“Magazin” denince son dönemde sanatçıları hedef gösteren haberler, LGBTİ+’ları “sapkın” olarak niteleyen sunucular ve kadın şarkıcılara nasıl giyinmesi gerektiğini söyleyen “ahlâk bekçileri” görüyoruz. Oysa “magazin” İngilizce’de “dergi, mecmua” anlamına geliyor. Nitekim magazin Türkiye’de de dergilerle başladı. Bu dergilerin içerisinde sadece sanatçıların haberleri değil, siyasilerin de magazini yapılırdı. Günümüzde nasıl mı devam etti?: “Şok şok şok ünlü oyuncu, sevgilisiyle yakalandı”, “İç çamaşır mı giydi? Şarkıcının sahne kıyafeti yine gözleri şaşı etti”… 1990’lı yıllar magazinin kırılma noktası oldu. Bu dönemin ardından yukarıda bahsettiğim manşetlerle magazin sayfalarını okumaya başladık. Bu konuda deneyimli bir isim olan Tuğrul Eryılmaz ile konuştuk. TRT’de 1980’de gazeteciliğe başlayan Eryılmaz, şimdi de T24’te “Düzeyli Magazin” köşesinde yazıyor. Eryılmaz ile birlikte “Magazin haberciliğinde eskiye dönülebilir mi, ülkenin siyasi iklimi magazin haberciliği nasıl etkiliyor ve sınırları neler?” sorularına cevap aradık.
Mâdem magazinden bahsediyoruz, Tuğrul Eryılmaz’ın hasret kaldığı magazini yaparak başlayalım. Tuğrul Eryılmaz ile söyleşiyi 3 Ekim’de, yani gazeteci Ayşenur Arslan’ın gözaltına alındığı gün yaptık. İstanbul-Cihangir’de bir kafedeydik, masanın üzerinde Eryılmaz’ın 1989-1990 yıllarında çıkardığı “Sokak” dergisinden sayılar duruyordu. Dergileri benim için getirmişti, haber bittikten sonra da geri vermem gerektiğini söyledi. Bu dergiyi bilmiyorsam sınıfta kalmıştım. Yanına gittiğimde ilk söylediği şey “İşin çok zor, magazin gazeteciliği öyle kolay anlatılacak bir şey değil” oldu. Emanet verdiği derginin zengin içeriği Eryılmaz’ı anında doğruluyordu. Bin bir güçlükle yapılabilen gazetecilikten magazin gazeteciliğine, 90’lardan bugüne, Turgut Eryılmaz’a kulak verelim…
Sahra Atila: Bu söyleşide “Magazin eskiden nasıl yapılıyordu, şimdi nasıl yapılıyor?” sorusuna yanıt arayacağız ancak ilk olarak öncesine bakalım, Türkiye’de magazin haberciliği nasıl başladı?
Tuğrul Eryılmaz: Bu konuda senin işin çok zor. Herkes magazinden bahseder, herkesin de magazinle ilgili bir fikri vardır, genellikle de yerilir… Ama bu konuda oturup hakikaten doğru dürüst, ciddi yazılmış makale bulamazsınız. Meselâ ben bu konuda en eskilerdenim, ilk ben başlattım demek istemiyorum. Ben gazeteciliğe 1980’de TRT’de başladım. Üniversiteden 12 Eylül’de sepetlenince, “Gelişim Yayınları”nın başındaki Ercan Arıklı bizi aradı ve İstanbul’a geldik. Ercan Bey bize, “Ben sizden bir tek şey istiyorum, dergiyi kapattırmalıyım” dedi. Muhalefet yapılacak bir dergi istiyordu bizden. Bu arada yıl 82-83, yani 12 Eylül bütün şiddetiyle hâlâ sürüyor. O ara bir de “Kadınca” ve “Erkekçe” çıkıyor. “Siyasi bir dergi olmasını istiyorum” dedi ve ilk o zaman “magazinel” lafını duydum. “Magazin”in ne anlama geldiğini söylemek için bu kadar laf ettim. Şöyle bir şey; konuyu hep insan odaklı anlatmaya çalışmak. Mesela Bülent Ecevit ile röportaja gideceksiniz —ki yaptık hakikaten, verdiğim örneklerin çoğu da doğru örnekler olacak. Gidip orada oturup “CHP ne olacak, Süleyman Demirel ile aranız nasıl?” diye yazıya başlamıyorsun. Ne yapıyorsun, hikâyeleştiriyorsun ama uydurmuyorsun:
“Arabamız birdenbire gayet mütevazı bir evin önünde durdu. Aşağı indik, kapıyı çaldık. Ben yardımcı beklerken karşımda Bülent Ecevit’i buldum, bana kapıyı açmaya gelmiş.”
