Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cana Tülüş Türk yazdı: İnsanın dünyaya yabancılaşması üzerine

Ülke olarak şehit haberleri dışında ortaklaştığımız manşetler neredeyse yok denecek kadar az. Neyse ki, geçtiğimiz hafta ortak bir paydada buluşabildiğimiz bir gelişme vardı; “Türkiye’nin ilk uzay yolcusu Alper Gezeravcı SpaceX’in Falcon 9 roketiyle Uluslararası Uzay İstasyonu’na doğru yola çıktı.” “Neden gitti?”, “ilk cümlesi neydi?” tartışmalarıyla örtüşen fikir birliğimiz son bulsa da milletçe kendisini alkışladık. “Yolcu uçağının 30 katı” hızda ve yine “yolcu uçağının 35 katı” yükseklikteki uzay aracının camından çektiği dünya görüntülerini Gezeravcı’nın sosyal medya paylaşımlarından milyon kez izledik. Bu arada, “İstikbal göklerdedir” derken Atatürk uzayı mı kastetmişti acaba? Neyse, sorularımla kutuplaşmaya bir de ben eklemlenmeyeyim.

Gezeravcı’nın paylaştığı ve uzay aracının camından gördüğümüz dünyanın videosunu izlerken şunu düşündüm: “Uzay aracının penceresinden dünya demek böyle; peki biz “dünyalılar” evlerimizin penceresinden baktığımızda dünyamızı nasıl görüyoruz?” Ya da neleri görmeyi yeğliyoruz? Coğrafyamızdaki yangın ve depremleri, çatışmaları, ay sonunu zor getirir hale gelen cüzdanımızdaki krizi, kategori etmeyi bu cümleye sığdıramayacağım hak ve özgürlük ihlallerini izlemekten öteye ne kadar geçebiliyoruz? Tüm bu sorunları ülkece ve dünyaca yaşarken, aktif vatandaş olmayı seçmeyi ve sorunları tartışmayı bir kenara bırakıp neden dünyadan çıkışa ya da kaçışa alkış tutuyoruz Bu sorunun birden fazla yanıtı vardır ancak gelin sizle yaklaşık 60 yıl geriye gidip en azından bu durumu sorgulamanın yollarını arayalım.

1958 tarihinde yayımlanan İnsanlık Durumu’nda Hannah Arendt’in değindiği birçok önemli başlıktan birisi, modernite ile insanın dünyaya yabancılaşması üzerinedir. Kavram olarak yabancılaşma, bir şeyin kendi eylemiyle, eskiden kendisine ait olan başka bir şeyden ayrıldığı, böylece bu diğer şeyin kendi kendine yeterli hale geldiği ve asıl sahibine karşı döndüğü bir durum olarak tanımlanıyor. Arendt’ten önce yabancılaşma fikrini, Hıristiyanlığın ilk günah doktrinine ve Rousseau’ya kadar götürebiliyoruz, dahası Hegel, Feuerbach ve tabi ki Marx, sonrasında Marx etkisi ile Lukács ve Frankfurt Okulu yabancılaşmayı kullanıyor.

Arendt ise, Sputnik imgesi üzerinden yabancılaşmayı tanımlıyor. Sputnik, Sovyetler Birliği’nin Ekim 1957’de uzaya fırlattığı insan yapımı ilk uydu. Bilim insanları bu gelişmeyi insan başarısında yeni bir dönemi temsil ettiğini düşünüyormuş. Bizim bu haftaki durumumuza benzer şekilde o zaman da insanlar uzayla ilgili tüm gelişmeleri alkışlarla ve sevinçle karşılamışlar. Arendt der ki, herkes insanlığın uzaya çıkışından mutludur. Fakat hem Sputnik’in fırlatılmasını hem de insanların uzaya çıkıştaki bu mutluluğunu sorunlu görür çünkü ona göre insan dediğiniz varlık dünyaya bağlıdır ve dünya ile anlam kazanır. Çünkü “Dünya, insanlık durumunun özüdür (The Earth is the very quintessence of the human condition).”1 İnsan dünyada özgürce nefes alır ve hareket eder. “Evet uzaya çıktık ve artık dünyaya bağlı değiliz” demek ve dünyanın sınırlarından çıkmak ve aslında dünyaya bağlı canlılar olarak insanlığın köklerinden kaçışı demektir. Bu kaçışı kutlamaksa dünyaya ve köklere yabancılaşmak anlamına gelir.

