Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın konuğu Cengiz Çandar: Hamas’ın saldırısı ve İsrail’in cevabı

Hamas’ın öncülüğünü üstlendiği Filistinli örgütlerin İsrail’e saldırısı Orta Doğu’da yeni bir çatışma ortamına yol açtı. Filistin’in uzun zamandır düzenlediği en büyük saldırıyı, dünyanın en iyi istihbarat örgütlerinden olan MOSSAD nasıl engelleyemedi? Saldırıda İran’ın payı neydi? İsrail neden doğrudan İran’ı sorumlu tuttu ve saldırıdan sonra neler yaşandı?

Ruşen Çakır, Filistin’in saldırısının amacını ve muhtemel sonuçlarını, Yeşil Sol Parti Diyarbakır Milletvekili ve gazeteci Cengiz Çandar ile değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler. Hamas-İsrail çatışması savaşa dönüştü.  Bu konuyu, Filistin denince Türkiye’de akla ilk gelen isim olan Cengiz Çandar’la konuşacağız. Yeşil Sol Parti Diyarbakır milletvekili, ama esas olarak her zaman gazeteci. Cengiz Abi, merhaba.

Cengiz Çandar: Merhabalar.

Seninle geçenlerde Ankara’da, bu hafta stüdyomuzda siyâset konuşacağımız üzerine sözleşmiştik. Ama bu yaşanan olaylar nedeniyle, şu anda bir ziyâret için bulunduğun İngiltere’de otel odasında yakaladık seni. Bölgedeki bu çok önemli gelişmeleri konuşmak istiyoruz. Öncelikle şunu söyleyeyim: Hamas’ın saldırısı beklenmedik bir saldırı olarak yorumlandı ve çok büyük bir şok etkisi yarattı. Senin için de şok etkisi oldu mu gerçekten? Zamanlaması ve hedefleri açsından şaşırtıcı bir saldırı mıydı? 

Çandar: Evet, şüphesiz. Ben şu anda Liverpool’da İngiliz İşçi Partisi’nin yıllık konferansındayım. Burada da bir numaralı konu bu. Bu konferans, bundan birkaç gün öncesinde îlan edildiği zaman –ki İngiliz İşçi Partisi’nin çok yakında, ilk kez uzun bir aradan sonra iktidâra gelmesi bekleniyor–, konu asla bu değilken, birdenbire bu konu burada da öne çıkmış gözüküyor. Ben buraya geleli birkaç saat oldu ve hemen buna tanık oldum. Bu mesele gerçekten şu anda sâdece bölgenin değil, dünya gündeminin bir numaralı konusu. 

Soruna gelirsem: Herkes gibi beni de hiç beklemediğim bir anda şaşırttı. Senin de az önce söylediğin gibi, biz bu hafta siyâsetle ilgili konuşacaktık. Ama şu anda bu meseleyi görüşmezsek, bunun dışında ne konuşursak konuşalım, meleklerin cinsiyetini konuşmaya benzeyecek. Evet, sürpriz bir saldırı oldu bu. Daha doğrusu sürpriz bir hamle oldu. Ben “saldırı” lâfını kullanmayı sevmiyorum. Olayı 48 saattir uluslararası medya organlarında izliyorum. Orada Hamas’ın İsrail topraklarını işgalinden bahsediyor. Bundan daha komik bir tâbir de duymadım. Filistin toprakları İsrail tarafından bunca yıl işgal altında tutulurken, Hamas adlı bir örgütün –sonuç olarak bir örgüt bu– İsrail topraklarını işgalinden söz ediliyor âdeta. İsrail’in işgalci güç olmasının yerine, biz neredeyse Hamas’ı işgalci güç gibi ikame edeceğiz. Medya söylemi, özellikle Batı medyasının söylemi ve üstelik en îtibarlı yayın organlarının söylemi bu. Müthiş bir İsrail yanlısı hava bütün Batı dünyasına egemen olmuş durumda.

