Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın konuğu Özer Sencar: Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları seçmeni ve partileri nasıl etkiledi?

Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları seçmeni ve partileri nasıl etkiledi? Muhalefet enkazı kaldırabilecek mi? Seçmen sandığa gitmek için nasıl ikna edilecek? Yerel seçimlere yaklaşırken araştırma sonuçları neler söylüyor? Ruşen Çakır sordu, konuğu MetroPOLL Araştırma Kurucusu Özer Sencar değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler. MetroPOLL Araştırma Başkanı Prof. Özer Sencar stüdyo konuğumuz. Kendisiyle seçmen davranışlarını, partilerin durumlarını, cumhurbaşkanlığı seçiminden bu yana nelerin değiştiğini, nelerin değişmediğini konuşacağız. Hoş geldiniz Özer Bey.

Özer Sencar: Hoş bulduk.

Konuşacak çok şey var, ama aslında çok da fazla bir hareket yok; böyle garip bir durumdayız. Siyâsette fazla bir hareket yok. Erdoğan, ülkeyi yönettiği 20 küsur yıl içerisinde sanki en rahat dönemini yaşıyor gibi geliyor bana. Katılır mısınız?

Sencar: Evet, katılıyorum. Bir kere, Erdoğan başkanlık seçimini rahat bir şekilde kazandı. Ekonominin başına da, hattâ sâdece ekonominin değil hükûmetteki çok önemli yerlere –meselâ iç politikada ve dış politikada– olumlu algılar üreten,çok pozitif sayılabilecek isimler geldi. Dışişleri Bakanı böyle, İçişleri Bakanı da öyle.Ekonomi Bakanı’nı zâten biliyoruz. Erdoğan’ın izin verdiği kadarıylaellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla, Erdoğan doğrudan ekonomiyle uğraşmadığı ve bu isimleri bıraktığı için ekonomibelki biraz daha iyi olabilir diye düşünüyoruz. O nedenle Erdoğan rahat.

Tabiî daha çok şunu söylemek istiyordum: Erdoğan her dönem birileriyle –zamânında orduyla, sonra Fethullahçılarla– mücâdele etti; şu anda ise karşısında kimse yok sanki.

Sencar: Evet, karşısında kimse yok; herkesi bir şekilde kenara koydu. İşin ilginç tarafı, Cumhuriyet târihinin hiçbir döneminde, muhâlefet şu anda olduğu kadar zayıf ve çâresiz olmadı. Erdoğan âdeta muhâlefetsiz bir ülke yönetiyor. Ana muhâlefet partisi yerel seçime gidilecek diye kendi iç işleriyle uğraşıyor. Diğer partilerde de bir hareket yok. Sonuç olarak muhâlefetin, icraatlara yönelik yükselttiği bir ses yok. Kamuoyunu harekete geçirecek bir hareket de yok.

Biz MetroPOLL olarak 15 senedir, 17 senedir ölçüm yapıyoruz; cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra seçmenler siyâsetten soğudular. Depolitizasyon şimdiye kadar gördüğümüz en yüksek seviyede. Yaptığımız araştırmalarda, neredeyse 15-20 senedir, “Hangi partiye oy vereceksiniz?” diye sorduğumuzda, hiçbir zaman kararsızlar yüzde 30’a ulaşmamıştı. Geçen ay kararsızların oranı yüzde 32,5, bu ay yüzde 33,5 olmuş. İnsanlar siyâsetten ve politikacılardan bıkmış, uzaklaşmış durumda. 

Bu hepsi için mi geçerli, yoksa sâdece muhâlefet için mi?

Sencar: AK Parti için de geçerli, ama aralarında fark var. Meselâ AK Parti seçmeninin kararsıza giden oranı yüzde 22 civârında, CHP seçmeninin yüzde 34 civârında. Yani muhâlefet seçmeninde, özellikle de CHP seçmeninde, şimdiye kadar hiç rastlamadığımız boyutta bir kararsız, protesto eden seçmen var. 

O zaman ilk akla gelen –ki ben de öyle düşünüyorum– yerel seçimde sandığa gitme oranının bayağı düşme ihtimâli var.

Sencar: Yerel seçimde sandığa gitme oranında düşme olabilir, ama daha seçime 6 ay var. Henüz bir heyecan yok ortada. Ama genellikle heyecan, hem iktidârın hem muhâlefetin adaylarının belli olmasından sonra artar. Ama siz bu heyecânı ne kadar artırırsanız artırın, iktidâra kızanlarda da, muhâlefete kızanlarda da sandığa gitmeme eyleminin önceki seçime göre yüksek olacağını düşünüyorum. Özellikle muhâlefette bu çok belirgin.

Peki siz “Türkiye’nin Nabzı” araştırmalarınızda isimleri, siyâsetçileri ve algıyı soruyorsunuz. Genellikle de Erdoğan önde çıkıyor. Daha önce, seçimden önce yaptığınız araştırmalarda Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş çok yüksek çıkıyordu. Seçim sonrası dönemde yaptığınız araştırmalarda en önemli farklar nedir? Öne çıkan yeni isimler ya da geriye düşen isimler var mı?

Sencar: Evet, bu araştırmanın en sürprizli, en önemli kısmı orada zâten. İsmini ilk defa sorduğumuz birisi bir numara oldu: Dışişleri Bakanı.

