Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cengiz Çandar sizlerden gelen soruları yanıtladı: Hamas-İsrail çatışmasında neler oldu, neler olabilir?

Hamas’ın saldırısı ile başlayan ve İsrail’in cevabı ile savaşa dönüşen gerilimin 9. günündeyiz. İsrail’in Gazze’ye beklenen kara saldırısı öncesi binlerce Filistinli Gazze’nin güneyine geçmeye devam ediyor. Savaşta can kaybı da giderek artıyor.

İsrail-Hamas savaşında bizleri neler bekliyor? Hamas böyle bir operasyon ile ne planladı? İsrail ne kadar ileri gidebilir? Hizbullah savaşa dahil olur mu? İran ayağı frende mi bekliyor? Savaş bittiğinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu neler bekliyor olacak? HEDEP, Hamas’a nasıl bakıyor? HEDEP Milletvekili ve gazeteci Cengiz Çandar, Ruşen Çakır moderatörlüğünde canlı yayında sizlerden gelen soruları yanıtladı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. HEDEP Diyarbakır milletvekili gazeteci Cengiz Çandar’la birlikteyiz ve sizden gelecek soruları, yorumları kendisiyle birlikte değerlendireceğiz. Cengiz Çandar şu anda Ankara’da, Meclis’teki odasında. Merhaba Cengiz Abi. 

Cengiz Çandar: Merhabalar.

Şu anda İsrail’in Gazze’ye kara harekâtı bekleniyor. Bölgede büyük bir gerginlik var. Geçtiğimiz cumartesiden bu yana çok şey yaşandı. Bugüne kadar yaşananları ve bundan sonra olabilecekleri konuşacağız. İzleyicilerimiz sorularını, görüşlerini ve eleştirilerini benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarında chat bölümlerine yazabilirler.  

En can alıcı sorulardan birisini Muharrem Palaz sormuş: “İsrail, Filistin halkının Gazze’yi boşaltmasını, en azından, güneye inmelerini istiyor. İnsanlar İsrail’in yönlendirdiği yerlerde uzun vâdede bir yaşam alanı kurabilirler mi? Diğer ülkelere göç başlar mı?”

Çandar: Hayır kuramaz, bu mümkün değil. Gazze’nin coğrâfî durumu ve bölgenin topoğrafyası buna izin ve imkân verecek bir durumda değil. Ben stüdyoda, senin yanında olsam, bu soruya harita üzerinden daha anlaşılır bir cevap verebilirdim, ama yine de bir bilgi vereyim. İzleyiciler o bilgi üzerinden zihinlerinde canlandırabilirler. Gazze’nin Arapçası “Kıta’a Gazze”dir. Türkçe karşılığı Gazze Şeridi’dir. Gazze Şeridi gerçekten bir şerit gibidir. Çünkü yukarıdan aşağı, kuzeyden güneye ya da güneyden kuzeye 40 km. uzunluğunda, eni, en geniş yeri 11-12 km, en dar yeri ise 5-6 km’dir. Yani kuzeyden güneye 40 km düşünün, batıdan doğuya da 6 ilâ 12 km düşünün. Gazze, belli yeşil alanları olmakla birlikte, dar bir alan. Hemen bağlandığı nokta Mısır’ın Sina Yarımadası. Bir tarafı boydan boya Akdeniz. Güney sınırı, enlemesine düşünürsek, yaklaşık 12 km’lik bir sınır; Mısır’la bağlantılı.

Gazze Şeridi’nin üç şehri vardır: Merkezde Gazze, ortada Han Yunus, en altta da Refah var. Refah’ın bir bölümü Mısır’da, bir bölümü Gazze Şeridi’nde, yani Filistin topraklarında kalıyor. Refah’ın Mısır tarafına geçtiğiniz zaman Sina Yarımadası’na giriyorsunuz. Sina Yarımadası, boydan boya çöllük bir arâzi. Yani Gazze’nin bütün güneyi çöl. Batısı deniz, kuzeyi ve doğusunda da İsrail toprakları kalıyor, orası da çıplak. Zâten İsrail Gazze nüfusunu sürmekten bahsettiği zaman ya da böyle bir sonuç beklendiği zaman, Gazzelilerin İsrail’in doğusuna ve güneyine gelmesi söz konusu değil. Sürülecekleri yer Mısır, başka bir yer yok. Ya Akdeniz’e dökülecekler –ki bu düşünülecek bir yer değil– ya da Sina Yarımadası’na girecekler. Orası çöl, orada yaşanamaz; yaşanacak bir yer yok. Ya da Refah kentinin Mısır bölümüne gelecekler. Ama zâten 2 milyon insan yaşıyor Gazze’de. Kim gelecek, ne kadar gelecek? Zâten Mısır da şu anda sınırı kapalı tutuyor; mülteci almak istemiyor. Dolayısıyla, yani topografya olarak, coğrafya olarak yaşam şartları îtibâriyle Gazze nüfusunun boşaltılıp başka bir yere, başka ülkelere göç etmelerinin mümkünü yok. Soru “başka ülkeler” diye sorulmuş. “Başka ülkeler” diye bir yer yok. Ülke yok orada. Gazze’nin bir tarafı İsrail, bir tarafı deniz, bir tarafı Mısır. Dolayısıyla bu sorunun cevâbı: Hayır, mümkün değil.

Selda Hanım şöyle bir soru sormuş — arada sırada bu konu gündeme geliyor: “Gazze’de doğalgaz rezervleri var. İsrail buraya konmak istiyor. Bu bir şehir efsânesi mi?”