Arendt’e göre dünyanın yaşadığı asıl kriz bu yabancılaşmadır. Arendt’in anlatımında dünyaya yabancılaşma, biz insanlar olarak kendimizi insanlığımızdan kurtarmaya yönelik hedefin bir parçasıdır. Sputnik’in fırlatılması bu nedenle sadece itibar olarak insanlığın düşmesi değil, aynı zamanda insanlığın kendisini yok etmesi anlamına gelir.

Kısacası yabancılaşma “dünyamızın kaybı” ile karakterize edilir. Arendt’e göre bu durum, ekonomik çıkarların kamusal eylem ve müzakere alanını kısıtlaması ve hatta ortadan kaldırılması ile eştir. Kültürel, teorik, kurumsal ve normatif düzeylerdeki bu yabancılaşma, Arendt’in tabiriyle cumhuriyetçi özyönetime, sivil erdeme, kamusal özgürlüğe ve mutluluğa karşıt bir kitle kültürünü teşvik etmektedir. Bu kitle kültürü, Arendt’in çağında totaliterliğe kadar giden manipülasyona açıktır. Bizim çağımızda manipülasyonun totaliterliğe gitmediğini ama otoriter popülizme ya da dünya genelinde çalan savaş tamtamlarına kolaylıkla evrilebileceğine şahit olmaktayız.

Arendt der ki, bu kültürü eleştirme konusundaki teorik yetersizliğimiz, siyaset teorisinin ve geçmişten gelen teorik mirasın yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü günümüzde siyaset ekonomiye indirgenmiştir. Bu da kamusal alanı özgürlükten ziyade zorunluluklar alanına dönüştürmüştür. Aklıma şu geliyor, sabah 8’de işe başlayan ve akşam 6’da işten çıkan insanların gün ışığı dahi göremediği bir ülkede vatandaşlığı anlamlı kılacak aktiflikten ya da kamusal alandan ne kadar bahsedebiliriz.

Kısacası bu yabancılaşma, modern siyasi krizin adıdır ve Arendt’e göre siyasi düşünürler bunu sorgulamalıdırlar. Kendilerini söz ve eylemle ayırt edebilen tekil ve eşsiz bireyleri, özgürlük ve adaletin kamusal alanını, müzakereci kamusal alanı tartışılmalıdır. Aktif vatandaşlığın, farklılıkların, özgür ve bağımsız düşüncenin daha derin bir açıklaması Arendt’e göre ancak bu tartışmayla bulunabilir.


Arendt’in 1958’de yazdıkları üzerinden çok zaman geçti, Hitler ve Stalinli dünya o tarihlerde farklıydı gibi düşünebilirsiniz. Fakat Alper Gezeravcı’nın Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan gördüğü dünyada, 57 dünya yılı çok da bariz bir fark yaratmayacaktır düşüncesindeyim. Özellikle evlerimizin penceresinden bakıp da iklim krizini, deprem ve yangınları, birlikte yaşam kültürünün yerini alan yalnızlığı ve pandemi sonrası yaşadığımız sosyalleşme bozukluklarını, çocuk işçileri, her türlü şiddeti, savaş ve kırımları ve daha birçok sorunu görebilmeyi beceremeyenler ya da görmek istemeyenler için. Uzak gördüğümüz yakın tarihle yaratacağımız bağ belki bize ders verir ve ait olduğumuz dünyada özgürce nefes almayı ve hareket etmeyi başarabiliriz.

1 Hannah Arendt, The Origins of Totalitarianism (New York: Harcourt Brace Jovanovich, 1973), 438–441.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.