Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yorumladı: Yurtiçi ve özellikle yurtdışındaki Fethullahçılar’ın dikkatine…

Ruşen Çakır, Fethullah Gülen ve örgütünün geçmişten bugüne Türkiye’de varoluşlarını, yapılanmalarını, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile işlerinden edilen ve mağdur olan ailelerin yaşadıklarını hatırlatarak, yurtiçi ve yurtdışındaki Fethullahçılar’a seslendi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Bugün ikinci kez karşınızdayım. Bu fazlasıyla kişisel bir yayın olabilir; ama bir merâmım var, anlatmak istiyorum. Ve başlıkta da gördüğünüz gibi yurt içinde ve özellikle de yurt dışında yaşayan Fethullahçılara bir şeyler söylemek istiyorum. Eskiden bunlar açık mektup olurdu, yazılı yapardık. Hattâ benim yıllar önce Fethullah Gülen’e bir açık mektup yazmışlığım vardır. Tabiî ki bir cevap alamadım. Bunu bir tür açık mektup olarak görün, videolu bir açık mektup olarak görün. Neden böyle bir şey yapıyorum? Aslında özellikle darbe girişiminden sonra sık sık ele aldığım bir konudan bir kere daha bahsetmek istiyorum. O da Fethullahçılığın Türkiye’ye ettiği kötülükler, bir bütün olarak ülkeye ettiği kötülükler, bir de özel olarak da kendilerine inanan insanlara ettikleri kötülükler ya da insanların mağdûriyet yaşamalarına neden olmaları ve onları yapayalnız bırakmaları. Neden bunu söylüyorum? Geçen hafta cuma günü Levent Mazılıgüney’le bir yayın yaptım Türkiye’nin KHK’lılar sorunu üzerine. Binlerce kişi var. 7 yıl oldu, 8 yıla giriyor. Darbe girişiminin ardından değişik devlet kurumlarından atıldılar; kimileri gözaltına alındı, tutuklandı, ama büyük bir kısmı herhangi bir yargılama olmadan atıldılar. OHAL Komisyonu’na gidenlerin büyük bir kısmının da başvurusu reddedildi ve bu kişiler âileleriyle birlikte tam anlamıyla mağdur edildiler. Pasaport verilmedi, başka yerlerde çalışmalarının, tabiî ki özel sektörde çalışmalarının da önüne doğrudan ya da dolaylı setler çekildi. Özellikle Anadolu’da yaşayanlar tecrit edildiler. Bâzıları âileleri de kendilerine bir tür vebalı gibi yaklaşmaktan korktu. Bu, Türkiye’nin çok can alıcı bir sorunu olarak karşımızda duruyor, yaşıyoruz. Ve Mazılıgüney de aslen bir mühendis, ama daha sonra hukuk okuyor ve kendisi de ordudan KHK ile uzaklaştırılmış bir isim. Avukatlık yapıyor ve bu konuda uzmanlaşıyor. Öteden beri bildiğim, çalışmalarını tâkip ettiğim birisi. Sonunda stüdyoda kapsamlı bir yayın yaptık. Çok ilgi gördü. Tabiî ki ilgi esas olarak KHK’lılar tarafından gösterildi. Bunun bâzı bölümlerini sosyal medya üzerinden paylaştılar, içlerini döktüler, teşekkür ettiler Levent Bey’e ve arada bana da teşekkür ettiler. Hattâ böylece KHK meselesinde umutlandılar. Bu kadar açık ve net bir şekilde, kapsamlı bir şekilde ele alınmasının bu konuda iyiye bir işâret olduğu şeklinde de yorumlar yaptılar. Sonuçta bizim gazeteci olarak üstümüze düşen bu. Böyle önemli olan bu konuyu zâten değişik vesîlelerle Medyascope olarak ve ben de değişik vesîlelerle dile getirdim; Ömer Faruk Gergerlioğlu bir siyâsetçi olarak bu konunun tâkipçisi; değişik şekillerde değişik zamanlarda kendisiyle yaptığımız yayınlarda da bunu konuştuk. Aslında sonuçta gazeteci olarak bizim içimize sinen ve mağdurlarla yakınlarının da hoşuna giden bir şey oldu. Fakat arada tabiî –“Fethullahçılık böyle bir şey” diyorum– rahatsız olanlar oldu. Nasıl rahatsız oluyorlar? Çünkü bu çok önemli bir konu ve birinci derecede sorumlusu kendileri. Tamam, devlet bunu yaptı, hükûmet yaptı vs.; ama buna o zemini, o meşrûiyeti, devlete bunu yapma meşrûiyetini bizzat Fethullah Gülen’in kendisi ve onun yanındaki, benim “sivil olmayan kanat” dediğim, Fethullahçılığın devlet içerisindeki, ordu içerisindeki, istihbârat, yargı