Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın konuğu Necati Özkan: Değişim CHP’yi ve yerel seçimleri nasıl etkileyebilir?

CHP’deki 13 yıllık Kemal Kılıçdaroğlu döneminden sonra yeni genel başkanı, değişimcilerin adayı Özgür Özel oldu. CHP’de genel başkan değişiminin ardından partide başka neler değişecek? Bu değişim 2024 Yerel Seçimlere nasıl yansıyacak?

Ruşen Çakır sordu siyasal iletişim uzmanı Necati Özkan cevapladı.

Yayına hazırlayan: Ali Deniz Çakır

Merhaba, iyi günler. CHP’de genel başkan değişti, başka şeyler de değişeceğe benziyor. Peki bu değişim CHP’ye ve yerel seçimlere nasıl yansıyacak? Bu konuyu Türkiye’de siyâsal danışmanlık, siyâsal iletişim gibi alanların önde gelen isimlerinden, aynı zamanda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun siyâsî danışmanlığını da yapan Necati Özkan’la konuşacağız. Hoş geldin Necati.

Necati Özkan: Hoş bulduk

 Öncelikle, “Sezar’ın hakkı Sezar’a” diyelim; seçim öncesi ben ve başkaları, “Kılıçdaroğlu herhalde kazanıyor artık” dediğimizde, sen ayağın frende gidiyordun. Biz o gazla duvara tosladık, sen yırttın.

Özkan: Şöyle aslında: Ben hem veriye bakarak, hem de Türkiye’nin târihine ve sosyolojisine bakarak böyle bir zaferin çok mümkün olamayacağını önceden biliyordum. Yani aslına bakarsan bunu son andaki verilerle düşündüğümü söylemem, söyleyemem. Çünkü ben 1946 seçimlerinden bu yana Türkiye’deki bütün seçimlerin sonuçlarını değerlendiren bir yerdeyim ve bir çeşit, hani röntgen gibi, o sonuçların genellikle bize hep aynı şeyi söylediğini düşünürüm. Yani partilerin logoları ya da liderlerin fotoğrafları değişir, ama sonuçlar çok değişmez Anadolu’da. Nerede meselâ? Konya’da 1946’dan beri sonuçlar hemen hemen hiç değişmemiştir. Nerede? Diyarbakır’da. Nerede? Örneğin Tunceli’de, örneğin Sivas’ta… Böyle baktığınız zaman, çeşitli şehirlere baktığınız zaman, bu şehirlerdeki seçmenlerin temel davranışlarının kodlarını anlayabilirsiniz ve bu kodlara bakarak da Türkiye’de hangi tür bir profilin, hangi tür adayın seçim kazanabileceğine ilişkin bir öngörüde bulunabilirsiniz. Nitekim Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’yla Ocak 2020’de baş başa uzun bir toplantımız olmuştu. Ben de o toplantıda, burada şu anda size söylediklerimi kendisiyle de paylaştım ve eğer aday olacaksa –ki o zaman daha aday değildi, o zaman sâdece üç partiden oluşan bir Millet İttifâkı vardı, Altılı Masa henüz kurulmamıştı– aday olacaksa bile, bunu iyi düşünmesi gerektiğini, çünkü yaklaşmakta olan seçimlerin bildiğimiz seçimlerin çok dışında bir seçim olacağını ve bu seçimlerin bir çeşit referandum olacağını, bu nedenle de buna çok iyi hazırlanmak gerektiğini anlatmıştım ve kendisine mümkünse aday olmaması gerektiğini doğrudan söylemiştim. O da, “Neden bunu söylüyorsunuz?” dedi. Ben de târihten ve sosyolojiden falan bahsettim. Sayın Kılıçdaroğlu o zaman, “Ya, Türkiye bunu çoktan aştı” dedi. Ben de birkaç örnek vermeye çalıştım; meselâ Türkiye toplumunda belirli zamanlarda toplumdaki normal insanların nasıl tuhaflaşabildiğini –işte, Çorum, Kahramanmaraş, Sivas gibi olaylarda normal insanın nasıl bir anda seri katile dönüşebildiğini– hatırlatarak, bunun altında yatan dinamiklerin iyi düşünülmesi gerektiğini, bu nedenle de bu sürecin çok doğru yönetilmesi gerektiğini söylemiştim. Tabiî Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı, doğal olarak elbette ki cumhurbaşkanı adayıdır. Ancak aday olmak ve kazanmak farklıdır. Yani bunu dile getirerek, mümkünse burada Türkiye muhâlefetinin kazanabileceği bir adayda uzlaşmanın önemli olacağını söylemeye çalışmıştım, ama olmadı. Yani doğal olarak genel başkan kendisi aday oldu. Sonuçlarını da hep berâber gördük.