Hakan Fidan.

Sencar: Evet. Hakan Fidan, Erdoğan’ın da, diğer liderlerin de önünde.

Bu onun için iyi bir şey olmayabilir.

Sencar: Evet, her şey olabilir. Ama araştırmalarımızda, Erdoğan, Hakan Fidan’dan sonra geliyor. Onun arkasından da ilginç bir isim geliyor. Onu da ilk defa sorduk. Selçuk Bayraktar üçüncü sırada. Erdoğan onu siyâsette bir yerde değerlendirir mi bilmiyorum, ama popülaritesi şu anda çok yüksek. Ekrem İmamoğlu iki üç senedir ilk defa dördüncü sıraya indi. Son seçimden sonra, seçim sürecinde, sürekli giderek artan bir irtifâ kaybı var Ekrem İmamoğlu’nda. Ama asıl irtifâyı kaybeden kim biliyor musunuz? 

Kim?

Sencar: Meral Akşener 11. sırada, Kılıçdaroğlu da 9. sırada. Biz zâten Eylül ayı araştırmamızda “Siyâset Gençleri mi Bekliyor?” başlığını attık. İçişleri Bakanı, Ekonomi Bakanı ve Dışişleri Bakanı, yani bu üç bakan, Ekrem İmamoğlu ve Selçuk Bayraktar dâhil olmak üzere, Erdoğan’ın dışındaki bütün parti liderlerinden önde. Ama ben ne Meral Akşener’in ne Kılıçdaroğlu’nun bu kadar geriye düştüğünü görmedim.

Peki, İçişleri Bakanı demişken, Süleyman Soylu artık hiçbir şekilde gündemde değil mi? 

Sencar: Anladığım kadarıyla, Erdoğan bakanlıkta ve icraatlarında onu serbest bıraktı. Süleyman Soylu, siyâsette birilerini rahatsız edecek kadar sivrildi ve Erdoğan onu kibarca kenara çekti. Bence, Devlet Bahçeli ne yaparsa yapsın, Süleyman Soylu’nun siyâsal hayâtı bitmiştir.

Geçen gün şöyle bir olay oldu, görmüşsünüzdür. CHP İstanbul İl Başkanlığı’nda bir yarış var biliyorsunuz. Eski il başkanlarından Cemal Canpolat adaylığını açıklarken, değişim isteyenleri eleştirerek, “Kimse Kılıçdaroğlu îtibarsızlaştırarak CHP’de değişim yapamaz” gibi bir şey söyledi. “Kılıçdaroğlu’nun îtibârı” diye bir mesele var yani. Biraz önce Kılıçdaroğlu’nun dokuzuncu sırada olduğunu söylediniz. Herhalde, dördüncü, beşinci sıradan düşmüş durumda. 

Sencar: Evet. Bu araştırmada, “Seçim sonrası Kılıçdaroğlu’nun tavırları onun îtibârını nasıl etkiledi?” diye sorduğumuzda, genel seçmende çok yüksek oranda Kılıçdaroğlu’nun îtibârının düştüğünü, beğenilmediğini görüyoruz. Genel seçmen derken, muhâlefet ve iktidar seçmenlerini birlikte kastediyorum. CHP’lilere baktığımızda, CHP’lilerin de yüzde 40 küsuru Kılıçdaroğlu’nun îtibârının kötüleştiğini, yüzde 20’si iyileştiğini söylüyor. Dolayısıyla, bir îtibar kriteri oluşturursak, Kılıçdaroğlu’nun îtibârı şu anda siyâsî hayâtındaki en düşük noktada. 

Özgür Özel adaylığını deklare etti. Sizin araştırmanızda olmayabilir ama… Var mı yoksa? 

Sencar: Evet var. Özgür Özel, popülarite açısından Kılıçdaroğlu’nun dört beş kademe üstünde şu anda. Neredeyse ilk defa böyle bir şey oldu. “Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını nasıl karşılıyorsunuz?” ve “Hangisi kazanır?” diye iki şekilde sorduk. Genel seçmende, “Özgür Özel kazanır” diyenler, “Kılıçdaroğlu kazanır” diyenlerin iki misli çıktı. CHP’li seçmenin ne dediğine baktığımızda, CHP’li seçmenin yüzde 44’ü “Kılıçdaroğlu kazanır” diyor, yüzde 40’ı “Özgür Özel kazanır” diyor. Bu CHP’li seçmen açısından ciddî bir rakam. 

Peki siz şahsen ne düşünüyorsunuz? Kimin kazanacağından ziyâde, Özgür Özel seçilirse gerçekten bir değişim yapabilir mi, yapar mı?

Sencar: CHP çok eski bir doku. Orada bir şey yapılabilmesi için radikal devrimci birisi lâzım. Artı, Türkiye’deki yasal düzen, siyâsî partiler yasası, seçim yasası, liderlerin değişmesine izin vermez. Özgür Özel CHP dışındaki seçmenlerin çok sempati duyduğu birisi olabilir; ama CHP’nin etnik ve dinsel yapısı, inanç yapısı, kendi içinde kilitlenmiş vaziyette. Özgür Özel onlardan bir miktar dışarıda duruyor. Dolayısıyla temennî ederim kazanır. Ama İmamoğlu da olsa, Özgür Özel de olsa, başka birisi de olsa, kongrede Kılıçdaroğlu’nun önüne geçebilme ihtimâlini düşük görüyorum.