vs.’deki o yapılanması, paralel devlet yapılanması yol açtı. Bizzat kendileri bu olayın yaşanmasının temellerini attılar. Darbede başarılı olacaklarını düşündüler, olmadılar, çok şükür olmadılar ve ondan sonra da bu darbenin aslında kendileri tarafından tezgâhlanmadığını, bunun bir kumpas olduğunu vs. söylemeye çalıştılar ve bütün güçlerini bunu anlatmaya ayırdılar. Ama nedense, ilginçtir, darbenin hemen öncesinde ve hemen sonrasında birtakım üst düzey isimlerin yurt dışına nasıl gitmiş olduğu konusuna da hiçbir şekilde değinmediler. Bugün baktığımız zaman, Fethullahçılığın özellikle kamuoyunda üst düzey ismi olarak bilinen isimlerin büyük bir kısmının yurt dışında olduğunu, bir kısmının îtirafçı olduğunu –ki onlar ayrı bir vaka, onları artık daha fazla muhâtap almak istemiyorum–, çok azının, tabiî darbeye ordudan karışanlar dışındaki geri kalanlardan çok azının tutuklandığını, hapse atıldığını biliyoruz. Çünkü büyük bir kısmı kaçtı. Ama kaçmayan, kaçmayı düşünmeyen, kaçacak bir şey olduğunu da düşünmeyen insanlar vardı; işte, bir Bank Asya’ya para yatırdığı için ya da Fethullahçıların yasal birtakım derneklerine, sendikalarına üye oldukları için ya da Zaman gazetesi başta olmak üzere birtakım yayın organlarına abone oldukları için vs. kendilerini işsiz, bâzıları cezâevinde buldular. Bu önemli bir insan hakları sorunudur ve bu insan hakları sorunu dünyanın her yerinde olduğu gibi öncelikle bu olaydan mağdur olanlar tarafından gündeme getirilir, taşınır, örgütlenir. Fethullahçılar sivil hayatta çok örgütlü olmalarına rağmen bir sivil toplum perspektifine sâhip olmadıkları için, bütün örgütlenmelerinin, sendika, dernek vs. gibi şeylerin aslında hiçbirisi bir sivil toplum perspektifiyle inşâ edilmediği için, bu olay karşısında resmen ne yapacaklarını şaşırdılar ve sivil alanda örgütlenemediler, örgütlenmediler. Sorsanız, hukuku, devletin baskısını vs. gerekçe gösterirler; ama öyle değil. Türkiye’de, örneğin özellikle sol hareket ve Kürt hareketi en zor zamanlarda bile yasal alanlarda, insan hakları konusunda örgütlenebilmiştir. Ama burada devlete itaat ve devleti içeriden ele geçirme perspektifiyle giden bir hareket olduğu için, devlet karşısında düştükleri bu zor durumda ne yapacaklarını bilemediler. Burada tek tek bireylerin hiçbir kabahati, kusuru yok; çünkü onların bir kısmı en azından Fethullah Gülen’in bir şekilde durumu toparlayacağını düşündü. Uzun bir süre böyle kandırdılar insanları. Bunun, darbe sonrası dönemin kısa geçeceğini ve tekrar toparlanacaklarını söylediler, böyle yürüdüler, böyle devam etmeye çalıştılar. Ama bakıldı ki Fethullahçılık, ağırlıkla yurt dışında olan bir hareket olarak kaldı. Yurt içerisindeki toparlanma çabaları devlet tarafından ânında engellendi ve tamâmen kendini korumaya yönelik bir harekete dönüşüp insanları kendi kaderleriyle baş başa bıraktı. Aslında baş başa bırakmakla da kalmadı; onların mağdûriyeti üzerinden kendilerine bir propaganda alanı çizmeye çalıştılar. Yani bu yurt dışında yapılan tek tük –ki onların sayısı da giderek azalıyor, büyük ölçüde bir yenilgi havası var gördüğüm kadarıyla Fethullahçılıkta– sesleri daha az çıkıyor ve mecbûren birtakım şeyleri sürdürüyorlar — ki bu bence kötü bir şey değil. Ve oralarda da bu insanların mağdûriyetini kullanmak istiyorlar, kullanıyorlar da. Ama ne kadar etkili oluyor? Benim gördüğüm kadarıyla artık Türkiye’deki mağdurların büyük bir kısmı orayla ilgilerini –mânen ve maddeten diyeyim– kesmiş durumda. Herkes kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyor, böyle bir realite var. Yani sonuçta Fethullahçılar tüm Türkiye’ye, ama özel olarak da kendilerine inanan, kendilerine sempatiyle bakan insanlara çok büyük bir kötülük yaptılar. 