Peki hemen sorayım. Aday Ekrem İmamoğlu olsaydı o kazanır mıydı?

Özkan: Yani şöyle diyelim: Ekrem İmamoğlu veya Mansur Yavaş, hattâ Meral Akşener, bir sürü araştırmada, rahat kazanacak gibi gözüküyordu. Hattâ Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş, neredeyse 10 ilâ 20 puan farklarla Erdoğan’a karşı seçimi alacak gibi gözüküyordu. Bu, seçimin öncesindeki fotoğraftır. Seçim öncesi bu fotoğraflar, iletişimcilerin ve stratejistlerin elinde çok farklı yerlere taşınabilir. Doğru bir kampanya yaparsanız, aradaki farkı açabilirsiniz. Kötü bir kampanya yaparsanız, aradaki fark kapanır ve zayıf gözüken kazanabilir. Nitekim meselâ 2 hafta önce Yunanistan’da yerel seçimler yapıldı, ikinci durumda olan PASOK’un adayı %14 almıştı. Birinci olan aday, şimdiki Atina Büyükşehir Belediye Başkanı Bakoyannis %38 almıştı. İkinci turda, %14 alan aday %38 alan adayı geçti ve birinci gelip seçimi kazandı. Yani bu aslında tümüyle stratejiye, tümüyle kurulan ittifâka ve bu stratejiyle ittifâkın doğal sonucu olarak yapılan kampanyaya bağlıdır ve bâzı şeyler değiştirilebilir. Ama bunu yapmaz, toplumun sesini dinlemez ve ittifâkı toplumla değil de elitler arasında bir ittifak olarak görürseniz ve elitler olarak bir ittifak kurduktan sonra toplum ya da seçmen tıpış tıpış oy verir diye düşünürseniz, bu iş olmaz. Nitekim Türkiye muhâlefetinin ve Türkiye demokrasisinin bu seçimde kaybetmesinde en temel konu buydu. Yani toplumla, seçmenle ittifak yapmak yerine, elitle ittifak yaparak ülkenin geleceğine ilişkin çok önemli bir mevzi kaybedildi.

Geçmiş hakkında konuşacak çok şey var, ama artık onları bir kenara koyup ileriye bakalım. Senin de bir şekilde dâhil olduğun bir süreçte CHP’de yönetim değişti. Şimdi ilk başta şunu biliyoruz: “Değişim” lâfını ilk dile getiren Ekrem İmamoğlu’ydu ve değişimin liderliğine bir anlamda tâlipti. Ama o ne dedi? Kılıçdaroğlu’nu da iknâ ederek yapmak istedi, ama olmadı ve Özgür Özel ile bir grubu iknâ etti. Şimdi, o âna kadar Özgür Özel genellikle Kılıçdaroğlu’nun resmî veliahtı gibi görülüyordu. Yanılıyor muyum?

Özkan: Doğru. 

Yani “Kılıçdaroğlu yerini ona hazırlıyor, ona bırakacak” deniyordu. O zamâna kadar Kılıçdaroğlu ile hiçbir problem yaşamamış, onun en güvendiği, en önemli yerlere Kılıçdaroğlu’nun önünü açtığı birisiydi. Şimdi o kırılmayı bir sormak istiyorum. Yani Özgür Özel ve onunla berâber o mâlûm “Zoom” toplantısında gördüğümüz Kılıçdaroğlu’nun kurmayları neden Kılıçdaroğlu’ndan koptular?