Çandar: Şehir efsânesi değil; ama bu durumu açıklayacak bir şey değil. Doğalgaz rezervleri, Doğu Akdeniz’de Leviathan sâhasında. Onun bir bölümü Gazze. Ama çok önemli bir bölümü Mısır ve İsrail. Zâten Gazze bağımsız bir alan değil. Bağımsızlığı tartışma altında. 2007 yılından beri, her yönüyle İsrail ablukası altında bulunan bir alan Gazze. Âdeta bir açık hava hapishânesi.  Egemenlik ve dış politika güdecek mekanizmalara sâhip bir yer değil. Buradan hareketle bakarsak, “Gazze’de çok zengin doğalgaz yatakları var. İsrail’de ve Mısır’da yok. İsrail bunların üstüne konmak niyetinde mi?” diyecek bir durum yok. Çünkü Doğu Akdeniz’deki doğalgaz yatakları bölgesi olan Leviathan sâhasında, Gazze’ye çok az bir miktarı düşüyor. Esas olarak İsrail’in ve Mısır’ın elinde. Dolayısıyla doğalgazdan kaynaklanan bir İsrail siyâseti aramanın, sorgulamanın bir gereği yok.

İlk akla gelen sorulardan birisini Tuncay Yıldız sormuş. Aslında geçen haftaki yayınımızda bunu konuştuk seninle; ama tekrar sormakta yarar var. Soru şöyle: “Hamas’ın bu operasyonunun amacı neydi? Hamas’ın hedefi neydi, niye yaptı bunu?” Hayâtî bir soru tabiî. Birçok yorum yapılabilir bununla ilgili. Her şeyden önce herhalde gücünü gösterdi. Ama çok daha karışık bir cevâbı olsa gerek, değil mi?

Çandar: Bunun kolay bir cevâbı yok açıkçası ve dediğin gibi çok yönlü, cevâbı bulmak için üstüne sempozyumlar, seminerler yapılıp tartışılması gereken bir soru bu. Öyle hazır bir cevâbı yok. Niye yaptığı konusuyla ilgili herhangi bir cevap da bütün boyutlarıyla tatmin edici olamaz. Bu soru zâten herkes tarafından soruluyor. Hattâ kimisi, “Mossad mı yaptı?” diye komplo teorileri de üretiyor. Dün bunu kendi kulaklarımla işittim; hem de hiç işitmeyi tasavvur edemeyeceğim bir insandan işittim. “Mossad yapmış olamaz mı? Çünkü buna ‘İsrail’in 11 Eylül’ü’ deniyor” diye sordu. “Buradan hareketle, siz 11 Eylül’ü de CIA yaptı demiş oluyorsunuz” diye cevap verdim. “Olamaz mı?” diye sordu. Ben de, “Benim aklım şunu almıyor: Amerika’nın, New York’un en merkezî yerindeki İkiz Kuleler’in ve kendi Savunma Bakanlığı’nın binâsı olan Pentagon’un hedef alındığı, yıkıldığı, bir sürü kayba yol açtığı bir işi niye yapıyor Amerika?” diye sordum. “Afganistan’ı işgal etmek için” diye cevap verdi. Çünkü arkasından Afganistan işgali geldi. Ben de kendisine, “Amerika’nın Afganistan’ı işgal etmesi için İkiz Kuleler’in yıkılması ve Pentagon’un hedef alınması mı gerekiyor? Amerika illâ Afganistan’a bir askerî operasyon yapacaksa, bunlar olmadan da yapabilir” diye cevap verdim. 

Buradan hareketle, “Bunu Mossad yaptı” diye düşünmek…  Mossad yaptıysa, şu anda 1300 İsrailli’nin öldüğü bilgisi var. İsrail’in 20 kilometre içine kadar girip, bâzı kibbutz’ların, bâzı yerleşim merkezlerinin, köylerin, hattâ bâzı kasabaların ele geçirilmesi, İsrail savunma doktrini açısından asla tasavvur edilemeyecek bir şey. Niye yaptı bunu? “Gazze’ye girmek için yaptı.” Şaron gibi bir adam, Gazze’den kurtulmak için terk etmişti Gazze’yi. Gazze’ye tekrar girmek için bunu niye yapsın? “Hamas’ı temizlemek için.” “Eh Netanyahu Hamas’ı Filistin yönetimine karşı pışpışlıyordu. Yani Filistin Kurtuluş Örgütü’nün devâmı olan ve şu anda Batı Şeria’yı yönetmekte olan Filistin yönetimi ile iş tutmamak için, Netanyahu, Hamas’a bir anlamda bir alan sağlıyordu. Yani Hamas’ı altyapısıyla ortadan kaldırmak için, Netanyahu yönetiminin kontrolü altındaki Mossad’ın böyle bir iş yapması düşünülemez. Peki Hamas bunu niye yaptı? Yani tabiî eğer Hamas yaptıysa. Baktığınız zaman, bunun öyle bir karşı tepkisi gelecek ki Hamas da büyük kayıplara uğrayacak; “Bu akıllıca değil” deniyor. 

