Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı’na aday olmayacağını açıkladı. DEM Parti ise açıklamasında İBB Başkanlığı için her koşulda aday çıkaracaklarını duyurdu.
Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’ne yönelik silahlı saldırıya ilişkin soruşturmada gözaltına alınan şüpheli sayısı 90’a yükseldi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca DHKP/C’li Emrah Yayla ve Pınar Birkoç’un İstanbul Adliyesi önündeki polis kontrol noktasına yönelik silahlı saldırısına ilişkin soruşturmada yeni şüpheliler hakkında gözaltı kararı alındı.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) yeniden aday göstermesinin ardından protestoların odağında olan Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş, “Genel Başkanımızla konuştum, duruşu net. ‘Adayımız Lütfü Savaş, seçimi kazanacağız’ diyor” dedi.
Haftaya Bakış’ın yeni bölümünde Ruşen Çakır ve Kemal Can değerlendiriyor.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Bugün özel bir meselem nedeniyle yayınımızı cuma değil perşembe günü yapıyoruz. Kemal Can’la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba Ruşen.
Ruşen Çakır: Ben bu sabah 10.30’da AK Parti İBB Başkan adayı Murat Kurum’un Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısına katıldım. Müthiş kalabalıktı. Ezici bir çoğunluğu iktidar yanlısı olan birçok gazete, televizyon, dijital medya kuruluşları katılmıştı. Ama iktidâra muhâlif olan Halk TV, KRT, Sözcü TV’den de insanlar vardı. Toplantı bayağı uzun sürdü. Kısa bir girişten sonra soru cevaplara geçildi. Tabiî oradaki medyanın büyük bir kısmı Murat Kurum’u destekleyen medya kuruluşlarıydı. En önemli ve en zor soru, DEM Parti ve Başak Demirtaş’la ilgiliydi. Başak Demirtaş’ın aday olmayacağı açıklaması herhalde en çok Murat Kurum’u, dolayısıyla Erdoğan’ı rahatsız etti. Çünkü DEM Parti aday çıkarırsa, Başak Demirtaş aday adayıysa onu çıkarmama ihtimâli çok zor olduğundan, Başak Demirtaş’ın normalde herhangi bir DEM Parti adayından çok daha fazla oy alma ihtimâli çok yüksek diye konuşuyorduk hep. Dolayısıyla Başak Demirtaş, Cumhur İttifâkı’nın da bir şekilde tercih ettiği birisiydi. Murat Kurum bu konuyla ilgili gelen soruyu geçiştirdi. “PKK liderlerinden Mustafa Karasu, CHP ve DEM Parti arasındaki ittifâkın önemli olduğunu, Başak Demirtaş’ın adaylığına karşı olduğunu açıkladı” diye servis edilen bir şey var biliyorsun. Ama Murat Kurum bunu da tam anlatamadı. Zâten o konularda bayağı tutuk. “Bölücü örgütün kastettiği ittifak” filan diyor, ama örgütün adını da anamıyor. Biz Mustafa Karasu diyoruz ama Murat Kurum onu da söyleyemiyor. Biraz zor bir durum oldu onun için.
Kemal Can: Murat Kurum ismini söyleyemiyor diyorsun ama, Cumhurbaşkanı videolarını yayınlıyor.
Ruşen Çakır: Belki Cumhurbaşkanı birtakım videolar yayınlayacaktır bundan sonra. Ama bu adaylık meselesinden olumsuz anlamda bayağı etkilenmişler. Bunu anlamamak imkânsız yani. Gerçekten de öyle.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Şimdi, DEM Parti aday açıklayacak mı? Her halükârda, aday açıklayacaklarsa bile bu Başak Demirtaş olmayacak. Kim olursa olsun, zaten Başak Demirtaş adı bir kere zikredildikten sonra, açıklanacak olan her kimse, ona “Düşük profilli aday” diyeceğiz. Böyle bir şey var. O arada Başak Demirtaş’ın açıklamasından önce, Selahattin Demirtaş’ın sözlerini de hesâba katarsak, aslında gündemi DEM Parti ve Demirtaş Âilesi belirledi.