Özkan: Mâdem bu soruyu sorduk, bu kapıyı açtık, bir-iki detayı anlatmama lütfen izin ver. Ben her iki seçimde, hem 14 Mayıs’ta hem 28 Mayıs’ta CHP Genel Merkezi’nde Sayın Ekrem İmamoğlu ve bizim ekip arkadaşlarımızla berâberdim. Çünkü o sırada, bildiğiniz gibi Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş potansiyel cumhurbaşkanı yardımcılarıydı. Yardımcıları değil, potansiyel yardımcıları olarak kampanyada yer alıyorlardı. Dolayısıyla biz genel merkezde olan biten her bir detayı izledik, gördük ve oralardaki eksiklikleri yanlışlıkları da gördük ve ilk seçimden sonra, 14 Mayıs’tan sonra, toplumu anlayabilecek çeşitli çabaların içine de girdik. Çünkü hatırlarsak, yani 14 Mayıs gecesinden îtibâren dört-beş gün boyunca Genel Merkez sessiz kaldı ve büyük bir şok yaşandı. Toplumda da büyük bir şok yaşandı ve biz biraz toplumu dinlemeye odaklandık ve anladık ki toplumda çok büyük bir öfke oluştu. Çünkü toplum şuna inandırılmıştı: “Bu iş bitti, hattâ ilk turda bitti”. Dolayısıyla, “Siz rahat olun, sâdece gidin oyunuzu verin” şeklinde genel ve yaygın bir düşünce konmuştu ortaya. Dolayısıyla bu yenilginin sürpriz etkisi ikinci turu etkileyebilecek gibi gözüküyordu. Nitekim etkiledi; yani bâzı seçmenler, “Bu iş kaybedildi” diyerek sandığa gitmediler. O 28 Mayıs gecesinde ise, yaşanan travma derinleşti ve biz Ekrem Bey’le berâber İstanbul’a geri dönerken, Ekrem Bey bir an önce bir değişim sürecini başlatma gereğini hissetti ve dedi ki topluma: “Bu bizim borcumuz; çünkü Türkiye muhâlefetsiz kalıyor. Bırakın CHP’yi, muhâlefetsiz kalıyor”. Yani o andan îtibâren olanlara bakalım — hem CHP’de hem İYİ Parti’de olanlara: Muhâlefetin büyük partileri erimeye başladı. Ve yine arkadaşlarımız bir araştırma yaptılar. O araştırmada toplumun üçte birinin sandığa gitmeyeceği çıktı ve arkasından, bildiğiniz gibi Ekrem Bey o değişim videosuyla ve aynı akşam, yani 29 Mayıs akşamı “İstanbul’un Fethi” gecesinde yaptığı konuşmayla birlikte değişim sürecine ilişkin bir irâdeyi ortaya koydu. Aynı zamanda biz, “İktidar için değişim” diye bir web sitesi açtık ve oraya 4 milyona yakın insan girdi. 300 bine yakın insan da görüş ve öneri bildirdi — ki uzun uzun görüşler ve gerçekten bir kısmı akademik paper gibi olabilecek öneriler vardı. Sonra, bunları okuduk ve şu iki sonucu gördük orada: 1- “Kemal Kılıçdaroğlu gitsin, başka türlü ben seninle yeniden ittifak kuramam, senin için yeniden oy kullanamam” diyor. 2- “Sakın İstanbul’u bırakma” diyor. Şimdi, başka şeyler de var ama asıl bu iki önerme ve asıl toplumun bu iki beklentisi, ister istemez yolda değişikliğe neden oldu ve Ekrem Bey o târihten sonra, nereye giderse gitsin, ister iş dünyasıyla yaptığı toplantılarda, ister pazarda marketteki vatandaşlarla karşılaşmalarda, ister Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde –ki buna Tunceli dâhil– vatandaşlarla görüşmelerinde, hep aynı cümleyi duydu: “İstanbul’u bırakma”. Bütün bu cümlelerin sonucu, başkan, vatandaşın seslerine ilişkin bir karar verdi ve “Ben İstanbul’da adaylığa devam edeceğim” dedi. Adayım demedi, ama bu konuda irâdesini ortaya koydu. Tabiî o saatten sonra artık bir başkasının değişime liderlik etmesi gerekiyordu. Zannediyorum parti içerisindeki çeşitli isimler bir araya gelerek Sayın Özgür Özel’in bu süreçteki en doğru aday olacağı noktasında hemfikir oldular ve o isimlerin berâber verdikleri kararla –ki bunlar az sayıda isimler değil; yani il başkanlarından tutun, parti milletvekillerine, hattâ partinin yöneticilerine kadar çok geniş bir katılımın sonucunda– verilmiş bir karar olduğunu düşünüyorum. O karârın sonucunda Ekrem Bey de tabiî Sayın Özgür Özel’i destekledi; çünkü netîcede aslında Ekrem Bey değişim sürecinin olmasının ne kadar hayâtî olduğunu biliyordu. Dediğim gibi, yani toplum artık siyâsete küsecek ve toplumun üçte biri artık bir daha oy vermeye sandık başına gitmeyecek bir yere gelmişti. Yani önce o hayal kırıklığı, sonra kızgınlık, sonra öfke, hattâ nefrete varan bu sürecin düzeltilmesi ve toplumun yeniden siyâsetle barıştırılması çok önemli bir ihtiyaçtı Türkiye’nin geleceği için ve Türkiye demokrasisi için. Doğrusu bu süreçte de Sayın Özgür Özel çok önemli bir süreç yönetti.

Kılıçdaroğlu tekrar kazansaydı, Ekrem İmamoğlu İstanbul’dan yine aday olur muydu?

