Ruşen Çakır, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM’deki grup toplantısını izledi, yorumladı. Seçim sonrası Meclis’e gitmediğini ve “Meclis orucunda” olduğunu açıklayan Çakır, CHP liderinin konuşmasından aklında kalanları paylaştı. Peki Çakır’ın aklında neler kaldı? Kılıçdaroğlu’nun performansı ve ortam nasıldı?
Yayına hazırlayan: Gamze Elvan
Merhaba, iyi günler. Ankara’dayım ve bu yayını Ankara’daki büromuzdan yapmaktayım. Zaten bundan iki-üç saat önce de Ankara temsilcimiz Hıdır Göktaş ile birlikte canlı yayındaydık. Orada Meclis’te gerçekleşen grup toplantılarında nelerin konuşulduğunu ve nelerin tartışıldığını anlatmaya çalıştık. Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısını ayrıca değerlendireceğimi söyledim ve oraya sakladım; çünkü bu, benim için mânevî anlamda da önemli bir şey. Bilinir ki, gazetecilik kariyerim boyunca, özellikle Vatan gazetesinde çalışırken, NTV’de yorum yaparken ve ardından Habertürk’te çalışırken, grup toplantılarını izlemek benim için bir tür alışkanlıktı. Sabah erkenden uçağa biner ve ilk olarak salı günü MHP Grup Toplantısı’yla başlardım. Sonra HDP, CHP, AKP diye devam ederdi. Daha sonra salı ve çarşamba günlerine yayıldı. AKP ve İYİ Parti grup toplantısını çarşamba günleri yapmaya başladı ve ben hepsini büyük bir keyifle izledim. Her birinden çok şey öğrendim.
Grup toplantılarının pek çok yönü var. İlk olarak oraya gelen vatandaşlar oluyor, her partiden. O vatandaşları görmek, gözlemlemek ve hattâ sohbet etme imkânımız oluyor. İkinci olarak, parti milletvekilleri, yöneticileri ve danışmanları orada bulunuyor. Onlarla da sohbet etme fırsatı buluyorsunuz, en azından gözlemleme şansınız oluyor. Bir de tabiî ki liderler var. Liderlerle ayak üstü de olsa selâmlaşmak, kısa da olsa sohbet etmek söz konusu. Hattâ bâzen –özellikle CHP’de böyle olurdu– merhum Deniz Baykal, genellikle grup toplantılarının ardından bizi Meclis’teki makamına götürür, çay ısmarlardı ve uzun uzun sohbet ederdik, çok anılarım vardır. Deniz Bey’in sohbeti gerçekten çok güzeldi. Bunu Kılıçdaroğlu ile de ara sıra yapardık. HDP’li bâzı yetkililerle, meselâ Selahattin Demirtaş ile de sohbetlerimiz olmuştu.
Şimdi bir süredir Meclis’e gitmiyorum. Neden? Aslında seçim sonrası yaşananlar ve seçimde yaşananlar yüzünden… Kendime bir Meclis orucu îlân ettim. Özellikle CHP grubunu izlersem nasıl izlerim diye kendi kendime çok sordum. Ama sonunda bu orucu bir yerde bozmak gerekiyordu, bugün oldu. Kemal Kılıçdaroğlu ile ayak üstü de olsa sohbet etme fırsatı olmadı. Bunu gerçekleştirmeye de açıkçası çalışmadım. Kendisini en son Ankara mitinginde canlı izlemiştim. Tabiî ki uzak bir mesâfede, biz basın platformundaydık; ama yine de canlı izledik. Meclis’te daha yakından dinleme fırsatı buldum. Konuşmasından geriye aklımda kalanı sorarsanız, anayasa meselesine değinmesinden öte söyleyebileceğim çok fazla bir şey yok. Ama konuşmanın öncesine dönelim: Ambiyans, ortam… Şimdi, atmosfer oldukça önemli. Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olduğu ilk dönemlerdeki grup toplantılarını peş peşe izlediğimi hatırlıyorum. O günleri hatırlatan bir hava vardı; yani sanki Kılıçdaroğlu CHP’nin başına gelmiş yeni bir lider gibi, hiçbir şey yaşanmamış gibi bir atmosfer vardı. Emekliler gelmişti, çok sayıda kadın gelmişti; ama her grup toplantısında, seçimden sonra yapılan ve benim izlemediğim diğer grup toplantılarında da salonun hep dolu olduğunu arkadaşlardan duydum. Yani bir hareket vardı insanlarda, ama bu hareket gerçekte neden var? Örneğin, emekliler Kılıçdaroğlu’na geliyorlar, şikâyetlerini anlatıyorlar, dilekçeler gösteriyorlar. Kılıçdaroğlu ya da CHP, neyi, nasıl yapabilir? Bunu yapsa yapsa iktidar partileri yapar. Çünkü biliyoruz ki muhâlefetin her önergesine MHP ve AKP –şimdi onlara Yeniden Refah ve Hüda-Par da eklendi– ret oyu veriyorlar ve hepsi iptal oluyor. Dolayısıyla muhâlefet iyice işlevsizleşmiş durumda, böyle bir atmosfer vardı. Yani bu atmosferin neden olduğunu anlamak gerçekten pek mümkün değil. Tamam, seçim yenilgisini her gün bir kez daha yaşayacak değiller; ama sanki yarın seçim olacakmış gibi davranıyorlar. Ama yarın seçim olmayacak. Mart sonunda yerel seçim olacak — ki yerel seçimler bambaşka. Dolayısıyla olayın böyle bir boyutu var. İnsanlar hâlâ CHP ve hâlâ Kılıçdaroğlu diyorlar; ama neden dediklerini anlamakta zorlanıyorum açıkçası. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına baktığımızda, durum tespiti yapıyor. “Yeni anayasa diyorlar, ama anayasayı uygulamıyorlar” diye örnekler verdi. Bu örneklerinin hemen hemen hepsi doğru örnekler, tamam, anayasadan madde okuyor ve onların nasıl ihlâl edildiğini anlatıyor bize. Bunların hepsi doğru; ama İngilizce’de bir lâf var: So what? (Ee sonra? Peki ne olacak?). Tamam, durum tespiti yapmak kolay, yapılıyor. Zâten insanlar iktidardan şikâyetçi ve bu nedenle insanlar bu iktidârı değiştirmek istediler, ama olmadı. Burada bir yenilgi varsa –ki var–, başarısızlık varsa –ki Kılıçdaroğlu kabul etmiyor ama– ciddî bir başarısızlık, büyük bir hezîmet var. Çünkü Erdoğan’ın en zayıf ânında onu yenememe “başarısı”nı göstermiş bir muhâlefet var ve bunun adayı Kılıçdaroğlu var. Yani burada beni şaşırtan şey, hiçbir şey olmamış gibi, sanki kartlar yeniden karılıyormuş gibi davranılıyor, ama ortada kart falan yok! Şu hâliyle bakıldığında, zâten Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına baktığınızda, o anayasa konuşuyor. Anayasa kimin gündemi? Muhâlefetin böyle bir gündemi yoktu. Anayasa iktidârın gündemi, iktidar bunu dayatıyor ve muhâlefet de buna cevap yetiştiriyor — tekrar başa döndük. Halbuki, özellikle Adâlet Yürüyüşü’nün ardından bir şey değişir gibi olmuştu, değişiyordu. Ardından gelen yerel seçimlerdeki o büyük başarı bir zaferdi; Erdoğan’ın yaşadığı büyük bir hezimetti. Burada işin rengi değişir olmuştu, muhâlefet gündemi belirler olmuştu. Sonra Kılıçdaroğlu’nun birtakım kurumların önüne gidişleri, videoları vs., iktidârı rahatsız eden, onları tedirgin eden –meselâ gidiyor, kapı kapanıyor, açılmıyordu–, çıkışlar yapıyordu. Orada gündemi Kılıçdaroğlu ve muhâlefet belirliyor gibiydi. Altılı Masa’nın kurulması başlı başına bir meydan okuyuştu; Erdoğan’ın beklemediği, istemediği bir şeydi. O masa kuruldu; ama sonra baktık ki, masa sâdece kurulmuş, ötesine gidememiş. Şu hâliyle bakıldığında, masada olup da hâlen yan yana olan hemen hemen kimse kalmadı. Hattâ her parti, ısrarla kendi başına hareket edeceğini söylüyor. Şimdi, Yeşil Sol Parti masada değildi ama Kılıçdaroğlu’na destek vermişlerdi. 