Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın konuğu Cenk Sidar: Türkiye yapay zekâda nerede?

Türkiye yapay zekâda nerede? Yapay zekâ ilk ne zaman ortaya çıktı? Son dönemde neden yapay zekâ ön planda? Yapay zekâ insanları işsiz bırakacak mı? Teknoloji devrimlerinden sonra dünyada nasıl değişiklikler oldu?

Ruşen Çakır’ın konuğu Cenk Sidar yapay zekâ ile ilgili merak edilenleri anlatıyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Yapay zekâ tüm dünyanın en öne çıkan gündem maddelerinden biri, belki de birincisi. Bunu konuşacağız. Ben çok bilmiyorum, ben de sizlerle berâber öğreneceğim. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan, orada yapay zekâ konusunda şirketi olan Cenk Sidar konuğum. Kendisi bize bu işin ABC’sini de anlatacak ve tabiî ki en önemlisi Türkiye bu olayın neresinde, neler yapabilir bunları konuşacağız. Hoş geldin Cenk.

Cenk Sidar: Hoş bulduk. 

Seninle çok eskiden beri, öğrenciliğinden beri tanışırız ve bir başarı öyküsü olarak hep gözümün önünde gelişimini de izliyorum. Gerçekten takdir ediyorum. Uzun süredir Amerika Birleşik Devletleri’nde girişimcilik yapıyorsun; ama son 5-6 yıldır yapay zekâ ile, şirketinde ortaklarınla berâber bayağı çalışıyorsun. Türkiye açısından baktığımız zaman nispeten erken girdin. Önce onu bir sorayım; Neden bu alanı seçtin? İsâbetli olduğu anlaşılıyor da; ilk başta insanlar biraz ürküyordu sanki.

Cenk Sidar: Tabiî, aslında yapay zekâ dediğimiz alan, son dönemde daha çok konuşuyor olsak da 1950’lerde türetilen bir kavram. Alan Turing, eski bilgisayar bilimci, 1950’lerde bu kavramı ortaya atıyor ve aslında yazılımın, yani bilgisayar biliminin, otomasyonun bir alanı gibi görülebilir. Neden son dönemde çok ön plana çıktı? Biraz ChatGPT’nin geçtiğimiz sene uygulamalı olarak insanların hayâtına dokunmasıyla öne çıktı. Aslında yapay zekâ dediğimiz alan bilgisayar biliminin bir parçası. Yani bâzı otomasyon alanında ya da kodlamayı belli bir alanda daha otomasyon alanında gerçekleştirebilen ve belli hamleleri, belli işlemleri daha kolay otomasyona dayanarak yapan bir alan. O yüzden yeni bir alan değil aslında. Biz de, benim kurucusu olduğum Enquire AI Şirketi daha çok business intelligence alanında; yani şirketlere ve finansal kuruluşlara hem ülkeler hakkında hem sektörler hakkında analizler, raporlar hazırlayan bir şirket. Ama bunu yapay zekâ ve bir uzman network’üne dayanarak yapan bir şirket. Yani biz aslında buradaki potansiyeli tabiî gördük ve son dönemde üretken yapay zekâ dediğimiz, yani bu ChatGPT’nin alanı olan sistemlerle de daha çok ön plana çıktı. Ama aslında yapay zekâ, dediğimiz gibi çok çok yeni bir alan değil. Onun da altını çizmek gerekiyor bence.

Peki senin müşterilerine sen ne sunuyorsun?