Özkan: Ekrem Bey’in aday olmamak gibi bir irâdesi olmazdı. Ekrem Bey sonuna kadar kendi bulunduğu pozisyonu, demokrasi adına ve kendi partisi adına savunan bir kişiliğe sâhip. Dolayısıyla kendisi, “Ben artık aday olmam” asla demezdi. Nitekim kurultayın yönetimiyle ilgili de benzeri bir süreç oldu bildiğiniz gibi. Dolayısıyla partisi bunu istiyorsa, partisi kendisine göre veriyorsa, o görevi sonuna kadar ve lâyıkıyle yapardı. Ancak Sayın Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olarak kalması, sâdece diğer il ve ilçelerde değil İstanbul’da da işi riske sokabilirdi. Nitekim çeşitli araştırmalarda bunu gördük. Yani, “Kılıçdaroğlu’nun genel başkanı olarak kalması hâlinde oyunuz ne olur? Değişmesi hâlinde oyunuz ne olur?” diye sorduğumuzda, değişim hâlinde Cumhuriyet Halk Partisi’ne olan desteğin 4 ilâ 5 puan arttığını görüyoruz, İstanbul’da bile. Dolayısıyla, en azından bunun, Türkiye’nin geleceğine ilişkin ve Türkiye’deki muhâlif belediye başkanlarının kazanma sürecine ilişkin ciddî bir katkı sağlayacağını görüyoruz. O nedenle Ekrem Bey orayı bırakmazdı. Parti eğer kendisine görev verirse bunu yapardı. Tabiî öyle bir ihtimalde parti ona o görevi verir miydi onu bilemiyorum.

Aslında bu kurultay sürecinde son âna kadar bayağı bir merak vardı. Şimdi burada iki tâne aktör öne çıkıyor: Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel. Ama bayağı bir destekçisi olduğu da ortaya çıktı. Burada Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel ve Kılıçdaroğlu faktörlerine puan verecek olsaydın, nasıl verirdin? Yani bu kurultayı hangisi daha çok belirledi? “Kılıçdaroğlu gitsin de kim gelirse gelsin” duygusu mu? Ekrem İmamoğlu’nun baştan îtibâren benimsediği değişim perspektifi mi? Özgür Özel’in gerçekten şaşırtıcı performansı mı?

Özkan: Doğrusu ben bir sıralama yapamam; ama üçü de çok etkili oldu. Çünkü elimde bir veri yok. Yani yapsam, tümüyle kişisel bir sıralama olur. Elbette, süreci başlatan Ekrem İmamoğlu’nun süreç boyunca orada olması, hem kurultayı objektiflikle yönetip hem de pozisyonunu net tutması; sayın Özgür Özel’in olağanüstü performansı, yani ilçeleri illeri gezerek gezerek gösterdiği performansı ve giderek böyle, liderlik tılsımının, büyüsünün ortaya çıkıyor olması ve tabiî Sayın Kılıçdaroğlu’nun üst üste seçim kaybetmesi sonucunda toplumdaki desteğinin azalmış olması — bütün bunların hepsi etkiledi. Ama ben şunu söyleyebilirim: Bu sonuç Türkiye demokrasisi adına inanılmaz bir sonuç. Neden? Türkiye Cumhuriyeti târihinde, bir genel başkanın, genel başkan kalmak istediği sürece kaybettiği bir seçim hiç olmadı, hiçbir siyâsî partide olmadı — buna CHP dâhil. Hep şeye benzetiliyor biliyorsun, sayın Bülent Ecevit’e; ama orada İnönü çekiliyor. Burada genel başkan çekilmediği gibi, ikinci tura da oynuyor. Hattâ ikinci kez söz hakkı kullanmayacağını söyleyip, bu sefer tekrar söz hakkı kullanıyor. İkinci turda çekilecek denirken, tekrar gelip oy kullanıyor. Hani burada çeşitli etkilerle Kılıçdaroğlu’nun sonuna kadar mücâdele verdiğini ve buna rağmen kazanamadığını görüyoruz. Bu bize toplumsal değişim talebinin ne kadar büyük olduğunu söylüyor.

Ben geçen gün izleyicilerle bir yayın yaptım: ”Özgür Özel’li CHP’yi nasıl buluyorsunuz?” diye. Açıkçası, son dönemlerde CHP üzerine yaptığım yayınlara gösterilen ilgisizlik nedeniyle, korka korka yaptım; ama bir ilgi var. Yani insanlar çok yakından tâkip ediyor. Sizin araştırmalarla sürekli bir şeyleri sorguladığınızı biliyorum. İlk emâreler nasıl? O demin bahsettiğin, nefrete kadar varan tepki. Şimdi bir de şöyle bir şey var tabiî: Önce kendi tabanını yeniden kazanacak, oradan aldığı güçle kendisinden olmayana gidecek. Henüz o aşamaya geçemedi herhalde.

