Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Katar’ın gücü nereden geliyor?

1973 başında, Katar Emiri ülkedeki petrol kaynaklarının denetimini yeniden ele almaya başlar. TotalEnergies’nin atası olan CFP’nin yardımıyla Emirlik için sürekli bir zenginleşmenin kaynağıdır bu. O andan îtibâren Katar, nüfuz stratejisini sürdürme olanaklarına kavuşmuştur. Martine Orange’ın Mediapart’taki yazısını Haldun Bayrı çevirdi.

Katar Emiri’nin 4 Ocak 1973’te aldığı karar, petrol dünyası dışında hiç kimsenin dikkatini çekmez. Sâdece on sekiz ay önce Britanyalılar’dan bağımsızlığını îlân etmiş olan Katar, pek ilgi uyandırmamaktadır. Bu ufak ülke, dünyadaki enerji oyununda küçücük bir piyondur: Dünyadaki toplam petrol rezervlerinin zar zor %1,5’ini temsil etmesiyle, OPEC’teki en küçük petrol üreticisi ülkedir.

Bununla birlikte şimdi geriye dönüp bakıldığında, Katar Emiri’nin karârının ülkesinin geleceği için belirleyici olduğu görülmektedir: Emirliğin sıradışı gücünün temeline konan ilk harcı oluşturur ve hakîkî bağımsızlığının ilk günü gibi görülebilir. O gün, Katar’ın yepyeni ulusal petrol şirketi Qatar’s National Petroleum Company (QNPC), topraklarındaki petrolü çıkaran Shell’in yan kuruluşuna 71 milyon dolar ödeyerek %25’lik bir payla iştirâkini îlân eder.

© Fotomontaj Armel Baudet / Mediapart, AFP ve REA.

Katar’ın seçimi 1950’li yılların sonundan beri bütün petrol üreticisi ülkeleri çalkalayan büyük hareketin yansımasıdır: Hepsi Batılı büyükler karşısında kaynaklarının denetimini yeniden ele geçirmek ve kara altının sağladığı müthiş kârlardan “hak ettikleri payı” almak istemektedir. Tüm Arap dünyasına esin kaynağı olan milliyetçi hareketler bunu yerleşik iktidarlara karşı çıkışlarındaki baş talep hâline getirirler. Birkaç ay sonra, 1973’teki petrol şoku sırasında dile gelecektir bu.

Katar’ın Cezayir ya da Libya’da yürütülen devletleştirmelerle kıyaslanabilir bir sıçrama yapacak ne hırsı ne olanakları vardır. Emirlik, Suudî Enerji Bakanı Şeyh Ahmed Zeki Yamanî’nin petrol dünyasına hükmeden yedi grupla (Exxon, Mobil, SoCal, Texaco, Shell, BP, Gulf) Körfez ülkeleri adına yürüttüğü müzâkereler sonucunda varılan uzlaşmaya kesinlikle uyar. Hepsi ülkelerindeki faaliyetlere ortak olmayı ve bundan yararlanmayı talep etmektedir.

1970’li yılların başında, Arap Yarımadası ülkelerinin yıllık petrol geliri ancak 2,5 milyar dolardır; bunun da 1,2 milyarı sâdece Suudî Arabistan’a gitmektedir, artakalanı da diğerleri arasında paylaşılmaktadır. Matthieu Auzanneau’nun “Kara Altın” (Or noir , éditions La Découverte) adlı kitabında hatırlattığı gibi, talepleri açıktır: Ülkelerinde petrol çıkaran şirketlerin faaliyetlerinin en azından %20’sini derhal, 1982’ye kadar ise çoğunluğunu ele almak niyetindedirler.

1972 yılı boyunca sürdürülen zahmetli müzâkereler sonunda üretici ülkelerle büyük şirketler arasında varılan anlaşma aynı yılın Aralık ayında Riyad’da imzâlanır. Ocak 1973’te bunu ilk uygulamaya başlayan ülke Katar’dır. Zîra Katar Emiri Hamed bin Halife es-Sani (Katar 1968’den beri Sani Âilesi tarafından yönetilmektedir) bekleyemiyordur. Bu yönetici aşîret için, ülkenin bağımsızlığını korumak ve iktidarda kalabilmek maksadıyla, 1946’dan beri çıkarılan petrolün finans kaynaklarına erişim hayâtî bir siyâsî ve ekonomik âciliyet arz etmektedir.