Cenk Sidar: Tabiî şimdi bizim Enquire AI Şirketi’miz bir uzman network olarak başladı. Bizim 180 ülkede 55 bine yakın uzmanımız var. Çok değişik alanlarda; otomotiv alanında, ilâç sanâyii alanında, blockchain alanında, belki bilgisayar alanında, politik risk alanında, makro ekonomik finans… her alanda binlerce uzman var sistemimizde. Ve bizim müşterilerimiz, daha çok Amerikalı finans kuruluşları ve şirketler sisteme girip soru soruyorlar ve sordukları sorulara direkt uzmanlar tarafından dakikalar içinde yanıt alıyorlar. İlk versiyonu, yani şirketimizin ilk versiyonu diyelim ki Nijerya’da yatırım yapan bir Amerikan inşaat şirketi diyelim, inşaat sektörünün Nijerya’daki potansiyelini ve risklerini soruyor ve dakikalar içinde o konuda çalışan Nijerya’daki uzmanlar yanıt veriyor. İlk aşamadaki sistem, sorunuzun ne olduğunu yapay zekâ anlıyor, bizim ürettiğimiz teknoloji ve o soruyu, o konuya en hâkim insanlara saniyeler içinde iletip, onlardan yanıtlar alıp, yanıtların kalitesini analiz edip, iyi yanıtları müşteriye dakikalık rapor şeklinde sunuyor. Bizim 5 sene önceki versiyonumuz; hâlâ da yani ürünümüz buydu. Burada ne oluyor tabiî; biz soru başına bir ücret alıyoruz firmadan, verdikleri yanıtlar başına da uzmanlara bir ücret ödüyoruz. Böylece aslında bilgiyi de yani bilgi paylaşımını da monetize ettirmiş oluyoruz müşterilere. Fakat artık bu yapay zekâ iyice gelişince, hani bu sektörün gelişmesi de bizim belki şirket olarak gelişim evremize denk geldi; artık bütün bu gelen yanıtlardan ve sorulan sorulardan öğrenen bir yapay zekâ botu yarattık. Böylece siz illâ oradaki uzmana da sormanız gerekmiyor; daha önce o konuda sorulmuş sorular varsa, bizim yapay zekâ botumuz size saniyeler içinde bu sefer yanıt veriyor ve aslında o oluşan bilgi birikimi yapay zekânın sürekli olarak öğrenmesiyle daha da gelişiyor ve böylece herhangi bir şirket çalışanı, hattâ bir girişimci bile bizim sistemimize bir âidat, ücret ödeyerek istediği kadar soruyu yapay zekâya soruyor ve oradan bir rapor elde etmiş oluyor. Bunu kendi şirketi içindeki analizi için kullanabilir. Bunu müşterisine bir rapor olarak sunabilir, gerekirse danışmanlık şirketinden vs. bahsediyorsa ya da bir medya şirketi ise, medya kurumuysa, bunu bir dosya haber olarak yaratabilir ve böylece çok daha hızlı bir şekilde, çok daha verimli bir şekilde content üretmiş oluyor.

Peki sizler son yollayacağınız şeye bir göz atıyor musunuz, yoksa otomatik olarak mı gidiyor?

Cenk Sidar: Şimdi şöyle; aslında otomatik olarak gidiyor. Yani yapay zekâartık o konuda epey yol aldı. Yani oradaki dilbilgisine bakıyor, İngilizcesine bakıyor. O içerik bir yerden alınmış mı, Google’dan vs. alınmış mı? Plagiarizm’e (intihal, eser hırsızlığı) bakıyor ve son şeklini aslında yapay zekâ veriyor. Ama biz bâzen tabiî ki; buna da “insan-makine etkileşimi” diyoruz, çünkü her zaman makine hatâ yapabiliyor, yani yapay zekânın belki de en büyük riski ve problemleri hâlâ o. Çünkü hâlâ sürekli olarak öğrenen sistemler oluşturmaya çalışıyorsunuz ve o sistem bir şekilde hatâ da yapabiliyor. “Halüsinasyon” deniyor buna; bilmediği bir şeyi biliyormuş gibi yanıtlayabiliyor. En tehlikelisi o. Yani çok emin ve kendine güvenli bir şekilde yanıt veriyor. Fakat her zaman bir insan unsurunu en nihâî noktada devreye sokup, onu bir kontrolden geçirmek her zaman daha faydalı oluyor. Bunu yapmaya çalışıyoruz biz de. Her zaman yapamasak da; çünkü o zaman da tabiî işi genişletmek daha zor hâle geliyor.

Şimdi, normal şartlarda böyle bir şeyi, aynı işi yapmak için sizin belki çok büyük bir ofis; telefonlara ya da e-maillere ya da mesajlara bakan çalışanlarınız; aynı zamanda onların ulaşacağı uzmanlar vs. gibi çok fazla insan istihdâmı gerekirdi… Şimdi bir kere ofiste çalışanların sayısı çok azalmış durumda anladığım kadarıyla; ama son söylediğinizde de artık uzmanları da azaltıyorsunuz gibi.