Özkan: Tabiî, şöyle diyelim: Genel başkanın seçildiği cumartesi gecesinin ertesi pazar günü uyandığımda, hem sosyal medyamda hem beni tanıyan insanların telefonlarıma gönderdiği mesajlarda, inanılmaz şeyler gördüm. Meselâ “Bugün artık çocuğum için yeniden umutla doğuyorum”, “Bu ne güzel Pazar!” falan diyen mesajlar, çeşitli duygular ve bu duygular birbirinden bağımsız, ülkenin farklı farklı kentlerinden gelen bağımsız duygular; ama şunu söyleyebiliriz: Yani toplum, evet, bir değişim istiyordu ve bu değişim bir şekilde başladı burada. “Değişim oldu” diyemeyiz. “Henüz başladı” diyebiliriz. Çünkü bu değişim olmasa, toplum demin söylediğim gibi siyâsetten uzaklaşacaktı. Aslında bu değişimle, her şeyden önce Türkiye’nin muhâlif seçmenleri oyuna yeniden dâhil oldu. İkincisi, Cumhuriyet Halk Partisi yeniden oyuna dâhil oldu. Yani öyle ki, Cumhuriyet Halk Partisi kurultaydan hemen önce, kararsızlar dağıtılmadan %12’lere kadar gerilemişti. Muhtemeldir ki genel başkan olarak Sayın Kılıçdaroğlu kalsaydı %8-9’lara düşecekti. Bu bir felâket fotoğrafı, yani Türkiye muhâlefetinin tümüyle çökmesinin fotoğrafı olacaktı. Dolayısıyla Türkiye’de değişim isteyen toplum ve demokrasi isteyen toplum yeniden oyuna dâhil oldu. İkincisi, Türkiye, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeniden oyuna dâhil olduğunu gördü. Üçüncüsünü söyleyeyim, biraz fazla iddialı olabilir, ama Türkiye muhâlefeti oyuna dâhil oldu; çünkü eğer bu değişim başarılamamış olsaydı, CHP ya da İYİ Parti birer güç merkezi olmaktan uzak kalacaklardı ve giderek marjinalleşeceklerdi. Zâten küçük partilerin, yani Altılı Masa’daki küçük partilerin bir geleceğinin olduğu çok gözükmüyor şu anda. Onun yerine yükselen iki parti vardı. Bunlardan bir tânesi Zafer Partisi. Yani Türkiye’deki en sağ partilerden birinin yükselişi ya da ne diyelim Türkiye’deki muhâlefetin daha çok milliyetçiler tarafından doldurulacağı bir gelecek olacaktı — ki hani, muhâfazakârlığın karşısında milliyetçiliğin yükseldiği bir fotoğraf olacaktı. Türkiye’de demokrasinin, özgür bir hayâtın ve âdil bir hayâtın olmasını isteyen insanlar adına çok korkunç bir fotoğraftı bu. Dolayısıyla bu “küçük değişim” diyelim –çünkü bir genel başkanın değişmesi her şey değildir–, bu küçük değişim bile bunları sağladı. Peki değişimle asıl olması gereken şeyler neler? Bir siyâsî partiyi düşündüğümüz zaman, aslında üç temel şeyden bahsederiz: lider, kadro ve politikalar. Şimdi lider değişti, kadroların bir kısmı da değişti; ama bu sâdece tepedeki kadro. Bu kadroların tabana da yayılması lâzım. “Toplum ne istiyor?” diye baktığımız zaman, toplum örneğin şunu istiyor: Türkiye siyâseti gençleşsin, Türkiye siyâseti daha sorumlu ve daha eğitimli insanlar tarafından doldurulsun ve bunlar bizi geleceğe taşısınlar istiyor. Gerçekten de meselâ ben şu farkı görüyorum; sık sık Balkan ülkelerinde toplantılara gittiğimde oradaki siyâsetçileri görüyorum: 30 yaşların sonu 40 yaşların ortasında, muazzam iyi İngilizce konuşan, muazzam komünikatif, iyi iletişim kuran bir yönetici kadrosu, bir siyâset kadrosu Balkanlar’da iş başına gelmiş durumda. Bizde 65+ diyebileceğimiz, 65’ten daha yaşlı, 70 yaşlarındaki insanların doldurduğu bir siyâsî elit grubu var ki, bu elit grubu Türkiye’nin bugünkü ihtiyaçlarına karşılık verebilen, daha doğrusu bugünkü Türkiye’yi anlayabilen bir grup değil. Bunlar daha çok Soğuk Savaş döneminde yetişmiş insanlar ve bütün kafaları ancak Soğuk Savaş dönemindeki gibi bir mücâdeleden geçiyor. Oysa toplum bunu istemiyor. Toplum artık siyâsetin daha merkeze gelmesini istiyor. Yani uçlardan merkeze doğru gelmesini ve merkezin güçlenmesini bekliyor. Bunu sağlayacak olanlar da yeni kuşak siyâsetçiler olacaktır. O nedenle de Özgür Özel’in kazanmış olması bence çok önemli. Belki bir şey daha ekleyebiliriz. Yani bu değişim sürecini doğru tanımlamak adına, biliyorsunuz İstanbul’da da bir değişim oldu. Yani İstanbul il başkanlığında da bir değişiklik oldu ve Sayın Özgür Çelik kazandı. Özgür Çelik de, hani 40 yaşlarında, çok iyi okumuş, siyâsetbilim okumuş, ticâret yapmış ve neredeyse çocukluk denebilecek yaşlardan îtibâren siyâsete ilgi duymuş ve inanılmaz geleceği olan bir siyâsî profil olarak yükseliyor. Bir öncekiyle kıyasladığımız zaman, hani aktivizm yerine gerçekten sosyal demokrat kökenli bir siyâsetçinin iş başına geldiğini görüyoruz. Dolayısıyla, Sayın Özgür Özel, Sayın Özgür Çelik ve Sayın Ekrem İmamoğlu’ndan oluşan bir üçlü yapı, şu anda en azından İstanbul’dan bakınca –elbette Anadolu’da da bunun karşılıkları var ve olacak–, bunların yöneteceği bir gelecek. Eğer Cumhuriyet Halk Partisi’nin çeşitli illerdeki örgütlerinde değişimi sağlayabilirlerse, o örgütlerde genç ve iyi eğitilmiş kuşaklar o örgütlerin yönetimine gelebilirlerse ve çocuk kurultayından başlayarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin politikalarını değiştirebilir ve partiyi proaktif hâle getirebilirlerse, bu parti kısa sürede iktidâra gelebilir ve uzun yıllar iktidarda kalabilir, çünkü buna potansiyeli var.