Sürüden ayrılmak

Zîra Sani Aşîreti, sürüden ayrılıp bağımsızlığı kendi başlarına üstlenmeyi seçmişlerdir. Bahreyn’le çatışma hâlindeyken, özellikle sınırı paylaştığı güçlü komşusu Suudî Arabistan’ın vesâyetçi gölgesinden kaygı duyan Katar, Britanya himâyesinin bitişinden sonra 1968’de kurulmakta olan Birleşik Arap Emirlikleri federasyonundan (7 emirliği bir araya getiren) ayrılma karârı almıştır.

1 Eylül 1971’de, Emir Ahmed bin Ali es-Sani –altı ay sonra yeğeni Halife tarafından devrilecektir– Katar’ın bağımsızlığını îlân eder ve Katar Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edilir. Fakat mâlî kaynakları neredeyse hiç olmayan bir devlettir bu: Denetiminde olmayan petrol dışında, bu ülke uzun süre balıkçılık ve inci avcılığıyla geçimini sağlamıştır. ABD başta olmak üzere, çoğu zaman aynı analistleri kullanan büyük petrol şirketleri bu ülkenin bağımsızlık heveslerini ve Sani’lerin iktidârını pek takmamışlardır.

Gaddarca bastırılmış olsalar bile, milliyetçi hareketler 1960’lı yılların başından beri yörede ayaklanmalar çıkartmakta ve Sani’lerin “feodal” iktidârına karşı çıkmaktadır. Nüfûsun hayli bir bölümü –çoğunlukla göçebe– büyük şirketlerin ve petrol parasının gelişinin yol açtığı zorâki modernleşme tarafından itilip kakılmaktadır. 1970’ten îtibâren, Sani Âilesi, iktidarlarını üzerine oturttukları bu ahâliye güvenceler sağlamaktadır: En katı Vahhabilikten gelen geleneksel uygulamalar anayasaya girer ve ülkenin yasalarının temelini şerîat oluşturur.

Ama denge güvencesizdir. İktidarda tutunmak için, Sani Aşîreti zıtları birleştirmeyi deneyen bir yol haritası edinir: Bir yandan Batılı teknik ve ekonomik modellerden esinlenerek ülkeyi modernleştirirken, kültürel ve dinî geleneklerine sâdık kalmak. Bunun için para gerekir; ülkenin kalkınmasını yürütmek, muhâlifleri teskin etmek, kendine dostlar ve destekler bulmak için çok para gerekir.

Fransız Petrolleri Şirketi’nin (Compagnie française des pétroles) yardımı

Shell’in petrol faaliyetlerine ortak olmak, petrol sâhalarını araştırıp geliştirmek ve yeni keşfedilen sâhaları işletmek: Bu program Emir’e doğal olarak kendini dayatmaktadır. Bunun için insan kaynakları ve mâlî imkânlar gerekmektedir. Asıl dert ise Katar’ın bunlara sâhip olmamasıdır.

İran, Irak ya da Cezayir gibi büyük petrol ülkelerinden farklı olarak, Emirliğin elinde büyük petrol şirketleriyle anlaşmazlığa düşmeden onların yerini almayı sağlayacak mühendisler, teknisyenler, kadrolar, uzmanlar yoktur. Bunları ülkeye çekecek mâlî imkânları da yoktur: Ülkenin 1972’deki GSMH’si ancak 510 milyon dolardır. İmzâsı da uluslararası büyük kurumlar (IMF, Dünya Bankası) ve büyük bankalar nezdinde neredeyse hiç hükmündedir. Birkaç yıl önce, Total’in eski bir yöneticisi, “Katar Petrol Şirketi çok yeniydi, uzmanlığı ve kaynakları yoktu. Bu işe girişebilmesi için ona finansman ve know-how sağlayarak yardım ettik” diye anlatmıştı bana.