Kimisi, “Bu İran’ın işidir” diye düşünüyor. Olabilir. İran’la Hamas’ın arasında ilişkiler var. “İran’ın devrede olması, bölge dengelerini kendi aleyhine çok net bir şekilde değiştirecek olan Suudî Arabistan-İsrail yakınlaşmasının önüne geçmek için bu hamleyi yapmış olabilir” düşüncesi, çok yabana atılır bir düşünce değil. Çünkü şu anda Suudî Arabistan-İsrail yakınlaşması dondu. Amerikan Başkanı Biden –ki ilk günlerde İsrail’e sınırsız ve sonsuz destek îlân etmişti–, dün Amerikan CBS televizyonuyla bir söyleşi yaptı. O söyleşide, “Bu işin arkasında İran var mı?” sorusuna cevâben, “Bu gizli istihbârat belgelerini paylaşmamı benden istemeyin, ama çok kesin bir cevap istiyorsanız, şu anda bu işin arkasında İran’ın olduğuna dâir, İran’ın bu işi planlamış ve yaptırtmış olduğuna dâir somut bir belge yok elimizde” dedi. Bunu Biden söylüyor. Bu söylediklerinin üzerinden daha 24 saat geçmedi. O zaman iş kalıyor Hamas’a. Bunu niye yaptı Hamas? Bunu yaparak bir kere Ortadoğu’daki bütün denklemi alt üst etti; bunu başardı. 7 Ekim saldırısı, bugüne kadar görülmemiş çapta bir saldırı. 

Ortadoğu tarihini 7 Ekim 2023’ten başlatmayacağız elbette. Ama 7 Ekim saldırısı, bir anlamda, Filistin sorununun içinde bulunduğu durumun bir sonucu. Ama nereden baksanız, 7 Ekim, Ortadoğu’daki siyâsî târih bakımından önemli bir kilometre taşı oldu. Bundan sonra çok farklı bir Ortadoğu dinamiği ve fotoğrafı üzerinde konuşmaya başlayacağız. Hamas, bir anlamda, Filistin sorununu tekrar gündemin en tepesine, kendi ismiyle irtibatlı olarak çıkartmış durumda. Kendi ismi bu işten çok leke aldıysa da, çok da umurlarında olduğunu sanmıyorum o lekeden. Yüzlerce sivili katlettikleri anlaşılıyor ve bu ortaya çıkacak; yavaş yavaş da çıkıyor. Ama bunun karşılığında, İsrail’in hesapsız bir katliam boyutları taşıyacak Gazze saldırısının içine giriyor olması da, günler geçtikten sonra, Hamas üzerindeki tepkilerin yönünü değiştirerek İsrail’e doğru kayacağını söyleyebiliriz. 

Dolayısıyla son tahlilde, Filistin sorunu, sümen altından, artık bir daha Ortadoğu’nun merkezî sorunu değilmiş muamelesi görmekten çıktı. Bizim, senin, benim kuşağımda, Ortadoğu denilince, bir numaralı konu olarak Filistin sorunu gelirdi. Bu konu şimdi yine geri geldi ve gündemin en tepesine yerleşti. Hamas ismi de, hesâba katılır bir şekilde bölgesel ve uluslararası denklemin içine girdi. 

İzleyicilerden gelen çok soru var Cengiz Abi. Ben hızlıca sorayım. Mümkün olduğu kadar kısa cevaplar olursa, hepsini değerlendirebiliriz. Bir izleyicimiz, “İsrail’deki Araplar, onların durumu, onların pozisyonu nedir?” diye sormuş. Çünkü onlar İsrail vatandaşı.

Çandar: Onlar İsrail vatandaşı, ama çok kısıtlı haklarda İsrail vatandaşı. Askerlik yapamazlar meselâ. İsrail ordusunda Araplar yok. Biraz kaba bir benzetme olacak ama… Neyse, o benzetmeyi yapmayayım. “Bizdeki Kürtler” diyecektim, ama birtakım ulusal haklarından mahrum olmakla birlikte, Kürtler askere gidiyor. İsrail Arapları, belli ölçülerde, İsrail toplumu içinde biraz rehin durumda ve ayrıma tâbi bir kitle hâlindeler. 

Tabiî Gazze’de ne olacağını henüz bilmiyoruz. Gazze Operasyonu olacak mı olmayacak mı? Olursa nasıl olacak? Şu anda çok elle tutulur bir manzara yok. Yani İsrail tekrar Gazze’yi işgal edecek mi? Ki öyle yapacağı şüpheli. Ama ordu girerse ne kadar girecek? Nereye kadar girecek? Bu nasıl yol alacak?  Bu arada Batı Şeria Kudüs’le berâber ayağa kalkacak mı? Bunların hiçbiri net değil. Bütün bunlar olduğu zaman, İsrail Arapları da harekete geçip, İsrail toplumu içinde –zâten zihnî tavırları var–, fizikî olarak o tavırlarını gündeme sokabilirler. Ama onun dışında, İsrail Arapları İsrail içinde âdeta bir “rehin vatandaş” kitlesi durumunda. Onlar İsrail vatandaşı, doğru, fakat “İsrail rehin vatandaşı” gibiler orada. 

Mehmet Kahraman’ın sorusu şu: “İsrail’de halk savaşı destekliyor mu?” Şu âna kadar gördüğümüz savaş karşıtı birtakım görüntüler var; ama o eski barış yanlısı hareketlerin çok gerisinde kaldı sanki. Ne dersin? 

