışında kim kaldı? Bugün ‘Genel başkanlığı bırakacağım’ dese ve isim de işâret etmese seçilebilecek bir kişi gösterilebilir mi?” Evet, iyi bir soru. Hakan Fidan ismi bunlardan birisi olabilir, ama başkaları da olabilir. Erdoğan dışında, gerçekten kendi ayakları üzerinde duran güçlü isim yok. Farklı farklı isimler var: Hulusi Akar belli ölçülerde, Hakan Fidan belli ölçülerde. Ben artık kalmadığını düşünüyorum ama, bâzıları hâlâ ona önem atfediyor, Süleyman Soylu falan gibi birtakım isimler var. Aile fertleri var tabiî ki, iki ayrı damat var vs.. Bütün bunların hepsi bir şekilde söz konusu olabilir; ama bunların hiçbirisinin Erdoğan’ın yerini dolduramayacağı kesinlikle ortada. 

Safiye Asarlıoğlu:“Halkın büyük bir kısmının ne adâlet, ne demokrasi, ne de düşünce özgürlüğü umûrunda. Bu durumda seçimlerin ne önemi var sizce?”Bunları böyle genelleştirmeyelim. Umûrunda değil gibi görülebilir; ama siz bunları iyi anlatabilirseniz pekâlâ umûrunda olabilir. Erdoğan’ın ilk yıllarında bu konuların çok öne çıktığını görüyorduk ve çok da popülerdi bu konular. İşte bu da bunu gösteriyor. 22 yılda Erdoğan’ın Türkiye’nin gündemini nasıl belirlediğini gösteriyor. Bir ara Türkiye’de “ileri demokrasi” diye bir lâf vardı, şimdi yok. “Kürt sorununu çözümü” diye bir lâf vardı, şimdi yok. Bunları tedâvüle Erdoğan soktu, Erdoğan çıkardı. Muhâlefet bunu aşamadı. 22 yılın özeti büyük ölçüde de bu. 

“Gezi, AK Parti’nin dönüşümünü mü tetikledi? Var olanın üstünü mü süpürdü?” Gezi, çok heyecan yarattı, çok etkili oldu; ama kısa bir süre içerisinde Gezi’ye katılan insanlar heyecanlarını, umutlarını yitirdiler. Ama şunu kabul etmek lâzım: Gezi, Erdoğan’a bu 22 yıldaki ilk ciddi meydan okuyuştu, toplumsal meydan okuyuştu. Yerine bir başkası gelmedi. Fethullahçılar’ın meydan okuması başka bir şeydi. O bir komploydu; ama Gezi bir toplumsal meydan okuyuştu ve Erdoğan’ı gerçekten çok ciddî şekilde korkutan bir şeydi ve o yüzden de şimdi hâlâ, Gezi’den dolayı Osman Kavala başta olmak üzere çok sayıda kişiyi haksız yere, hukuksuz yere içeride tutuyor. Bir intikamı var. Gezi Erdoğan’ın gerçek anlamda karizmasını çok ciddî bir şekilde zedeleyen bir olay oldu. Bunu hiçbir zaman beklemiyordu. Denetleyebileceğini düşündü, olmadı. Kendiliğinden gelişen bir hareketti. O zâten iyice onu korkuttu bence; ama sürdürülemedi. Sonuçta Erdoğan da bir nefes aldı; ama “Gezi’den dolayı Erdoğan kendisini yeniledi” dememek lâzım. Erdoğan orada çok büyük bir şoka uğradı. Ardından Fethullahçılar’la mücâdele geldi ve hepsi birlikte Erdoğan’ın iyice otoriterleşmeyi tercih etmesine neden oldu. Tabiî ki Gezi’yi suçlamak yanlış olur. Burada Erdoğan’ın bunu bir toplumsal mutâbakatla çözmeye yönelmemesini eleştirmek lâzım; ama sonuçta Gezi’den geriye çok fazla bir şey kalmadı. 

“Yerel seçimlere bu atmosferle gidilirse, özellikle İYİ Parti’nin duruşu, HDP’deki belirsizlik ve CHP’deki kaos dikkate alınırsa AKP büyük bir kazanıma doğru gitmiyor mu? An îtibâriyle öyle gözüküyor; ama bu mutlak bir şey değil. Sonuçta bir önceki yerel seçimlerde çok beklenmedik ölçüde muhâlefet başarılı olmuştu. Emin değilim açıkçası. Kısaca “Erdoğan alacak” diye söylememek lâzım. Bugünden bakıldığında öyle gözükebilir. 

“Gezi’yi halk desteklemediği için yeterli olmadığını düşünüyorum. Sadece öğrenciler ve kısıtlı bir grup verdi. Esnaf ve benzeri insanlar hep karşıt duruşta kaldılar” demiş Erdal Bey. Böyle olduğunu düşünmüyorum. Tabiî ki, AKP yanlısı, iktidar yanlısı birtakım insanlar –esnaf dâhil– karşısında olmuş olabilir; ama Gezi, tahminlerin çok ötesinde bir kitlesel desteğe sâhip oldu. Hâlâ o Boğaz Köprüsü’nden yürüyerek geçenler gözümün önüne gelir. Aynı Boğaz Köprüsü’nden birkaç yıl sonra darbeciler geçmeye çalıştı: Rezil oldular — öyle söyleyelim. Ama Geziciler öyle olmadı. Bunu yapmışlardı; Gezi’nin kitlesel boyutunu ihmal etmemek lâzım. Öyle bir avuç marjinalin ya da Erdoğan’ın dediği gibi “çapulcu”nun işi değildi. Erdoğan böyle göstermek istedi, ama hiç de böyle bir olay değildi.

