Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Unutturulan Kaşıkçı suikasti, ABD’de Cumhuriyetçi Parti içi kavgalar, Ukrayna savaşında son durum

Beş yıl önce Suudi gazeteci ve Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı, nişanlısı Hatice Cengiz ile evlenebilmek için boşandığına dair belgeyi temin etmek üzere Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’na girdi, bir daha çıkamadı. Kaşıkçı cinayetinden beş yıl sonra Suudi Arabistan, “parya” olmaya çok uzak, hatta dünya sahnesindeki rolünü pekiştirdi. Peki bu nasıl oldu?

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarihinde bir ilk daha yaşandı. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy, kendi partisinden üyelerin oylarıyla görevden alındı. Böylece McCarthy, Amerikan tarihinde önerge sonucu görevine son verilen ilk Temsilciler Meclisi Başkanı oldu. McCarthy’nin görevden alınması Ukrayna’ya yardımları nasıl etkileyecek? Ülkede devam eden tartışmalar neler? Bütçe krizi nasıl aşıldı? Kapanmanın eşiğinden nasıl dönüldü?

Ruşen Çakır ve Gönül Tol Transatlantik’te değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Cenk Narin

Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız. Teknik bir sorun nedeniyle Ömer Taşpınar bağlanamadı. Gönül Tol’la Amerika Birleşik Devletleri’ni, biraz da bölgeyi konuşacağız. Gönül, merhaba.

Gönül Tol: Merhaba Ruşen.

Cemal Kaşıkçı cinâyetini konuşalım: 5 yıl oldu, bu konuyu çok konuştuk; öldürülmesinden sonraki 6 ay boyunca konuştuk diye hatırlıyorum. Çok büyük çıkışlar olmuştu. ABD –özellikle Demokratlar– bu konuda çok ısrarlıydı, medya çok ısrarlıydı ve Türkiye’de de Erdoğan bu konuda çok ciddî çıkışlar yaptı. Hattâ Washington Post’taydı değil mi? Yazısı çıktı. Avrupa da bayağı öfkeliydi ve burada Veliaht-Prens Muhammed bin Salman suçlanıyordu. İstanbul’da Suudî Arabistan Başkonsolosluğu’nda öldürülmesi ve öldürüldükten sonra parçalara ayrılıp bir şekilde gömülmesi, bütün bunlar çok ürpertici olaylardı ve sonra her şey unutuldu. Çok acı bir bilanço aslında; ama bunun birçok ayağı var. Başlı başına, ABD ve Joe Biden ayağı var, değil mi? Türkiye ayağı var, Avrupa ayağı var, Batı ayağı var ve buradan Muhammed bin Salman hiçbir şey olmamış gibi çıktı. Çok mûteber birisi olarak, futbol transferleriyle, şununla bununla dünyanın en îtibarlı genç siyâsetçilerinden birisi olarak yoluna devam ediyor, ne dersin?