Cenk Sidar: Çok güzel bir nokta. Evet ve hayır. Aslında evet; çünkü diyelim ki belli bir konuda bizim zâten bir verimiz ve soruya yanıtımız varsa ve o konuda zaman konusu önemli değilse, güncel olması gerekmiyorsa… Diyelim ki makine mühendisliği ile ilgili teknik bir soru olabilir ya da bilgisayar mühendisliğinin bir koluyla alâkalı teknik bir problem olabilir. O zaman evet; orada bizim kendi bilgi dağarcığımızda, yapay zekânın dağarcığında zâten o soruya verilmiş yanıtı olduğu için onu sunabiliyorsunuz. Ama bugünün ekonomisinde, siyâsetinde, jeopolitiğinde  hattâ sektörlerinde güncel de çok önemli hâle geliyor. Yani o yüzden insanla makineyi aslında aynı potada eritebilmek; yani insanın muhâkeme yeteneğini ve son analizini, son tahlilini alıp, onu mevcut makinenin daha iyi yaptığı işlerle birleştirebilmek bir mârifet hâline geldi. Bizim sistemimiz de tamâmen bunu yapıyor. Çünkü meselâ ChatGPT örneğini verelim; şimdi ChatGPT’nin altyapısıyla bizim şirketimizin altyapısının mücâdele etmesi mümkün değil. Yani milyar dolarlık bir şirket zâten OpenAI Şirketi ve yüz milyonlarca dolar yatırım yaptılar. Ama meselâ ChatGPT’nin güncel bilgileri 2023’ün Nisan ayına kadar oluşuyor. Rusya-Ukrayna Savaşı’nda bir gelişme olduysa ya da Amerikan seçimlerinde Trump’ın ya da Biden’ın sağlığıyla alâkalı ya da mahkemeleriyle ilgili bir gelişme olduğu zaman ChatGPT ona yanıt veremiyor; çünkü o bıçak gibi kesilmiş oluyor Nisan-Mayıs 2023’te. Ama bizim sistemde sürekli yeni soru-cevap üretildiği için biz sürekli olarak kendi yapay zekâmızı yenilemiş oluyoruz.

Ama daha genelleştirelim. Şimdi, çok alâkasız bir şey: Seninle bugün bu yayını yapacağız; dün akşam Netflix’te çok alâkasız bir şekilde ya da başka bir yerde televizyonda bir Güney Kore filmi izlerken gördüm: Kredi kartı danışma merkezi, yani şikâyet merkezinde çalışan kadınların öyküsü anlatılıyor. Ve orada çalışanlar şey diyor: “Yapay zekâ hepimizi işsiz bırakacakmış”. 