Çandar: Tabiî ki öyle. Yuval Harari’nin kim olduğunu herkes biliyordur herhalde. İsrailli, çok önemli bir târihçi, düşünür ve bir akademisyen. Son yıllarda da kitaplarıyla büyük ün yaptı. Geçen gün CNN International’da Christiane Amanpour’la bir söyleşi yaptı. Önemli bir söyleşiydi bu. Londra’da, stüdyoda yapıldı bu söyleşi. Yuval Harari söyleşide çok çarpıcı bir söz söyledi. Dedi ki: “Binlerce kilometre öteden bu sorunu izleyip konuşmakla, sâhadaki insanların psikolojisi aynı şey değil”. İsrail toplumu o kadar şiddetli bir saldırıya mâruz kalmış durumda ki. Binin üzerinde insan öldü ve bunların ezici çoğunluğu sivil; çok vahşi bir şekilde öldürüldü. Bu saldırının İsrail toplumunda yarattığı travma, şok, öfke ve bunu kaşıyacak olan, bunu intikama çevirecek olan –çevrilmemesi gerektiğini söyleyebiliriz– siyâsî güçler İsrail’de fazlasıyla zâten mevcut. 

İsrail şu anda târihinin en milliyetçi, en saldırgan, en azgın isimlerinden oluşan en sağcı hükûmeti tarafından yönetiliyor. Bu hükûmetin, hele böyle bir saldırıya mâruz kaldıktan sonra ilk yapacağı şey intikam almak olacaktır. “Vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın, dindaşlarımızın kanları yerde bırakılmayacaktır” dediği zaman, toplum buna olumlu tepki verecek, “Evet” diyecek. “Hayır, durun şimdi. Barış yapalım. Biz barış hareketinden geliyoruz. Sonra çok olumsuz yerlere gider bu iş” demez insanlar; diyemez. Akıllarına ilk gelecek şey bunun faturasının ödetilmesi, bir tür intikamcı duyguların öne çıkmasıdır ve gayet psikolojik bir şeydir bu. Bu, travmanın şiddetiyle orantılı bir şey. Yuval Harari de bunun altını çizdi. O yüzden senin dediğin çok doğru. Yani o eski barış hareketinin görüntüsü ortada yok. Ama İsrail toplumu, bir yanıyla da çok renkli bir yapıya sâhip. Bu iş uzadığı takdirde ve İsrail, Gazze’de ahlâkî konumunu kaybederse –ki yavaş yavaş kaybetmeye başlıyor–, bir katliamcı görüntüsüyle kaybetmeye başladığı ve askerî anlamda büyük kayıplar vermeye başladığı takdirde, Gazze’de işler öyle gelişirse, o zaman bu barış hareketinin sesini tekrar duymaya başlarız. Ama şu an îtibârıyla İsrail toplumunun psikolojisi “Önce Barış” demeye müsâit değil. 

Hamas’la ilgili çok sayıda soru geliyor. Özellikle uluslararası destek konusu da önemli. Türkiye’de görev yapan yabancı gazetecilerden Hannah Lucinda Smith’in, sosyal medya hesâbında bir paylaşımı vardı, belki görmüşsündür. Geçtiğimiz pazar günü, İstanbul Maltepe’de Filistin’e destek için düzenlenen mitingi izlemiş. Londra’daki Filistin’e destek mitingiyle, Türkiye’deki miting arasında çok büyük fark olduğunu söylüyor. O kendince bunu yorumlamış. Ben bu soruyu sana da sormak istiyorum. Eskiden yaşadığımız “One minute”leri, şunları bunları hatırladığımız zaman, Türkiye normalde böyle bir olaya çok daha fazla tepki gösterirdi. Şimdi sanki bir tutukluk var gibi. Ne dersin? Bunun dışında HÜDAPAR’la ilgili sorular da var. Pazar günkü mitingde HÜDAPAR da vardı biliyorsun. Onların Diyarbakır ve Batman’da da mitingleri oldu. 

Ama öncelikle, Filistin’e desteğin çok yüksek olduğunu bildiğimiz Türkiye’de, insanların, meselâ bir Londra’daki gibi sokaklara dökülmemiş olmasını nasıl yorumlarsın?

Çandar: Son birkaç gün içinde, sağda solda, sosyal medyada da, Filistin Hareketi’nin tartışılması dikkatimi çekti. Eskiden solcuların konusuydu Filistin Hareketi. Hamas’la birlikte İslâmcıların eline geçtikten sonra, farklı bir fotoğraf çıktı. Hattâ bana gelen bâzı mesajlardan, tepkilerden de bunu görebiliyorum. Herkes değilse bile birçok insan, benim 1970’lerin başında Filistin hareketinin bir mensubu olduğumu, orada bulunduğumu, o anlamda bir Filistinli olduğumu biliyorlar. “Eskiden böyle değildin” yorumunu yapıyorlar. “Eskiden nasıldım, şimdi nasılım?” diye soruyorum. “Orada Hamas olduğu için Filistin ve Müslümanlık birbiriyle buluşmuş durumda. Sen eskisi gibi Filistinliler’den yana tavır koymuyorsun” eleştirisini yapıyorlar. 

Biraz önce de söylediğim gibi, “Siz solcular, zamânında Filistin’in haklarına sâhip çıkıyordunuz. Hamas ortaya çıkıp Filistin Müslümanlaştıkça, Filistin lehindeki o eski heyecânınız kalmadı.” Bir kere böyle bir yorum doğru değil.  Görüntü îtibârıyla doğruluk unsurları barındıran husus şu: Hamas’ın ortaya çıkıp güçlenmesi ve Filistin Hareketi’ne damgasını vurması, sâdece Filistin Hareketi’yle, Filistin toplumuyla, Filistin halkıyla, o prizmadan bakarak değerlendirilebilecek bir husus değil. Bütün bölge çapında İslâmî bir yükseliş söz konusu; Türkiye’de de öyle. Lübnan’da da bir Hizbullah fenomeni var. İran İslâm Devrimi’nin sonuçları olarak bölgede genel bir İslâmî yükseliş oldu. Lübnan’da da var, Irak’ta da var. Filistin platformunda bu, Hamas olarak kendini dışa vurdu. Türkiye’de de var. Türkiye’deki AKP iktidârını da bundan tümüyle arındırarak mütâlaa edebilecek durumda değiliz. Türkiye’de de sol ve laik unsurların görünürlüğü ve birtakım dış konulardaki duyarlılıkları da zayıfladı ve eksildi; bu da doğru.