Soruna dönersem; konuyu dağıtmayıp hemen birkaç cümleyle cevap vereyim. Bu hiç beklenmeyen bir şeydi tabiî; ama çok uzun bir hazırlık döneminden geçmiş olduğu da belli. Sembolik bir anlamı da var. Hamas’ın bu hamlesinin gerçekleştiği târih, 1973 yılında, yine sürpriz niteliğinde bir yıldırım savaşıyla Mısır ve Suriye’nin aynı anda 1967 Savaşı sonuçlarını ortadan kaldırmak amacıyla, Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı geçerek, o târihte aşılmaz diye kabul edilen İsrail’in “Bar Lev Hattı” olarak bilinen engellerini yararak Sina Yarımadası’na çıkması; Suriye’nin de 1967’de kaybettiği Golan topraklarına eş zamanlı bir harekâtıydı — ki yıldırım savaşıydı bu. Bir sürprizdi ve yine Yahudilerin Yom Kippur Bayramı’na denk gelmişti. Dolayısıyla bu seferki de tam aynı târihte, aynı şekilde bir tür sürpriz yıldırım savaşı. Ama tabiî burada, 1973 savaşında olduğu gibi ordular yok. Ama bir sürpriz niteliğinde, hazırlığının çok çok önceden yapıldığı belli olan ve herkesi şaşırtan bir gelişme oldu. 

Burada şaşırmamızın en önemli nedenlerinden birisi, İsrail’in o muazzam istihbârat gücü. Târih boyunca ve özellikle günümüzde de, değişik Filistin gruplarının içerisinden bilgi alma imkânının çok olduğunu biliyoruz. Evet, insanlar çok şaşırdı. Mossad’ın eksikliği olduğu söyleniyor; ama anladığım kadarıyla sâdece Mossad söz konusu değil, çok daha karışık bir istihbârat yapılanması var. İsrail, böylesine kapsamlı bir saldırının, uzun zamandır hazırlandığı tahmin edilebilecek bir saldırının haberini nasıl almış olamaz? Tabiî bunun ardından komplo teorileri de geliyor, o ayrı. 

Çandar: Tabiî. Komplo teorileri bunun kaçınılmaz sonucu. Bunun, tam tersine sonuçları îtibâriyle İsrail’in işine yarayacağı için, âdeta, “Bu saldırıyı İsrail’in düzenlediği ya da İsrail’in patronu sayılması gereken Amerika’nın düzenlediği” diye alıp başını gidiyor komplo teorileri. Ama bu bize, “Kendi yarattığımız tanrıların” ne kadar geçersiz ve anlamsız olduğunu gösteriyor. Birtakım kavramlar var, akan sular duruyor: CIA, Mossad, Amerika, İsrail, Rusya, “üst akıl” gibi birtakım kavramlarla hareket edince, biz bunların asla yanılmazlığı ve yenilmezliğini baştan tespit etmiş oluyoruz ve galiba uluslararası sistem de bunların böyle algılanmasını istiyor. Son tahlilde her şey insana dâir ve bir noktada bunlar akim kalabiliyor. Bundan sonra düşünülmesi gereken, bu istihbârat açığının nasıl ve neden olduğu, ne şekilde olduğu. Herhalde bu tartışılacak. Çünkü bunun komplo teorileriyle açıklanacak bir tarafı yok. 

Tekrar 1973 Savaşı’na gidersek: O zaman bölge dengesi açısından İsrail çok güçlüydü. Mısır’da Nâsır –dev bir isim– sahneyi terk etmiş; yerine de o döneme kadar pek dikkate alınmayan Enver Sedat Mısır’ın başındaydı. Suriye’de Hafız Esad rejimi söz konusuydu. Bunlar İsrail ve imkânlarıyla kıyaslanamazdı. İsrail’i yöneten lider kadrosu da, İsrail’in kurucu kuşağıydı. Ve birdenbire Yom Kippur Savaşı patladığı zaman ve az önce söylediğim gibi aşılmaz kabul edilen “Bar Lev Hattı”, Süveyş Kanalı’na paralel bir şekilde Gazze’de, Akdeniz’den Sinâ Yarımadası’nın Kızıldeniz kıyısındaki ucuna kadar büyük bir İsrail yığınağıydı ve aşılmaz kabul ediliyordu. Mısırlılar bunu darmadağın etti ve eşzamanlı olarak da Suriye savaşa girdi. İsrail, o döneme kadar kuvvetli ve –şimdi de olduğu gibi– Amerika desteği altında bir ülkeydi. Amerika’nın elektronik sistemlerinin uzaydan İsrail’e destek verdiği varsayılan bir dönemde, Mossad gibi bir örgütü olan İsrail’in haber alamamış olması üzerine, “Nasıl oldu da bu oldu?” dendi. Ama bu savaşın sonucunda Ortadoğu’da güç dengeleri değişti, yepyeni süreçler başladı. İsrail’i 1948’den 1973’e kadar yönetmiş olan İşçi Partisi hükûmeti yıkıldı, yerine Likud Partisi geldi. Bugüne kadar da Likud Partisi İsrail siyâsetine hâkim. 