Cenk Sidar: Şimdi bu gerçek bir risk; ama yeni bir risk değil. Eskiden de baktığımızda, hani bu Luddite’lar dediğimiz; yani 1800’lerin sonunda İngiltere’de tekstil fabrikaları oluşmaya başladığı zaman tekstil işçileri işsiz kalınca teknolojiye karşı bir protesto oluştu. Luddite’lar dendi buna. Şimdi teknoloji her zaman belli meslekleri ortadan kaldırıyor, yeni meslekler yaratıyor. Bütün teknoloji devrimleri bunu yaptı. İşte, Sanayi Devrimi de bunu yaptı, ondan sonra bu mobil devrimi, web devrimi, vs.… Belli meslekler ortadan kalktı, yenileri ortaya geldi. İki görüş var bununla ilgili, yapay zekâyla alâkalı. Bir; benzer bir transformasyon olacağı söyleniyor, yani belli meslekler ortaya çıkyor; meselâ kodlama yapmak 10 sene önce ülkelerde ve şirketlerde, “Daha çok kodlama yapmayı öğretelim gençlere. Böylece yeni dünyada, yeni ekonomide daha rekabetçi olsunlar” denirdi. Artık kodlama yapay zekâyla ilgili en kolay ortadan kalkacak meslek hâline geldi. Kodlamayı yapay zekâ yapacak örneğin. İkinci görüş de şu: Artık yapay zekâ bu meslekleri ortadan kaldırıp yeni meslekler yaratmayacak, ciddî bir işsiz ordusu yaratacak; çünkü yapay zekâ sâdece eskiden mavi yakalı dediğimiz işleri değil, beyaz yakalı olan işleri de ortadan kaldırıyor. Örneğin sürücüsüz arabaları son 15 senedir konuşuyoruz. Nedir sürücüsüz arabaların riski? Taksi şoförleri ya da kamyon şoförleri, uzun yol şoförlerinin işsiz kalabilme riski. Sürücüsüz araba teknolojilerinin gelişmesi ve potansiyelin artmasıyla bu risk sürekli olarak artıyor. Bu belli mesleklerdeydi. Şimdi artık yazılımcıların işsiz kalma riski çok daha büyük bir tehdit ülkeler için. Çünkü hangi mesleklerin ortadan kalkıp, hangileri gelecek — ki ben buna maalesef biraz inanıyorum, çünkü yapay zekânın gerçekten çok limitli meslekler yaratacak. Yani dediğiniz gibi, eskiden 100 kişinin yaptığı işi 3 kişi yapıyorsa, o 3 kişinin yapay zekâ ile alâkalı bir bilgi birikimine, beceriye sâhip olması gerekecek, 97 kişi yine işsiz kalmış olacak. 100 kişinin yaptığı bir gazetecilik operasyonunu 9 kişi yapacak, ama o 9 kişi yapay zekâyı çok iyi kullanabilen 9 tâne gazeteci olacak ya da 5 tâne doktor bir ameliyata giriyorsa örneğin, artık belki de 1 doktor ve 4 robot girecek. Ama doktorun robotları, yapay zekâyı çok iyi kullanabilen bir doktor olması gerekecek. Aslında çok ilginç bir sürece giriyoruz ve ciddî olarak sosyo-ekonomik riskleri olan da bir süreç. Çünkü bunu önceki devrimlerden biraz ayırmak gerekiyor; Sanayi Devrimi’nden ve Bilgi Ekonomisi Devrimi’nden. Bu başlı başına bir ekonomi transformasyonu ve gerçekten hangi ülkeler buna hazır, hangileri değil? Yani hazır olmak mümkün mü? Yani o bile bir soru işâreti.

Buradan istersen Türkiye’ye gelelim. Bu yayınımızda, “Türkiye yapay zekânın neresinde?” dedik.  Baktığın zaman –sen böyle şeylere çok yatkınsındır–, kategoriler yaptığın zaman, yapay zekâların “1. Sınıf, 2. Sınıf” gibi bir klasmanını yapsan, Türkiye’yi nereye yerleştirirsin?