Eskiden, 70’li yıllarda, hatta 80’li yılların başında, bizim kuşağımız, özellikle gençlik, sol gençlik, demokratik, liberal eğilimli gençlik Filistin konusuna duyarlıydı. İslâmî Hareket Türkiye’de çok ön planda olmadıkça, onları Filistin dâvâsının sâhibi olarak görmezdik. Geçen gün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, Filistin konusundaki gelişmelerle ilgili bir genel görüşme vardı. Dikkat ettim, salonda bütün AKP milletvekillerinin boyunlarında Filistin atkıları vardı; toplantıya öyle geldiler. Diğer partilere baktım; ne benim sıralarında oturduğum parti ne Cumhuriyet Halk Partisi ne İYİ Parti ya da Milliyetçi Hareket Partisi, öyle atkılarıyla gelmediler. Dolayısıyla böyle bir İslâmî duyarlılık hâli Türkiye’de Hamas’a yönelik olarak, Filistin halkına yönelik olarak yansıyor.

Soruna gelirsem: Çok önemli bir soru sordun, çok doğru bir gözlem. HÜDAPAR ve genel anlamda AK Parti’nin seçmen tabanını oluşturan unsurları, Hamas’ı sorgulamaksızın, sokakta Filistinliler lehine gösteri yapıyor. Dikkat ediyorum, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, konuşmalarında Amerika’ya kızgın bir tavır koyuyor. Amerika’ya kızgınlığı direkt İsrail’e destek verdiği için değil, Suriye’de, Rojava’daki Kürt unsurlarının arkasına destek verip, Türkiye’nin Amerika için millî güvenlik tehdidi olarak îlân edilmesine ilişkin bir öfke. Bu öfkeyi ortaya koyarken, Amerikan savaş gemilerinin Doğu Akdeniz’de konumlanmasıyla bir bağlantı kurup, oradan da, “Sizin ne işiniz var buralarda?” diye Anti-Amerikan bir tavır gösteriyor. 

2009 yılında Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu panelinde Erdoğan’ın Şimon Peres’e dönüp, “Biz sizi çok iyi biliriz. Siz çocuk öldürmeyi gayet iyi bilirsiniz” diye söylediği o meşhur tiradın aynısı, şu anda fazlasıyla geçerli. Muazzam bir İsrail bombardımanıyla yüzlerce çocuk ölmüş durumda Gazze’de. Fakat Erdoğan o konuda sesini eski sertliğinde yükseltmiyor. “Hiç yükseltmiyor” diye haksızlık etmek de istemiyorum. Çünkü “İsrail devlet gibi değil örgüt gibi davranırsa, örgüt gibi muamele görmeye başlayacağını unutmamalıdır” dedi. Ama Davos’taki Tayyip Erdoğan dilini görmüyoruz. Hattâ tarafları uzlaşmaya çağırıyor ve net bir Hamas yanlısı tavır ortaya koymuyor. Çünkü Hamas’ın yaptığının savunulacak bir tarafı yok; ellerinde bir sürü rehine var, bir sürü sivil öldürmüş durumdalar. Şimdi bu eylem, Trump döneminde, İsrail’le ilişkileri normalleştirmeye yönelik yapılan meşhur İbrahim Anlaşmaları’nda, başta Birleşik Arap Emirlikleri’ni, şu anda yakınlaşmanın tarafı görüntüsü veren Suudî Arabistan’ı ve Mısır’ı, İsrail’le ilişkilerinde sıkıntıya sokacak bir durum. 

Türkiye, tam da bu dönemde bu ülkelerle yakınlaşmaya gidiyor. Hattâ bizzat İsrail’in kendisiyle gitmekteydi. Eh şimdi Netanyahu’ya, “İsrail târihinin en azgın, en saldırgan hükûmetini kurdu. Gazze’ye şunu yapıyor, bunu yapıyor, Filistin halkına şöyle davranıyor” diyoruz. İyi, güzel ama, Netanyahu Temmuz ayında Türkiye’ye gelip kırmızı halıyla karşılanmak üzereydi Külliye’de. Târih de belliydi: 28 Temmuz’da Ankara’ya gelecekti. Sonra hastalandığı için gelemedi. Bundan iki üç hafta önce de Cumhurbaşkanı Erdoğan New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu sırasında Netanyahu ile görüştü ve 26 Eylül’de, Netanyahu’nun hastalığı nedeniyle ertelenen Türkiye ziyâretini Ekim ya da Kasım gibi gerçekleştirebileceğini açıkladı. Yani Netanyahu Türkiye’de kırmızı halıyla karşılanacaktı bugünlerde. 

Eh şimdi hal bu olunca, Türkiye’nin siyâsî pozisyonu, bu Hamas operasyonundan sonra sıkıntılı bir hal aldı. O yüzden Türkiye’nin o eski dille konuşamadığı doğru. Türkiye’nin yönetimiyle, hükûmetle ya da başkanlık sistemi olduğu için Tayyip Erdoğan rejimiyle, İslâmcı ya da Müslüman halk kitlesinin Hamas’a bakışı ve Filistin konusundaki şu andaki yaklaşımı arasında ciddî olarak açılmış bir makas ve farklılık var. O yüzden senin sorun gayet isâbetli bir gözleme dayanıyor. 