İki taraf da birbiriyle anlaşmak için yaratılmışlardır. Katar, Anglo-Sakson büyük şirketlerin tahakkümü altına düşmeden kendisine yardım edebilecek ortaklar ve destek arayışındadır. Compagnie française des pétroles ise –CFP, TotalEnergies’nin atası, Fransa’da Elf’in rakibi (Elf ise petrol faaliyetlerini özellikle Afrika’da sürdürmekte ve Fransa’nın Afrika’daki çıkarlarına göz kulak olmaktadır)– Britanyalılar ve Amerikalılar tarafından uzak tutulduğu Arap Yarımadası’ndaki varlığını güçlendirmek için bağımsızlık hareketlerinden yararlanma arayışındadır.

Büyük petrol şirketleri arasında en ufağı olan CFP diğer yedi büyük şirket tarafından dâima ihtiyatla, hattâ kuşkuyla karşılanmıştır. ABD nazarında, bağımsız tutum takınan Fransız iktidârının bir tetikçisi gibi görünmektedir — ki öyledir de. “Yedi kardeş şirket” nazarında CFP, muayyen bir ikiyüzlülük zannı da altındadır: Büyük petrol grupları arasında OPEC ülkelerinin petrol üretimini sınırlamak için vardıkları gizli anlaşmayı, dolayısıyla da para girişlerini İran Şahı’na haber vermekle de itham edilmektedir. Bu gizli anlaşmaların 1970’te ortaya çıkması, Şah’ı ve bütün petrol üreticisi ülkeleri hiddetlendirmiştir.

Özerklik iddiasındaki bir petrol grubuyla ortaklığa girme fikrinin, komşuları ve Anglo-Sakson dünya nazarında bağımsızlığını vurgulama arayışındaki Katar Emiri’ni cezbetmesi normaldir. CFP’nin örtülü desteği çok etkili olur. 1973 Yazı’yla birlikte, Fransa Katar’dan büyük miktarda petrol ithal etmeye başlar. 16 Aralık 1974’te, Valéry Giscard d’Estaing Katar Emirliği’yle ayrıcalıklı ilişkileri resmîleştirir: İki ülke arasında bir işbirliği antlaşması Élysée Sarayı’nda büyük bir tantanayla imzâlanır.

Uzun bir dizinin başlangıcı olacaktır bu. Katar ile Fransa ve TotalEnergies arasındaki bağların sarsılmazlığı elli sene boyunca ispatlanacaktır.

Katar Emiri Temim bin Hamed es-Sani (soldan ikinci) ve kardeşi Joaan bin Hamed bin Halife es-Sani (sağdan ikinci) Total Genel Müdürü Christophe de Margerie’nin Paris Saint-Sulpice Kilisesi’ndeki cenâze töreninde, 27 Ekim 2014. © Fotoğraf Stéphane De Sakutin / AFP

1973 yılı boyunca petrol dünyasındaki alt üst oluşların çok geçmeden Katar üzerinde de doğrudan tesirleri olur: Petrol fiyatlarının uçuşa geçmesiyle birlikte, diğer tüm petrol üreticisi ülkeler gibi Katar’ın da zenginliğinin artışına tanık olunur.

1973’te Emirlik o zamâna kadar hiç erişmediği bir üretim düzeyini yakalar: Günde 570 bin varil — bu düzeyi bir daha ancak 1997’de yakalayacaktır. GSMH’si o yıl 655 milyon dolara yükselir. 1974’te, petrol krizi ve ham petrol fiyatlarının uçuşa geçmesinden sonra, GSMH’si 2 milyar dolara sıçrar. 1978-1979’daki ikinci petrol krizi sırasında, GSMH’si 5,6 milyar dolara ulaşır. Emirliğin o zamâna kadar hiç görmediği bir kudrettir bu.

Ama ülkenin mâlî kaynakları arasında petrolün gerçek bir önemi olsa da (2000’li yılların ortasına kadar gelirlerinin %66’sını temsil edecektir), petrol dünyasında Emirliğin pek ağırlığı yoktur. Katar’ın göze batmasına yetmemektedir bu. Doğalgaz içinse durum tamâmen farklıdır: Katar, rezervleriyle, Rusya ve İran’ın ardından üçüncü ülkedir (dünya rezervlerinin %13,1’i).