Murat Kurum bugünkü toplantıda, adaylığı açıklandıktan sonra yaptırdıkları ilk ankette İmamoğlu’nun iki puan gerisinde olduğunu, ama son ankette 1,4 puan önde olduğunu açıkladı. Bilemiyorum öyle mi? Ama yaptıkları son anketi, eğer DEM Parti’nin adayı Başak Demirtaş olarak yaptırmışlarsa, o zaman şimdi yaptıracakları ankette de birtakım değişiklikler olacaktır. Ne dersin? Başak Demirtaş bayağı bir gündemi belirledi değil mi? Hattâ o gün toplantıda arkadaşlara, “31 Mart seçimlerinin şu âna kadarki en önemli gelişmesi, Başak Demirtaş!ın aday adaylığını geri çekmesi oldu” dedim.
Kemal Can: Adaylığını îlân etmesi de öyleydi, geri çekmesi de öyle.
Ruşen Çakır: Ama geri çekmesi daha net oldu artık; noktayı koydu. Ama o gün saat 15.00’te Lütfü Savaş da açıklama yapacaktı. Eğer Lütfü Savaş, “Tamam, ben aday değilim” deseydi, o da ikinci önemli gelişme olacaktı. Olmadı tabiî, adaylıkta devam ediyor. Bu konuyu sonraya bırakalım, Önce Başak Demirtaş’ı biraz daha konuşalım. DEM Parti’nin, Başak Demirtaş’ın aday olmadığı sonucuna bir an önce varıp bunu îlân etmesinde ne etkili oldu sence?
Kemal Can: Ne oldu da adaydı? Çünkü çekilmesi, aday olmadığını açıklaması… Geçen haftaki yayında konuştuğumuzda da, Başak Demirtaş’ın daha önceki açıklaması üzerine yapılan yorumlarda da birleşilen bir nokta vardı: Eğer Başak Demirtaş adaylığını devam ettirirse, DEM Parti’nin başka bir aday göstermesi, “Bakıyoruz, o da listemizde ama…” lâflarının bir karşılığı yok. Yani Başak Demirtaş’ın adaylığını devam ettirdiği bir düzlemde, “Biz başka birini aday gösteriyoruz. Parti Meclisi’nden böyle karar çıktı” diye bir şeyin olması çok zordu. Dolayısıyla bu formülün olabilmesi için zâten Başak Demirtaş’ın adaylıktan vazgeçmesi gerekirdi. Daha da fazlası oldu. Selahattin Demirtaş da, “Biz her adımı, adaylığı da adaylıktan çekilmeyi de partiyle koordineli biçimde, partinin bilgisi dâhilinde ve mutâbakatla aldık” diye bir açıklama yaptı.
Dolayısıyla bütün pakete baktığımızda, daha önce konuştuğumuz gibi, Demirtaş’ın çıkışı aslında biraz partilerin tabanından… Bu “partilerin tabanı” meselesini daha geniş söylüyorum: Sâdece DEM Parti tabanı değil, CHP’nin tabanı ve teşkîlâtlarını da içine katarak, şunu engelleyen önemli bir hamleydi: Parti tabanlarını, taban eğilimlerini dikkate almadan, onları biraz dışarıda bırakarak, olmaması için çaba sarf edildiği iddiasına rağmen, şeffaflıktan uzak, kapalı bir müzâkereyle örtülü bir işbirliğinin önü kesilmek istendi. Aslında bu hamle, bunu bir biçimde açığa çıkartan bir şey oldu. Bu açıdan da bence önemli. Senin dediğin gibi, seçime çok belirleyici bir etkisi var; ama bence, DEM Parti’de de genel olarak muhâlefet içerisinde de, seçimin sonuçlarından bağımsız olarak siyâsî etkileri daha sonra da devam edecek bir hâdise bu. Çünkü bu çıkış olmadan önce şöyle bir havaya girilmişti: Bir grup muhâlefet seçmeni, daha çok CHP seçmeni ya da CHP’li siyâsetçiler, “Çok da lâzım değil, ittifak olmadan da olur. İstanbul’daki Kürtler İmamoğlu’na vermeye zâten mecbur. Dolayısıyla kazanacak” havasındaydı. Hattâ bâzı anket ve araştırma erbâbı da benzer şeyler söylüyordu. Diğer