Şimdi bu işin tozu kalktıktan sonra ne şekilde, nasıl sonuçlanacağını kestirmek için çok erken, ama bunun faturasının Netanyahu’ya çıkmaması ve İsrail’de yepyeni iktidar denklemleri görmememiz mümkün değil. Dolayısıyla Mossad, CIA, Rusya, Amerika, İsrail gibi zamâne tanrılarının yenilmez ve yanılmazlığını, özellikle bu saldırıdan sonra bir yana bırakmamız gerekecek. 

İsrail’de uzun bir süredir süren bir yargı tartışması var ve ülke neredeyse ikiye bölünmüş durumda. Hattâ Mossad’dan, ordudan, emniyet teşkîlâtından ve değişik birimlerden kişiler, açık kimlikleriyle de burada iktidar karşıtı protestolara katılabiliyor. Böyle ilginç bir dönem yaşıyor İsrail. Bazıları bu istihbârat zaafında içeride yaşanan birlik ve berâberliğin bozulmasını da telaffuz ediyorlar. Ama ben esas şunu sormak istiyorum: Ortalıktaki komplo teorilerinde Netanyahu’nun elini güçlendirmek istediğine dâir bir akıl yürütmede bulunuluyor.  Böyle bir ihtiyâcı var mı? Bana kalırsa bu olay, Netanyahu’nun elini zayıflatır, çünkü aczini gösterdi. 

Çandar: Tamâmıyla aynı kanıdayım; az önceki cevâbımda da zâten bunu vurgulamak istedim. Bunun faturası Netanyahu’ya çıkacak. Bu olay, Netanyahu’nun elini güçlendirecek bir şey değil; tam tersine, Netanyahu’nun sanıldığı kadar güçlü olmadığını gösteriyor. Zâten az önce sorunun altını çizerken sen de ifâde ettin: İsrail toplumu bu yargı süreci konusunda karpuzun ikiye bölünmesi gibi ortadan yarıya bölünmüş vaziyette ve çok derin bir yarılma var. Dikkat ederseniz, günlerdir, aylardır, başta Tel Aviv olmak üzere İsrail’in her şehrinde çok büyük gösteriler var ve İsrail devletinin birtakım unsurları, ordu mensupları, istihbârat örgütü mensupları, eski siyâsetçiler, laik yargı mensupları, bütün bir entelijansiyası, laik entelijansiyası aylardır sokaklarda ve Netanyahu Türkiye’de de sürekli metaforik bir şekilde kullanılan “%50’ye” hitap ederken, kendisine âdeta düşman, yani onunla birlikte ittifâka girmeyecek bir %50 yarattı. Gerçi bu saldırıdan sonra, meselâ eski İşçi Partisi lideri ve eski Genelkurmay Başkanı Benny Gantz “Ulusal birlik zamanıdır. Netanyahu’nun ulusal birlik hükûmeti çağrısına olumlu cevap veririm” dedi ama, tekrar ederek söyleyeyim: Bu işin tozu kalktıktan sonra bu iş Netanyahu’nun kellesini götürür. Nasıl bir dönem, İsrail’in kurucu kadroları içinde olan ve İsrail siyâsetinin Golda Meir gibi dev bir ismi gittiyse –ki İsrail siyâsetinin Ben-Gurion’dan sonraki en önemli ismiydi–, 1973 savaşı Golda Meir’i götürdü. O dönemde Genelkurmay Başkanı İzak Rabin’di, savaşın faturası Rabin’e çıktı. Rabin bir süre siyâsi hayattan yok oldu. İsrail’de gelecekte bu işin tartışması başlayınca Netanyahu’nun ayakta kalması mümkün değil. Elini güçlendirmedi, tam tersine, Netanyahu zâten içte çok güçlü değilken, uluslararası politikada da, bütün bölge dengelerinde de ne kadar zayıf olduğunu ortaya koymuş oldu. 

İbrahim Anlaşması, Ağustos 2020’de Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail arasında yapılan bir anlaşmadır. ABD Başkanı Trump’ın sağladığı ve Körfez Araplarını İsrail’le ilişkileri normalleşmeye çekmiş olan bu anlaşmanın kapsamına, başta Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve sonra Fas da katılmıştı. Zâten 1974 Camp David Sözleşmesi’nden beri Mısır İsrail’i tanıyordu. Ama en önemlisi, Suudî Arabistan İsrail’le iş tutmaya doğru gidiyordu. Bu gelişmeler, bunun ortaya çıkaracağı dinamikler, bütün bunları paramparça edecek nitelikte gözüküyor. 

