Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Göksel Göksu yazdı: AKP’de bir şey eksik

2001 yılında AK Parti henüz çiçeği burnunda bir partiyken, kuruluş aşamasına tanık olan gazetecilerden biri de bendim. Aşama aşama kuruluşu, iktidara gelişi, il il düzenlenen mitingler, kalabalık ve görkemli toplantılar… Sonraki 23 yıl boyunca da defaatle izlediğim sayısız miting ve toplantı oldu elbette.

Ancak partinin kuruluşundan bugüne değişen çehresinin geldiği son noktayı ilk kez geçen hafta peş peşe gittiğim Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen iki ayrı toplantıda görme fırsatı buldum. Beş gün arayla aynı salonda, aynı siyasi partinin iki ayrı etkinliğini izledim. 

İki etkinlik arasındaki fark da şaşırtıcıydı, 23 yıl önce kurulan ve yola çıkarken sergilediği “aynı davaya baş koyma” ruhunu uzun yıllar koruyan AK Parti ile bugünkü AK Parti arasındaki fark da…  

Günümüz AK Partisi’nin geçen haftaki etkinliklerinin ilki 20 Ocak’taydı.

​​Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen toplantıda İstanbul ilçe adaylarını tanıttı.

Kongre Merkezi’ne ulaşmak için gereken sıkı güvenlik kontrollerini geçtikten sonra, basın mensupları için ayrılan bölümdeki yerimi aldım.

Haliç Kongre Merkezi’nin dış kapısından itibaren başlayan seremoni eşliğinde sadece girişinize izin verilen kapıdan geçip yine sadece izin verilen alandaki koltuklara oturup, kırmızı şeritlerle sınırlarınızın keskin bir şekilde belirlendiği salon hınca hınç doluydu ama sahne ile katılımcılar arasındaki mesafe tam olarak iktidara erişim gücünü sembolize edecek biçimde ayarlanmıştı.

Şunu demek istiyorum:

Protokol gereği en önde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve gündelik hayatta da ona kolaylıkla erişebilen çekirdek halkada yer alanlar, geriye doğru partinin ileri gelenleri ve yakın gelecekte ileriye gitmesi için önü açılanlar oturuyor… 

Aralarında il ve ilçe yönetimlerinde görev alanlar da var, ilçe belediye başkanları ve çiçeği burnunda adaylar da… İş dünyasından olup da Erdoğan’a yaklaşamasa bile hiç değilse göz göze gelme uğraşında olanlar da o bölümde, medya temsilcileri de…

Geriye doğru gittikçe önem sırası azalıyor… İlçe örgütlerinden gelenler, arada basın mensupları, en geride de gençler yer alıyor. Onlar balkon kısmındalar çünkü gençler ağırlıklı olarak slogan atıp, şarkı ya da marş söyleyerek salonun coşku ve ahenk düzeyini bir üst seviyeye taşıyorlar. 

Bu iklimde kürsüye önce İl Başkanı Osman Nuri Kabaktepe çıktı, ardından İBB Başkan adayı Murat Kurum. 

Kurum’un kısacık konuşmasından aklımda kalan iki şey var.

Birincisi prompterda ne yazıyorsa onu söylediği, yani irticalen konuşmadığı -bu belki de olası iletişim kazalarının önüne geçmek üzere alınan bir önlem-, ikincisi de “Bakan Kurum”dan “İBB adayı Kurum”a geçiş süreci başladığından bu yana yüzünden eksik etmediği bir gülümseme hali.

Bu gülümseme daha çok seçim kampanyasının parçası gibi bir izlenim veriyor.

Salondaki partililer konuşmasını -o sırada dinleyici koltuğunda oturmakta olan- Cumhurbaşkanı’na mı yoksa Kurum’a mı yapıldığı çok anlaşılmayan alkış ve tezahüratlarıyla sık sık kesiyor ama… 

Eksik bir şey var!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kürsüye çıkmasıyla adeta gerçek yüzünü yeni göstermişçesine bu kez coşkuyla alkışlıyor, coşkuyla slogan atıyor salondakiler…

Erdoğan’ın sesinin dozu, coşku ve alkışın dozunu belirliyor adeta…

O sesini yükselttikçe doz artıyor, tüm salon ayağa kalkarak alkışlıyor.

Yine de bir şeyler eksik, adını koyamıyorum.

O sırada gözüme iki sıra ötemdeki koltukta oturan, tanımadığım birinin kolundaki gıcır gıcır saat ilişiyor.

İlişiyor çünkü o kişinin alkışlamak üzere yaptığı her hamlede, saat ışığı bir başka açıdan yansıtarak ışıltı saçıyor. Az önce mağazadan alınmadıysa da yeni alınmış belli ki.

Dikkat çekici bir saat, o kadar ki  “Zengin biri demek ki!” dedirtiyor…

O sırada aynı şeyi düşünürken buluyorum kendimi: Bir şeyler eksik!

Beş gün sonra yine Haliç Kongre Merkezi’ndeydim.

Bu kez AKP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Murat Kurum “Türkiye Yüzyılı İstanbul Vizyonu” başlığıyla projelerini açıklıyor ve Cumhurbaşkanı yok.

Bu kez güvenlik koridorundan geçerken kaybedeceğim zamanı da dikkate alıp, daha erken gidiyorum kongre merkezine.