Anlatabiliyor muyum? Biz buna “magazin” diyorduk o zaman.
Atila: Türkiye’deki ilk magazinci kimdi peki?
Eryılmaz: Türkiye’de benim aklıma gelen ilk magazinci Müşerref Hekimoğlu’dur. Müşerref Hekimoğlu’nun adı kullanılmadan olmaz bu iş. Şimdi, ne yaptı diyeceksin? Müşerref, Ankaralı bir gazeteci aslında. Bir örnek vereyim sana; İngiltere Büyükelçisi’nin köşkünde bütün büyükelçiler toplantısını ciddi ciddi anlatırken Müşerref arada, “Sanki Fransız sefiresi ile İngiliz sefiresi pişti olmuş gibi hâlleri var” derdi. Sadece bu kadar, haberin devamında siyasi konuşmaları anlatmaya devam ederdi ve biz “Nokta” dergisinde magazin yapmaya böyle başladık. Yani “magazin” dediğim şey buydu benim. İnsan odaklı ama özel hayatlara girmeden, çok dikkatliydik. Belki ufak tefek imalar var ama o kadar. Şimdi okuyorsunuz ya, “Acun Ilıcalı ve sevgilisi…” yoktu böyle bir şey. Vardı da bu haber olarak kullanılmazdı. “Ses” dergisini arar olduk.
Atila: Sizden bugün Acun Ilıcalı’yla ilgili bir magazin haberi yapmanızı isteseler…
Eryılmaz: Benden Acun Ilıcalı’yla ilgili bir şey yapmam istense diğer ülkelerden patent alıp dünyanın parası kazandığını yazardım. Acun Ilıcalı’nın magazini bu. Kaç kere evlendiği, sevgilisinin olması vs. değil. Şu magazin işini bir anlayabilseydik… Sahra senin tezin, “magazinin giderek kırılması” ama 80’lerden, 90’lardan baktığımızda, şu an yapılan magazin, hiçbir zaman yapılmadı.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“Gazeteci değil, haber ön planda olur”
Atila: Biraz önce Ses dergisini arar olduk dediniz…
Eryılmaz: Ses dergisi, şimdiki hanımefendilerin yaptığı programlar gibi değildi. Hiç değilse derginin içerisinde bir sinema okurdun, Türkan Şoray veya Kadir İnanır ile söyleşi olurdu. Buna karşılık hinlikler de olurdu ama canavarca ve acımasızca değildi. Ben şimdi utanarak söylüyorum, reytinglerde magazin programları üst sıralarda ve bu magazin programlarına baktığımız zaman korkunç. Günümüzde durum değişiyor.
Atila: Değişen ne?
Eryılmaz: Değişen şu; eskiden kötü de yapılsa —bu çok önemli bir ayrım noktası, yani onaylamasan bile— gazeteci olarak sen ön planda değilsin, bu çok temel bir şey. Senin seçtiğin konular ön planda, anlatabiliyor muyum? Ülkede festivaller yasaklanıyor, kanallar kapatılıyor. Peki bu programlar nasıl varlar? Yasakçı olsam diyeceğim ki; “Ya önce bunlara bakın, kurban olayım.” Ama tabii bunu da demiyorsun. “Öyle bir özgürlük var” diye düşünmek istiyorum, o da olmuyor.
Atila: Müge Anlı’nın yaptığı programa “magazin” diyebilir miyiz?
Eryılmaz: Evet, magazin ancak öyle bir kötü durum ki, sunucular “Ben geride durayım” demiyorlar. Bakın, korkunç magazin siteleri de var. Ben bakıyorum onlara. Birdenbire “Müge Anlı’yı çıldırttılar.”