Özellikle bu söylediğin konuda, Hamaney’in sosyal medya paylaşımlarını görmüşsündür. İngilizcelerini okudum. Hamaney, Hamas’ın yanında olduklarını net bir şekilde vurguluyor ve İsrail’le yumuşama çabası içerisindeki güçleri, Avrupalıların deyimiyle “yanlış ata oynamak”la uyarıyor. Oradan da çok net anlaşılıyor ki İsrail ve özellikle Körfez ülkelerinin yumuşaması İran’ı rahatsız etmiş ve bir tür vekâlet savaşı gibi bir şey söz konusu sanki. 

Çandar: Elbette. Aslında bölge denklemini çok büyüterek bakarsak, bu vekâlet savaşı son derece ilginç görüntüler veriyor. Lübnan’daki Hizbullah, İran’dan bağımsız bir şey değil. Çünkü Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, İran’ın meşhur Velâyet-i Fakih ilkesini kabul ediyor. Yani, Hizbullah’ın lideri Hamaney’i lider olarak kabul ediyor. Hizbullah dediğiniz, İsrail sınırlarının bitişi; Güney Lübnan’da konumlanmış vaziyette. Hizbullah savaşa girdiği takdirde, Hamas’la dayanışma yapan bir örgüt olarak değil, Lübnan’daki İran olarak, bir anlamda İran olarak savaşa girmiş olacak. 

Aynı şekilde, kim ne kadar farkında bilmiyorum, ama meselâ Ermenilerin Karabağ’ı baştan aşağı terk ederek oranın tümüyle Azerbaycan kontrolüne geçmesini sağlayan 19-20 Eylül târihlerindeki gelişmelerde, Azerbaycan’ın arkasında sımsıkı duran ve Azerbaycan’a bir hava savunma sistemi sunarak 2020’deki “44 gün Savaşı”nın (İkinci Karabağ Savaşı) kazanılmasında, Türkiye’nin yanı sıra en önemli rolü oynayan devlet İsrail.

Nitekim “Bir millet iki devlet” dediğimiz, öbür “devletimiz” Azerbaycan, bu savaşta harâretle İsrail’i destekliyor. Nasıl oluyor bu? Nasıl Güney Lübnan’da, İsrail’in kuzeyinde İran varsa, İran’ın kuzeyinde de Azerbaycan bitişik ve uluslararası denklemdeki dengelere baktığınız zaman oradaki İsrail gibi algılanıyor. Bütün bu hengâme sırasında İran da Ermenistan’ı destekliyordu. Ortadoğu’yu, Büyük Ortadoğu olarak, yani Filistin-İsrail hattının ve hemen etrâfındaki Arap cephenin ötesine, Kafkasya’ya kadar, İran’ı da kapsayacak şekilde yaydığınız zaman, bölge denklemlerinin tümünü etkileyecek çapta bir savaş bu ve hâliyle Körfez’i etkileyecek. Körfez’de, bir tarafta Suudî Arabistan ve onun yanı sıra Birleşik Arap Emirlikleri, daha düşük ölçüde Bahreyn, öbür tarafta da İran var. 

İsrail ve İbrahim Anlaşmaları sonucunda gerçekleşen normalleşme, İran’ı zayıflatacak bir durum. Bu “normalleşme” kavramı Amerikalıların ürettiği bir kavram biliyorsunuz. Dolayısıyla, şu anda Hamas’ın yaptığı hamleyle ortaya çıkmış durum, Arap dünyasında bâzı dinamikleri harekete geçireceği için, ister istemez Körfez ülkelerinin, yani Suudî Arabistan’ın, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ve diğerlerinin Filistinlilere karşı olarak İsrail’in yanında durmalarını imkânsız hâle getirecek ve bütün Ortadoğu denklemini, İran’ın istediği şekle doğru itecek bir gelişmeyi ifâde ediyor. Burada açmazı olan ülkelerden biri bizim ülkemiz, Türkiye. 

O konuya geleceğim. Öncesinde şunu sormak istiyorum: Bu olay ne kadar Filistin, ne kadar Hamas? Yani bu saldırıları Hamas saldırısı olarak tanımlayıp mı bir şey yapmak gerekir, yoksa Filistin-İsrail çatışmasındaki son etap olarak görüp, tüm Filistinliler için geçerli kılabilir miyiz?

