Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Hıdır Göktaş yazdı: Hırslar ideallere baskın geliyor…

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Almanya bir yol arayışındadır ve Hitler kendisi için münbit bir toprak bulmuştur. Hitler’in ayak seslerinin yavaştan yavaştan hissedildiği ve toplumda karşılığını bulmaya çalıştığı 1920’li yıllarda ideolojinin temelleri atılmakta ve bunun için farklı toplantılar düzenlenmektedir. “Saf bilimin korunması için çalışan Alman bilimciler topluluğu” tarafından düzenlenen bir etkinlik öncesinde, Albert Einstein toplantıya katılanlar için “Kanaatleri, mensup oldukları siyasi parti tarafından belirleniyor” demiştir.

Hitler, bu yaklaşımda olan bilim insanları ve çevreleri ise “İnsanları birbirine düşüren bir avuç köksüz ve uluslararası zümreden ibaret” diyerek itham etmiştir.

Her iki yaklaşım ve tanımlama, yüz yıl sonra, yaşadığımız topraklarda nasıl da güncel duruyor. Kitleler olayları değerlendirme yetisinden çok uzak ve bilinçli bir kamuoyuna dönüşmek mümkün olmuyor. Siyasi partilerin yapılanmaları da buna izin vermiyor. Dar elbise, bol elbise derken, sökülüp, sökülüp yeniden dikiliyor, artık kumaş da eskidi, o kumaşı elbiseye dönüştürecek iplik de iyice çürüdü. 1980 darbesiyle sökülen sistem bir daha dikiş tutmadı.

“Güç hak yaratmaz”

2002’de yüzde 10 barajının da katkısıyla tek başına iktidara gelen AKP, geçen süreçte farklı ittifaklar kurarak gücünü sürekli tahkim etti ve “Cumhurbaşkanlığı sistemi” denilen ne olduğunu kendilerinin de tam olarak tanımlayamadıkları sistemle gücün zirvesine ulaştı. Özellikle 2010’lu yılların ilk yarısında AKP ve Erdoğan’ı hedefe koyan MHP ve Bahçeli’nin, 2016 yılından sonra verdiği koşulsuz desteğin buna katkısını göz ardı etmemek gerek.

Jean-Jacques Rousseau bundan 260 yıl önce yazdığı “Toplum Sözleşmesi” (*) adlı eserinde “ (…) güç hak yaratmaz” demiş ancak mevcut iktidar elde ettikleri gücün, kendilerine her türlü hakkı verdiği savıyla hareket ediyor. Rousseau aynı eserinde “İnsanlar güç ve zeka bakımından olmasalar da sözleşme ve hak hukuk yoluyla eşit olurlar. Kötü yönetimlerde bu eşitlik yalnız görünüşte kalır ve aldatıcıdır” der. 260 yıl öncesinde bugünümüzü tanımlamış; evrensellik bu olsa gerek.

Liderler güçlü mü?

Tekrar başa dönersek, Erdoğan güç istedi. 2002’de bunu başardı. İktidara gelirken kendince korumak istediği değerler ve kurmak istediği bir sistem vardı, idealleri vardı kendince. Bu yüzden de önce iktidar sonra da muktedir olmak istedi; başardı. Şimdi ise elde ettiği yeri, konumu gücü korumaya çalışıyor ve bu çabaları 2002’deki hedeflerinin önüne geçti. En güçlü göründüğü şu dönem aslında en güçsüz olduğu dönem ve o nedenle gücünü korumak ve güçlü görünmek için her şeyi yapıyor.

Aslında şu anda tüm siyasi parti genel başkanları için şöyle bir genelleme yaparsam, kimseye haksızlık yapmış olmam. Tahta geçene kadar idealleri var, projeleri var, vaatleri say say bitmiyor. “Yenilik”, diyor kimi, “değişim” diyor öbürü, yüzyılın geleceği ya da geleceğin yüzyılı diyorlar her ne kadar “yerli ve milli” olsalar da bunları “lansman” dedikleri gösterilerle “tanıtıyorlar!”