Ya Müge Anlı niye çıldırıyor ya da “Seren Serengil ifşa ediyor?” Yahu onlara ne oluyor? Siz iyi veya kötü program sunuyorsunuz. Siz niye çıldırıyorsunuz? Sahra, esas tehlike şu: “Ciddi olabileceği” —ciddiyetten kastım asla sıkıcı değil—, bir konu hakkında beni aydınlatacağını düşündüğüm siyasi, sosyal, ekonomi programları da bu konuştuğumuz magazin programı gibi oldular.
Şunu demeye çalışıyorum aslında: Bir ülkenin medyası, ülkenin genel ikliminden farklı olamaz, bu kadar basit. Sadece şu olur, daha dikkatli olan, daha dürüst gazetecilik yapmaya çalışan insanlar hep vardır ve olacaklar ama Türkiye’de aklım erdiğinden beri, medya bu kadar kötü durumda olmadı. Bunu da sadece AKP hükümetine bağlamıyorum.
“Kapitalizm girdiği her yeri bozar”
Atila: Medyada kırılma noktası için 90’lar deniyor. 90’larda ne değişti? Özel televizyon kanallarının yayın hayatına başlaması tek neden değil ancak televizyon kanalları görsellik için yapılan haberleri ve haberciliği nasıl etkiledi?
Eryılmaz: Katîyen televizyon kanallarının çoğalması tek neden değil ancak seyrettirmek için yapılan numaralar değişti. Kimseye “Sen bunu nasıl yapıyorsun?” diyemiyorduk. Çünkü oradan para kazanılıyordu. Bir adım daha atacağım: Kapitalizm girdiği her yeri bozar. Kapitalizmin böyle bir belası var. Asla “Tuğrul solculuk yapıyor” deme ama işin ucuna “Patron ne der, reklamcılar ne der?” kaygısını koyduğunuz zaman, her şey bozuluyor.
Atila: Tabii tiraj kaygısı da vardı, değil mi?
Eryılmaz: Sen deli misin, şimdilerde tamamen kayboldu. Şimdi bir gazete 25 bin satınca göbek atıyorlar. Ya bizim çıkardığımız “Sokak” dergisi 25 bin satardı ve bu parasal durumlar, insanın ahlaki durumunu da etkiliyordu. Ahlakçılık yapmıyorum, sakın yanlış anlaşılmasın ama “Gazetenin şurası böyle olacak, şurası şöyle olacak” derken, o zaman bize “Çıplak kadın fotoğrafıyla sattıyorlardı” diyorlar. Onu çoktan geçtik. Şimdi “RTÜK” diye hakikaten ne olduğu belirsiz bir şey var. İletişimci olarak bana öyle geliyor, ne yapayım? Ancak sadece siyasi yoruma kızarlarsa televizyon kapatıyorlar, bu çok ürkütücü bir şey. Başka hiçbir şey izlemiyor musunuz? Hiç değilse onları bir uyarın ama öyle bir dertleri yok. Bu siyasetin çürümüşlüğü maalesef. Ancak şunu bir daha vurgulayacağım: Bu epey bir zamandır süren bir şey. Kaç darbe yedik be kardeşim! Ben şunu bile hatırlıyorum: 27 Mayıs’ta ortaokuldaydım, sokağa çıkamazdım. Üniversiteye gittik, 12 Mart oldu. İnsanları içeri attılar. Şimdi de değişen bir şey yok, sivil hükümet var, yine hapse atıyorlar. Bunlar çok üzücü şeyler. Nasıl diyeyim, kopmamaya çalışıyorum magazin meselesinden ama magazin o kadar da tek başına duran bir şey değil. Her şey gibi, o da ülkeden etkileniyor. Magazin, olayları hikâyeleştirmek, okumanı sağlamak ve haftalık olayları derlemek. Olayları anlatırken, kafana kafana vurarak değil, oradaymışsın gibi anlatmak.
Atila: Bülent Ecevit örneğinde bahsettiğiniz gibi…
Eryılmaz: Evet. Bülent Ecevit röportajını yazdım ve bana Ercan Arıklı gelip “Tuğrul, çayları kim getirdi?” diye sordu. Bu çok önemliydi ve ben bunu yazmamışım. Hakikaten Ecevit, “Rahşan çayları demlemiştir. O börekleri koyarken ben de çayları getireyim” dedi. Hemen ekledim tabii. Ben bunu yazmayacak kadar salakmışım. Şimdi bundan güzel bir magazin mi olur, anlatabiliyor muyum? Kastım bu.