Petrol dünyasında, doğalgaza, bâzen külfet getiren bir yan ürün gibi bakılmıştır dâima. Öyle ki bâzen, ham petrol araştırma-çıkarma faaliyetlerinde, petrol şirketleri bunu değerlendirmek yerine yakmayı bile tercih edebilmiştir. Petrolden farklı olarak, şu son yıllara kadar, ele geçirilmesi için jeopolitik çatışmalara ve savaşlara yol açmamıştır. Yıllarca çok düşük kalan fiyatı çok az değişmektedir — ki bu da kullanımının yaygınlaşmasını teşvik etmiştir.

Doğalgaza dayalı bir güç

1970 yılının başında, Katar’ın önünde her halükârda başka seçenek yoktur: Tüm kaynaklarını en iyi şekilde değerlendirmesi gerekmektedir. Doğalgaz kaynakları ise muazzamdır ve ayaklarının altındadır.

1972’de, Shell önemli bir keşifte bulunmuştur: North Dome (South Pars). Basra Körfezi’nde denizaltındaki önemli bir yataktır. Yavaş yavaş işletilmeye başlanır. Fakat 1979’da yapılan başka bir keşif Katar’ın nihâî olarak gaz dünyasına yönelmesine yol açacaktır: North Field. North Dome’u tamamlayan bu denizaltı yatağı Katar ile İran tarafından paylaşılmaktadır. 6000 kilometrekareyi aşan alanıyla dünyadaki en büyük doğalgaz yatağıdır. İşletme ritmine göre bu yatağın ömrünün 114 ilâ 200 yıl olacağı değerlendirilmektedir. Katar’ın kasasıdır bu.

Bu yeni yatağın geliştirilmesi için ilk incelemeler 1980 ilkbaharından beri Shell ve QatarGaz tarafından yürütülmektedir. “Katar hükûmetinin, Shell dâhil olmak üzere bununla ilgilenen şirketlerin farklı tekliflerini değerlendirmesini ve Ocak 1981’de karârını vermesini mümkün kılacaktır bu; 1981 sonundan îtibâren de çalışmalar başlayabilecektir” diye Washington’a mesaj gönderir Katar’daki Amerikan büyükelçisi.

Tahran’da İslâm Devrimi’nin başladığı sırada, Batılı ve öncelikle Amerikalı diplomatlar bu yeni doğalgaz sâhasının geleceğini büyük bir dikkatle gözlemektedirler. Washington Emirliğin petrol dünyasıyla eski bağlarını koruyacağına kanaat getirmiştir.

Bununla birlikte işler sürüncemede kalır. Üstelik doğalgazını dünyaya satmak maksadıyla Katar’ın sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) üretebilmek için başlı başına bir sınâî zincir geliştirmeye, bir veya birçok terminal inşâ etmeye, LNG tankerlerinden oluşan bir filoya ihtiyâcı vardır. 1984 sonunda, Qatar Liquefied Gas Company kurulur. Katar’ın ulusal petrol şirketi bunun %70’ini elinde tutmaktadır; bunun yanında, CFP-Total, BP ve Japon şirketleri Marubeni ile Mitsui, her biri %7,5 hisse sâhibidir. Ama BP çabucak projeden çekilerek Katarlıları Total ve iki Japon şirketiyle yalnız bırakacaktır.

1991’de, North Field faaliyete geçmeye başlar. İlk yüklemelerin istikameti Japonya ve Asya’dır. Bu görevini mâliye bakanlığıyla birlikte yürüten Katar Enerji Bakanı, Asya kıtasında, Güney Kore’de ve bilhassa Japonya’da, sanayi aktörlerine ve elektrik üreticilerine gaz teklifinde bulunmak için yoğun bir etkinliğe girişmiştir. Kesin bir başarıyla.