taraftan da, “AKP ile müzâkereler sürüyor” dedikoduları dolaşıyordu. Sürekli irâdesiz bir taban ve aslında sâdece bu tür pazarlıkların içerisinde küçük taktik hamlelerle ilerlemeye çalışan, yolunu bulmaya çalışan bir parti görüntüsü veriliyordu. Bu, siyâseten çok zayıf bir resimdi. DEM Parti, aslında çok belirleyici ağırlığı olan, ama bu ağırlığın karşılığı bir siyâsî güç kazanmamış bir parti durumundaydı. Hem seçmen o durumda hem herkes şunu söylüyor: “İstanbul seçimlerini belirleyecek seçmen bu. DEM Parti hem çok kilit bir parti, ama bunun karşılığındaki bir siyâsî ağırlık yok, tam tersi, herkes ona bir mecbûriyet biçiyor.” Şimdi bu hamleyle birlikte, kafalarda bu düşünce değişmek zorunda. Çünkü verilen reaksiyondan, Başak Demirtaş’ın aday olduğunu açıklamasının hemen sonrasında, “İş zora girdi” üzerinden büyük bir tartışma başladı. Sonra da buna komplolar eklendi.
Burada iki nokta var. Bu “Ne işe yaradı?” meselesine tekrar döneceğim, ama önce şunu söylemem lâzım: Senelerdir seçimle yatıp seçimle kalkılıyor. Siyâseti seçimden ibâret gören tuhaf bir algılama ve neden-sonuç ilişkisi yerleşti. Televizyonlardaki yerli dramaların mantık zinciri, siyâset yorumlarında da var. Bu ilk aklına geleni, ilk ağzına geleni söylemek çok güçlü etkiler yaratabilir, ama önce kendine saygı için yapılmaması gereken bir şey. Şimdi geriye doğru bakalım: Başak Demirtaş adaylığını açıkladığında neler söylendi? “AK Parti’nin adayı” diye televizyonda yorum yapanlar oldu. “Bu tâlîmat Kandil’den gelmiştir” diyenler oldu. Demirtaş’ın serbest bırakılması karşılığı bu operasyonun yapıldığı söylendi. Şimdi Başak Demirtaş adaylığını çekti.
Ruşen Çakır: “Kandil dedi diye çekti” diyen yine var.
Kemal Can: Birtakım insanları etiketleyen, dolayısıyla onlara haksızlık yapan yorumlar olup olmamasını geçtim, bir kere bunu nasıl söyleyebiliyorsun? Bu kadar kestirmeci, bu kadar kolay, aklına ilk gelen “Ha, o onu kazandırıyorsa, demek ki anlaşmıştır” sonucunu nasıl çıkartıyorsun? “Hiçbir siyâsî sürecin, başka bir siyâsî nedeni olamaz, mutlaka arkasında bir şey olmalı!” Hattâ bâzıları da kendi komplolarının kanıtı olarak, “Ben bunu altı ay önce söylemiştim” diyenler çıktı. Yani hiçbir şeyin gerçekten siyâsî bir gerekçesi olamaz. Hiçbir şey normal bir işleyişin parçası olamaz, arkasında mutlaka bir anlaşma, bir çapanoğlu vardır! Böyle bir akıl yürütme biçimi sonuçlardan yola çıkarak çok kullanılıyor, ama bir süre sonra siyâsetçiler de sâdece bu akılla düşünerek hamle yapmaya başlıyorlar. Dolayısıyla bu, bütün siyâsî süreci kirletiyor. Gerçekten, gerçek dinamikler ne? Kim ne istiyor? Herkes şunu anlatıyor: “Bunu yapmıyorsa, o zaman şunun için yapıyordur. Onun için onunla anlaşmıştır” diye mantık yürütüyor. Aynı şeyi iktidar da yapıyor. “Adaylığı Kandil yaptırdı” dedi. Şimdi ne yapıyorlar? “Kandil yüzünden adaylığı iptal edildi” diyorlar. Ama kapıyı siz açtınız. “Adaylığı o yaptırdı” söylemini meşrû bir açıklama yöntemi olarak ortaya koyarsanız, karşısında da, önünüze bu gelir. Dolayısıyla bu işlerde artık böyle şeyleri düşünebilirsiniz. Hakîkaten böyle şeyler olur, birileri bir hesaplar yapıyordur. Birtakım taktik hamleler, birtakım komplolar da işliyor olabilir. Ama dünyayı bundan ibâret târif etmeye başlamak ve televizyon performanslarınızı ya da sosyal medya performanslarınızı bu ilginçlikler üzerine kurmak konusunda…