Tol: Evet Ruşen, güçlendi. O güne, 2018’e kıyasla bugün Muhammed bin Salman’ın dünya politikasında oynadığı role baktığımızda, elinin çok daha güçlü olduğunu görüyoruz. Hattâ Amerika içinde dahi, çok daha güçlü bir yerde. Dediğin gibi, bu çok acı bir şey. Bir gazetecinin bu şekilde öldürülmesi ve dünyanın buna sessiz kalması… Ben Türkiye’nin tutumunu başlangıçta çok takdir etmiştim. Gerçekten Türkiye olayı dünyanın gündemine getirme konusunda çok proaktif bir rol oynamıştı, bu çok sevindiriciydi; fakat bugün geldiğimiz noktada tamâmıyla farklı bir durum var. 2018’de, meselâ Amerikan Kongresi’nde her iki partinin üyelerinin arasında da çok büyük bir tepkiye sebep olmuştu Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi. Hattâ bir süreliğine Amerika’nın Suudî Arabistan’a silâh satışı askıya alınmıştı. O dönem, ben hatırlıyorum, Muhammed bin Salman bir dünya turuna çıkmıştı; hem kendi ülkesinin 2030 vizyonunu tanıtmak, hem de kendisini reformcu bir lider olarak dünyaya tanıtmak için bir dünya turuna çıkmıştı. Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin ardından gelen dönemde, dünya liderleri Muhammed bin Salman’la fotoğraf vermek istememişlerdi, görüşmek istememişlerdi; fakat bugün, 5 yılın ardından Kaşıkçı âilesi ve birkaç insan hakları kuruluşu dışında olayın dünya gündeminde olmadığını görüyoruz. Hattâ Türkiye’de dahi, medyada ya da hükûmetin söylemi düzeyinde yeterince yer almıyor. Arap medyasında da aynı şekilde yer almıyor. Burada yine Kongre’nin gündeminde olduğunu söyleyebiliriz. Kongre’de birkaç üye, bir önerge, bir tasarıyla geldi. Suudî Arabistan gibi ülkelerin, başka ülkelerin topraklarındaki vatandaşlarına bu şekilde saldırmasının önüne geçmek için bâzı yaptırımlar öneriyor. Bunun geçip geçmeyeceğini bilmiyoruz; fakat Kongre hâlâ bunu gündemde tutmak istiyor. Senatör Menendez’in ayrılmasının ardından Dış İlişkiler Komitesi Başkanlığı’na getirilen senatör Ben Cardin de insan hakları meselesinin hem şahsî gündeminde önemli bir yer tuttuğunu, hem de komitenin gündeminde önemli bir yer tutmaya devam edeceğini söyledi. O nedenle Kongre’nin gündeminde; fakat Biden yönetiminin gündeminde değil. O dönem, hatırlayalım, 2018’de CIA bir rapor yazmıştı ve bu raporda Muhammed bin Salman’ın Cemal Kaşıkçı’nın öldürülme emrini verdiğini söylemişti; fakat buna rağmen Trump yönetimi Muhammed bin Salman’ı korumaya devam etti. Biden da adayken –seçimlerden önce başkan adayı iken– şöyle bir söz vermişti, “Muhammed bin Salman’ı uluslararası parya yapacağım” demişti; fakat bugün geldiğimiz noktada pek çok konuda olduğu gibi Biden yönetiminin Muhammed bin Salman’a dâir verdiği sözü de tutmadığını görüyoruz. Bu tamâmen siyâsî nedenlerle. Hatırlayalım: Biden seyahat etmişti, Suudî Arabistan’a gitmişti ve Muhammed bin Salman’la o çok meşhur, “fist bump” (yumruk çakma) denilen selâmı vermişti ve kendi partisi içinden de çok eleştiriye mâruz kalmıştı; fakat hep olduğu gibi, siyâsî, jeostratejik çıkarlar hep insan hakları ve demokrasi kaygılarının önüne çıkıyor Amerika’nın gündeminde ve bunu Biden yönetimi yetkilileri de söylemekten çekinmiyor. Meselâ Brett McGurk, medyaya verdiği bir röportajda, “İnsan hakları meselesi bizim dış politikamızda önemli bir yer tutuyor; fakat bu her ilişkimizde en önemli konu olacak anlamına gelmiyor” diyerek, aslında Biden yönetiminin pragmatik tutumunu da gözler önüne sermişti. Biden, Suudî Arabistan’a baktığında ne görüyor? Sorunlu, insan hakları ihlâllerinin işlendiği, sâdece Cemal Kaşıkçı değil, insanların asıldığı, ellerinin kesildiği bir rejimden bahsediyoruz sonuçta; fakat Biden Suudî Arabistan’ı, Çin’in Ortadoğu’daki etki alanını azaltmak için önemli bir müttefik olarak görüyor ya da İsrail’in güvenliği için önemli bir aktör olarak görüyor; fakat en önemlisi petrol fiyatları –zâten Suudî Arabistan’a ziyâretinin sebebi oydu–; burada (ABD’de) enflasyon var, petrol fiyatları artıyor ve petrol fiyatlarının düşmesi için Muhammed bin Salman’ın desteğine ihtiyaç duymuştu Biden ara seçimlerden önce. Bu nedenle gitmişti; fakat Muhammed bin Salman Biden’a istediğini vermedi o anlamda ve bugün görüyoruz ki, Muhammed bin Salman’ın uluslararası sahnede ve Amerikan iç siyâsetinde eli çok daha güçlü. Hattâ geçen yıl önemli bir spor kulübünü satın aldı. Yumuşak gücünü artırmak için çok adım attı Amerika içerisinde Muhammed bin Salman. Pek çok kurum var; bunun içerisinde çok prestijli, Princeton gibi üniversiteler de var, “Suudî Arabistan para dağıtarak önemli isimleri satın alıyor” demek yanlış değil. Meselâ Princeton’da bir akademisyen var, tanınan bir akademisyen, çok sık Amerikan televizyonlarında Muhammed bin Salman’ı savunan şeyler söylüyor. Washington Post’ta, New York Times’da köşe yazarları var, aynı şekilde Muhammed bin Salman’ı savunan, onun reformist bir lider olduğunu söyleyen insanlar var. O anlamda bugün Muhammed bin Salman’ın çok daha güçlü olduğunu görüyoruz ve bence burada daha büyük bir resme baktığımızda, Amerika’nın demokrasi ve insan hakları gündeminin ne kadar problemli olduğunu gösteriyor. Demokrasi gündemini bütünüyle Çin ve Rusya’yı sınırlandırmaya indirgemiş bir Amerikan yönetimi var. Böyle olunca da, Muhammed bin Salman gibi, Erdoğan gibi otokratlar Amerika için yanına çekilmesi önemli aktörler hâline geliyor ve bu da tabiî demokrasi ve insan hakları açısından çok sıkıntılı bir tablo oluşturuyor. 