Her ne kadar Japonya’ya yapılan ilk teslimat Ocak 1991’deki Irak Savaşı’nın tam başladığı sırada da olsa –ki bu da Katar’a soğuk terler döktürecektir– akabinde Katar’da gazın gelişimi sürekli bir büyüme arz eder. 2000’li yıllardan îtibâren, ülkeye her yıl on milyarlarca dolar kazanma imkânı sağlayacaktır bu. O zamâna kadar küçücük bir petrol gücü olan Emirlik, doğalgaz dünyasının zirvesine oturur.

Bununla birlikte çözülmemiş bir soru kalmaktadır: Katar, North Field’i bütün bu yıllar boyunca İran’la bir sürtüşme yaşamadan nasıl işletebilmiştir? Kâğıt üzerinde, bu paylaşılan yatağın işletilmesinin çatışmaya yol açması için tüm unsurlar bir araya gelmiştir. İki rejim resmî olarak hasım cephelerde yer almaktadır. 1990’lı yıllardaki Batılı yaptırımlar sağanağından beri, Tahran akaryakıtlarını serbestçe satamamaktadır artık; oysa Katar engelsiz bir biçimde yatağı işletmeyi sürdürmektedir. Son olarak da, her şeyin denizaltında olduğu bir durumda, kaynakların paylaşımının iki ülke arasında sağlandığından nasıl emin olunabilir?

İki ülke arasında ihtilâf çıkmışsa da, kamuya hiçbir zaman açıklanmamıştır. Hattâ Katar, sık sık Batılı yaptırımlara karşı çıkmak için İran rejiminin sözcülüğünü üstlenmiştir. Kimileri Katar’ın herkesle konuşabilme kapasitesini öne çıkarmaktadır. Başkaları ise iki ülke arasında bâzı gizli anlaşmalar olduğunu zannına varmaktadır. Başta Riyad olmak üzere kimi Arap başkentlerindeki yaygın şüphe budur. Para, ilişkilerde güçlü bir kayganlaştırıcıdır…

Kesintisiz bir zenginlik artışı

Batı’daki ekonomik krizlere ve petrol şoklarına bağlı birkaç çalkantı yaşasa da, şu son elli yıl boyunca Katar’daki zenginlik birikimi sâbit biçimde artmaktadır. 1973’te ancak 500 milyon dolar olan GSMH’sı 2001’de 10 milyarı aşmıştır. 2022’de 237 milyar dolara varmıştır. GSMH’dan kişi başına düşen pay dünyanın en yükseklerindendir: Kişi başına 83 900 dolar. Bu kudretin dağılımı eşitsiz olduğu için yine de göreceleştirmek gereken rakamlardır bunlar.

Ülke topraklarında yaşayan nüfus 2,8 milyona ulaşsa da, ülkenin zenginliklerine erişimi olanlar sâdece 300 bin Katarlı’dır. Bütün diğerleri yabancı işgücüdür, kimisi enerji ve finans sektöründe çalışmakta, ama çoğunluğu inşaat, ev işleri ve diğer hizmetleri temin etmektedir. Çoğunun hakları yoktur, Dünya Kupası’nın şantiyelerinde yürütülen çok sayıda araştırmanın belgeledikleri gibi bâzen yarı-kölelik durumundadırlar.

Bütün diğer petrol ülkeleri gibi Katar da petrol ve doğalgaz gelirlerinin yeniden işleme sokulması sorunuyla karşı karşıyadır. Sürmeyeceği belli olan bu kudret, ülkenin geleceğini sağlama almak için nasıl kullanılmalıdır?

Sani’lerin serveti

Emirliğin mâliyesiyle ülkeyi yöneten âilenin mâliyesi arasında dâima muayyen bir karışıklık olmuştur; bu bakımdan Katar da diğer petrol monarşilerinden farklı değildir. Petrol ve doğalgaz gelirlerinin paylaşım kuralları hiç berrak değildir.