Şimdi, ilk aşamadaki yerel seçimler bayağı bir sınav olacak. Aslında az bir zaman var. Yeni bir yönetim için az bir zaman var; ama deneyimli belediye başkanları var. Hepsi aday olacak mı bilmiyoruz; ama Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş kesinleşmiş gibi anladığım kadarıyla. Şimdiye kadar yerel seçim üzerine konuşulan şeylerin hemen hemen hepsi şu: “İttifak olacak mı, olmayacak mı?” İttifak derken de aslında İYİ Parti kastediliyor. Bir anlamda da HEDEP’in büyükşehirlerde destek verip vermeyeceği gibi bir olayda sıkıştı kaldı. Ama anladığım kadarıyla, bunu tartışarak seçimi kazanmak mümkün değil. Ekrem İmamoğlu yeniden aday, yeni bir CHP var; siz meselâ nelere yoğunlaşıyorsunuz? Bu Mart sonundaki seçim için temel öncelikleriniz neler?

Özkan: Tabiî ki ittifâkı tabanda yapmak. Çünkü siyâsî elit ile yapılan ittifâkın nasıl sonuç verdiğini bu târihî tecrübe bize gösterdi. Dolayısıyla seçim için bir adayın ve bir partinin yapacağı en önemli çalışma, tabanda toplumla ittifâkı kurabilmek. O yüzden Ekrem İmamoğlu, hatırlarsan İstanbul’a yeniden aday olup olmamakla ilgili irâdesini ortaya koyarken, yeniden İstanbul İttifâkı’ndan bahsetti. İstanbul İttifâkı gerçekten de siyâsetin dışında, bu ülkede daha iyi bir demokrasi ve bu şehirde daha iyi bir hayat kalitesi isteyen herkesin buluşabileceği bir ittifak. Nitekim bu ittifâkın içerisinde, yani siyâsî kökeninden bağımsız olarak “herkese eşit hizmet etmek” diyelim ve “herkesin yanında olmak” gibi temel şeyler var, değerler var. Eğer İstanbul İttifâkı’nın yeniden ve daha güçlü bir şekilde sağlanması mümkün olabilirse –ki bütün çabamız bunun için– Ekrem İmamoğlu yine ve açık farkla kazanabilir. Şimdi belki de hani izleyicilere askerî stratejilerden bir örnek vermekte fayda var. Ben orduda 10 yıl kadar kaldım. Bunun 7 yılı askerî öğrencilikle geçti. Dolayısıyla pek çok şeyi ordudan öğrendim ve stratejiyi de aslında oradan öğrendim; ama yani orduda öğrendiklerimle pazarlama dünyasında öğrendiklerimin birbirinin aynısı olduğunu ve pazarlama dünyasının bütün kavramları ordudan ödünç aldığını sonradan öğrendim tabiî ki. Şimdi, örneğin pazarlama dünyasında pazar liderleri kolay kolay pazar liderliklerini kaybetmezler. Yani meselâ 100 yıllık Amerikan ekonomisinin en güçlü 100 şirketine bakın. Bu 100 şirketin 100 yıl boyunca 75’inin değişmediğini görürsün. Ancak 25 tânesi değişir. Türkiye târihindeki holdinglere, şirketlere falan bakın; aynı fotoğrafı görürsünüz. Bu bize ne söylüyor? Bu bize şunu söylüyor: Pazar lideri olanın pazar liderliğini kaybetmesi için stratejik hatâlar yapması lâzım, zamânı anlayamaması lâzım. Yani pazar diliyle söyleyecek olsak: Tüketicinin taleplerini karşılamıyor olması lâzım. Bunu siyâsete uygularsak, siyâsetteki pazar liderinin –ki İstanbul için pazar lideri şu anda Ekrem İmamoğlu– görevini yerine getirmemesi gerekir, İstanbul’daki seçmenleri dinlememesi gerekir, hatâ üstüne hatâ yapması gerekir