Ruşen Çakır: Konuyla çok alâkalı değil ama bir şey söyleyeceğim, sonra konuya devam ederiz. Biliyorsun bir süredir Fethullah Gülen üzerine yayınlar yapıyorum. Konuk alıyorum ya da kendi değerlendirmemi yapıyorum. Bakıyorum, sağlı sollu, birisi “Oradan tâlîmat almış”, başka birisi “Buradan tâlîmat almış”, “Onun adamı”, “Bunun adamı” diyorlar. Ben bu yayınları nasıl yaptım biliyor musun? Bir gün aklıma esti, yaptım. Hakîkaten öyle. Bir gün geldim, “Buradan bir şeyler söyleyeyim” dedim, yaptım. Onu yaptıktan sonra da, “Bu konuyu çalışan birisi var, bir de onunla konuşayım” dedim filan. Ama bakıyorum bana yönelik yapılan tespitlere; hattâ bâzılarına, “Bana da söyleyin, kimlere çalışıyormuşum?” diye soruyorum. Normal şartlarda, bir gazeteci, bir siyâsetçi, aklına esen bir şeyi yapamaz mı? Yani illâ bir yerlerden bir şey alması gerekir mi?
Kemal Can: Herkes, yani siyâsetçiler irâdesiz, seçmen irâdesiz, kimsenin aslında bir irâdesi yok!
Ruşen Çakır: Evet.
Kemal Can: Düğmelere basan birileriyle, öyle oluyorlar, böyle oluyorlar, o seçmen oraya gidiyor filan. Bu iddiaları ortaya atanlar, bir de ilginç biçimde, bunun aslında olması gerektiği konusunda da ısrar ediyorlar, ama asla buna izin vermeyen bir tutum var. Yapılan araştırmalarda açık biçimde DEM Parti tabanının önemli bir kısmının, biraz önce bahsettiğim, hem seçmenin kendi varlığını ve gücünü hissetmesi anlamındaki tıkanıklık, hem partinin politik tıkanıklığı hakkında… Yani “kilit parti” diyorsunuz. Ama o kilit fonksiyonu, kimsenin kabul etmediği, yani birlikte davrandıklarınız, kazandırdıklarınız sizinle yan yana durmuyor, kaybettirdikleriniz size cezâ kesiyor. Böyle bir hayatla devam ediyorsunuz. Şimdi bu tabanın çok normal olarak, “Bir siyâsî ağırlığımız varsa, siyâsî varlığımız varsa ve birtakım taleplerimiz ya da şikâyetlerimiz varsa, bunların bizim ağırlığımızla ölçülür biçimde gündemde, politikada belirleyici olması lâzım” talebinin çok anlaşılır bir tarafı var.
Şimdi bu süreç, herkesin böyle savrulmasına neden oldu. Önce üzülüp sonra sevinenler ya da tersi oldu; ama sonuçta, bir kenarda duran bir aktörün, birden daha belirleyici ve önde olduğu bir pozisyon yarattı. Bunun, Demirtaş’ın söylediği gibi daha uzun vâdede bir politik faydası olabilir. Ama kısa vâdede, tıpkı “Altılı Masa’dan kalk, Masa’ya otur” gibi dalgalı taktik hamleler, genellikle taban dinamiklerinde rahatsız edici sonuçlar da doğurabilir. Meselâ hâlâ açıklanmaya muhtaç şeyler var: Demirtaş niye aday olduğunu, niye çekildiğini söylüyor. Ama DEM Parti’nin bu süreci yürütme biçimi ve şu anda çıkartacağı adayın, demin senin söylediğin gibi artık bu sürecin sonunda kimi çıkarsa “düşük profil” hâline gelmesinin bir açıklayıcı tarafının olması lâzım. Yani neye karşılık bunun yapıldığını açıklaması lâzım. Dolayısıyla burada bir boşluk doğacak. Bunun seçmen davranışlarında nasıl etki yaratacağını bilmiyorum.