İmamoğlu’nun şöyle bir oyun planı var gibi görünüyor — katılır mısınız bilmiyorum: Özgür Özel’e destek veriyor, kendisi yeniden İstanbul Belediye Başkanlığı’na aday oluyor. Özgür Özel’in CHP’de, kendisinin de İstanbul’da yeniden kazanması hâlinde 2028’de CHP’nin ve belki de muhâlefetin adayı olarak cumhurbaşkanlığına soyunmak gibi bir yol haritası var sanki. Bu size gerçekçi geliyor mu?

Sencar: Böyle bir plan yapabilirsiniz, ama gerçekler sizin hayal ettiğiniz veyâhut tasarladığınız plana her zaman izin vermez. Birincisi, Özgür Özel’in kazanma şansı, Kılıçdaroğlu’nu alt etme şansı bana göre zayıf. İkincisi, ondan daha zor bir şey daha var: Erdoğan İstanbul’u kimseye vermez. Herkes bunu kafasına yerleştirsin. Bu sefer Erdoğan için hayâtî bir sonuçtur İstanbul.

Erdoğan ne yapıp edip alacak diyorsunuz yani. 

Özel: İstanbul’u vermemek için ne gerekiyorsa yapar. Meselâ Ekrem İmamoğlu 31 Mart 2019 seçiminde yüzde 48 oy aldı. Bunun yaklaşık 8-9 puanı İYİ Parti ve HDP’den gelmiştir. Ama çoğu HDP’den. Şimdi iki parti de, “Biz kendi adaylarımızı çıkaracağız” diye açıklama yaptılar. Ben burada Meral Hanım’ın belki pazarlığa daha yakın olduğunu düşünebilirim. Ama HDP’nin eli mahkûmdur, pazarlık bile edemez; her yerde adayını çıkarmak zorunda. Yani Erdoğan’ın onlara karşı çok daha güçlü yaptırım uygulama imkânı var.

Kayyum atamaktan bahsediyorsunuz. 

Sencar: Erdoğan şu anda HDP’nin 47 ya da 48 belediyesine kayyum atamış durumda. İstediğiniz kadar kazanın, hepsini elinizden alır. İşin diğer tarafı, “Size kayyum atamam, ama hiçbir yerde CHP’yi desteklemeyeceksiniz” de diyebilir. Ben HDP’lilerin istemeye istemeye buna uyacaklarını düşünüyorum. Artık buna uymayı kolaylaştıracak bir eylemi de oldu Kılıçdaroğlu’nun. Hiçbir şekilde mâzur ve mâkul görünmeyecek bir şey yaptı Kılıçdaroğlu: Adaylık öncesi kendi partisinin yetkililerinden bile gizli bir protokolle Ümit Özdağ’la anlaşma yaptı; İçişleri Bakanlığı’nı ve MİT’i vermeyi önerdi veya kabul etti. Bunu sâdece Kürtler değil, Türkiye’deki aşırı milliyetçilerin dışında hiç kimse sempatiyle, hoşgörüyle karşılamaz. Kürtlerin bunu kabullenmesi, normal karşılaması diye bir ihtimal görmüyorum. Dolayısıyla HDP’yi CHP kaybetmiştir. Belki İstanbul’da daha önceki icraatları nedeniyle bir miktar Kürt oyunu alabilir. İstanbul’da alabilir, Mersin’de alabilir; ama asıl kitle oy vermez, kendi partilerinin doğrultusunda giderler. 

Bir şey daha söyleyeyim: Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da 31 Mart’ta aldığı oyun yüzde 22’si –10 puan–, 23 Haziran’da aldığı yüzde 24’ünü –11 puan– HDP’liler vermiştir. HDP, seçmenlerin yarısını çekse seçim biter. Erdoğan 31 Mart seçiminde, muhtemelen kendisine çok güvendiği için, en büyük hatâyı yaptı. İstanbul adayı yanlıştı, Ankara adayı yanlıştı, İzmir adayı da yanlıştı. Ben Erdoğan’ın böyle bir hatâyı bir daha yapacağı kanaatinde değilim. 

 Daha farklı ve güçlü adaylar çıkaracak.

Sencar: Evet.

Peki, İYİ Parti’den bahsettiniz. İYİ Parti 81 ilde aday çıkartacağını açıkça beyan etti. 

Sencar: Ve bunun arkasında duruyorlar.  

Bu kesinlikle, “İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de ve başka yerlerde hiçbir şekilde pazarlık etmeyecekler, nokta” anlamına mı geliyor?

Sencar: Hayır. Eğer siyâseti ve siyâsetçiyi biraz tanıyorsak, hiçbir siyâsetçi için, “Bu sözünden dolayı kesinlikle böyle yapar” diyemem. Ama geçen seçimde bir tecrübe yaşandı. Meral Hanım ve İYİ Partililer, kendilerinin çıkmadığı her yerde CHP adaylarını ellerinden geldiğince desteklediler; Ankara’da da desteklediler, güney sâhillerinde de desteklediler. Ama bu son seçim sürecinde ve sonrasında, İYİ Parti ve CHP arasında gönül kırıklığı, kızgınlık çok yüksek. Bu şartlar altında bile bir kısım İYİ Partili gidip artık CHP’li adaya oy vermez.

