Bir ay kadar önce TRT 2’de Dijital Sanat isimli bir program izledim, kaydı buraya iliştiriyorum. Yirmi beş dakikalık programın anlatımıyla, izlediğim bölüme konuk olan Bager Akbay, “insan, teknoloji ve sanat arasındaki diyalektik tasarım süreçlerinin üzerinden sorgulamalar yapıyor”. Bu yazının sebebi size sanatçıyı ve işlerini övmek ya da sanat-siyaset ilişkisini anlatmak değil. O sanatçının program esnasında kısaca değindiği bir işi dinlerken benim kafamda açılan kapıları ve sorgulamaları size okutmak. Yine de dijital sanat ve siyaset ilişkisi üzerine tartışmaya da ön ayak olabilir bahanesiyle önce bahsedilen işlere değineyim.
Bager Akbay’ı tanımıyordum ama siz zihninizde Kadıköy’de bir kafede oturup aralıksız ve dolu dolu altı saat sohbet edebileceğiniz bir adamı canlandırın. Kendisinin yazdığı kısa biyografisinden alıntıyla Akbay “Tasarımcı, Sanatçı, Eğitmen.” Ve de “Robot Şair Deniz Yılmaz’ın hikâye anlatıcısı” ki buna biraz ötede değineceğim.
Sanatçı daha çok “tartışılabilir işler” peşinde koşmuş, geri kalanının ve sadece insan eğlendirenlerin değerine pek inanmamış. İnsanı merkeze alan düşünceyi kısıtlayıcı bulmuş ve sorgulamış. Teknoloji ile daha iyi işleri nasıl yapabiliriz sorusunu temel almış. Ki bu sorgu ışığında, ilk yapay zekâ yasasının Avrupa Parlamentosu’ndan geçtiği bugünlerde, günümüzde teknolojinin getirdikleri, götürdükleri ve bunların insani değerlerle ilişkisi üzerine tartışmanın da kıymetli olduğu zamanlarda olduğumuzu düşünüyorum. Bu açıdan, yaratılmış dünyada daha iyinin ne şekilde yapılabileceği sorunsalının panomuzda asılı kalması gerektiği kanısındayım.
Robot Şair Deniz Yılmaz’a dönersem, Akbay, Türkçe yazılmış şiirleri okuduktan sonra kendi şiirlerini yazan bir yazılım ve bunu kendi yazısıyla kâğıda döken bir makine üretiyor. Bu şiirleri Deniz Yılmaz ismiyle “Yurdumun Şairleri” köşesinde yayımlamak üzere bir gazeteye yollatıyor. Şiir yayımlanmıyor ama bu iş detaylı yazılım halinde festivallere gidiyor ve sergilere konu oluyor. Ama Bager Akbay değil, “Şair Deniz Yılmaz” adıyla. Bu robot, galerisi olan bir sanatçı oluyor. Para kazanıyor, imzası ve kimlik numarası olmaması ve üzerine banka hesabı açılamaması tartışılıyor. Deniz Yılmaz fan grubu şairin kazandığı paranın nasıl harcanacağını karar veriyor. Deniz Yılmaz’ın şiir kitabı çıkıyor. Şair, sağdan soldan davetler almaya başlıyor. Eser, onu tasarlayan sanatçıdan çıkıyor, ayrı karaktere eviriliyor ve başka bir kariyer yolunda yürüyor. İnsan ürünü bir tasarımın bu derece büyümesi ve sanatçıdan bağımsız bir şekilde insanlaştırılarak hayatta yürümesi, olayın gerçekliğini sorgulatıyor. Dahası, insan kimliğine bile bürünebilen bir robot örneğinden ipini tutmayı çok da beceremediğimiz bir teknolojinin gelecekte neye dönüşebileceği üzerine insanı -ki bu örnekte bu insan ben oluyorum- korkutuyor.