Çandar: Evet Hamas, ama Hamas Filistinli. Tamam, Hamas İran tarafından destekleniyor ve bütün mâlî desteği, lojistik imkânları esas olarak Katar’dan geliyor. Bu arada Hamas üzerinde, Türkiye’nin, mevcut iktidârın da eli kolu var. İran’ın zâten çok büyük ölçüde vardı ve hâlâ devam eden bir durumu var. Ama Hamas, Filistin toplumundan bağımsız, empoze edilmiş bir şey değil; Filistin halkının bir parçası. Dolayısıyla birbirinden ayırmak da çok isâbetli olmaz. Evet, hamleyi yapan Hamas; ama bunun sonuçlarını göğüslemekte olan, bunun sıkıntısını çeken Filistin halkı. Gazze’de iki milyon küsur insan yaşıyor. Akıl almaz bir bombardıman altında Gazze. Yüzlerce sivil hayâtını kaybediyor orada. “Hamas da İsrailli sivilleri hedef aldı” diyeceksiniz. Doğru, bu iyi bir şey değil, tamam. Peki, İsrail’in verdiği tepkiyle, kaybolan Filistinli canlar askerî canlar mı? Onlar da siviller. Bu aynı zamanda, Filistin halkının Gazze kadar kalabalık diğer bölümüne, Batı Şeria’ya da yansıyor. Bu sefer, “Bu sorun nereden başladı, niye şimdi oldu?” diye az önce konuştuğumuz gibi, işin târihine, kökenine gidiyoruz. O zaman da, Filistin sorunuyla, Filistin halkının, onlarca yıldır işgal altında yaşamakta olduğu, en temel haklarından mahrum bırakıldığı meselesiyle karşı karşıya geliyoruz. Bu olayı, 48 saat önceki Hamas saldırısıyla ya da Hamas eylemiyle ifâde etmenin ötesinde, kendiliğinden unutturulmak istenen Filistin sorununun, bunca zamânın birikimiyle bir infilâkı olarak görmeye başlıyoruz ve ister istemez de Filistin halkını içine alan bir noktaya varmış oluyoruz. Dolayısıyla senin soruna cevap olarak, hem Hamas hem Filistin halkı, ikisi birden diyeceğim.

Biraz önce Gazze Şeridi’ne yönelik saldırılardan bahsettin. Bir de çok ciddî bir abluka söz konusu. İsrail, Gazze’nin elektrik, su gibi bütün yaşamsal ihtiyaçlarını durdurma karârı aldı. Genelkurmay Başkanı bunu çok büyük bir mahâretmiş gibi duyurdu ve şimdi oradan çok kötü haberler geliyor. Ama şöyle bir boyutu var olayın: Sen başta da bahsettin, Avrupa’da genellikle İsrail yanlısı bir duruş olduğundan bahsettin. Burada tabiî Filistin meselesinin ötesinde, Hamas’ın İslâmcı olması ve orada sivillere yönelik yapılan saldırıdan sonra birtakım görüntüler de etkili olmuşa benziyor sanki. Hattâ Türkiye’de de bu konu bayağı ciddî polemiklere yol açıyor. Filistin dâvâsını savunanların işi, Batı’da ve Türkiye’de eskisi kadar kolay değil sanki.

Çandar: Kesinlikle öyle, çok doğru. Hamas’ın İslâmcılığı, bu dâvânın meşrûiyetini ifâde etmek, vurgulamak ve dâvâyı ileri doğru götürmek bakımından büyük bir handikap teşkil ediyor. Hele kadınlara yönelik asla kabul edilemez o görüntüleri de göz önüne alırsak, bu gelinen nokta, medyatik alanda, iletişim alanında, Filistinliler açısından, onları savunanların, onları savunabilme kabiliyetleri açısından çok sıkıntılı bir durum. Yani, “Neyi savunacaksınız?” demeye getiriliyor. İş uzadıkça, ister istemez, “Filistin sorunu niye çıktı, nasıl çıktı, nereye vardı?” meselesine gidiyor. Hamas’ın bu eylemi terör eylemi mi? Evet, terör eylemi. Bunlar terörist. Ama İsrail herkese terörist diyor. Filistin Kurtuluş Örgütü, İsrail nezdinde terörist değil miydi? 

Hamas şunun şurasında çıkalı, yani Filistin dâvâsına ve Filistin sahnesine damgasını vuracak şekilde görüleli, son 20 yıl. Ama Filistin meselesi 75 yıldır var ve 20 yıl öncesine kadar, hattâ 15 yıl öncesine kadar, başta El Fetih olmak üzere, Filistin Kurtuluş Örgütü, Halk Kurtuluş Cephesi, Demokratik Cephe gibi bir sürü Filistin örgütü vardı. İsrail bunların hepsine terörist damgası vurdu ve bütün Filistinlilerin terörist olarak algılanmasına yol açtı. Bu da, Filistin sorununun çözümünü her zaman zor labirentlere soktu. 