Bir diğer husus, İYİ Parti seçmeninin parti bağlılığı diğer partilere göre düşük. Eğitimleri yüksek, gelir seviyeleri yüksek, şehirli insanlar. Meral Akşener onları birisine oy vermeleri için zorlayamaz; kafaları yatmazsa oy vermezler. Dolayısıyla İYİ Parti bu görüşünde ısrar edip, “Biz her yerde ayrı aday çıkaracağız ve kendi partimiz için çalışacağız” diyorsa, bunun bir tek sonucu olur: İYİ Parti hiçbir yerde belediye başkanı kazanamaz. CHP de şu anda elinde bulunan 11 büyükşehirin yarısından fazlasını kaybeder.

Peki sonuç?

Sencar: Partiler, bir diğerini yükseltmek için var olmaz; kendi geleceklerini, kendi varlıklarını sürdürmek zorundalar. İYİ Parti bir önceki seçimde, yani cumhurbaşkanlığı seçiminde yedek lastik görevi yaptı. Bu parti ne zaman kurumsallaşacak? Ben İYİ Parti’nin yerinde olsam, yâhut Meral Hanım’ın danışmanı olsam, onun yerinde olsam, hiçbir yeri kazanmamak pahasına da olsa, belediye başkanlığı seçimindeki oyumu yüzde 10’ların üstüne çıkarmaya çalışırım. Bu onun iki şekilde faydasınadır. Birincisi, kalıcılaştırır; ikincisi, bir sonraki dönemde, yani yerel seçimden sonraki dönemde hem iktidâra karşı hem muhâlefete karşı pazarlık gücü olur. 

Meral Akşener seçimlere tek başlarına gireceği açıklamasını yaparken “Üçüncü Yol” diye bir şeyden bahsetti. Başkaları da farklı bağlamda söylemişti bunu. Meselâ HDP çevreleri de söylüyor bunu ya da birtakım ülkücüler. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı da MHP’ye bir “Üçüncü Yol” çağrısı yapmıştı. Anladığım kadarıyla bu “Üçüncü Yol”dan kastedilen, AKP ve CHP’nin arasında bir yerde durmak. Böyle bir şey gerçekçi geliyor mu size?

Sencar: Sosyolojik olarak bir karşılığı yok bunun. Bir siyâsal slogan sâdece. “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” de Meral Hanım’ın bir îcâdıdır biliyorsunuz. Siyâsette “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” diye bir şey yok; parlamenter sistem var. Bir şey söylerseniz, basın onu tutar. Şimdi “Üçüncü Yol” diye bir gerekçeyle bunu kullanıyorlar. Ben bunun bir sosyolojik siyâsî karşılığı olduğunu düşünmüyorum. İktidar, kapitalist, sosyalist değil otoriter bir liderliği temsil ediyor. Karşısında, iktidârın ciddîye aldığı bir muhâlefet yok. Kendisini var edemeyen, gücünü gösteremeyen bir muhâlefet var; dolayısıyla “Üçüncü Yol” ne olacak, nereye gidecek, neyi söyleyecek? Bugün CHP’de de, AK Parti’de de fikir hayatı olarak milliyetçiler ikinci sırada sıralanıyor. AK Parti’nin neredeyse üçte birine yakını milliyetçi. CHP’de de var aynı şey. Dolayısıyla, “Milliyetçilik üçüncü yol” diye tanımlarsanız, bu her partinin içinde var. AK Parti’deki milliyetçi arkadaşlar, AK Parti’yi bırakıp oraya mı gidecekler? Ya da CHP’dekiler?

Peki nedir yapılması gereken? 

Sencar: Bir parti varlığını sürdürmek istiyorsa, neyi temsil ettiğini, hedefini açıkça koyması ve bunun arkasında durması gerekiyor. İnsanları “Üçüncü Yol” gibi, şu gibi bu gibi uyduruk isimlerin arkasında toplayabileceğini düşünmesine gerek yok. Böyle bir şey yok. İYİ Parti MHP’den ayrıldı. Niye ayrıldığını, nereye gideceğini seçmene anlatması lâzım. Bu ayki araştırmada, 14 Mayıs seçimine göre seçmenini en çok kaybeden parti İYİ Parti görünüyor. Konsolide ettiği seçmen yüzde 40’ın altına düşmüş. Bu oran HDP’de yüzde 80, AK Parti’de yüzde 60. Yani 14 Mayıs’ta İYİ Parti’ye oy verdiğini söyleyenlerin sâdece yüzde 40’ı tekrar İYİ Parti’ye oy vereceklerini söylüyor. İYİ Parti 5 puana düşmüş. Dolayısıyla partinin kendine has orijinal bir kimliği varsa, bunu halka göstermesi lâzım. Bugün iktidar olamazsanız belki yarın olursunuz; ama kimliğinizi insanlara iyi anlatmanız lâzım. İYİ Parti’nin kurumsal kimliğini kabul ettirmesi, anlatması bakımından kendilerinin de sorunu olduğunu düşünüyorum.

HDP için yüzde 80 dediniz. Zâten HDP’nin çok politize ve sâdık bir tabanı olduğunu biliyoruz. HDP şimdi partinin ismini değiştiriyor, yeni isimler çıkıyor. Orada bir toparlanma ihtimâli görüyor musunuz?