2019 seçiminde HDP olarak CHP adaylarını desteklemişlerdi büyükşehirlerde. Onlar dediler ki: “Hayır, biz kendi adaylarımızı çıkartacağız”. Bununla başladı; ardından İYİ Parti bunu söyledi, geçen DEVA Partisi de tüm illerde –İstanbul dâhil diye özel olarak söylüyorlar– bunu yapacaklarını söylediler. Gelecek ve Saadet Partisi de anlaşıldığı kadarıyla böyle bir şey yapacakmış. Şimdi, yerel seçimde Altılı Masa’nın altısı ayrı yerde gibi bir hal olacak ya da Gelecek ve Saadet birlikte olacak. Geriye hiçbir şey kalmadı. O süreçte yapılan, onca zamanda yapılan, yüzlerce, binlerce sayfalık metinler vs. hepsi bir kenara atıldı ve şimdi grup toplantısını izlediğimde, ben karşımda tekrar yıllar önceki Kılıçdaroğlu’nu gördüm: Şikâyet eden, ama şikâyetin ötesinde insanlara neyi nasıl değiştireceklerini söylemeyen… Tamam, “değişme” diyor; ama nasıl değişeceğini anlatmayan, anlatamayan, ama bir yandan da şunu biliyoruz ki, yapılacak olan 4 Kasım’daki kurultayda “Delege böyle istiyor” diye muhtemelen yeniden aday olacak ve gelen haberlere bakılırsa muhtemelen yine seçilecek, seçilme ihtimâli hayli yüksek olan bir Kılıçdaroğlu’yla karşı karşıyayız.
Öyle gözüküyor ki yerel seçimlere CHP Kılıçdaroğlu liderliğinde girecek ve bugünkü konuşmasına –daha öncekiler de farklı değildi– baktığımızda, o atmosfere baktığımızda, tam o “yankı odası” denen olayla karşı karşıya kalıyoruz. Zâten kendisine oy verenler, her halükârda ne olursa olsun verecek olan insanları tatmin edici bâzı şeyler. Ama kendisine oy vermeyen, daha önemlisi ise, bunu özellikle vurgulamak istiyorum, kendisine oy vermiş olup da hayal kırıklığına uğrayan, son seçimde “25 milyon” diyor ya, onun içerisinde cumhurbaşkanlığı için kendisine, milletvekili seçimlerinde CHP’ye oy vermiş olup da pişman olan, “Bir daha oy vermeyeceğim” diyen, “İnadına AKP’ye vereceğim” diyen ya da daha çok karşımıza çıkan: “Kesinlikle sandığa gitmeyeceğim” diyen kişileri tatmin edecek, onlara seslenecek, onları iknâ edecek, gönlünü alacak bir çıkışın işâretini ben görmedim.
Görmeyi bekliyor muydum? Beklemiyordum; ama şaşırmak istiyordum, şaşırmadım. Kılıçdaroğlu yıllar önce CHP’nin başına geldiğinde “Gandi” söylemi vardı, bir beklenti vardı. Ama belli bir süre sonra yaşadığı ilk seçim yenilginin ardından o beklentiler azalmaya başlamıştı. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Adâlet Yürüyüşü öncesinin Kılıçdaroğlu’su, şikâyet eden, eleştiren, ama iktidâra oy vermiş olup vazgeçebilecek olan insanları çekmeye yönelik herhangi bir çıkışı olmayan bir yaklaşımda; ama en önemlisi, kendisine oy verip de pişman olanların, hayal kırıklığı yaşayanların gönlünü almaya yönelik bir çıkışını görmedim. Orucumu bozdum, bundan sonra her vesîleyle –her hafta olmasa da– grup toplantılarını yine izleyeceğim. Bakalım, neler değişecek? Tabiî bir de kurultay var, izleyeceğiz, gazeteci olarak izlemek durumundayız. Ama orada ne olacak, neler söylenecek ileriye yönelik? İktidâra bakarak değil, topluma, millete bakarak konuşma anlamında ne söylenecek? Açıkçası çok şüpheliyim. Evet, Ankara’dan bu kadar. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.