İkinci bir şey: Eğer düşük profilli bir adayla, İmamoğlu’na daha az vuran ya da İmamoğlu’na kayabilecek oyların önünü kesmeyen bir DEM Parti formülü içerisinde, DEM Parti’nin muhâfazakâr Kürtleri de kendi etrâfında tutarak, aslında yine AK Parti’den kayabilecek, AKP’nin hani hep söylenen MHP ile yakınlığından kaynaklanan erimesini devam ettirecek pozisyon alması gerekecek. Ama adı geçen adaylar o profilin adayları gibi de durmuyor. Meselâ o da bir yöntem olabilirdi. Yani bir tarafa zarar vermeden bir tarafa zarar vermeyi mümkün kılacak bir formül olmalıydı. Bunun formülleri olacak mı? Ya da tabana bu hamlenin pozitif sonuçlarını nasıl anlatacaklar? Bunlar, hem kampanya sürecinde seçimin sonuçlarını etkileyecek hem de seçimden sonraki siyasi vaziyeti etkileyecek. Sâdece DEM Parti’de değil, bence CHP’de de etkileyecek. Çünkü DEM Parti’ye hem adaylığın açıklanmasına kadarki süreçte hem ondan sonraki süreçte yapılan muamele, tıpkı daha önceki ittifakların samîmiyetsizliğine benzer bir resmi de açığa çıkardı.
Ruşen Çakır: Evet. Bunu da bu konuda yaptığım yayınlara, yazdığım yazılara sosyal medyada gelen tepkilerden biliyorum. Kimilerinin samîmî olmadığını varsaysak da, büyük bir kısmında öfke var. Meselâ bâzıları “Ben HDP’liyim” diyor; DEM partiyi de kabul etmek istemiyor. “Bir sefer de CHP bizi desteklesin” diyen de var. Çünkü “Bunca zaman destek verdik de ne oldu?” düşüncesi var.
Kemal Can: “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” gibi şeyler söylüyorsunuz. Ama bir yandan, DEM Parti aday çıkardığında, “Bu, AK Parti’nin adayıdır” demekte hiçbir beis görmüyorsunuz. Ama meselâ Kars’ta, Iğdır’da, bilmem nerede AK Parti’nin adayının kazanması ihtimâlinin olduğu yerlerde aday çıkartarak, muhâlefetin oylarını bölmekte bir sakınca görmüyorsunuz. Çünkü şöyle bir şeye inanıyorsunuz: “DEM Parti ile yan yana durmak toksik etki yaratabilir”. Bu sâhiden böyle olabilir. Sâhiden böyle bir problem var. İktidar bunu kullanır. Kullandı. Defalarca kullandı. Hattâ muhâlefet de kullanır. Ama problem şu: Bunu nasıl yöneteceksiniz? Bunu, kapalı kapılar ardındaki pazarlıklarla mı yöneteceksiniz? Yoksa bunu bir problem olarak görüp, bunu değiştirebilecek, bunu normalleştirebilecek bir ilişki formu geliştirecek misiniz? Kaç seçimdir, yani 2017 Anayasa Değişikliği Referandumu’ndan bu yana, muhâlefet ittifâkının çeşitli kanatları çeşitli biçimlerde bir arada bulundular. Baktığın zaman yedi senelik bir süreç. Yedi sene içerisinde bunu çözememişsen –“çözmek” daha büyük bir lâf–, bunu idâre edebilir, en azından ilerlemiş, biraz daha normal, mâkul, konuşulabilir, müzâkere edilebilir bir hâle getirememişsen, o zaman neyin ittifâkını yapmışsın?