Dediğin çok doğru; Hamas, işin ilk günlerindeki iletişim savaşını şu aşamada kaybetmiş durumda ve zâten kazanmak gibi bir derdi olduğunu da sanmıyorum ve onun İslâmcı kimliği, Filistin dâvâsına seferber edilecek sempati bakımından bir sıkıntı yaratıyor. Ama düşünen kafalar ve vicdan sâhibi insanlar olarak işin özünü de kaçırmamamız lâzım. Hele Ortadoğu’da, bizler, Türkiye’nin insanları olarak, işin vicdânî yönünü ve Filistinlilere ilişkin tarafını unutmamız, unutturmamız gibi yollara girmememiz gerekiyor.

Türkiye’ye gelecek olursak: Geçtiğimiz cumartesi günü Ankara’da AKP’nin Olağanüstü Büyük Kongresi vardı. Erdoğan orada yaptığı konuşmada tarafları îtidâle çağırdı ve açık bir pozisyon almadı. Ama genel olarak AKP tabanında tabiî ki daha İsrail karşıtı ve Hamas yanlısı pozisyonlar var. Ama şunu da biliyoruz ki Türkiye-İsrail ilişkileri son günlerde bayağı bir gelişme kaydetti; büyükelçiler atandı, Erdoğan İsrail’e gidebileceğini söyledi, enerji konusunda anlaşmalar, Doğu Akdeniz konusu vs… İsrail’le ilişkiler bayağı toparlanmaya giriyordu. Birebir aynı olmasa bile, Körfez ülkelerinin İsrail’le yakınlaşmasının bir başka versiyonu, Türkiye ile İsrail arasında yaşanıyordu. Şimdi senin öngörüne göre bu gidişat da yara alır mı? Türkiye, Erdoğan yönetimi, daha sert pozisyonlar alma yoluna gidebilir mi? Çünkü Gazze’ye yönelik abluka, orada sivillere yönelik katliamlar da olacak ve Erdoğan bayağı zor durumda kalacak.

Çandar: Âmiyâne tâbirle: “Tarzan zor durumda”. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve iktidârın durumu biraz buna benziyor. Çünkü senin de az önce gönderme yaptığın gibi, Türkiye ile İsrail ilişkileri ciddî bir ısınma hâlindeydi. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog birkaç ay önce Ankara’da kırmızı halıyla karşılandı. Netanyahu Türkiye’ye geliyordu. İsrail toplumunun çok önemli bir bölümü Netanyahu’ya karşı ayağa kalkmış, her gün sokakları Netanyahu aleyhinde gösterilerle sarsarken, Netanyahu Türkiye’ye gelmek üzereydi, hastalandığı için gelemedi. Yoksa bu ısınan ilişkiler, İsrail Cumhurbaşkanı’na sağlanan kırmızı halılı karşılama, Tayyip Erdoğan tarafından Netanyahu’ya da sunulacaktı. Netanyahu hasta olduğu için gelemedi. Ama yine de iki lider, bundan iki hafta önce New York’ta, Birleşmiş Milletler’de bir araya geldiler. 

Türkiye’nin İsrail’le yakınlaşması, az önce sözünü ettiğimiz İsrail’le “normalleşme”ye girmiş olan Körfez ülkeleri, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudî Arabistan, Katar ve –bir şekilde sırada o da var– Mısır’ı kapsayan normalleşme, bu gelişmenin doğal bir sonucu gibiydi. Türkiye’de iktidar, Batı’dan yatırımlar durmuşken, bir sürü ekonomik sıkıntı varken, bazı mâlî katkıları Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudî Arabistan’dan sağladı ve sağlamaya devam ediyor. Bu ülkeler de İsrail’le “İbrahim Anlaşmaları” çerçevesinde, üstü kapalı bir şekilde İran’a karşı yeni bir eksen yaratıyorlar. 

Türkiye’nin, İran’da hem Kafkasya’da hem Suriye’de ciddî sürtüşmeleri var. Aynı zamanda, özellikle ekonomik nedenlerden dolayı Batı dünyasına bazı jestler yapma ihtiyâcında olduğu için, Türkiye bu dış politika girişimlerini başlattı. Fakat şimdi, son 48 saatte ortaya çıkan böyle bir durum oldu. Bu durumda ne Suudî Arabistan kolay hareket edebilir, ne Birleşik Arap Emirlikleri ne Mısır hareket edebilir. Türkiye’nin ise, “Biz İsrail’e doğru açılmaktaydık. Kusura bakmayın, biz de Fransa gibi, Almanya gibi, İngiltere gibi davranacağız ve Boğaz Köprüsü’nü İsrail bayrağının renkleriyle ve Davud’un yıldızıyla süsleyeceğiz; tıpkı Almanya’nın Brandenburg Kapısı’nda yaptığını, İngiliz Başbakanı Rishi Sunak’ın dün Downing Street 10 numarada, Başbakanlık Konutu’nda yaptığını, biz de Külliye’de yapacağız” diyecek hâli yok herhalde. Bir yandan da, iktidar partisinin tabanını oluşturan kitleler, İstanbul’dan Diyarbakır’a, sokakları doldurmuş “Mehmetçik Gazze’ye” diye slogan atarken bunu yapacak hâli yok. Bu iktidârın son aylardaki dış politika açılımıyla taban hissiyatı o kadar birbirinden kopmuş durumda ki, bu gelişmelerle, sürdürülebilir bir yakınlaşma politikası, Türkiye için, daha doğrusu iktidar için çok zorlaşmış durumda. O yüzden “Tarzan zor durumda” dedim. 