Kesin olan tek şey vardır: Başta Emir’in kendisi olmak üzere, Sani Aşîreti –geniş anlamıyla– bundan en çok istifâde edenlerdir. İktidarda birbirini izleyen herkes muazzam zengindir. Hiçbir şey onlara direnememektedir. “Harrod’s’ı satın aldım” (Londra’daki büyük lüks mağazası) diyerek sevincini belli etmekten kaçınamaz Katar Emiri; eski sömürgeci güç karşısında bir rövanş gibi görmektedir bunu. Karısı ise Le Printemps mağazasını alacaktır. Özel konakları, şatoları, atları ve bir sürü ustanın resimlerini saymıyoruz bile.

Ama hüküm süren âile, iktidârını korumak istiyorsa paylaşması gerektiğini de bilmektedir. 1995’te, Hamed bin Halife es-Sani, babasının yurtdışına bir seyâhatinden yararlanarak, ve onu “vahim mâlî sapmalar”la suçlayarak görevden alır. Ve aşîretin rızâsıyla yerine geçer.

İktidâra gelir gelmez, yeni Emir iktidârın katılık yanlısı tahakkümünü biraz gevşetir. Anayasa’yı değiştirir ve kamusal özgürlüklere birazcık daha fazla yer verir, eğitimi ve üniversiteleri geliştirme niyetindedir. Doha’nın Abu Dabi’yle rekabete girmek istediği dönemdir bu. Başkent fütürist kentsel projelere atılır; iş merkezi ve finans merkeziyle, ski pistleriyle –gölgede 50 °C olmasına rağmen– dünyanın en yüksek binâlarını inşâ etme yarışına girer.

Petrol ve doğalgaz gelirlerinin yeniden işleme sokulması

Emir ülkesini modernleştirme niyetindedir de. Petrol ve doğalgaz kaynaklarından yararlanan Katar, enerji oburu (énergivore) sanayilerin (gübre, petrokimya, çimento) yerleşmesini daha önceden kolaylaştırmıştır. Ama Şeyh Hamed fazlasını ister. Geleceğin Katar’ının temellerini atmak ister.

2005’te, Emir’in ve başbakanının yüksek gözetiminde bir vakıf kurar: Qatar Investment Authority (QIA). Bunun hedefi, petrol ve doğalgazdan gelen parayı, ülkeye devirli biçimde gelir sağlayan emin yatırımlarda kullanmaktır.

QIA’nın ilk yatırımlarından biri, 2006’da, EADS’nin (daha sonra Airbus adını alan) ilk hissedarı Lagardère grubuna yapılır. Arnaud Lagardère’e çok yakın olan Nicolas Sarkozy bu dosyada araya girdiğini söylemektedir. Akabinde de dâima Katar’ın aracılarından ve dostlarından biri gibi davranacaktır. Nicolas Sarkozy iktidâra gelir gelmez Katar’ın Fransa’daki bütün yatırımlarına tam bir vergi muâfiyeti getirir. Çok çıkara dayalı bir ilişkinin sâdece görünen yüzüdür bu. Daha sonra, Futbol Dünya Kupası organizasyonunun Katar’a verilmesinde ne kadar belirleyici bir rol oynadığı keşfedilecektir.

Ama Katar’ın vakfının hakîkî tahta geçişi 2008’deki mâlî krizle gerçekleşir. Eylül ayında Lehman Brothers’ın çöküşü umûmî bir paniğe yol açar. Diğer bankalar da çöküş tehlikesiyle karşı karşıyadır, dünya finans sistemi sallantıdadır. En önemli Britanya bankalarından Barclay’s canının derdine düşmüşken, QIA onun yardımına gelmeyi kabul eder ve banka yöneticilerini isteğiyle, şeffaflığı hayli kuşkulu koşullarda bankanın hissedarlarına katılır. Bu işlem akabinde bir adlî soruşturmaya mahal verecektir. Ama Barclay’s yöneticileri için işin özü başkadır: Banka devletleştirilmekten kurtulur.