Şöyle ya da böyle bir kez “tahta” oturduktan sonra ise o makam ve mevkiyi korumak, ideallerin önüne geçiyor. Tahtı koruma çabalarından, yapma sözü verdikleri şeyleri unutuyorlar ya da akıllarına gelmiyor. 2002’de üç dönemden fazla görev yapmamayı tüzüğe koyanlar, o gün bugündür partinin başında, ön seçim diye değişenler, üç ay sonra anketlerle, merkez yoklamalarıyla aday belirliyorlar.

En iyisini ben yaparım

Binalar yapıyoruz, zemin etütleri yapmadan; binalar yapıyoruz sonra onun taşıyıcı kolonlarını, ayakta tutacak unsurlarını kesiyoruz ve bir depremde yerle yeksan oluyoruz. Yasa yaparken, politika üretirken de aynı şeyi yapıyoruz, burada da siyasi yapının toplumu bir arada tutup tutmayacağını hesaplamadan, anlık çıkar ya da faydalar için, bir zümrenin, bir kesimin çıkarını gözetecek yasal düzenlemeler yapıyoruz, ilk krizde başımıza yıkılıyor sistem.

Yerel seçimlerde adaylar belirlenirken bir kez daha gördük bu ilkesiz ve tutarsız yaklaşımları. Genel bir ilkeden çok, o yere ya da o ana dair aday belirlenirken, beklentisi yüksek olan ve aday gösterilmeyenler ise anında isyan bayrağını çekiyor; herkes en iyisini kendisinin yapacağından emin. Şöyle diyen aday adayları oldu, epeyce, “Önümüzdeki beş yılda …..’yı uçuracağım”. Noktalı yerlere istediğiniz ilin, ilçenin ismini yazabilirsiniz. Diyene bakıyorsunuz: 10-15 yıldır belediye başkanı, bu sürede neden uçuramadığının yanıtı yok.

Partilerin adayları belirlenirken parti içi güç dağılımları ve dengeler, o dengeleri koruyacak kontenjan ayarlamaları, parti yönetimindekilere yakın olmak, halkın ya da yöneteceği ilçenin, ilin sorunlarını çözmeye ehil olmanın önüne geçti. Seçilenler sonsuza kadar yönetmenin arayışında ve kendinden başka kimsenin daha iyi yönetemeyeceği inancında. Aslında son 22 yıllık AKP iktidarının ülkede yaptığı en önemli değişim, karşıtlarını da kendine benzetti. Herkes iktidarı bir şekilde ele geçirmek, sonra da bırakmamak arayışında. Hırslar, ideallere baskın geliyor, yapı ya da sistem içinde yer, konum ve güç elde etme çatışması başlıyor.

Tahta değen kıçın önemi

Herkes tahta geçme ve orada oturma derdinde. Tahtakale (taht-el kale) kale altı, taht-el bahir denizaltı demek. Sonuçta taht dediğimiz şey alt/altlık demek. Üstüne oturulacak şey. O tahtın neden yapıldığının önemi yok, sıradan bir metalden, ahşaptan da yapılabilir, altından, mücevherlerle süslü de yapılabilir. O tahtın değeri neyle yapıldığıyla değil, o tahta değen kıçın sahibinin donanımıyla ölçülür, ölçülmeli.

Sanırım Binbir Gece Masalları’nda ya da sözlü edebiyatımızda bu duruma uygun bir anlatı vardır. Aklımda kaldığı kadarıyla şöyle: Bir şah kendine vezir aramaktadır. Altından bir saban yaptırır ve pazar pazar dolaştırılmasını ve her görenin bir değer biçmesini ister. En doğru değer biçeni vezir yapacağını duyurur. Herkes değeri altınla, gümüşle, elmasla ortaya koymaya çalışmaktadır. Mala, malla değer biçenler arasında tartışmalar sürerken bir kişi gelir, sabana şöyle bir bakar ve “Nisanda yağmur yağarsa iyi saban, hoş saban, nisanda yağmur yağmazsa, sabanın sapı yaptıranın kıçına girer” demiş. Ol hikayet bu kadar… Gün doğmak üzere…

İktidara aç olan veya siyasi avantaj peşinde koşan politikacılara daha ne kadar tahammül edeceğiz.

(*) Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları XXXIV. basım

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.