Çok da şaşırmadık ama Gönül, ABD için de şaşırmadık, Türkiye için de şaşırmadık. Meselâ Türkiye’nin Birleşik Arap Emirlikleri’ne karşı tavrı da değişti. Mısır’a karşı tavrı da değişti. İsrail’e karşı tavrı da değişti. Bunlar artık “reel politik” diye işin içerisinden sıyrılıyorlar; ama biz yine bu olayları olabildiğince serinkanlı bir şekilde ve evrensel ilkeler ışığında yorumlamaya devam edelim. Gelelim sizin kepenk indirme meselesine… İnmedi kepenkler. Ömer de tatile çıkamadı — her ne kadar “Transatlantik”e katılamadıysa da. Ne oldu? “Bütçe onaylanmayacak” deniyordu; ama görünen o ki Cumhuriyetçiler bir şekilde anlaştılar hükûmetle; ama bunun ardından Cumhuriyetçi Meclis Başkanı yerini kaybetti. Çok ilginç olaylar oldu peş peşe. Neler oldu? Hakîkaten çok acayip şeyler bunlar.

Tol: Evet Ruşen, şimdi Temsilciler Meclisi Başkanı Cumhuriyetçi Parti’den Kevin McCarthy’nin kendi partisi içindeki desteğin azalmasının ardından bir oylama yapıldı ve bu oylamada görevinden düşürüldü. Dolayısıyla târihe geçti bir anlamda; çünkü kendi partisinin oylarıyla koltuğundan edilen ilk Meclis Başkanı oldu. Görevden düşürülmesiyle ilgili yapılan oylamada Demokratların yanı sıra 8 tane Cumhuriyetçi Parti üyesi “evet” oyu kullandı, bu çok önemli ve târihî bir şey. Zâten hatırlarsan biz bunu konuşmuştuk: Kevin McCarthy’nin ABD Temsilciler Meclisi Başkanı seçilmesi de çok sıkıntılı bir süreçti. 15 tur oylamanın ardından olmuştu. Şimdi yerine geçici bir başkan atandı. Bunun gösterdiği ve çok daha büyük bir probleme işâret eden bir şey var bence. O da, Cumhuriyetçi Parti içindeki bölünme. Cumhuriyetçi Parti, Trump’a yakın radikal kanat ve ılımlı kanat olarak bölünmüş durumda. McCarthy, Temsilciler Meclisi Başkanı seçilirken de bazı tâvizler vermek zorunda kaldı Trump’a yakın ekibe. O verdiği tâvizlerin içerisinde, başkanlıktan indirilmeye yönelik bir oylama yapılması için bir tâne temsilcinin önergesinin yettiği maddesi vardı. Dolayısıyla kendi bindiği dalı kesmiş oldu. Çünkü bugün bir temsilcinin verdiği önergeyle başkanlıktan düşürülmüş oldu. Ama dediğim gibi, bunun işâret ettiği daha büyük resim, aslında Amerikan siyâsetinde çok ciddî bir bölünme ve ayrışma olduğu. Demokrasinin hem Amerika’daki geleceği için, hem dünyadaki geleceği için çok sıkıntılı bir şey bu. Cumhuriyetçi Parti, Trump’a yakın radikal kanat ve ılımlılar olarak ikiye bölünmüş durumda. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki o uçurum da gittikçe derinleşiyor ve bu da aslında şunu gösteriyor: Obama’nın başkanlığından îtibâren derinleşen bir ayrışma var partiler arasında ve Cumhuriyetçiler, özellikle Obama’dan bu yana, sürekli demokratik süreci sekteye uğratmak için adım atıyorlar ve anayasal haklarını suiistimal ederek hükûmetin çalışmasını işlevsiz hâle getirmeye çalışıyorlar. 