“AKP, kendisine kattıklarından öte, Türk siyâsetinde hem iktidar hem de muhâlefet yapılış tarzını değiştirmiş gibi. Artık muhâlefet bloğunu dahi kendisinin karşıladığını tanımlıyor siyasi anlayış.” Anladığım kadarıyla şunu diyorsunuz: Muhâlefeti de Erdoğan belirliyor. Evet, büyük ölçüde böyle oluyor. Ne zaman ki muhâlefet Erdoğan’ı muhâtap almayıp kendi gündemiyle giderse başarılı olabiliyor. Meselâ geçen yerel seçim böyle olmuştu; ama bakalım bundan sonra ne olacak? 

Yeniden Refah Partisi AKP için bir tehlike mi? Demin de bahsettim. Çok değil, şu an îtibâriyle çok öyle gözükmüyor. Şu anda müttefik konumunda.

Selim Keskin: “Neden İstanbul bu kadar önemli? Muhâlefet İstanbul’u kazanmıştı, iktidar da kaybetmişti; ama bu durum hiçbir şeyi değiştirmedi”.Değiştirdi aslında. Erdoğan’ı çok ciddî bir şekilde rahatsız etti. Erdoğan için İstanbul her şeydir ve bunun rahatsızlığını çok ciddî bir şekilde yaşadı. Öyle ki, seçimi tekrarlattı biliyorsunuz. Bu arada ne oldu ne bitti? O ayrı bir husus. İstanbul’u kazanmış olmanın tadını muhâlefet tam çıkaramamış olabilir. İstanbul’u, Ankara’yı, Mersin’i, Adana’yı, Antalya’yı, Hatay’ı kazanmış olmanın verdiği motivasyonla muhâlefet kolları sıvamış olsaydı, bu son seçimleri de alabilirdi, ama olmadı. 

Murat Algül: “Kuruluşundan bugüne üyesi olduğum AK Parti’den istifa ettim”.Olabilir. Sizin kararınız.

“CHP’nin AKP’nin gizli koruyucusu olduğuna inanıyor musunuz? 21 sene bunu göstermiyor mu? Bence AKP’den kurtulmak için önce CHP’den kurtulmalıyız. AKP ve CHP arasında simbiyotik bir ilişki oluşmuştur.” Bunu düşünen çok kişi var. Gizli koruyucusu değil de “beceriksizlik” olarak tanımlanabilir; ama son yerel seçimde öyle değildi. Bunu da unutmamak lâzım.

“Gelişmeler ışığında demokrasi işlevselliğini halk nazarında yitirmeye başlar mı?” — Ahmet Arap sormuş. Olabilir, ama şunu biliyoruz — çok söyledim bunu, ama tekrar söyleyelim: Siyâsette çok şey değişebiliyor, ama bugünden bakıldığında sandığa gitme oranının özellikle muhâlefet cenâhında bayağı azalacağı tahmin ediliyor; çünkü insanlar büyük bir umutsuzluğa kapıldı. Demokrasinin işlevini kaybetmesinden ziyâde, insanların siyâsete verdiği önemin azaldığını söyleyebiliriz. Özellikle muhâlefet kanadında büyük bir yılgınlığa kapılmakta olduklarını söyleyebiliriz. 

“AKP’ye de CHP’ye de kerhen verilen çok oy var, liman bulmak lâzım. Yeni bir liman bulunabilir mi oylarımız için?” Şimdi, “liman” diyorsunuz, Kılıçdaroğlu gemiyi limana taşıyor; ama geminin bir yerden bir yere gittiğine dâir henüz en ufak bir işâret bile yok. Şu hâliyle, var olanlarla çok fazla bir şey değişmeyecek gibi gözüküyor. Yeni bir şeyin işâreti yok. Herhangi bir şekilde ipucu yok. Olursa da garantisi yok. 

AKP’nin 22 yılı, Türkiye damga vuran bir 22 yıl… AKP çok değişti. Değişmeyen tek şey Erdoğan’ın liderliği oldu. AKP dönüştü ve AKP Türkiye’yi çok ciddî bir şekilde dönüştürdü ve dönüştürmeye de devam ediyor. Burada tabiî ki bu öyküyü, AKP’nin öyküsünü burada siz izleyicilerin de söylediği gibi daha çok muhâlefetle berâber okumak lâzım. Erdoğan’ın başarısı aslında Türkiye’de zaman zaman değişen ittifakları. Meselâ MHP bir ara muhâlefetti, Erdoğan ile baş edemeyince Erdoğan’ın yanına geçti — öyle diyelim kabaca. Erdoğan’ı yenemeyenler Erdoğan’ın yanına gidiyorlar. Erdoğan’ı yenmek son yerel seçimlerde oldu; bir de tabiî ki 2015 Haziran seçimlerinde olmuştu. Oradan Kasım’a kadar geçen süre, orada yaşananlar, oradaki terör eylemleriyle ödenen ağır bedel, Türkiye’de çok şeyin değişmemesine neden oldu — öyle diyelim. Normal şartlarda 2015 Haziran seçimleri Türkiye’de birçok şeyi değiştirecekti; ama Erdoğan buna izin vermedi. Muhâlefet de bu değişim irâdesini sonuna kadar savunamadı. O dönemde AKP’nin başında olan Ahmet Davutoğlu’nun bugün hâlâ o dönemle tam olarak hesaplaşmadığını, o dönemde yaşananları tam olarak anlatmadığını ve kendisinin de bir süredir Erdoğan’a karşı siyâset yapmaya çalıştığını da unutmamak lâzım.

Evet, hepinize çok teşekkürler. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.