Tüm bunlarla birlikte Akbay, insanların “bir robot şiir yazar mı?” sorusu üzerinden bir sorgulama yapıyor. Deniz Yılmaz’ın çabasını kızına benzetiyor, diyor ki Deniz Yılmaz da “benim kızım gibi” bir çocuğun ya da bir kadının yaptığı işlerle toplumda birey olarak kabul görmek ve ciddiye alınmak istiyor. Kendi deyimiyle “günlük hayattaki ayrımcılık problemlerini robot üzerinden tartışmaya koymak benim için önemliydi” ve bu ürettiği hikâye ya da kendi deyimiyle “performans” üzerinden bence çok başarılı bir sorgulama örneği sergiliyor.
Programda beni asıl “burada bir durun” dedirten örnek başka bir düşünce oldu. Akbay, “internetten yarı zamanlı işe girmiş insanlara bir sergi açtırmak” istiyor. “Hayalimdeki Ev” ismini belirliyor ve iş ilanı çıkıyor. Planlama yapabilirim diyen başvurulardan birisine “işi planlar mısınız?” diyor. Bu aday bir görsel yolluyor. Akbay, görsele bakmadan, ikinci ve üçüncü başvurana “bu işi eleştirir misiniz?” diye soruyor. Yine içeriğe bakmadan, dördüncü kişiye bu iki eleştiriyi derletiyor. İlkine dönüyor ve bu eleştiriler ışığında işi düzenlettiriyor. İki tur dönüp de eleştiri gelmemeye başlayınca, metodolojik bir deyişle iş doyuma ulaşıyor ve iş akışı tamamlanmış oluyor. Başvurular arasından bir yazar seçip manifesto yazdırıyor, başkası bunu İngilizceye çeviriyor, başkası bunu kontrol ediyor, duyuruyor. Bu arada Akbay sadece yönlendiriyor, içeriğe bakmıyor, kontrol etmiyor, sorulara cevap vermiyor. On ülkeden kırk sanatçı başvuruyor, kimileri eser seçiyor, kimileri puanlıyor, kimileri işleri sergiye götürüyor. Ve gerçekten “baştan sona bir sergi” kuruluyor. İsmi “Hayalimdeki Ev” ama Akbay işin ismini “Çoban” koyuyor çünkü asıl iş başka bir düşünce.
Akbay diyor ki “ben çok korktum, ürktüm çünkü çalıştı. Ben şunu düşünmeye başladım, acaba biz böyle mi yönetiliyoruz. Patronlar ne yaptıklarının farkında değil de bizi birbirimize denetlettirerek bütün mekanizmayı kuruyorlar mı acaba? Ve liderin olmama olasılığını fark etmeye başladım ve bu bana çok korkunç geldi.” Akbay’ın “Çoban” sorusu o kadar çarpıcı ki, robotun gerçekliğini sorgularken birden insanın gerçekliğini sorguluyorsunuz. Aklıma Robert Dahl’ın 1961’de yayımladığı Who Governs? kitabı ve kimin yönettiği sorusu geldi. Çoban kim, nasıl yönetiliyoruz, yönetimdeki amaç ne? Akbay, Çoban gerçekten var mı sorusunu sorarak siyaset biliminde çok temel bir olguyu sorguluyor, afallıyorsunuz. Ekran başında işe başvuranları birbiriyle çarpıştıran birisinin olduğunu hatırlamak, bana “aslında Çoban var” dedirtiyor ve rahatlıyorum.
Yine de yönlendirmesi olan ama içeriği belirlenmemiş, kuralsız ve denetimsiz bir kurgunun geldiği nokta ve bunun bir şekilde gerçekleşmiş olma ihtimali çok sarsıcı. Bu sanki, ismi ve planı olmayan bir kukla oyunu. Kuklalar, onları birbirine vurduran ipler dışında, birbirlerinden habersiz şekilde içerik ve tüm aşamalarını kendileri belirledikleri bir oyun kuruyorlar. Oyunun kendisi o iş oluveriyor ve kuklaların her biri oyundaki görevlerini yerine getirmekle yükümlü. Alın size dört dörtlük siyaset teorisi dersi sorusu, hangi düşünüre uyarlarsanız oradan yürür.
Soru ile bitirelim: sizce bu işte Çoban kim?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.