Meselâ, Obama döneminde de 2016 yılında Yüksek Mahkeme üyelerinden bir tânesi vefat etmişti ve yasalara göre Obama hemen yeni bir üye atayabilir. Kongre’nin buna karşı çıkma hakkı var anayasal olarak, fakat bu hak kullanılmıyor. Neden? Çünkü demokrasi bir parça da iyi niyet gerektiriyor. Siz anayasanın size verdiği hakların bir kısmını kullanmamayı seçiyorsunuz. Neden? Demokratik işleyişi sekteye uğratmamak için, hükûmetin işleyişini sekteye uğratmamak için. Bu bir parça demokratik iyi niyet gerektiriyor ve Obama’ya kadar aslında o demokratik iyi niyetin her iki partide de olduğunu gördük. Obama dönemiyle birlikte ise bu iyi niyetin olmadığını ve anayasal hakların suiistimal edildiğini gördük. Ne yaptı Senato? Onaylamadı ve Obama’nın o anayasal hakkının önüne geçti. Peki, bu değişimin sebebi ne? Bugün de görülen şey o, hükûmetin kapanmasının önüne geçti Kevin McCarthy, tâviz verdi. Fakat partinin radikal kanadı ne yaptı? Kendi anayasal yetkisini kullanarak Kevin McCarthy’yi düşürdü. Bunlar aslında pek çok anlamda bir ilk ve derin ayrışmaya, partizan ayrışmaya işâret ediyor ve partizan ayrışma olduğunda bundan en çok zarar gören şey demokrasi oluyor. Meselâ Trump’ın seçilmesine sebep olan faktörlerden bir tânesi, Amerikan halkı artık Amerikan hükûmetine güvenmiyor. Hatırla, Trump nasıl seçilmişti? “Washington’daki bataklığı kurutacağım” demişti. “Washington’da bir grup siyâsetçi sizin hayâtınıza dâir çok önemli kararlar alıyor, ama aslında siz hiç umurlarında değilsiniz. Hükûmet sizin için çalışmıyor, bir grup elit için çalışıyor” söylemiyle seçilmişti aslında. Gerçekten de Amerikan halkının önemli bir kısmı, bu karar alıcıları ufak bir elit olarak görüyor. “Bizim hayâtımızdan, bizim sorunlarımızdan haberdar değiller, bunları umursamıyorlar. Kendi içlerindeki küçük tartışmalar benim hayâtımı etkiliyor” diyor. Hükûmet kapanmamış olabilir, fakat yine de burada bir kaotik bir durum var. Bu kaotik durumun, Orta Amerika’daki, Amerika’nın banliyölerindeki seçmene verdiği mesaj şu: “Yine kendi aralarındaki küçük meseleler yüzünden benim hayâtım etkileniyor, dolayısıyla beni temsil etmiyor. Washington’daki elitler, siyâset yapanlar, hükûmet beni temsil etmiyor, demokrasi işlemiyor” sonucuna varıyor ve bu, demokrasiye güveni sarsıyor. Bu güven sarsılınca, Trump gibi, “Ben kurumları bypass edeceğim ve güçlü bir lider olarak gerekirse yasaları eğip bükerek hızlı karar alacağım” diyen liderlere destek artıyor. O nedenle ben Kevin McCarthy’nin düşürülmesini, bütçe oylamaları sırasında yaşanan kaosu daha büyük bir perspektiften görmek gerektiğini düşünüyorum. Amerikan halkının Amerikan hükûmetine ve demokratik sürece güvenini baltalayan bir gelişme ve bu da hem Trump’ın 2024’te seçilmesinin daha fazla önünü açan bir gelişme, hem de dünyanın en büyük demokrasilerinden bir tânesi olan Amerika, global olarak dünyaya yanlış mesaj veriyor: “Demokrasi işlemiyor” mesajını veriyor. O çerçeveden bakmak lâzım diye düşünüyorum. 