Katar Fonu’nun müdâhalesi gözlerden kaçmaz. Ağırlıklı bir yatırımcı olarak görülmektedir artık. Her taraftan dâvetler alır; mâlî ve/ya da siyâsî çıkarlarına göre dosyaları kendi seçebilmektedir artık. Fransa’da, Vinci’nin en büyük hissedârı hâline gelir; TotalEnergies’deki payını artırır, LVMH ile bir ortaklığa girer ve PSG kulübünü satın alır…

Sayısız gayrimenkul ve lüks otel yatırımı dışında, QIA’nın Volkswagen, Porsche ve iflâsına kadar Crédit Suisse’de iştirakları olur. Artık tercihleri, finans dünyası tarafından geleceğin sektörleri telakkî edilen dijital, yapay zekâ ve sağlık sektörlerine yönelmiştir.

450 milyar doları aşan bir varlığı idâre eden QIA en büyük fon değildir. Ama Katar’ın nüfuz stratejisinde etkin bir rol oynamaktadır.

Emirliğin ve elçilerinin dâvâlarını savunmak için yolsuzluğun eski yöntemlerine başvurarak vicdanları ve iktidarları satın almasına engel olmamaktadır bu. Qatargate Skandalı bunun en son örneğidir.

Katar’ın hizâya sokulması

“Bizim bağımsızlığımızdan hoşlanmıyorlar. Bir tehdit gibi görüyorlar bizi.” 2013’te Emirliğin başında babasının yerine geçen Temim bin Hamed es-Sani, 2017 yazında komşularına karşı hissettiği burukluğu ifâde etmekten alamıyordur kendini.

Suudî Veliaht-Prensi Muhammed bin Selman’ın ve Birleşik Arap Emirlikleri Emiri Muhammed bin Zayed’in baskısı ve Donald Trump’ın desteğiyle, Arap Yarımadası ülkeleri (Suudî Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Yemen) ve Mısır, Katar iktidarına sıkı bir darbe vurmaya kararlıdırlar: 5 Haziran 2017’de Katar üzerinde tam bir ambargo (kara, hava, deniz) karârı alırlar. Tüm ilişkiler ve alışverişler kesilir. Al Jazeera kanalı ve internet siteleri bu ülkelerde askıya alınır. Hedef: Ortak çizgiye aykırı bir diplomasi yürüten Emirliği hizâya sokmaktır.

Katar’ın İran’la, Suudî Arabistan’ın bu yeminli düşmanıyla hayli muğlak ilişkileri konusunda komşuları onu epey zamandır kınamaktadır. Kimileri bölgedeki birçok dâvâda Tahran’ın bağlantı noktası olmasından kuşkulanmaktadır. Ama bu şikâyetler yıllar geçtikçe artmıştır. Katar’ın açık açık Müslüman Kardeşler’i desteklemesi, Doha’da bir sığınak bulan Hamas’la ilişkileri, Libya’da El Kaide’ye bağlı isyancılara gizli ödemeleri ve Riyad ile komşularının savunduğu çıkarların tam zıddındaki başka tutumları da kınanmaktadır.

Bütün bunlara bir de, açığa vurulması daha zor olan başka sitemler eklenmektedir. Katar’ın nüfuz stratejisi komşularının çoğunu rahatsız etmektedir. Onların gözünde Al Jazeera dosyası özellikle ağırdır. 1996’da kurulan bu kanal, 2001’den beri Arap dünyasında en çok izlenen kanal hâline gelmiştir. Tüm bölgede mevcut olup, yerleşik rejimlerin muhâlifleri de dâhil olmak üzere herkese, Hamas’a, Müslüman Kardeşler’e söz hakkı tanıyan bu kanalın gücünü 2011’deki Arap Baharı sırasında bütün komşuları ölçebilmişlerdir: Kanal tüm bir bölgenin sözcüsü olmuştur.

Doha, ayrı bir statü

Riyad ve Abu Dabi’nin gözünde, Doha’yı nedâmet getirmeye zorlamaları için yeterli nedenlerdir bunlar. İki taraf arasındaki gerginlikler durmaksızın artar. 2018’de Katar OPEC’ten ayrılma karârı alır. Suudî Arabistan ise tüm spor sitelerini ve BeIn Sports kanalını yasaklar.