Atila: Ama şimdi magazin haberi deyince kimin, kiminle sevgili olduğu veya aldattığı anlaşılıyor…
Eryılmaz: Sadece bu Sahra. Ben hâlâ bu hayata açığım —ben de kendim T24’te magazin yazıyorum— o yüzden sen arayınca bir baktım magazin sitelerinin bazılarına. Kendi kendime “Allah Allah, ben niye bu 10 ismin sekizini hiç duymamışım” diye düşündüm. Başlıklar zaten korkunç.
Atila: Günümüzde magazin programlarını gazeteciler değil mankenler, oyuncular sunuyor. Hafta içi ise sunucular genellikle ünlü magazin figürleri, eski şarkıcı ya da oyuncular oluyor. Ya hedefe bir kişiyi oturtuyorlar ya da “ahlakçılık” yapıp hatta bir adım öteye gidip birilerini hedef gösteriyorlar.
Eryılmaz: Onlar zaten korkunç, bir insanı seçip hedef göstermek ne demek? Sanatçıların kıyafetini konuşmak yerine, Türkiye’de neden bu kadar konser ve oyun yasaklanıyor, oturun bunu yazın. Ondan güzel magazin mi olur? Ama şimdiki magazinde hiç tanımadığımız, duymadığımız insanların para aklamalarını dinliyorum. Onu da imalı yapıyorlar. Sonra diyorlar ki, “Biz demedik”.
“Magazin programlarında gerçek insanlarla hayat sunuyorlar, bu çok tehlikeli”
Atila: Siz magazin programlarını izleyebiliyor musunuz, tahammül edebiliyor musunuz?
Eryılmaz: Hayır, hayır, hayır! Zaman zaman baktım tabii ki, yoksa öyle haybeye konuşulur mu? Ama tamamen bitirmeye asla dayanamıyorum. O korkunç dizilerden bile beterler. Hadi dizilere baktığında “Ay bunlar da bizi salak zannediyorlar” diyorsun. Ama magazin programlarında tehlike var. Hayat sunuyor sana ve gerçek insanlarla, bu çok yanlış. Seda Sayan, Seren Serengil gibi hanımefendiler tamam da, siz oyuncusunuz, şarkıcısınız ve sanatçısınız. Ben bazı sanatçıları reklamlarda görmeye tahammül edemiyorum, “Yakışır mı?” diyorum. Düzgün, gerçek sanatçılardan, insanlardan bahsediyorum. Sırf “solculuk” olsun diye kapitalizmi kötülemiyorum. Her şey paraya dönüştürülmek isteniyor. Bir bakıyorsun çok sevdiğin ve iyi bir oyuncu kötü program sunuyor. İnanılmaz bir şey.
“Onlar ‘hükûmetçi’ bunlar da ‘muhalefet'”
Atila: Ünlüler magazincilerin “Ünlüysen özel hayatın ile gündeme gelmeyi kabul etmişsindir, özel hayatın ile de topluma örnek olmalısın” tepkisiyle karşılaşıyor. Magazin gazeteciliğin sınırı nerede başlar, özel hayatın gizliliği ne zaman ihlâl edilir?
Eryılmaz: Bu magazincilik değil, bu suç. Burada, Cihangir’de çok var. Birkaç mekan var, kapılarında genç “paparaziler” bekliyor. Bir de kendilerine “paparazzi” diyorlar, çok matah bir şeymiş gibi! Kapıda bir ünlüyü sevgilisiyle beraber çekmeyi bekliyorlar, bu ayıp. Şöyle bir durum da var: Sen kamusal yaşama kendini sunduğun biçimde çıkmışsan, o senin magazinin olur. O zaman da kalkıp “Magazinciler kötü” denmez. Ben ünlülerin telefon edip magazincileri çağırdığını bile duydum.
Atila: Muhabirlerde gördüğünüz değişim ne?