falan. Peki böyle mi? Ekrem İmamoğlu’nun 5 yıla yaklaşan performansına bakıyoruz. İstanbul târihinin en başarılı belediye başkanlarından bir tânesi, belki de bir numarası. Aynı anda 10 tâne metro inşâ ediyor. Aynı anda 15 tâne yaşam vâdisi inşâ ediyor, vatandaşa dokunuyor, sosyal yardımları beş katına kadar artırmış. İşte, kütüphâneler, kreşler, yurtlar… hayâtın hangi alanına bakarsanız bakın, önceki bütün belediye başkanlarının performanslarından çok daha üstün bir performans ortaya koyuyor. Bunu bir sonuçta görüyor muyuz? Evet, görüyoruz. Bugün herhangi bir seçim olsa Ekrem İmamoğlu’na oy vereceğini söyleyen İstanbulluların oranı %62 civârında. Diyelim ki ittifak dağıldı, Kürt siyâseti başka bir aday çıkardı, İYİ Parti başka bir aday çıkardı, küçük partiler başka bir aday çıkardı; “O zaman ne olur?” diye de baktık. Sayın Kılıçdaroğlu görev başında olsaydı çok kafa kafaya iken, Sayın Özgür Özel’in görevli olduğu bir dönemde, Ekrem İmamoğlu, adayın kim olduğundan bağımsız olarak Cumhur İttifâkı adayının karşısında bu yarışa 5 puan kadar ileride başlayacağını görüyoruz. Dolayısıyla aslında bu yarışın nasıl yönetileceği bundan sonrasını çok belirleyecek. Tabiî bu yarışla berâber aslında sâdece İstanbul değil Türkiye’deki diğer illerin, İstanbul’daki ilçelerin de doğru yönetilmesi lâzım ve bunların hepsinin bir orkestrasyonla yönetilebilmesi lâzım. Net olarak kazanılan ilçe sayısını 20’ye çıkarmak gibi bir hedeften veya 25’e çıkarmak gibi hedeften bahsediyor işte. 39 ilçenin 14’ü Cumhuriyet Halk Partisi’nde, 1 tânesi MHP’de, diğerleri AK Parti’de. Dolayısıyla bu rakamın değişmesi ve aynen 23 Haziran sonuçları gibi bir sonucun çıkması lâzım. 23 Haziran’da ne olmuştu? Eğer 23 Haziran’da Türkiye’de YSK âdil bir karar verseydi, yani bütün seçimi iptal etseydi, 23 Haziran’da Cumhuriyet Halk Partisi 25 ilçeyi birden alıyordu ve İBB’de meclis çoğunluğunu elde ediyordu. Muhtemeldir ki bunlar sağlanabilir. Bunun için olması gereken şey şu — yine seçmenlerin sesine kurak verdiğimiz zaman seçmenler bize şöyle diyor: “Lütfen bana belediye belediyeciliği bilen isimler getir, lütfen bana genç isimler getir. Lütfen bana konuya odaklı isimler getir. Lütfen, bana yakın isimler getir; yani halka yakın isimler getir. Gidip de yetkiyi delegeden ya da parti genel merkezinden almasın, vatandaştan alsın” diyen bir ses duyuyoruz yaptığımız araştırmalardan. Dolayısıyla bu belediye başkan adaylarının seçim sürecinde, vatandaşın bu seslerine kulak verilirse, İstanbul’da 20 ilâ 25 civârında ilçede Cumhuriyet Halk Partisi kazanabilir. Türkiye’de de 200 küsur tâne olan belediye başkanlığı sayısını %50-%60 artırabilir. Dolayısıyla bütün bu iş için bence zaman var. Bütün Aralık ayı boyunca parti bunlara ilişkin doğru karar verebilirse, çeşitli il ve ilçelerde 2024 seçimlerinden Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye muhâlefeti ve Türkiye’de değişim isteyen seçmenler adına iyi sonuçlar bekleyebiliriz.

