Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Müge İplikçi yazdı: Tutsak

Buradan kıpırdayamıyorlar. Oysa burası kimileri için çok keyifli bir yer. Özellikle yazın. Gel de Gülfer Hala’ya anlat bunu. Yıllardır burada. Yüksek tansiyonu var, arada kalbi tekliyor. Ya Aslı? Ya da sadece Yeğen. Bir sene oldu mu buraya geleli?

“Yok be canım” diyor Yeğen. “Hepi topu üç aydır buradayım.” Hala başını önüne eğiyor. “Üzülme” diyor Yeğen, “ben idare ediyorum, alıştım buna.” Hala ise tedirgin:  “Dananın ipi kopacak yarın” diyor. “Kimse tutsaklığa alışmamalı.” Yeğen rahat: “Sen bilirsin” diyor “bana göre hava hoş.” Hala derin derin içini çekiyor.

Ertesi gün Yeğen için öncelikle biraz alışveriş yapmalı. Taze istavrit. Tavada kızartacak. Ama ondan önce, onun da, tıpkı kendisi gibi sevdiği tulumbalardan almalı. Öteden beri severler tatlıyı. Şekerli şeyler yedikleri zaman, herkes gibi onlar da kendilerini iyi hisseder. Tutsak halleri şeker yerken geriler. Ancak iş yemek faslının dışına taştığında, Yeğen’in meraklı sorularıyla uğraşmak zorundadır Hala. Özellikle taktığı geçmiş karşısında amatör tarihçiliğini konuşturmak kaçınılmazdır! Aslında iki taraf da memnundur bundan. Hala, evet evet çakma tarihçidir, Yeğen de o bilmiş tarih-sever. İlgi alanlarından biri Jön Türkler’i de burada devreye sokar Hala. Böylece anlattığı hikâyeyi genişletmek, onun omurgasını kendince sağlamlaştırmak, yeni kahramanları hikâyeye dahil etmek mümkün olur: “Sabiha ve ailesi İttihatçı abisi yüzünden sürülmüşler buradan; onların kefaretini ödemekse bize düşmüş.”

Yeğen ise daha gerçekçi olur o zaman. “Sanmıyorum” der. “Sürülmüş birilerinin kefareti niye böyle ödensin ki? Tutsaklığı sen seviyor olmayasın?”

Hala bu cümleye içerler ama belli etmez. Balığı ve tulumbayı aldıktan sonra gideceği yer, bu yüzden artık bellidir. Kaç gündür, hatta kaç yıldır aklında olandır bu. Ada’nın tarihini her nasılsa kayda düşmüş olan merhum Cengiz Bey’in ziyaret edilemez haldeki dev arşivi, yani kütüphane evi. Kimden nasıl duydu bunu yine? Yeğen’in tarih sevdasına, kendisininkini katınca mı? Ya da bundan birilerine bahsettiğinde “aaa ama Cengiz Bey’in arşivine sen hâlâ ulaşamadın mı” dendiği zaman mı? “Her şeyin sırrı orada olabilir.” Ya da daha romantik bir cümle: “Bu sır, bu görünmez pranganın kilidini açabilir.” 

Keşke. 

Hala’nın özlediği bir yakarmadır bu. Keşke çözse ve buradan arkasına bakmadan gitse. Gitseler. O ve Yeğen. 

Cengiz Bey’in arşivi çözer mi bu işi? Örneğin o arşivdeki şöyle bir cümle: “Şu şu şu paftada oturan bilmem kim beyin bilmem kim adındaki kızı, ailesiyle bir sabah namazı vakti nazlı nazlı Ada’yı terk etti. Giderken de geriye bütün kilitleri açacak bir cümle bıraktı.” 

Cengiz Bey’in Ada’nın arkasındaki tarihi evi bu cümlenin sırrını ele verebilir miydi? Yıllarca düşünmüştü bunu Hala. Nedense eli bir türlü o eve varmaya cesaret edememişti. Belki de yolun kendisinden ürkmüştü. Belki de başka bir şeyler…