Sencar: Evet. Kürt seçmenden AK Parti’ye giden olur, CHP’ye de bir miktar giden olur; ama ana gövde dâima HDP’dir — yeni ismi ne olursa olsun. Onların iletişimi çok kolaydır; bir televizyon konuşması yahut bir mitingle hemen ulaşır. HDP’nin de oy kaybı var. Orada da kararsıza gitme durumu var. Ama kararsızlara en az giden parti, kendi seçmenini kararsızlara en az gönderen parti HDP. Yüzde 20’nin altında. CHP’de bu oran yüzde 34. Son seçimde, 14 Mayıs’ta CHP’ye oy verenlerin yüzde 34’ü, yani üçte birinden fazlası, şimdi “Kararsızım” diyor. HDP’de bu oran yüzde 20’nin altında. AK Parti’de de yüzde 22 civârı.

MHP’nin son seçimdeki oyu bayağı bir başarıydı ve birçok araştırmada da oy oranı çok düşük gözüküyordu. Ama son seçimde yüzde 10’un üzerinde bir oy aldı. Bunun neden olduğu konusunda elinizde bir bulgu ya da bir analiz var mı?

Sencar: Bütün seçimlerde bu böyle oluyor. İYİ Parti ilk seçime girdiğinde, MHP’den İYİ Parti’ye 7,5 puan oy kayması oldu. Bunu birçok arkadaş ölçtü. Aynı seçimde AK Parti’den 7,5 puan İYİ Parti’ye gitti. 

Milliyetçi seçmen, gençliğinde ülkücü olmuş, MHP ile gönül ilişkisi kurmuş insanlar, mezara giderken de ülkücüdür, milliyetçidir. MHP’nin çöktüğünü gördüğü anda imdâdına yetişir. Meselâ bu seçimde, 14 Mayıs’ta, AK Parti’nin oyu yüzde 40’lardan 35’e indi ve o 5 puan MHP’ye gitti. MHP hep yüzde 7’lerdeydi, yüzde 11’e çıktı. AK Parti de yüzde 40’tan 35’e düştü. Dolayısıyla MHP kurumsal bir parti artık. İnsanlar partiye bağlı. Devlet Bahçeli’den dolayı vs.’den dolayı değil, o kuruma bağlı. Onu zayıf görürlerse yanına giderler. 

Devlet Bahçeli çok özel bir tip. Adamın parayla, makamla, şununla bununla işi yok. Gördüğüm kadarıyla şu anda Devlet Bahçeli’nin yaptığı, AK Parti hükûmetinin dış sınırlarını çizdiriyor. Yani AK Parti iktidârının dışarıya kayamayacağı sınırları belirliyor. 

Kırmızı çizgiler…

Sencar: Kırmızı çizgiyi çizen, daha doğrusu çizilmiş kırmızı çizgiyi belirleyen, kamuoyuna aktaran birisi. Dolayısıyla hiç kimse Devlet Bahçeli’yi paradan dolayı, şundan bundan dolayı suçlayamaz. Bir tek şeyle suçlarsınız: Devletin temsilcisidir. Dolayısıyla ben onun ciddî oy kayıplarına uğrayacağını düşünmüyorum. 

Güvendiğim birtakım isimler, özellikle ekonomik konulardan rahatsızlık duyan AKP seçmeni için Yeniden Refah Partisi’nin bir câzibe merkezi olduğu yolunda birtakım gözlemler aktardılar bana. Bu, doğrudan benim gözlerim değil; ama Yeniden Refah bayağı başarılı çıktı son seçimden.

Sencar: Evet 2,5 puan aldı. Sıfırdan 2,5 puana çıkmak önemli bir şeydir. Ama bir partinin yükseldiğini görmeniz için 5-7-8 puanı görmeniz lâzım.

Peki, görüyor muyuz böyle bir şey?

Sencar: Ben görmüyorum. Erdoğan, kutuplaştırma politikasıyla bunu çok iyi yönetiyor. Bugün birisi bana, “Erdoğan hep Kılıçdaroğlu’na atıp tutuyor” dedi. Bu, kutuplaştırmanın sonucudur. Kılıçdaroğlu’na atıp tuttukça sağ muhâfazakâr seçmeni etrâfında tutuyor. Bir kısım insanlar Yeniden Refah Partisi’ne gidebilir. Erbakan’ın partisine gidenlerin bir kısmı da Saadet Parti’den gitti veya sandığa gitmeyenlerden gitti. Erdoğan yine top gibi yüzde 52 ile geldi ortaya çıktı. Zâten şu anda AK Parti’yi değil, Erdoğan’ı konuşmak lâzım. Erdoğan hâlâ tüm gücüyle ortada.

Millet İttifâkı’nın diğer partilerini daha önceki yayınımızda biraz konuşmuştuk. O zamandan bu zamâna herhangi bir şey, bir hareket görmedim açıkçası.

Sencar: Hayır, yok. Hiçbir şey göreceğimizi de zannetmiyorum. Onlar, bir şeyler olma zamânını kaçırdılar bence. Kılıçdaroğlu’nu zor durumda yakaladılar, 10-15 milletvekilliğini aldılar, ama toplumda bir karşılığı yok. Mayıs ayından önceki üç dört ayda, bu üç partinin oyu 1-1,5 puan civârındaydı.

Şimdi nasıl?