Zâten o yüzden, evvelki gün AK Parti Büyük Kongresi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan taraflara îtidal tavsiye etti. “Biz sizi çok iyi biliriz. Siz çocukları öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” diye Gazze’den, hem de Şimon Peres gibi Türkiye’ye en müzâhir İsrail siyâsî şahsiyetinin yüzüne karşı o sözleri edip, Davos’ta masadan kalkıp gitmiş olan aynı Erdoğan, şimdi îtidal tavsiye ediyor. Yani kolay işler değil bunlar. “Tarzan zor durumda” derken bunu kastediyorum. Bu arada, dikkat ederseniz, ABD Başkanı Biden bir yandan Birleşik Arap Emirlikleri’yle görüşüyor, bir yandan Suudî Arabistan’la görüşüyor, bir yandan da Mısır’la “Durumu nasıl toparlarız?” diye görüşüyor. Biden Erdoğan’la görüşmedi; ama ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken da Türkiye’nin yetkilileriyle iki kez görüştü. 

Sonuç olarak, bu iş büyüdüğü ölçüde ve böyle çatışmalı bir şekilde giderse, İsrail’in Gazze’ye çok amansız bir şekilde saldırmaya devam edeceği ve çok büyük can kayıpları olacağı besbelli. Türkiye bu hâliyle ne yapacaktır merâka değer. Ama İsrail’le sürdürülebilir bir yakınlaşma politikasının çok kolay olmayacağı, hattâ imkânsız olabileceğini öngörebiliriz. 

Son olarak, gelecek üzerine biraz kafa yoralım. Katar esir değişimi için arabuluculuk yapıyormuş. Ama esas, savaşı durdurmak için Mısır’ın devrede olduğunu gördüm; herhalde şaşırtıcı değildir. Mısır gerçekten her iki taraf üzerinde de etkili olabilecek bir güç olarak araya girebilir. Ama İsrail’den yapılan açıklamalar çok sert. “Bu bizim 11 Eylül’ümüz” dediler ve bitmek bilmeyecek bir savaş mesajı veriyorlar. Şu âna kadar görülen ve Gazze’ye yapılan abluka ve saldırılar da çok acımasız bir şekilde seyrediyor. Gelecekte nasıl bir şey bekliyoruz? Bu bayağı sürecek ve belki başka yerlere de yansıyacak bir olay mı? Yoksa bir şekilde Mısır ya da belki ABD’nin bu sertliği dindirme imkânı var mı?  

Çandar: Mısır’ın önemi hem en büyük Arap ülkesi olmasından geliyor, hem de İsrail’le 1974’ten beri diplomatik ilişkide olan bir ülke. Fakat en önemlisi, Gazze ile sınırı olan, İsrail dışında tek yer. İsrail, Gazze’yi abluka altında tutarak, bir şekilde kuşatıp, tepesine sürekli binmek istiyor. Hattâ neredeyse Gazze’nin boşaltılması için — ki boşalması mümkün değil Gazze’nin. İsrail giremiyor kolay kolay. Şunu da dikkate almamız lâzım: İsrail ordusu, 1967’de olduğu gibi, 1973’te olduğu gibi, 1982’de Lübnan’a yaptığı gibi, “Hadi tekrar Gazze’ye giriyorum” dediği zaman, 2 milyonluk bir yere girecek ve o savaşın ne kadar süreceği belli değil. İsrail’in bunu kaldırabilecek askerî gücü var mı? Hele iş oraya varırsa, kuzeyde Lübnan sınırından roketler yağmaya başlarsa ne yapacak? Yani İsrail’in Gazze’yi işgali çok rasyonel gözükmüyor. Abluka altına almak için oradaki tek gedik ve en önemli gedik. Zâten iki tarafı İsrail, bir tarafı deniz — orayı da İsrail, Deniz Kuvvetleri’yle abluka altında tutabiliyor. 