Eryılmaz: Onların muhabir olduğunu düşünmüyorum. Maalesef, benim böyle kötü yargılarım var çünkü öyle muhabirlik olmaz. Türkiye çok daraldı. Yine aynı şeyi söyleyeceğim: Medyanın yüzde 85-90’ı zaten “yandaş” denen medya. Hürriyet’in haline baksana. Burada ne oluyor, nedir bu? Ama ötekilere bakıyorsun onlar da tam tersini yapıyorlar. Nasıl ki onlar “hükümetçi” ise bunlar da güya “muhalefetci”. Ayşenur’u (Ayşenur Arslan) ifadeye götürdüler, Ayşenur ne yapmış? Gazetecilerin, magazincilerin merak etmesini istemiyorlar. Gazeteci mutlaka —magazin dilinde konuşayım— “cin” olmak zorunda. Yahû “Bu iş altında bir şey var mı?” sorusunu sormadan gazetecilik yapamazsınız. Yok böyle bir şey.
Atila: Magazin için “İnsanı odağına alması gerekiyor” dediniz. “İnsan odaklı haberlerin içerisinde magazin var” diyebiliyor muyuz?
Eryılmaz: Tabii, tabii. İnsan odaklı haberlerin içinde magazin geçer ama öyle kurallar var ki, onu öyle sunmuyorsun. Magazin zaten başta —sen de söyledin— dergicilik. Gerçek magazin, haftalık olayları derleyip toplamak. Bütün dergiler öyledir ve sana haberi anlatırken baymadan anlatır. Okutmak da bizim görevimiz.
“Hedef göstermek ne demek? Vicdan azabından ölürsünüz”
Atila: Okuyucu ne istiyor?
Eryılmaz: Dramatik olan şu: Magazin programları beğenmediğin dizilerden daha kötü. Dizi reytingleri, programların altında kalıyor, seyirci onu istiyor ya da o reyting gruplarına güvenmemek lazım.
Atila: Magazin programları yıllardır var. Mesela “Söylemezsem Olmaz” 10. yılını doldurmuş, Müge Anlı 2008’den bu yana ATV’de “Tatlı Sert” programını yapıyor. Demek ki, izleniyor ve seyircinin beklentisi bu. Bugün 1989-1990 yılında çıkardığınız “Sokak” dergisini çıkarsanız okuyucunun teveccühü nasıl olurdu?
Eryılmaz: Şu anda zor. İnsanlar bu kültüre alıştırılıyor. Bir de hakikaten iktidarın 20 yıldır bir partinin elinde kalması… Kuşak yetişti, anlatabiliyor muyum? Sadece magazinle ilgili değil ki, eğitim de öyle. Gerçekten kopuyoruz. Kendi gerçeğimizi sunmaya ve gerçekmiş gibi göstermeye başlıyoruz. Biz olanı aktarmakla yükümlüyüz. O yüzden mesela magazinde koltukların rengi anlatılır. Bu renklendirir, güzelleştirir. Şimdi programlarda oturmuş ahkâm kesiyorlar.
Atila: Tam da bu noktada, size birkaç magazin haberi manşeti okumak istiyorum: “Bilal Özcan ifşa etti”, “Seren Serengil’den hodri meydan”, “Bircan, Arto, Seren canlı yayında yüzleşti”, “Hadise, Ebru Gündeş’in evine gidip orada Gündeş’in kızını sevip, ardından onun babasıyla birlikte oldu”. Bunlar başlıklardan birkaçı. Bunlar, hem az önce konuştuğumuz magazin sunan kişilerin haberin önüne geçmesine örnek, hem de bu video haberlerde yargılama da var. Ne düşünüyorsunuz?
Eryılmaz: Allah’ını seversen ya, bu nasıl bir şey, nasıl bunları söylüyorsunuz, hangi kanıtlarla? Zaten sürekli ifşa ediyorlar. Korkunç olan da bu. Ne ifşa ediyorsun, niye ifşa ediyorsun? Bunları da aşağılayarak yapıyorsun, korkunç. Hedef göstermek ne? Bir şey olsa vicdan azabından ölürsün. İki kişi fazla okuyacak diye, iki tane daha alkış alacağım diye bunları yapmayın. Sosyal medya da bozdu her şeyi. Bir yandan da insanlar “Başka türlü haberiniz olmayacak” diyorlar. Ne yapalım, tahammül edeceğiz, her taraf trol doldu.