Sencar: Aynı. Saadet Partisi 0,5, DEVA Partisi 0,4, Gelecek Partisi, 0,4, Memleket Partisi 0,3.

Memleket Partisi 0,3 mü? Muharrem İnce’nin iyi kötü bir iddiası vardı. 

Sencar: Seçimde dağıldılar. Meselâ en çok kararsızlara gidenler küçük partilerde. Kararsızların yarısı küçük partilere gitmiş. Meselâ TİP’in yarısı kararsızlara gitmiş. Çünkü onların kendi seçmeninden ziyâde, büyük partilere kızıp da oraya gidenler var. O insanlar o partiye bağlanmıyorlar. Yine gidip oy verebilir oraya, ama bir bağlılık duygusu oluşmuyor.

Bu seçimde, aday çıkaracak partiler gelişigüzel, lâf olsun diye aday çıkarmayıp seçime asılabilecek ciddî adaylar çıkarırlarsa… Meselâ İYİ Parti İzmir’de dikkate değer bir aday çıkardı. Saygın bir bilim adamı ve işinin ehli bir adam. Kazanamaz, ama en azından ne söylediğini insanlar anlar. Partiler bu şekilde adaylarla çıkarlarsa sahneye, oylarını yükseltirler. İYİ Parti ile CHP ittifak yaparsa, bu CHP’ye yarar, İYİ Parti’ye bir şey olmaz.

İttifaklarda, ittifak üyelerinin avantajdan istifâde edebilmesi için, oylarının birbirine yakın olması lâzım. Eğer aradaki farklı büyükse –ki İYİ Parti ile CHP arasında iki misline yakın bir fark var– İYİ Parti CHP’ye yardım ettiği zaman CHP kazanıyor, ama İYİ Parti adayı olduğu zaman CHP’den gereken ilgiyi çok görmüyor. Balıkesir’i, Manisa’yı alamadı meselâ. Dolayısıyla ittifâkın küçük partisi ittifaktan istifâde edemez; çok zordur. Parti, kurumsal kimliğini oturtmadan pazarlık masasına oturmamalı. Şu anda İYİ Parti’nin yapmaya çalıştığı belki de budur. 

Peki Zafer Partisi hakkında bir bulgunuz var mı, bir değişiklik?

Sencar: Zafer Partisi 1,7 puan civârında; kendisini koruyor. Ama sâdece sığınmacılar üzerinden politika üretirseniz… Zafer Partisi 1,7 puanda. Bu, kararsızlar dağıtılmamış hâli. TİP 1,2, Yeniden Refah Partisi 1,3 — geçen aya göre 1,5 puan düşmüş Yeniden Refah Partisi. AK Parti’den Yeniden Refah Partisi’ne giden AK Parti seçmeni, tekrar geri gidebilir. Çünkü Erdoğan var, Erbakan var. Erdoğan güçlü bir lider, hedeflediği şeye ulaşabiliyor. Erdoğan da hatâ yapıyor. Her siyâsetçi hatâ yapar. Bir siyâsetçi kendine çok güvendiği zaman hatâ yapar. 2019’daki yerel seçimde Erdoğan’ın başarısızlığının sebebi kendisine olan fazla güvendi. Ankara’ya da, İstanbul’a da, İzmir’e de seçimi götürmeyecek insanları koydu. Ankara’ya getirip bir Kayserili’yi koydu. Erdoğan’a o Kayseriliyi kim empoze etti bilmiyorum. Mansur Yavaş karşısında yenildi. İzmir’e Denizli’den birisini getirdi. İzmirliler aptal mı?

Meselâ şu anda milletvekili olan birisini bir yere belediye başkan adayı yapıyorlar. Bunu İYİ Parti’de de duydum, CHP’de de. Bir milletvekilini bir yere belediye başkanı adayı yapıyor olmak demek, “Biz bu seçimi alamayacağız. Koyduğumuz adamımız harcanmasın” demektir. Milletvekili nasıl olsa tekrar Parlamento’ya döner. Seçimi kazanacak kişinin riski göze alması lâzım. Seçimi kazanacak kişinin kaybedeceği şeyler olması lâzım; canıyla dişiyle çalışması lâzım. Seçim kazanmak sıradan bir iş değil. Bir milletvekili şu anda 75 bin lira maaş alıyor. Belediye başkanı olsa da olur olmasa da olur.

Bu yeni anayasa meselesinin Meclis açıldıktan sonra gündeme gelmesi bekleniyor. Her hâlükârda Türkiye’de yeni anayasa meselesi çok geç kalmış bir şey. Daha önce defalarca telaffuz edildi, yapılır gibi oldu ama olmadı. Şimdi daha çok, âile, kadın, başörtüsü, LGBTİ gibi hususlar üzerinden tartışılıyor. Erdoğan’ın bunu kesinlikle yapmak istediğini düşünüyor musunuz ve yapabilir mi?

Sencar: Erdoğan’ın hayâlinde, kendisinin merkezde olduğu bir başkanlık sistemi var ve ülkeyi ona göre dizayn etmek istiyor. Yapılacak anayasa değişikliği, 2010 referandumu ve 2017 referandumunun devamı olacak bir anayasa değişikliğidir. Yani Erdoğan’ın hedefine doğru, Türkiye’ye vermek istediği şekle doğru gidilecek bir anayasa değişikliğidir. Yapar. Hiç kimseyi bulamazsa Kılıçdaroğlu’nu râzı eder. 