Şimdi bu McCarthy’nin ayağını kaydıran radikal Cumhuriyetçiler, onun iktidarla, yani Demokrat Parti ve Biden yönetimiyle Ukrayna konusunda gizli anlaşma yaptığını iddia etmişler. Belli ki savaş konusunda Cumhuriyetçiler bayağı bir seslerini çıkarmaya başlıyorlar. Anladığım kadarıyla da Washington’ın Kiev’e verdiği destekten ciddî bir şekilde rahatsızlar. Onu bir anlatır mısın? Hep konuşuyoruz bunu zâten; ama burada gizli pazarlık vs. gibi suçlamalar, işin bayağı bir ciddîye bindiğini gösteriyor herhalde.

Tol: Aslında o tür bir pazarlığın ben de olduğunu düşünüyorum. Biden’ın kendisi söyledi aslında, “Biz Kevin McCarthy ile Ukrayna konusunda bir anlaşmaya vardık” diye ve böyle bir şey de olası; çünkü gerçekten Biden yönetimi Ukrayna’ya yardımın devam etmesini çok önemsiyor ve Kevin McCarthy de ılımlı bir figür. Biden yönetimiyle, Demokratlarla pek çok konuda uzlaşmaya varmaya çalışan bir figür, ama orta yolu bulmak çok zor. Çünkü kendi partisinde Ukrayna’ya yardım konusunda çok radikal tutum alan, “Ukrayna’ya yardımı hemen kesmeliyiz” diyen pek çok isim var. Nitekim bu farklı öncelikleri dengede tutabilmek için McCarthy, hükûmetin kapanmasının da önüne geçmek için tâviz verdi. Kime tâviz verdi?

Partisinin radikal kanadına tâviz verdi. Neydi o tâviz? Ukrayna’ya 6 milyar dolarlık bir yardım vardı bütçede, o kalemi çıkardı meselâ. Dolayısıyla bu Ukrayna meselesi çok önemli. Ukrayna için kötü haber bu. Savaşın akışını çok radikal bir şekilde etkilemeyecek; 6 milyar dolar, Washington’ın Ukrayna’ya sağladığı yardım göz önüne alındığında çok büyük bir meblağ olmamakla birlikte, Biden yönetimini ve pek çok insanı endîşeye sevk eden şey, bunun aslında neye işâret ettiği. Birincisi, eğer Trump kazanırsa Ukrayna için gerçekten kötü günlerin başlangıcı olacak; ikincisi, Trump kazanmasa dahi, Biden için de artık o kadar kolay değil Ukrayna’ya yardımı geçirmek Kongre’den.