Ruşen Çakır: Neyse bu konuyu daha çok konuşacağız. Lütfü Savaş konusuna gelelim: Ben açıkçası bu protestolardan sonra –ki CHP’den de birtakım sesler çıktı–, adaylıktan geri çekileceğini de sanmadım, yönetimin onu alacağını da düşünmedim. “Hâlâ bir ihtimal var” diyorlar. Ama şöyle bir olay var orada: Hatay çok karışık bir şehir aslında. Farklı farklı seçmen toplulukları var. Lütfü Savaş sağdan gelen bir isim. Benim bildiğim, ülkücü kökeni var. Sonra AK Parti’den aday oldu. Daha sonra CHP’ye geçti. Maşallah her şey var onda. Sonuçta, CHP’nin onun yerine öteki taraftan da oy alabilecek insan bulması zor. Ona, senin de çok sevdiğin tâbirle, “kazanacak aday” diyorlar. O nedenle, diyelim ki CHP’li bir ismi aday koydukları zaman iyi bir oy alır, ama o oyla seçilemeyebilir. Çünkü orada MHP aday göstermiyor. Cumhur İttifâkı olarak AK Parti gösteriyor. Dolayısıyla, İYİ Parti de biraz oy alabilir, belki Zafer Partisi de alır. Sonuçta CHP o belediyeyi tekrar kazanmak istiyor. Şöyle şeyler de söyleniyor. “Lütfü Savaş’ın depremde ne sorumluluğu var? Esas sorumluluk devletin.”
Biliyorsun depremin başından îtibâren Medyascope muhâbirlerimiz oradaydı. Kılıçdaroğlu’nun Hatay’ı ziyâretinde, yanında Lütfü Savaş da vardı. Çadırda yaşayan vatandaşlar tepki gösterip istifâsını istediler. Hattâ o ilk videoyu da biz yayınlamıştık. Depremin birinci yıl anmasında da büyük bir protestoyla karşılaştı Lütfü Savaş. Bunlar boşuna değil, bir karşılığı var. O zaman da, “Tepki gösterenler var, ama çoğunluk böyle değil” gibi lâflar ediliyor. Sonuçta CHP Lütfü Savaş’la seçime girecek herhalde. O zaman şöyle bir tablo çıkıyor: Seçime yine Lütfü Savaş’la giriyorsun, Antalya’da da Muhittin Böcek duruyor. Eh o zaman Tunç Soyer’in günâhı ne? Ya da Yılmaz Büyükerşen’in? Ona “yaşından dolayı” diyorlar belki ama…Orada başka bir şey var. Yani kazanma üzerine bir strateji var.
AK Parti çevrelerinden bu konuya hâkim birileriyle konuştum. Onlar da bana off the record, Lütfü Savaş’ın daha yüksek bir ihtimal olduğunu söylediler. Şimdi nasıl AK Parti İstanbul’da Başak Demirtaş’ın aday gösterilmesini tercih ediyorsa, Hatay’da da, AK Parti’nin Lütfü Savaş yerine daha CHP’li birisinin aday gösterilmesini istediği söyleniyor. Böyle tuhaf bir durum var. Açıkçası CHP hakîkaten değişim diyorsa, ellerinde acayip bir fırsat vardı. Değil mi?
Kemal Can: Hattâ Özgür Özel en başta bunu îmâ eden bir şey söyledi.
Ruşen Çakır: Belli ki Lütfü Savaş bir şekilde kendisinden iyi aday bulamayacaklarını biliyor ve “pireye kızıp yorgan yakacaklarına” iknâ ediyor. Ve onlar da, kaybedecek iyi aday yerine, kazanacak kötü adayı tercih ediyorlar.