Nasıl olacak o?

Sencar: Şaka yaptım tabiî. Ama 2017’de nasıl râzı etti? 2017’de Türkiye’de rejim değişti. Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçildi. Bu imkânı veren Kılıçdaroğlu’ydu. 

Ama Kılıçdaroğlu karşı çıktı.

Sencar: Kime karşı çıktı?

Başkanlık sistemine. 

Sencar: Kılıçdaroğlu anayasa değişikliği referandumunu kabul etti. “Anayasaya aykırı ama ‘Evet’ diyeceğiz” dedi. Aynı şeyi konuşmuyoruz sizinle. 2017’de anayasa değişikliği referandumunda, “Başkanlık sistemi gelsin mi gelmesin mi?” sorusuna cevap arandı ve Kılıçdaroğlu 20, 25 civârında milletvekiline zorla “Evet” dedirtti. Türkiye’de rejimi değiştiren Erdoğan’dır, rejimin altında Erdoğan’la birlikte Kılıçdaroğlu’nun imzâsı vardır.

Şimdi aklıma Levent Gültekin’in söyledikleri geliyor.

Sencar: Levent Gültekin gelmesin. O bâzı bildiği şeylerle bir sistemi açıklamaya çalışıyor, bilmediği şeylerle tahminde bulunuyor. Meselâ onun tahminlerinden bir tânesi şuydu: 2019’da birileri belediye başkanlığını Erdoğan’ın elinden aldı ve muhâlefete verdi. Erdoğan’a bir ders verdi. Ben olayın içindeyim. Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanları nasıl belirlendi, ben bizzat içindeyim. Hiç alâkası yok. Ekrem İmamoğlu’nu, Amerika’dan, Avrupa’dan, derin devletten birileri getirmedi. Fırsat vardı, o fırsatı kullandılar. Ama şimdi, Erdoğan yaptığı o hatâyı biliyor. Ekrem İmamoğlu son altı ayda, yani Cumhurbaşkanı Yardımcılığını kabul edip sahneye çıkmasından bu yana, hatâ üstüne hatâ yapıyor. Eğer İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olursa, kazanma şansı yüzde 0 demeyeceğim –hiçbir şeyin istatistikî olarak yüzde 0 olması mümkün değil–, ama kazanamaz, kazanamayacak, siyâsî hayâtı biter. Ekrem İmamoğlu’nu buradan sizin vâsıtanızla uyarıyorum. 

CHP Türkiye’de muhâlefeti temsil etmiyor. Adı “ana muhâlefet partisi”, ama muhâlefet yapmıyor. Toplumsal muhâlefeti temsil edecek bir lidere ihtiyaç var. Ekrem İmamoğlu olabilirdi, ama cesâret edemedi. Yoksa Ekrem İmamoğlu, Erdoğan gibi güçlü bir lider, liderlik kumaşı var. DNA’sı liderliğe müsâit. Özgür Özel’in öyle bir özelliği yok. CHP’liler onun bu liderlik özelliğini kullanarak İmamoğlu’nu linç ettiler; “Erdoğan olur bu” dediler. Erdoğan’ın karşısına çıkaracağınız adam bir hanımefendi olmayacak; dişe diş, tırnak tırnağa mücâdele edecek birisinin olması lâzım. İşte o adam, şu anda CHP’nin eliyle yok edilmek üzere.

Bu söyledikleriniz muhtemelen kendisi tarafından izlenecek ya da kendisine verilecektir. Peki, Mansur Yavaş için ne düşünüyorsunuz?

Sencar: Erdoğan, Mansur Yavaş’ın üzerine ne kadar gidecek bilmiyorum, ama Mansur Yavaş’ı hem şehir olarak hem de kendi kişisel konumu olarak o kadar tehlikede görmüyorum. 

Kazanabilir diyorsunuz yani.

Sencar: Erdoğan isterse onunla da uğraşabilir. Erdoğan’ın hem siyâsal zekâsı hem sâhip olduğu güç, herkesin havsalasından geniş. İnsanlar bunun farkında değil. Ama buradan açıkça söylüyorum: Yüzde 1 ihtimalle, İmamoğlu aday olur ve kazanırsa, İkinci Cumhuriyet’in kurucusu ve bânisi olur ve bundan sonra bir 20 sene daha Erdoğan gibi ikinci bir Erdoğan olur. Bunu “güçlü lider” anlamında söylüyorum. Ama bana göre hiçbir şansı yok. Eğer İmamoğlu aday olur ve kaybederse, hem Erdoğan hem CHP kurmaylarını çok memnun eder. Sonrasında da zâten siyâsî hayâtı biter.

Başta söylediğiniz bir hususa dönmek istiyorum. Çok önemli bir husus: “Hakan Fidan Erdoğan’ı da geçti” dediniz. Halbuki Hakan Fidan siyâsî çıkış yapmıyor, çok az konuşuyor. 