Biraz önce konuşurken, şimdi soracağım sorunun cevâbını verdin; ama tekrar net bir şekilde sorayım: HEDEP, düne kadar adı Yeşil Sol Parti’ydi, pazar gününden îtibâren HEDEP olarak değişti. Yeni adınız hayırlı olsun. Bir izleyicimiz, “HEDEP Hamas’a nasıl bakıyor?” diye soruyor. “Cengiz Çandar Hamas’a nasıl bakıyor?” sorusu da olabilir, ama parti anlamında soruyoruz. Bildiğim kadarıyla, kapalı görüşmede o günkü adıyla Yeşil Sol Parti adına da konuşmayı sen yaptın. Yanlışım varsa düzelt lütfen. “HEDEP’in Hamas’a bakışı, Filistin sorununa değil de Hamas’a bakışı nedir?”

Çandar: Partinin adı daha dün HEDEP oldu. Ben de HEDEP milletvekili oldum. Dün, aynı zamanda eşbaşkanların yanı sıra partinin yetkili organları, Parti Meclisi de seçildi. Ben partinin hiçbir yetkili organında parti adına konuşmaya yetkili konumda değilim, onu baştan söyleyeyim. Dolayısıyla, “HDP’nin Hamas’a bakış açısı nedir?” sorusunu, bir HEDEP yetkilisi olarak cevaplayamam. 

Bildiğim kadarıyla, gördüğüm kadarıyla, tanık olduğum ve duyduğum kadarıyla, bütün bunların bileşiminden hareketle şunu söyleyeyim: HEDEP’in Hamas’a bakışı, IŞİD’e bakışının aynısı. HEDEP’in belkemiğini oluşturan Türkiye’deki Kürt unsuru, Rojava’daki gelişmelerle birebir ilişkili ve ondan etkileniyor ve etkilendi. 2014 yılında, çok sayıda Türkiyeli Kürt, Kobani’de IŞİD’e karşı Kobani savunmasında rol almıştı, bunları biliyoruz, hatırlıyoruz. Dolayısıyla, Türkiye’deki Kürt topluluğu ile Suriye’deki Kürt topluluğu arasında çok sıkı yakın ilişkiler var. HEDEP, Türkiye’deki Kürtlerin en yüksek temsil gücüne sâhip partisi olarak IŞİD’i nasıl gördüyse, Türkiye’deki Hizbullah’ı nasıl görmekteyse, Hamas’a da bundan çok farklı bakmıyor açıkçası. Benim görebildiğim, hissettiğim, sezdiğim böyle.

Bununla bağlantılı başka bir soru var ve bu çok konuşulan bir mesele. Özellikle HÜDAPAR’ın Cumhur İttifâkı’na dâhil olmasıyla berâber gündeme geldi. Hamas’ın öyküsü artık herkes tarafından biliniyor; bu son günlerde de tekrarlandı. El- Fetih’in etkisini kırmak için İsrail tarafından önü açılmış bir yapı olduğunu, ama sonra işin renginin değiştiğini biliyoruz. 

Şimdi, özellikle Kürt hareketi içerisinde yaygın olan şöyle bir yaklaşım var: HÜDAPAR’ın, seküler ağırlıklı Kürt hareketini dengelemek ya da bastırmak için yaratılmak istenen “Türkiye’nin Hamas’ı” olduğu yolunda yorumlar var. Bu son İstanbul mitingi, Diyarbakır ve Batman mitinglerinde, HÜDAPAR bir anlamda Hamas’a doğrudan sâhip çıktı. Yani genel bir Filistin dâvâsından öte, 7 Ekim’deki “Aksa Tûfânı” saldırısı olayına sâhip çıktı. Katılır mısın? Devletin böyle bir arayışı var mıdır gerçekten?

Çandar: Devlet bu gibi konularda birden çok araçla iş görüyor. Ama “Türk Devleti, HEDEP’e ya da Kürt hareketinin çeşitli unsurlarına karşı HÜDAPAR’ı yarattı, onu kullanıyor, kullanacak” görüşü çok iddialı bir görüş olabilir ve bu, çok da gerçeği de yansıtmaz. Bir de şuradan da hareket etmek lâzım. Biz Türkiye’de, Türkiye’nin Türk bölümünde de Kürt bölümünde de, Müslüman bir coğrafya üzerinde, Müslüman bir toplumun içinde yaşıyoruz. Yani buradaki insanların ezici çoğunluğu Müslüman. Türkiye’nin başka dinlerden mensupları yok mu? Var elbette. Bizim Ermeni vatandaşlarımız, Rum vatandaşlarımız, Yahudi vatandaşlarımız da var. Yahudi vatandaşlarımız 20.000 civârında, Ermeni vatandaşlarımız, sıksanız 60.000 civârında, Rum vatandaşlarımızın sayısı da 2000’lere indi. Biz 85 milyon olmakla övünüyoruz, ama bu 85 milyonun Yahudi ve Hıristiyan olan kısmını üst üste toplasanız, sayı 100 bine varmıyor. Burası Müslüman bir ülke. Bu Müslüman ülke içinde, devletti şuydu buydu gibi kaynaklar ve arka plan aramadan… İslâmcılık da bir ideoloji. Zâten İslâmcılık Müslüman toplumlarda olacak; Çekya’da, İsveç’te, Kolombiya’da olmayacak ki. Yani Müslüman ülkelerde olacak bir şey bu. Dolayısıyla, Türkiye’de İslâmcılığın olması, tıpkı Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da olması gibi anlaşılabilir bir şey. Bir anlamda mukadder bir şey.