Kemal Can: En önemli problem galiba şu: Yani sâhiden böyle olsa bile, bu ister muhâlefet ittifâkı olsun ister kazanma ihtimâli olan bir siyâsî parti olsun, “Başka aday bulamadık” gibi bir cümleyle kendi tercihini açıkladığı anda, çok ciddî bir politik zaaf gösterisi yapmıştır: Kazanabileceğin bir yerde başka aday bulamıyorsan, o zaman seni kazandıran dinamiklerin içerisinde bir problem var demektir. Bu, başka bir süreçte de Türkiye’nin önüne geldi. Elbette partiler çeşitli noktalarda seçimi kazanmak üzerine davranmak zorundalar. Yani seçime kazanmak için giriyorlar. Bundan daha anlaşılır bir şey yok. Dolayısıyla kazanmak çok önemli bir motivasyon. Bu belirleyici bir şey.
Ama politikayı bundan ibâret kurduğun zaman, belki Hatay’da kazanacak adayı buluyorsun ama başka bir yerde senin bu tavrından dolayı, “Bu muydu değişim?” sorusuna muhâtap kalıyorsun. Bolu’da da benzer bir durum var. Başka yerlerde de örnekleri var. Burada hakîkaten ifrat-tefrit meselesi var. Kazanma arzusu ve tabanını kazanmakla motive etmek, “kazanacak” ihtimâli, önemli bir politik mesele. Ama sâdece kazanacaklardan ibâret bir şey kurduğunda, o, bütünlüklü bir perspektif, bir fark, hele değişim talebinin karşılığı hâline gelemiyor. Orada karşısına gelen en önemli mesele bu oldu. Evet, belki karşı taraftan oy alma kabiliyeti daha yüksek olduğu için, Lütfü Savaş belki AK Partililerin ya da iktidar blokunun istemediği bir adaydır. Ama bir yandan baktığında da, kendi seçmeninin, kerhen olsa bile oy verecek olan seçmenin de ciddî rahatsızlığına mal olacak. Tepkilerde de bunu gördük zâten. Biraz önce söylediğim gibi, bu, senelerdir muhâlefet seçmeninin bu mecbûriyetlere sıkışmış ve “tıpış tıpış oy vermesinin” bir başka versiyonu. Kaç kere bu tıpış tıpışa râzı edebilirsiniz insanları?
Ruşen Çakır: Sonsuz…
Kemal Can: Ben ondan çok emin değilim. O zaman belirleyici olan, sâdece her alandaki taktik imkânlar. Yoksa bir politik perspektif asla kurgulanamıyor. O zaman da, “Başka bir şey yapacağım” iddian boşa düşüyor; asıl mesele o. Çünkü muhâlefetin şöyle bir durumu var: İktidar yapsa bunu, belediye başkanını korusa, anlaşılır bir tarafı var. Ama korumadı, bir sürü yerde adaylarını değiştirdi.
Ruşen Çakır: Antep dışında hemen hepsini değiştirdi.
Kemal Can: Daha önceyi hatırla. AKP, Ankara ve İstanbul’u kaybetme riskine karşı görevden aldı. “Önümüzdeki maçlara bakalım” diye bir lâf vardır ya? Bunun bir umûdu vardı çünkü. İşledi işlemedi, kazandı kazanamadı, başka bir şey. Ama iktidârın karşısında değişim iddiasını, “Yanlış bir şey yapılıyor. Biz başka bir şey için geliyoruz” iddiasını devam ettirmenin politik karşılığını üretmen lâzım.
Ruşen Çakır: AK Parti, Kahramanmaraş’ı, Adıyaman’ı ve Malatya’yı değiştirdi diye hatırlıyorum. Mevcut belediye başkanlarının yerine başkalarını aday gösterdi. Gaziantep’te aynısıyla giriyor, o şaşırtıcı değil. AK Parti, var olan belediye başkanları, il belediye başkanları içerisinde çok az kişiyi yeniden aday göstermeme yoluna gitti. Belli ki deprem nedeniyle yapıldı bu. Deprem bölgesinde, Antep dışında hepsini değiştirdi.
Son olarak, Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde, polis kontrol noktasına yapılan silâhlı saldırıyı konuşalım. Söylenecek o kadar çok şey var ki — yazık günah. Orada bir kadıncağız hayâtını kaybetti. Bağcılar Cemevi’nden kaldırıldı cenâzesi. Polisler yaralandı, başka vatandaşlar yaralandı. Ve saldırganların ikisi de orada öldürüldü. Bütün görüntüler alenen var. Bunu niye yapıyorlar? Neden sürdürüyorlar? Çok acı gerçekten.