Ama evdeki hesap çarşıya uymuyor.

Umduğumdan çok daha hızlı giriyorum içeriye.

İlkinden farklı olarak kimlik göstermeye bile gerek kalmadan, çantamı x-ray cihazından geçirmek yeterli oluyor salona girmek için.

Başka hiçbir güvenlik bariyerine takılmadan salondaki yerimi alıyorum. 

Partinin ilk yıllarından tanıdığım birkaç kişiyle karşılaşıyorum ve görüyorum ki onlar da en az benim kadar şaşkın.

Tek fark düşündüklerini benim kadar açıklıkla ifade etmiyor olmaları.

Tabii Haliç Kongre Merkezi yine tıklım tıklım.

Sahne her santimetrekaresi düşünülerek özel olarak tasarlanmış.

Koreografi bile yapılmış.

Aralarında uzun zamandır AKP etkinliklerinde görünmeyen eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın, uzun yıllar Tarım Bakanlığı yapan ve artık kabinede yer almayan Mehdi Eker’in de olduğu eski bakanlar, üst düzey medya temsilcileri, tanınmış “ünlü” gazeteciler protokoldeki yerlerini almış… Hatta 5 yıl önce İstanbul’da Ekrem İmamoğlu ile yarışan ve seçimi kaybetmesinin ardından partinin Aksakallısı ilan edilen Binali Yıldırım bile orada ve en önde…

39 ilçenin belediye başkan adayları ve ilçe başkanları…

Bu kez iki şey eksik…

Kurum her defasında “bakın bu gerçek proje” diyerek İstanbul ile ilgili vaatlerini sıralarken bile aklıma takılan o sorunun cevabını buluyorum sonunda. 

Salonda bulamadığım şey partinin kurulduğunda, yani 2001’de varlığına tanık olduğum o ruh.

Bir gazeteci olarak, o yıllarda hemen her yerde belirgin bir şekilde gözlemlediğim hatta kimi zaman gıpta ettiğim “bir davaya baş koyma” ruhu eksik olan.

O günlerde partiye hayat veren, Milli Görüş gömleğini çıkarıp muhafazakâr demokrat bir kimlikle yola çıkanları bir araya getiren ruhtan söz ediyorum.  

Birbirine kenetlenenlerin ortak özelliklerinden biri de dar gelirli geniş kesimler için de umut kapısı olmalarıydı.

Kendilerini merkeze konumlandırmış, bu haliyle toplumda bir çekim merkezi oluşturmuşlardı.

Erdoğan o yıllarda gittiği her ilde, ayak bastığı her ilçede asgari ücretle geçinen çocuklu ailelerin bir günde 3 öğünü çay ve simitle geçirmesi halinde bile geçinemeyeceğini anlatırdı.

O aileler Erdoğan’a yaklaşabilir, dokunup boynuna sarılacak kadar yakınına gidebilir, dertlerini paylaşırlardı.

Ve Erdoğan da her birini tek tek dinler, o dertleri yalnızca kendisinin çözeceğini vadederdi.

İşte eksik olan bu…

Geçim sıkıntısı çekenler, aldığı maaşla değil ay sonunu getirmek kira bile ödeyemeyenler, çocuklarını beslemek büyütmek için ek işte çalışıp bütçesini denkleştirmeye çalışanlar, emekliler, işsizler, barınma sorunu çekenler o salonda değil.

Lüks araçların kapıda sıra sıra dizilmediği, pahalı parfümlerin çevreye dalga dalga koku saçmadığı, jilet gibi -ve nedense hafif parlak- takım elbiselerin henüz giyilmeye başlanmadığı yıllardan aklımda kalan şey, geçmişte salonları dolduranlarla bugünküler arasındaki sınıfsal uçurum. 

O ışıltılı saate gözüm bu nedenle takılıyor biraz da…

İki eksik var demiştim ya! 

İkinci ve en büyük eksik de ikinci toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olmayışıydı.

Varlığı ile yokluğu arasında hissedilir bir fark var.

Şu soruya samimi bir cevap verilmeli sanki: Haliç Kongre Merkezi’ndeki kalabalık kitleyi Erdoğan’dan başka bir arada tutacak ortak bir ideal var mı?

O kalabalık, Erdoğan’ın “Yeniden İstanbul” diyerek sloganlaştırdığı talep olmasa İstanbul’u ister mi gerçekten?

Bu gözlemimi salonda karşılaştığım ve partinin kuruluş aşamasında aktif yer alan ancak gelişmeleri bugün kontrollü bir mesafeden izleyen eski kurmayları ile paylaştığımda onların da bana hak verdiğini görüyorum. 

Davaya baş koymuş bir kalabalık değil salonu dolduran, kolundaki ışıltılı saati satın almaya bir adım daha yaklaşmanın yollarını arayanlar ile ne pahasına olursa olsun Cumhurbaşkanı Erdoğan’a duyduğu vefa ve (hakikaten öyle) karşılıksız sevgi duyan kalabalığın aynı ortamda buluşmasıyla oluşan bir topluluk.

Eskiden kimsesizlerin kimi olmayı vadederek veren ellerin, artık alan ellere dönüştüğünü anlatıyor bu salon.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.