Ama bir de, Gazze’nin Sinâ’ya bağlı sınırı Mısır. Dolayısıyla Mısır çok tâyin edici bir noktada. Her anlamda en güçlü rolü oynamaya muktedir olan, coğrâfî olarak da, târihî olarak da, beşerî olarak da Mısır. O bakımdan Mısır’ın bu rolünü göz önüne almak gerekiyor. Kezâ Katar’ınkini de. Fakat burada Türkiye, çok net bir şekilde îtidal tavsiyesinin ötesine geçip, “Gazze’ye bunu yapamazsınız” tavrını alıp, o dayanışma hattında yer alırsa, bu, çatışmaların çapının büyümesinin önüne geçmekte ve çatışmanın süresinin kısaltılmasına da rol oynayabilir. Çünkü Türkiye, nereden baksanız Doğu Akdeniz’in en büyük, en güçlü ülkesi ve aynı zamanda Müslüman bir ülke. Türkiye’nin fazla yapabileceği bir şey yok. Bu konuda asıl tavır alırsa anlamı olur; ama bu tavrı alabileceğine dâir de şu âna kadar bir işâret vermedi. Aksi halde, sorunda altını çizdiğin gibi bu işin büyüme ihtimâli olabilir. Bu konuda İsrail, Netanyahu iktidârı, çok inatçı ve kararlı bir tutum gösterirse bu iş uzar ve o zaman nereye nasıl sirâyet edeceği de belli değil. Tâ Kafkasya’dan Körfez’e, Körfez’den Akdeniz’e kadar uzanan çevrede bütün dengeleri darmadağın edecek bir şekil alabilir. Çünkü Batı dünyasının, Amerika ve Avrupa’yla birlikte İsrail’e desteği yeni bir şey değil; 1967’de de böyleydi, 73’te de böyleydi, hattâ 1982 Lübnan Savaşı’nda da böyleydi. Sonra sonra, daha dengeli bir hal almaya başladı.

O bakımdan, Batı’nın şu andaki pozisyonuna bakarak ve İsrail’in amansız bir savaşı yürütme irâdesi göstermesini göz önüne alırsak, “Bu iş Filistinlilerin kesin ezilmesiyle bitecektir ve Gazze’yle sınırlı kalacaktır” diyemeyiz. Sınırları genişlediği ve Körfez’i de kapsamaya başladığı anda, bütün enerji yolları, bütün ticâret yolları, dünya dengeleri, ekonomisi öyle bir etkilenmeye başlar ki, Amerika’sı da Avrupa’sı da pozisyonlarını gözden geçirmeye mecbur kalabilirler. O nedenle, geleceği görmek bakımından çok sisli bir noktada ve zor bir durumdayız. 

İngiltere’nin savunma konularında önde gelen düşünce kuruluşu RUSİ’nin (Royal United Services Institute) Ortadoğu uzmanı, esas alanı Körfez olan ve benim de şahsî dostum Michael Stevens’ın bir tweet’ini okudum bu sabah. Diyordu ki: “Yirmi yıldır gece gündüz Ortadoğu çalışıyorum ve ismim bu konuyla birlikte anılıyor. Bundan sonra ne olacak, bu iş nereye gidecek diye sorarsanız, hiçbir şey bilmiyorum ve hiçbir şey göremiyorum”. O yüzden bu konuda gayet îtidalli ve alçakgönüllü olup çok büyük lâf etmekten kaçınmamız lâzım. Ben de geleceğe ilişkin bir öngörüde bulunma konusunda, bütün söylediklerime rağmen daha alçakgönüllü davranıp, “Bakalım devran ne gösterecek?” demekten daha iddialı bir lâf etmemekten yanayım. 

Sivillerin zarar görmemesini dilerim, ama çok zarar görüyorlar ve çok kötü fatura ödüyorlar. Olabildiğince az bir zararla ve hızlı bir şekilde olaylar çözülür diyelim. Siyâseti de artık siz Türkiye’ye döndükten sonra konuşuruz. Çünkü tâze milletvekili, yılların gazetecisi “Şu âna kadar neler gördü, neler yaşadı?” üzerine bir sohbet edecektik. O hakkımızı da bâkî tutalım. Ama bu önemli olayı konuştuk. Çok teşekkürler Cengiz Çandar. 

Çandar: Ben teşekkür ederim. İyi yayınlar diliyorum.

Cengiz Çandar’la, Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve ardından İsrail’in cevâbı üzerine kapsamlı bir yayın yaptık. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.