İçişleri Bakanlığı saldırganların DHKP-C üyesi olduğunu açıkladı. DHKP-C’nin sesi ne zamandır duyulmuyordu. Belli ki bugüne hazırlanıyorlarmış. Artık nasıl olacak? Kimse de konuşamıyor, dokunamıyor. Böyle acayip bir şekilde Türkiye’nin böyle bir yarası olarak devam ediyor. Çok düşündüm bu konuda bir yayın yapayım diye; çok düşündüm, ama bir yandan da aslında ne diyeceğimi bilemiyorum. Sen ne demek istersin?
Kemal Can: Olayın kendisine dâir hakîkaten söylenecek çok fazla bir şey yok. Çünkü daha önce de bâzı örneklerini gördüğümüz gibi, hiçbir yerinden tutulacak bir tarafı yok. Ne amaçlandı bunun için dediğinde, terörize etme iddiası açısından da tuhaf bir görüntüsü var. Onun üzerine kurulan birtakım yorumlardaki komplo iddialarının, “Böyle her seçim dönemi öncesinde veya benzeri zamanlarda bu tür şeyler birdenbire fazlalaşıyor” iddialarının da üzerine çok yorum yapılacak ya da çok fazla şey yüklenecek bir tarafı olduğunu düşünmüyorum. Şimdi geniş bir operasyon yapılıyor, epeyce bir gözaltı da var. Erdoğan da sırf bu saldırı için, “Terörün hâmisi muhâlefettir” gibi lâflar etmiş. Bu tür siyâsî polemiklerin malzemesi yapılabiliyor. Bir genel güvenlik endîşesinin parçası olarak kullanılabiliyor. Ama ben artık, ortalama insanın, bu tür anlamsız şiddet eylemlerinden etkilenme oranının fazla olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Çok uzun süre de gündemde kalmıyor. Daha önce başka yerlerde de polis noktalarına benzeri saldırılar yapıldı.
Ruşen Çakır: Meselâ Ankara’da PKK’nın yaptığında da öyle çok fazla yürümedi konu.
Kemal Can: İntihar üzerine çok tartışmamak, onun etkisini büyütmemek meselesi vardır ya? Bu tür şiddet gösterilerinin de bence benzer bir muamele görmesi gerekiyor artık. Kınamak, lânetlemek anlamındaki bir tepkiden bahsetmiyorum. Çok fazla önem atfedilerek bunun çok özel ve büyük bir komplonun parçasıymış gibi kurgulanması bana biraz zor geliyor.
Ruşen Çakır: Kemal yayını burada noktalayalım. Ama bir sürpriz yapalım diyorum.
Kemal Can: Yapalım. Nasıl bir sürpriz?
Ruşen Çakır: Şu iki eleman var ya? Onları çağıralım. Gelsinler, izleyiciler yüzlerini görsün.
Kemal Can: Gelirlerse tabiî.
Ruşen Çakır: Çocuklar, duyuyor musunuz? Odamda iki misâfirim var. Gelsinler, izleyicilere de sürpriz olsun. Ne zamandır görmüyorsunuz onları.
Kemal Can: Medyascope izleyicileri özlemişlerdir.
Ruşen Çakır: Bizi görmekten bıkanlar için birazcık doğru dürüst parlak insan gösterelim. İnşallah yan çizmez gelirler diye bekleyelim. Hadi bekliyoruz. Gelecekler mi sence?
Kemal Can: Bilmem, göreceğiz bakalım.
Ruşen Çakır: Gelmiyorlar mı?… Hakikaten gelmiyorlar mı?
Kemal Can: Gelmiyorlarmış.
Ruşen Çakır: Bir kere daha karizmayı çizdirdik.
Kemal Can: Bu, senin hamlendi.
Ruşen Çakır: O zaman kim olduklarını söylemeyelim. Ama onların yaptığı da ayıp. Sürpriz yapamadık. Evet, burada noktayı koyuyoruz. Haftaya tekrar buluşmak üzere. İyi günler.
Kemal Can: İyi günler.