Metruk bir yerdeydi ev. Şimdi bile ürkütücüydü. Ada yıllar içerisinde kalabalık bir metro içine dönmüş ama Cengiz Bey’in evinin olduğu yer, ıssızlığını korumayı başarmıştı. Dediklerine göre bakirdi. Pöh! Bunu, yüzüne dik dik bakan biri söylemişti. “Ben bakire değilim” demişti Hala nihayetinde, o da dik dik bakarak onun yüzüne. “Hiç evlenmediysek, o işi yapmadığımız anlamına gelmiyor.” Kiminle konuşmuştu bunları hiç hatırlamıyordu işte. Kafasının kime attığını hatırlamazdı Hala. Çağın unutma hastalığına tutulalı ise çok uzun zaman olmuştu. “Ben çağdan öndeyim” demekse her zaman mümkündü onun için. Şu çağ karşısında dut yemiş bülbül gibi apışıp kalanlara hayret ediyordu bu yüzden. Ya da “sırlar ama sırlar” diye bir şeyleri daha da fazla saklamaya çalışanlardan. Hele dürüstlük, fazilet, bilgelik gibi laflar edenlere özellikle kıldı. Hepiniz sahtekârsınız demek geçiyordu içinden. Ancak bunu söylemek için, evet bunu ifade etmek için ne yazık ki geç kalmıştı. Genç zamanlarında para edecek laflardı bunlar. Şimdi Ada’nın içinde iyiden iyiye mahkum kalmış, bir gün kara parçasına ve şehre döneceğinin özlemi içerisinde kıvranıp duruyordu. 

Evet ama -yine de- her şey değişecekti. Her şey şu Cengiz’e bağlıydı… Sonra şehre dönecek, şehirli olacak, şehrin en işlek yerinde, muhtemelen evinin altında bir süpermarket olan bir evde yaşayacak, istediği her şeyi bir asansör düğmesiyle halledecek, geceye doğru ise süpermarketin hemen yanındaki türkü bara oturup habire laflayacaktı.

Her şey değişecekti tümüyle… Cengiz Bey’in arşivi sayesinde Sabiha’nın bir hayalet olmadığını kanıtlayacaktı. Neden bunca yıl beklemişti o halde?  

Bu soruyla boğuşurdu belki – eskiden olsa. 

Korkmuştu besbelli. Ama soranlara “orası uzak” demek işine gelmişti. Oraya giden yorulurdu. Hem de çok. 

Ancak artık merkez çarşıdan Cengiz Bey’in metruk evine direkt giden elektrikli arabalar vardı ve kaçış yoktu. Bunu diyen Yeğen’di elbette. “Kaçışın yok Gülfer Hanım.”

Derken elektrikli arabadaki biri usulca önünde durdu. “Cengiz Bey Kütüphanesi” dedi Hala. Arabanın içindeki sessizce başını salladı. Gençten bir oğlandı. Sorusu da gençti: “Emin misiniz?”. Genç işte… “Evet evet” diyerek arabaya iki seksen uzandı Hala. Zaten yorulmuştu. Cengiz Bey’den de daha şimdiden bıkmıştı. Gerçi şu şoför oğlan da hiç fena sayılmazdı. Kızılllı mızıllı sakallarıyla Ada’nın öteki ucuna yapılacak bir yolculukta eski hisleri uyandırabilirdi.  Öyle derin hisleri değil elbette… Onları unutalı çok zaman olmuştu.

Merkezden uzaklaştıkça, kısaca tepeye doğru çıktıkça, Ada’nın baş döndüren güzelliği, bir şubat gününe yakışmayacak sisi emip yansıtan görüntüsü karşısında balıkçıdan aldığı istavritler ve bir kilo tulumbayla Hala, ikinci satırını hatırlayamadığı bir türküyü mırıldanmaya başladı. Balıkçıdaki orkinos muhabbetini de o zaman düşündü. Gerçekten o, orkinos muydu; araya kaynayıp bir kilo istavrit sardırırken, gözü kaymıştı da görmüştü balığı. Vay!

Cengiz Bey’in evine ikinci satırı belli olmayan bir diğer türküyle sessizce vardıklarında, kapıdaki görevliyi de boş yere o orkinosa benzetmedi – bu yüzden. 

Haydi bakalım maceraya bırak kendini şimdi Gülfer Hanım. 

***

“Sonra… sonra içeriye giremedim ki” dedi Hala. Utanırcasına her şeyden. “Tansiyonum çıktı, kalbim sıkıştı.”

Yeğen, Hala’nın yüzüne garip garip baktı. “Senden daha önemli değil” dedi. Yapacak başka bir şey yoktu, karşılıklı oturup istavrit ve tulumba yediler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.