Cenk Sidar: Şimdi en son benim bu konuda gördüğüm veri, Tortoise Endeksi diye bir endeks var: 65 ülkeyi sıralamışlar. Yani herhalde bu dünya ekonomisindeki ilk 65 ya da benzer daha gelişmiş ülkeler arasında yaparsak, Türkiye 48’inci sırada. Arjantin, Şili ve Macaristan’ın da gerisinde bu listeye göre. Burada da aslında iki açı var bakmamız gereken. Yapay zekâ dediğimiz alan çok çok yeni bir alan değil. Aslında çok temel bilim alanlarının; yani matematik gibi, istatistik gibi, bilgisayar bilimi gibi alanların bir türevi ya da bunlara hâkim olmak gerekiyor ki yapay zekâ uygulamaları, algoritmaları, vs. geliştirsin. Türkiye bu alanlarda güçlü bir ülke, baktığımız zaman. Yani belli başlı üniversiteler, hâlâ Türkiye’nin üç beş üniversitesi bu alanlarda çok iyi insanlar yetiştiriyor. Türkiye’nin bu alanlarda çalışan; matematik, bilgisayar, vs. dünya çapında çalışanları, uzmanları, akademisyenleri var. Yani temel olarak Türkiye çok kötü durumda değil. Ama bu yapay zekâdan aplikasyon geliştirmek; yani birebir insan hayâtına etki edebilecek, ekonomik hayâta etki edebilecek ürünler geliştirme konusunda da ben Türkiye’de aslında güzel çalışmalar görüyorum. Ortaya çıkan şirketler, Türkiye özelinde ortaya çıkan şirketler var. Bölgede de iş yapıyorlar, çalışmalar yapıyorlar. Ama bir noktada tabiî Türkiye’deki start up iklimi ya da yatırım iklimi ya da buradaki potansiyel sonunda bir noktada başka pazarlara açılma gereksinimi hissediyor. Bir de Amerika’da olup Türkiye’ye de yatırım yapan şirketler var. Meselâ bizim Türkiye’de yaklaşık 15’e yakın çalışanımız var. Niye? Çünkü Türkiye’de gerçekten çok değerli bir işgücü var. Yani eğitimli, nitelikli, birikimli, çalışkan bir işgücü var. Hani makro olarak ne gibi sorunlar olursa olsun Türkiye’nin o mikro düzeydeki potansiyeli her zaman çok iyi. Her ne kadar şu anda biz ülke olarak belki çok büyük adımlar atmamış olsak da, yapay zekâ alanında ben önü açık diye düşünüyorum. Bunun bir avantajı da şu: Yapay zekâ meselâ bilgi ekonomisi alanında, mobil teknolojiler, web 2.0 dediğimiz alanlarda Türkiye geride kalmıştı ve orada yakalamak zordu; ama yapay zekâ alanında o kadar hızlı gelişiyor ki teknolojiler ve o kadar büyük bir büyüme potansiyeli var ki. Yani ChatGPT dediğimiz ürün; yani aslında bir ürün o, herkesin hayâtına dokundu belki, ama son 4-5 senedir Open AI Şirketi onu üretiyor. Bu ürün sâyesinde herkes yapay zekâyı günlük hayâtında kullanmaya başladı. Bir e-mail yazarken, İngilizcesini düzeltirken ya da bir sayfalık rapor oluştururken bizim botumuz gibi… Artık çıkabilen şirketlerin bir anda büyüyüp, hani bir anda böyle milyar dolarlık şirket hâline gelmesi kolaylaştığı için Türkiye’den de bu tarz şirketlerin çıkması eskiye göre daha zor. Yani aslında ben hep bunu bir fırsat olarak görüyorum. Çünkü Türkiye’den böyle bir endüstri şirketi çıkarmak; yani mevcut şirketlerin hâricinde, yani 5-10 tâne milyar dolarlık güce sâhip şirketlerin hâricinde çıkarmak neredeyse imkânsız hâle gelmişken, yapay zekâ ve teknoloji Türkiye’nin diğer ülkelerle olan arasını kapatma konusunda büyük bir fırsat sunuyor ve bunu hem özel sektörün hem de bir şekilde planlamanın ya da bir devlet olarak zâten bu konu da sanırım Stratejik Kalkınma Planı’nın da bir parçası hâline getirilmişti 2021’de, daha sonraki durumu bilmiyorum; ama ciddî olarak bunu ön plana alıp, önceliklendirip, hızlandırmak mümkün olur Türkiye’nin bu konudaki rekabetçi gücünü.

Hep böyle şeyler çıkıyor; yok, “Türkiye’nin Silikon Vâdisi’ni yapacağız”; yok, “Şu olacak”. AR-GE dedikleri, herhalde AR-GE araştırma geliştirme, en çok bunu kastediyorlar; ama bunlar sanki daha sözel olarak kalıyor. Bir de demin sen bahsettin, “Çok kaliteli nitelikleri olan insanlar var” dedin; ama benim son dönemde hazırladığım bir yazı dizisinde de gördüm ki çok ciddî bir şekilde özellikle teknik konularda, mühendislik, endüstri mühendisliği, bilgisayar alanındaki bu kaliteli, iyi eğitimli insanlarda, yurtdışına çok ciddî bir göç var. Özellikle Batı’ya, ama sâdece Batı’ya değil. Körfez ülkelerine giden de var. Yani Estonya’ya giden de var. Ama daha çok tabiî ki Avrupa’ya ve Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’ya yönelik, İngiltere’ye yönelik iyi eğitimli, yüksek lisans, hattâ doktora yapmış; bilgisayar ve bahsettiğimiz konularda çalışan insanlar… Burada kendilerini bir şekilde özgür hissetmiyorlar… 