O anlamda, Kürt coğrafyasında daha önce Hizbullah’ın olması, şimdi HÜDAPAR’ın bulunması da anlaşılabilir bir şey. Yani İslâmcılık Türkiye’de olacak. Türkiye’de, Müslüman Kardeşler ve türevlerine benzer İslâmî akımlar olacak, Hizb ut-Tahrir’ler olacak, Türkiye’de çeşitli partiler altında Milli Selâmet Partisi’nden Refah Partisi’ne, oradan bugün Yeniden Refah Partisi’ne, hattâ Saadet Partisi’ne, Millî Görüş akımı bir şekilde var olacak; ama Kürtlerde, Türkiye’nin Kürt bölümünde olmayacak. Olur. Yani, HÜDAPAR’ı da, Türkiye içindeki İslâmî mayalanmanın Kürt bölgelerindeki yansıması olarak görmek lâzım. Bunlar siyâsî İslâmcılık karakterleri nedeniyle, benzerleriyle, kendiliğinden bir dayanışma ortaya koyuyorlar. Filistin’e baktıkları zaman da en doğal dayanışma unsuru orada. Kendisine benzer gördüğü, hattâ aynı gördüğü bu “Ümmet” zihniyetinden yola çıkarak Hamas. Ama Türk devleti bunu kullanıyor mu? Kullanabilir, Hizbullah örneğine bakılırsa kullandığı da söylenebilir. 

Fakat “Türk Devleti mi yarattı bunu?” diye sorarsanız, hayır, Türk Devleti yaratmadı. Kullandı mı? Kullandı. Bundan sonra kullanır mı? Kullanabilir. Tıpkı, senin sorunda söylediğin gibi, İsrail Devleti’nin Birinci İntifada’da –ki ben oradaydım o sırada– Hamas’ı Fetih’e karşı önünü açarak kullandığı gibi. Hamas’ı İsrail kurmadı. O konuda da birtakım komplo teorileri geliyor kulağıma ya da okuyorum, görüyorum. “Hamas’ı İsrail kurdu” yorumları yapılıyor. Hayır, Hamas’ı İsrail kurmadı. Filistin halkının çok önemli bölümü Müslüman ve 1948’den îtibâren Müslüman Kardeşler’in “Filistin kolu” diye bir kolu var, Hamas onun devâmı. İsrail Devleti, Fetih’e karşı Hamas’ın önünü açarak, ondan istifâde etti. Öbürünü ezerken, öldürürken, hapislere atarken, Hamas faaliyetlerine bir şey yapmadı, onları bıraktı ve Hamas palazlanmaya başladı. Bir süre sonra da Fetih’le çatıştı, ama bir sürü noktada da uzlaştı.

Şimdi Türkiye’ye gelirsek: HÜDAPAR, AKP listelerinden seçimlere girdi. Ama HÜDAPAR, AKP ile aynı şey değil; kimsenin bu konuda bir yanlışlığa da düşmemesi lâzım. Bir önceki soruya dönersek, cevâbı da orada görürüz. Yani HÜDAPAR damgasının bulunduğu Hamas yanlısı mitinglerle, AKP iktidârının başındaki Tayyip Erdoğan’ın şu andaki durum konusunda seçtiği sözcükler ve bakış açısı birbiriyle örtüşmüyor; aynı şey değiller. 

Çok önemli ve herkesin merak ettiği bir soru var. Senin çok hâkim olduğun bir konu — Hizbullah ve İran konusu: “Hizbullah savaşa dâhil olur mu? İran savaşa dâhil olur mu?” Aslında, İran bu savaşa dâhil olmayıp Hizbullah dâhil olsa da, bir şekilde, İran’ın da dolaylı olarak dâhil olduğunu varsayacağız. Sen daha fazla kaynak tâkip ediyorsun, ama benim şu âna kadar gözüme çarpanlar, sanki hem Hizbullah’ın, özellikle İran’ın ayaklarının frende olduğu şeklinde görüyorum. Yanılıyor olabilirim. Yani Hamas’ı takdir ediyorlar, ama onun yanında pozisyon alma gibi bir acelecilikleri yokmuş gibi görüyorum. Tabiî dâhil olurlarsa işin rengi bayağı değişecek herhalde. Ne dersin?

Çandar: Söylediklerinin kesinlikle doğru bir gözlem olduğunu ifâde edeyim. Hizbullah İran’dır. Hizbullah’ın bir özerk ya da alafranga tâbirle “otonom” bir alanı var elbette. İran’da Velâyet-i Fakih ilkesi vardır. Yani en yüksek yetkilerin, fakih konumunda olan kişide olması. “O, cumhurbaşkanının da üstündedir ve bütün Şiîler ona tâbi olmalıdır” anlamında bir ilkedir bu. Daha önce, Âyetullah Humeynî İmam sıfatını kullanıyordu; hattâ bütün Şiî câmiasının imamıydı İmam Humeynî. Şimdi onun yerini alan Hamaney var; rehber ya da fakih olarak. 

Lübnan Hizbullahı’nın başındaki Seyyid Hüseyin Nasrallah… Özür dilerim düzelteyim bunu. Seyyid olunca Peygamber soyundan olur; onlar siyah sarık takarlar. Beyaz olunca şeyhtir. Şeyh Nasrallah, alenen ve defaatle, Velâyet-i Fakih ilkesini kabul ettiklerini söyledi. Yani “Bizim liderimiz Hamaney’dir. Evet, ben Nasrallah, Hizbullah’ın başıyım. Fakat hepimizin başı Hamaney’dir” dedi. Yani bunun Türkçesi: Hizbullah Lübnan’daki İran’dır. İran’a rağmen, İran’dan bağımsız olarak, hele İsrail’le savaş gibi bir konuda rol alması mümkün değil. Bu, işin tabiatına, bütün kurallara aykırı. 