Fakat rakiplerinin beklentilerinin aksine, Emirlik boyun eğmez. Mart 2018’de, IMF’nin yayınladığı bir araştırmada, komşularının koyduğu ambargonun, gıda tedârikindeki kesintilere rağmen Katar ekonomisi üzerinde ancak “geçici bir etki” yaratmış olduğu görülmektedir. Emirlik artık bağımsızlığını ve özerkliğini vurgulayacak kadar güçlenmiştir.

Çatışma gizlice tatlıya bağlanacaktır. Kuveyt’in arabuluculuğuyla, Suudî Arabistan Ocak 2021’de hava sâhasını ve sınırlarını tekrar açmayı kabul eder. Diğer tüm ülkeler de onu izler. Bunun karşılığında Katar, Al Jazeera’da Suudî monarşisine yöneltilen eleştirileri ölçülü tutmayı taahhüt eder.

Artık, Riyad ve diğerleri Katar’ı da hesaplarına dâhil etmek zorundadır. İsrail ile Hamas arasındaki savaş, Doha’nın kazanmış olduğu ayrı statüyü teyit etmiştir. İsrail’le uzun zamâna dayalı ilişkileri olan, Hamas yöneticilerini koruyan ve İran’la kesintisiz diyalog içindeki Emirlik, savaşı durdurmak için yapılan müzâkerelerin merkezinde yer alır. “Herkesle konuşuyor” diye tespit etmektedir Washington.

7 Ekim katliamından sonra Hamas’ın elindeki İsrailli rehînelerin bir kısmının serbest bırakılmasını, Filistinli mahpusların salınması karşılığında temin etmiş olsa da, diğer arabulucular gibi Katar da, Gazze’nin İsrail ordusu tarafından benzeri görülmemiş yıkımını ve sâkinlerinin bir kısmının yok edilmesini engelleyememiştir.

Kadim dost TotalEnergies

Son on sekiz ayda Katar’ın yükselişini sürdürdüğü bir başka alan vardır: Enerji. Ukrayna’nın Rusya istîlâsına uğraması ve tüm Rus ihrâcâtının Batı yaptırımlarına mâruz kalması, doğalgaz âleminde tüm kartları yeniden karmıştır. Bugüne kadar sâhip olmadığı bir jeopolitik boyut kazanmıştır. Avrupa Rus gazına bağımlılığını keşfetmiştir; oysa enerji piyasalarının liberalleşmesinden beri bu enerji, referans unsuru mertebesine çıkarılmıştı.

Katar dünya çapında doğalgazın vaktinin geleceği üzerine bahse girmişti. Dünyanın en önemli gaz sıvılaştırma sınâî donanımını kurmuştu. Artık hedefe ulaşmıştır.

Birbiri ardına tüm Avrupa ülkeleri, Rusya gazı yerine, tedârik için Doha’nın yolunu tutmuşlardır. Köşeye sıkıştıklarından, şimdiye kadar Katar’ın dayattığı ve fosil enerjilerden çıkma vaatlerine aykırı olduğu için reddettikleri tüm koşulları kabul etmişlerdir. Katar’ın dayattığı gibi, çok uzun vâdeli tedârik anlaşmaları imzâlamışlardır. “Gaz yataklarına müstakbel yatırımların teyidi için zorunlu taahhütler” diye açıklamıştır bunu Doha.

Tüm bu temînatlarla eli güçlenen Katar, geleceğini güvence altına almış durumdadır: Tüm petrol üreticisi ülkeler gibi onun için de fosil enerjilerden çıkış hemen yarın olacak bir iş değildir. İklimdeki bozulmalara karşı mücâdele hedefleri ne olursa olsun.

Programa alınan yeni doğalgaz keşif ve geliştirme çalışmaları vardır. TotalEnergies ile olan târihî bağlar her zamankinden sağlam görünmektedir. 2022’de, bu petrol grubu North Field yatağının bir diğer kısmının işletilmesine bağlı olarak GNL’nin geliştirilmesi için yeni bir sözleşme imzalayarak birinci ortak rolünü sağlamlaştırmıştır. Ekim 2023’te, Fransa için yirmi yedi yıllık bir tedârik anlaşmasını GNL’le bu grup imzâlamıştır. 1973’te başlayan uzun öykünün sonu pek yakında gelecek gibi görünmüyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.