“Aydın Doğan’a hak vereceğim aklıma gelmezdi”
Atila: Telefonu, sosyal medyası olan herkes kendi medyasını yaratabiliyor.
Eryılmaz: Çok demokratik geliyor ama öyle değil. Bunları konuşmak zorunda olmak bile çok kötü.
Atila: Önümüzde Sokak dergisi var ve bu dergi 89-90 yılında çıktı. “Zaman ilerledikçe, görsel basının imkânları arttıkça daha iyi haber kapakları, dergi kapakları olur” derken durumun daha kötüye gittiğini görüyoruz. Sokak dergisinin kapaklarında illüstrasyon da var, fotoğraf da var, bağıran insanlar yok, yazı fontlarını da dikkat çeksin diye rengarenk yapmamışlar, bir karmaşa yok. Görsel yapmanın imkânı ilerlemiş ancak görsel basın geriye gitmiş gibi gözüküyor.
Eryılmaz: Dediğin gibi, daha geriye gittik. Manşete bir fotoğraf koyuyorlar ancak yazı tutmuyor. Sokak dergisini Enver Nalbant, İpek Çalışlar, Nadire Mater, Murat Öneş gibi bir sürü gazeteciyle birlikte çıkardık, doğru dürüst reklam alamadık. O zaman bunu solcular da sevmedi. Biz biraz kaçış olarak bunu yaptık. Hem muhalefet yapalım ama insanları da baymayalım. Ama bir senede kapandık, olmadı. Bizim için çizim çok önemliydi. Biz de Özcan Tekgül’ün çıplak fotoğrafını koyduk derginin kapağına, “Bu olmaz” demiyorum, muhafazakâr bir yerden yaklaşmıyorum. Yaptığın şeye değsin, bir manası olsun.
Atila: Zaten bu elimizdeki 13. sayı, haftalık çıkan son sayı ve girişinde “Siyasal ve daha da önemlisi mali çıkar gruplarından bağımsız yayın politikasını sürdürmek için bundan böyle dergiyi aylık çıkarma kararı aldık. Üzgünüz ama bağımsız bir yayın odağı olarak kalmanın tek yolu buydu” yazıyor.
Eryılmaz: Olmadı ama dediğim gibi, her şeyin battığı yerde öyle bir kahramanlık yok. Sen var olamıyorsun, var olmak zorundasın. Aklıma her şey gelirdi de Aydın Doğan’a hak vereceğim gelmezdi ama veriyorum. Şimdi bazen diyorum ki: “Aydın Doğan bunların yanında melekmiş.”
Atila: Özlem duyduğunuz gazetecilik Türkiye’de tekrar yapılabilir mi?
Eryılmaz: Yapılmak zorunda ya da gazetecilik kalmaz. Biz de sürekli, hükümet bildirisi yayımlarız. Bunda herkesin suçu var. Her şey yukarıdan yapılmıyor, biz de zaman zaman boyun eğiyoruz.
Atila: Dünyada nasıl devam ediyor?
Eryılmaz: “New York Times”, “The Guardian” gibi hâlâ tarafsız ve her şeyi yazabilen gazeteler var. Demokrasi farkı var, çok temel bir şey. İfade özgürlüğü bizim olmazsa olmazımız. Ben bir tek şey için ölürüm, ifade özgürlüğümü korumak için. Seninle konuşurken dikkatli olmaya çalışıyorum, bu çok üzücü.
Atila: Artık otosansür uyguluyoruz ve bu da çok tehlikeli.
Eryılmaz: Tabii, bu en büyük tehlikelerden bir tanesi gazeteci için. Benim basın kartımı iptal ettiler. 77 yaşında biri, nasıl bir tehlike barındırabilir? Yıllarca kullandığım, TRT’den aldığım basın kartını Fahrettin Altun iptal etti. Şimdi bir yandan da diyorum ki “Bak, demek ki bende hâlâ iş var”. 77 yaşında bir adamdan çekiniyorlar. Gazetecilik şu anda 76’dan bu yana en kötü dönemini yaşıyor ve bunu asla yaşlandığımdan dolayı söylemiyorum, görüyorum. Mesleğe girmek isteyenleri görüyorum, zor. Sizin işiniz bizden daha zor olacak, onu da söyleyeyim.