Bunun dışında, Ukrayna için kötü günlerin çok da uzak olmadığına işaret eden başka gelişmeler de var. Meselâ Slovakya’da seçimler yapıldı ve Slovakya’da Rus yanlısı bir lider seçimleri kazandı ve hem kampanya sürecinde, hem seçimlerden hemen sonra, “Slovakya’nın Ukrayna’dan çok daha büyük problemleri var” dedi. Şimdi bu da belki çok radikal şekilde değiştirmeyecek savaşın gidişâtını; çünkü Ukrayna’ya çok kilit öneme sâhip yardımda bulunmuyordu, ama meselâ NATO’ya girmesini engelleyecek. Slovakya bir AB ve NATO üyesi, ama zâten Ukrayna’nın NATO’ya girmesi çok da söz konusu değil gibi görünüyor. Fakat bu bir trende işaret ediyor. Nedir o trend? Her ne kadar Batılı liderler, Avrupa Birliği, Washington, “Biz Ukrayna’nın yanındayız ve bu savaş bitinceye kadar Ukrayna’ya desteğimizi sürdüreceğiz” mesajı verse de, aslında toplumsal olarak da savaşa tepkilerin arttığını görüyoruz ve Slovakya’daki gibi liderlerin, Rusya’ya yakın liderlerin mevzi kazandığını görüyoruz. Meselâ Avrupa Birliği dışişleri bakanları Kiev’de toplandı ve bu sembolik önemi olan bir şey; çünkü ilk kez bu liderler AB toprakları dışında bir yerde toplantı yaptılar. Toplantının amacı da bütünüyle, “Biz Ukrayna’nın yanındayız” mesajı vermekti; fakat Amerikan Kongresi’ndeki bu kaotik durum, Ukrayna’ya karşı yükselen ses, Slovakya’da Rus yanlısı bir liderin seçilmesi, bütün bunlar Putin’i cesâretlendiren gelişmeler.

Gönül, daha önce konuşmadık ama şunu sana sormak istiyorum: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin son ByLock ve Bank Asya karârı, biliyorsun binlerce kişiyi ilgilendiriyor ve her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri olayın dışında gibi gözükse de bu konuda lobi faaliyetlerinin büyük ölçüde ABD’de de yapıldığını biliyoruz; ama şu âna kadar muhâlefet partileri bile bu olaya girmek istemedi. Çünkü FETÖ’cü olarak tanımlanmaktan çekiniyorlar, daha önceki örnekler de var. Bu bir şeyleri değiştirebilir mi, ne diyorsun?

Tol: Burada çok gündeme gelmedi Ruşen. Gündeme gelmeme sebeplerinden bir tânesi, Türkiye’ye dâir bir bıkkınlık, yorgunluk var; ikinci sebebi de insan hakları meselesi maalesef Batılı başkentlerin gündeminde değil. Cemal Kaşıkçı meselesinde gördük, burada insan haklarını önemseyen insan hakları örgütleri, insan hakları aktivistleri ve onların yakın olduğu birkaç Kongre üyesi bunu gündemde tutmaya çalışıyor; fakat genel olarak bu tür konularda maalesef çok yüksek sesle bir şeyler söyleyen kurumlar, insanlar yok. Bunun sebebi de hep konuştuğumuz şeyler. Çin ve Rusya’nın etki alanlarının daraltılmasına o kadar odaklanmış ki Amerikan siyâseti, geri kalan her şey bu konuda harcanması mübah şeyler olarak görünüyor. Demokrasi ve insan hakları meselesi de bunlardan bir tânesi. Washington’daki Türkiye uzmanları dahi –kendimi bunun dışında tutuyorum ve bununla da gurur duyuyorum– birkaç insan dışında Türkiye’deki demokrasiyi, insan haklarını önemseyen, önemsediğini söyleyen insanlar var fakat bunun için aktif olarak çabalayan çok az analist kaldı. O yüzden de AİHM meselesi, Osman Kavala meselesi, hele de söz konusu “Gülenciler” olunca, bunun çok gündemde yer tutmadığını görüyorum ben.

Evet, Gönül çok teşekkürler. Bu hafta Ömersiz yaptık. Biraz da kısa oldu, ama önemli değil. Haftaya tekrar görüşürüz, çok teşekkürler. Ömer’e de buradan selâm yollayalım. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Haftaya tekrar görüşmek üzere iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.