İşte böyle bir yerde, kendilerinin sâhip çıkmadığı bir olayda bu konunun dile getirilmesi, benim gibi birisi tarafından dile getiriliyor olması onları çok ciddî bir şekilde rahatsız ediyor. Dayanamayıp seslenenler var. Açık kimlikleriyle seslenenler var. Neden bunu yapıyorlar? Çünkü ben başından îtibâren Fethullahçılık konusunu çalışan, bu konuda çalışmış; daha 1990’da çıkan Âyet ve Slogan kitabımda çok güçlü bir bölüm vardır Fethullahçılık üzerine. Askerî okullara sızmaları ilk haber yapan Nokta dergisindeki gazetecilerden birisiyim. Böyle bir, bana öteden beri güvenmeyen –ki haklılar güvenmemekte; çünkü onların medyada, akademide vs.de çok sayıda insanı kandırdığını, kullandıklarını biliyoruz; hattâ bâzıları, sonra kendilerini “kullanışlı aptal” olarak tanımladılar ve pişmanlıklarını dile getirdiler–, o tornaya girmeyen birisi olduğum için beni sevmezler — ki bu da benim için bir övünçtür. Fethullah Gülen’in dâvâ dosyasına giren, iddianâmeye giren el yazısı notlarında da kötü birisi olarak, “Hizmet Hareketi’nin en büyük düşmanı” olarak îlân edilmiş birisiyim. Dolayısıyla benim gibi birisinin kendilerinin yalnız bıraktığı, sırtlarından propaganda yapmaktan başka bir şey yapmadığı insanların sesini duyurmalarına yardımcı olmam onları çok ciddî bir şekilde rahatsız ediyor. Bu iyi bir şey. Yani rahatsız olmaları iyi bir şey. İşte bu onlara söylediğim, yurt içinde de var tabiî ki hâlâ; ama esas olarak yurt dışında olanlara şunu söylemek istiyorum: Siz sâhip çıkmıyorsunuz diye insanların bu yaşadıkları mağdûriyetler sâhipsiz kalmaz. İllâki birileri buna bir insanlık görevi olarak bakarlar. Siz kendinizden başka kimseye, hattâ kendi insanlarınıza bile sâhip çıkmayan, onların haklarını bile savunmayan insanlar olabilirsiniz; ama bâzı insanlar tamâmen sâdece kendi bulundukları topluluğun, etnisitenin, inancın değil; herkesin hakkını, hukukunu diğerkâm bir şekilde, yani başkasını, ötekiyi önemseyerek, onları gözeterek davranabilir. Bu da size bir ders olsun. Şu âna kadar bu konuda çalışan birisi olarak Fethullahçıların, Allah için, kendileri gibi olmayan insanlar hakkında iyi bir şey yaptığına tanık olmuş değilim. Bir zamanlar yaptıkları “dinler arası diyalog” vs. de tamâmen bir aldatmaydı. Aslında başka dinden olan insanlara hiç de öyle sempatiyle filan baktıkları yoktur, özellikle Fethullah Gülen’in. Ama bunu –hani çok kullanılan tâbirle– bir takiye gibi yaptıklarını düşünüyorum ve biliyorum. Sonuçta birileri kalkar, pekâlâ Fethullahçılıkla ilişkisi olmuş da olsa birtakım insanların haklarını, hukuklarını, kanun önünde herkesin eşit olduğunu ve yasası olmayan, kanunu olmayan suç olmadığını, bankaya para yatırmanın, yok işte bir sendikaya, zamânında yasal olan sendikaya üye olmanın bir suçlama nedeni olmayacağını birileri söyler. Siz yapmazsınız, ama yapanlar olur. Dolayısıyla kızmakta haklısınız; ama buradan bir ders çıkartın. Bu saatten sonra herhangi bir ders çıkartacağınızı da sanmıyorum. Yok olmaya mahkûmsunuz. Tekrar bir şekilde var kalacağınızı düşünüyorsunuz. Tekrar geri dönüp, tekrar eskisi gibi olacağınızı düşünüyorsunuz. Olmayacak. Türkiye hiç de iyi bir yere gitmedi darbe girişiminden sonra. Bunun da birinci derecede sorumlusu sizsiniz. Ama iyi bir yere gitmedi diye, Türkiye çok daha kötü bir yere geldi, çok daha demokrasiden, hukuk devletinden uzaklaştı diye kimse sizi özlemiyor. Böyle düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bütün bunların ardında sizin parmağınızı, sizin yapıp ettiklerinizi insanlar çok iyi görüyorlar. Bence bir an önce bu işe son verin ve herkesi salın, bâri kendi başının çâresine baksın. Tıpkı Türkiye’de mağdur olmalarına çok ciddî bir şekilde neden olduğunuz insanlar gibi, herkes ne yapacağı varsa, kendi ayakları üzerinde durabildiği kadar dursun. Aksi takdirde bu kandırmacayla, Pensilvanya vs. ile şununla bununla insanların hâlâ az da olsa kalan umûdunu sömürüp, onların sırtından varlığınızı sürdürmeye çalışmayın. Sonuçta Türkiye’ye yıllar sonra da olsa bir hayrınız olsun. 

Bitirken, Medyascope’a desteklerinizi ricâ ediyorum. YouTube’da “katıl” butonundan ya da Patreon’dan bize destek olabilirsiniz. Ancak bu takdirde, sizlerin desteğiyle bağımsız bir şekilde, kimseden çekinmeden herkesin hakkını, hukukunu savunma imkânı yakalayabiliriz. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.