Burada tabiî hep konuştuk ama, tekrar sormama izin ver. Yerel seçimin önündeki en büyük engel son seçimde yaşanan büyük hezîmet. Şimdi, şu âna kadar yaşananlar o hezîmetten ayağa kalkmayı tam sağlamış gözükmüyor sanki.

Özkan: Doğru, gözükmüyor; ama dediğim gibi henüz iki hafta oldu. Özgür Özel’i bir lider olarak ve genel başkan olarak yeni görüyoruz. Toplum buna alışıyor ve Özgür Özel’in yüksek hitâbet gücü ve zekâsıyla aslında neler yapabildiğini gördük. Örneğin kurultaydaki konuşması öyleydi. Kurultayda, salondaki kendisine muhâlif insanlara ilişkin tepkisi muazzamdı meselâ; yani bu süper bir şeydi. Bunu ve buna benzer şeyleri gördükçe ve partinin giderek gençleştiğini gördükçe, bu seçmenler yeniden kazanılabilir, kazanılacaktır da diye düşünüyorum. Nitekim sayın Muharrem İnce’nin kaybettiği cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra, bu kadar olmasa bile benzeri bir kırgınlık yaşanmıştı. Ondan bir buçuk yıl sonra yapılan yerel seçimlerde, o târihte İstanbul’da aday olan Ekrem İmamoğlu ve Ankara’da aday olan Mansur Yavaş gibi profiller, seçmenin yeniden partiye ve muhâlefete dönmesini sağladılar. Burada ciddî köprüler kurdular. Bence doğru, genç ve iyi eğitilmiş, belediyeci isimlerden oluşacak bir aday kadrosu bu süreci hızlandırabilir. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi, diğer büyükşehir belediye başkanları gibi isimler bu süreci hızlandırabilir; ama yeni genel başkan Özgür Özel o irâdesiyle ve o enerjisiyle bütün bu süreçte çok önemli bir görev üstlenecektir diye düşünüyorum.

O zaman bir sonraki aşama 2028 olacak. Altın soru geliyor: Evet, 2028 cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’nin adayı Özgür Özel mi olacak, Ekrem İmamoğlu mu?

Özkan: Doğrusu çok zaman var. Bu zaman içerisinde hem Ekrem Bey’in hem Özgür Bey’in aralarındaki ilişki giderek güçlenecek ve bir yoldaş ilişkisine dönüşecek diye görüyorum ben ve bu ilişkiyle aslında taraflar gerektiğinde kimin kazanacağını anlarlarsa ve kimin açık ara kazanacağını görürlerse, birbirleri lehine fedâkârlık yaparlar diye düşünüyorum. Konuşmak için çok erken. Biraz önce söyledim ya: dâvâ, kadro ve lider. Bu üçlü, bu mekanizma doğru kurulursa buradan hatâlı olmayan sonuçlar üretilebilir ve hatâlı olmayan sonuçlar Türkiye toplumu beklentilerine uygun adayı ortaya koyar ve orada Türkiye demokrasisi iyi bir yere gidebilir diye düşünüyorum.

Evet, çok sağ ol Necati. Bayağı iyimsersin diyelim, sen objektif olduğunu da söyleyeceksin ama, sonuç olarak iyimser değerlendirmeler yaptın. Yani özellikle Muharrem İnce yenildikten bir buçuk sene sonra yerel seçimde bir zafer elde etmiş bir CHP’yi hatırlatmak da önemliydi. Dolayısıyla bu ölü toprağından bir silkinme başladığını ve önünün açık olduğunu söylüyorsun. Bakalım, göreceğiz.

Özkan: Tek bir cümle söyleyeceğim: Kurultaydan önce, etrâfımda kim varsa, hattâ benim âile fertlerim dâhil, bir daha oy kullanmayacaklarını ve bir daha CHP’ye oy vermeyeceklerini söylerken, şimdi etrâfımda kim varsa, “Evet, oldu, artık tekrar oy verebiliriz” diyor. Bu aslında optimist/iyimser olmak için bir tabanı bize sağlıyor. Veri de bunu destekliyor. Umarım daha iyisi olur.

Evet, Necati Özkan siyâsal iletişimci, siyâsal danışman ve Ekrem İmamoğlu’nun en yakınındaki isimlerden. CHP’deki değişimin nelere yol açabileceğini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.