Dikkat ederseniz, en başından îtibâren, Şebaa Çiftlikleri… Orası tam İsrail değil, Lübnan sınırında küçücük bir alan. İsrail ve Lübnan arasında sınır ihtilâfı konusu olan basit bir alan. Senin bulunduğun stüdyodan, en yakın metro istasyonunun mesâfesi kadar bir mesâfededir Şebaa Çiftlikleri. O kadar küçük bir alana üç tâne roket attılar; bu Hamas-İsrail savaşı patlak verdiği sırada. Bu, “Bizi burada unutmayın, biz buradayız, ona göre” mesajıydı. Ama aynı zamanda da, aynı şiddetle ve enerjiyle, “Biz bu savaşta taraf değiliz” mesajını da verdiler. Aynı zamanda da, bölgede İran adına, “İran’ın vekili” olarak, “İran da sizinle direkt savaşa girmiyor, ona göre” mesajıydı. Ama Amerika, neme lâzım diyerek, İran’a gözdağı vermek için, arka arkaya iki Deniz Kuvvetleri unsurlarını, İsrail açıklarına, Gazze açıklarına gönderdi. Bu, İran’la birlikte davranma ihtimâli olan ülkelere bir anlamda gözdağı vermek hesâbıyla yapıldı. 

İran’ın Filistin sâhasında doğrudan tâlîmatla iş yaptırabileceği İslâmî Cihad Örgütü var. Bu çatışmalarda o da var; ama Hamas’a oranla çok daha sınırlı gücü olan bir yapı. Bir anlamda, Hamas büyük abi, o da küçük kardeş gibi. Hamas, doğrudan İran’a bağlı bir örgüt değil. Özellikle Arap Baharı’ndan sonra, Sünnî dünyadaki mayalanma üzerine –ki İran onları desteklemişti– siyâsî lideri Halid Meşal, Suriye’de yaşarken Suriye’yi terk etmek zorunda kaldı. Zaman içinde, Hamas’ın asıl lojistik ve siyâsî merkezi rolünü Katar almış oldu. Türkiye’nin bütün Arap dünyasındaki en yakın dostu olan Katar. İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın Komutanı Aruri, yakın târihlere kadar, çok uzun yıllar boyunca Türkiye’de yaşadı. Türkiye ile Hamas’ın ilişkileri, yakın târihe kadar İran’la ilişkilerinin üstüne çıkmıştı. 

İran, kendisini İsrail’e karşı bütün İslâm dünyasının lideri konumuna yerleştirdiği için, İsrail’le herhangi bir çatışmada, İran’ı çatışan tarafın yanında, hizâsında, arkasında görebiliriz. Bu savaş başından îtibâren, ortaya konan sinyaller, işâretler ve birtakım metaforik unsurlar göz önüne alınırsa, İran’ın girmek istemediği –onu da Hizbullah’ın tavrından gözlüyoruz– ve Gazze’yle sınırlı tutulmak istenen bir savaş görüntüsü veriyor. Bu herkesin de işine geliyor. Ama bir yandan da, kılıçlar kınından çekildikten sonra, işler şirâzesinden çıkar ve bölgede, Gazze’nin dışına yayılma istidâdı gösterirse –ki bu potansiyel de var, yok değil–, nereye doğru gideceğini henüz bilmiyoruz. O zaman bir İran-İsrail savaşı olabilir. Üstelik, İran nükleer kapasitesini vurmak için her dakika İran’a vurma hesâbında olan bir İsrail yönetimi varken, İran’a saldırabilir, İran da karşı koyabilir. 

Bütün bu unsurlar nedeniyle, Amerika da, “Biz buradayız, ona göre” mesajını vermek için Deniz Kuvvetleri’ni Doğu Akdeniz’de kıyılara gönderdi. Bu, İran’a uyarı olduğu kadar, İsrail’e de, “Bak, ben senin arkanda duruyorum; ama şu işi Gazze ile sınırlı tut, daha öteye de gitme” mesajıydı. Aynı zamanda da İsrail’le muhâtap olan Arap ülkelerine; Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Suudî Arabistan ve Mısır’a da, “Biz buradayız. Bir yerden toparlarız” mesajı vermek içindi.

Dediğin gibi, İran da, Hizbullah da, şu anda savaşın boyutlarının Gazze dışına taşıp büyük bir çatışmanın tarafı olma irâdesini, isteğini ortaya koymuş değiller ve bir ayakları frende duruyor.

Cengiz Çandar, çok teşekkürler. Çok doyurucu bir yayın oldu. İzleyicilerimize de soru ve yorumları için teşekkür ediyoruz. Bu olay devam edecek, biz de Cengiz Çandar’la yayın yapmaya devam edeceğiz, şimdiden bunu söylemiş olalım.

Evet, yayınımızı burada noktalıyoruz. İsrail-Hamas savaşında neler oldu, neler olabilir? Hizbullah ve İran savaşa dâhil olur mu? İsrail ne kadar ileri gider? Bu konuları sizlerden gelen sorularla, HEDEP Diyarbakır milletvekili ve gazeteci Cengiz Çandar’la birlikte değerlendirdik. Kendisine tekrar teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.