Sencar: İşte o. Hakan Fidan siyâsî parti elemanı gibi görünmüyor. Aktif, her yeri dolaşıyor. Meselâ İran’a gidiyor, oradaki bir adamın elini sıkıyor. Bu, Türkiye’de gündeme geliyor. Fransa’ya gidiyor, Rusya’ya gidiyor, şuraya buraya gidiyor ama çok konuşmuyor. Meselâ Mansur Yavaş’ın popülaritesinin yüksek olması, konuşmamasıdır. Konuşsa berbat olup çıkacak; konuşacak fazla bir şeyi yok. Ben Ankara’da yaşıyorum. Ankara’da belediye başkanı olarak başarılı değil. Yaşadığım hayat için söylüyorum. İstanbul’dakiler de Ekrem Bey için aynı şeyi söylüyor. Bugün yine bir arkadaşın misâfiriydim, “Hocam, ben İstanbul’da yaşıyorum. Ekrem Bey başarılı değil” diyor. Ölçümlerde başarılı görünüyor, ama tek tek vatandaşlarla konuştuğunuz zaman farklı şeyler duyuyorsunuz. Mansur Yavaş, Ekrem Bey’den farklı olarak, politika yapmıyor, polemiklere girmiyor. Vatandaş onun bu hâlini seviyor.

Dışişleri Bakanı da fırıl fırıl dolaşıyor, iş beceriyor ama bir partili gibi davranmıyor; devlet adamı gibi davranıyor. Bizim halkımız devlet adamını seçer ve ona sempati duyar.

O zaman siz, teorik olarak, Hakan Fidan’ın siyâsî geleceğinin, önünün açık olduğunu düşünüyorsunuz. 

Sencar: Evet, başarılı olduğunu düşünüyorum. Ama şöyle bir şey de var: Yüksek otoriter liderler kendisini çok geçenin önünü karartabilirler. Süleyman Soylu ne oldu? Nerede Süleyman Soylu?

Evet, demin konuştuk. Süleyman Soylu yok oldu.  

Sencar: Güçlü liderlerin önünde çok öne çıkarsanız, eğer siz onun veliahtı değilseniz, yani zihninde hayâlinde “Benim yerime geçecek adam budur” diye onu tasarlamamışsa, onu çok fazla geçerseniz, bir yol bulur sizi kenara koyar.

Biraz önce muhâlefetin olmadığını söylediniz. Bence de yok. Herhangi bir şey söylemiyor, gündem belirleyemiyor. Peki, ne yapabilir?  Meselâ insanlar ekonomik açıdan sorun yaşıyor, buradan yürüyebilir. Ama şu anda gördüğüm kadarıyla, Kılıçdaroğlu da, Akşener de dâhil, hepsi, Mehmet Şimşek’e en azından sarı ışık yakmış durumdalar. Kırmızı ışık yakmıyorlar, yeşile yakın bir sarı ışık. Ama “Mehmet Şimşek iyi ama, Erdoğan her an ona bir şey yapabilir” diyorlar. Muhâlefet nereden bir çıkış, bir heyecan yaratabilir?

Sencar: İkisinde de benim eksik gördüğüm şey şu: Muhâlefet liderinin, muhâlefet ekibinin, kazanmak gibi bir hırsının olması lâzım. Siyâsî parti iktidâra gelmek için vardır. Ben, özellikle CHP’nin, İYİ Parti’nin, iktidar olma hırsını görmüyorum. Hırsı olan insan yollar arar. Erdoğan gibi ekonomiyi berbat etmiş, çok kötü yönetmiş bir adamı eleştirecek yer bulamıyorsanız, gidin en yüksek yerden kendinizi aşağıya atın. 

Cumhuriyet târihinde, ekonominin en kötü olduğu, en zor durumda kaldığımız günleri yaşıyoruz. Enflasyon yüzde 100’lere çıktı. Buna rağmen muhâlefet hâlâ etkili değilse, böyle bir enflasyona rağmen Erdoğan seçimi alabiliyorsa, muhâlefet bir şey yapmıyor demektir. Bence burada birinci faktör, muhâlefetin iktidar olma hırsına sâhip olmaması. Hırsı olmayan siyâsetçi, sadece milletvekili emekli maaşına hizmet eder. O da fena bir şey sayılmaz. Eğer hırsınız varsa yollar ararsınız, gözlemlersiniz. Her konuda bu kadar başarısız bir iktidar var ortada; bunu herkes kabul ediyor. Ama muhâlefet bu iktidardan daha başarısız. 

İktidârın da en büyük şansı bu. 

Sencar: Evet. Türkiye’nin en büyük sorunu muhâlefettir, Erdoğan değil.

Burada noktayı koyalım Özer Bey. MetroPOLL Araştırma Başkanı Prof. Özer Sencar’la cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarının seçmeni ve partileri nasıl etkilediğini, muhâlefetin durumunu konuştuk.  

Sencar: Kusura bakma, bugün sabahtan beri tansiyonum yüksek, çok keyifsizim, pek neşeli bir şey olmadı. 

Geçmiş olsun Özer Bey. Ama yayın bayağı güzel oldu, merak etmeyin. 

Sencar: Bu arada bir reklam da yapabilirim değil mi?

Nedir o?

Sencar: “Türkiye’nin Nabzı”. Buradaki başlığımız ne biliyor musunuz? “Siyâset gençleri mi bekliyor?” Beş altı gencin, yaşlı liderlerin önünde çıkmasından mülhem böyle bir başlık attık. Bunu da size getirdim.

Çok teşekkürler Özer Bey, çok sağ olun. Güzel bir yayın oldu. İzleyicilerimize de teşekkür ediyoruz. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.