Cenk Sidar: Aslında baktığımız zaman, 1960’larda o mavi yakalı işgücünün Almanya’ya göçü; bugün de beyaz yakalı, belki yapay zekâ alanında böyle bir devrim olurken bu göçü kaybetmek… belki de o yüzden geride kaldığımız iddia edilebilir o dönemde. Haklısınız. Ama bir yandan da bu yapay zekâ ve teknoloji konusundaki sektörlerin daha geleneksel endüstriye göre şöyle bir farkı var: Şimdi siz mavi yakalı iş gücünü kaybettiğiniz zaman, onu kaybetmiş oluyorsunuz; çünkü o çok matematiksel, işte işgücü, vs.. Ama dijital olarak büyümek gerektiren yapay zekâ, teknoloji alanlarında o insanların yurtdışına gitmesi aslında Türkiye için bir katmadeğer üretmeyeceği anlamına da gelmiyor. Belki oralarda yatırımlar yapıyorlar, oralarda büyüyorlar, oralarda girişimler yapıyorlar ya da orada gördüklerini buraya adapte ediyorlar. Aslında baktığımız zaman da Türkiye’nin en büyük teknoloji firmaları, yani girişimleri, bu son 20 senede ortaya çıkmış; işte Yemeksepeti gibi, vs. gibi hani böyle gerçekten önemli firmaların kurucuları yurtdışında belli modelleri görüp buraya uygulayan insanlar oldu büyük bir tarafı. O yüzden bunu böyle görmemek lâzım. Belki bir fırsat da olabilir. O risk geçmişte mavi yakalı işgücünün gitmesinden daha az bir risk; ama bir yandan da dediğiniz gibi, Türkiye’nin maalesef hâlen burada bir iş yapma, girişim yapma riskini almak, burada bir patent geliştirmek ne kadar güvenli olabilir vs. gibi konularda soru işâreti olması, insanların tabiî ki bu alanlardaki potansiyeline de zarar veriyor. Ama bence Türkiye için hâlâ geç değil. Özellikle bu matematik, bilgisayar bilimi gibi alanlarda hâlâ güçlü olmamız, savunma sanâyiinin özellikle son dönemde yaptığı ilerlemenin buna bir faydası olabilir. Türkiye’nin çok iyi bir mühendis altyapısı var, genç kitlesi var. Bunların bir kısmı önemli katkılarda da bulunuyor buradaki şirketlerle vs.. O yüzden ben o kadar olumsuz bakmıyorum. Ama biraz daha özel sektörün ve kamunun bu konuya yoğunlaşması gerek; bunlar girişim programları olabilir, bu alanlarda çalışan şirketlere belli hîbeler olabilir vs. daha önünü açabilir diye düşünüyorum. Umarım bu riski fırsata dönüştürebilir ülke. Çünkü o farkı kapatma konusunda da ciddî bir fayda var. Yani Türkiye’nin doğal kaynak zenginliği yok ve olmuyor; yani sürekli bir şeyler çıkıyor vs. ama büyük ihtimalle olmayacak. Yani Endüstri Devrimi’nde çok büyük bir ilerleme yapabilmemiz çok mümkün değil artık, farkı kapatabilmemiz mümkün değil. Ama yapay zekâ gibi daha böyle yeni alanlarda… Çünkü artık yarış da tekrar bir noktada aynı çizgiden başlamış oluyor. Yani bugün burada teknoloji konusunda, yapay zekâ konusunda çalışan bir şirketin kullandığı teknolojiye erişimiyle Amerika’daki bir şirketinki aynı. Örneğin Open AI’nin bir teknolojisini kullanacaksanız buradan da erişim sağlayabiliyorsunuz, oradan da sağlayabiliyorsunuz. Eğitim fırsatları var. Örneğin teknoloji sayesinde tâkip etmek daha kolay oradaki girişimleri vs.. O yüzden bence bu bir fırsat olarak bile gözükebilir diye düşünüyorum.

Peki, şimdi bir seçim sürecinden geçiyoruz. Bir aydan az bir zaman kaldı. Yapay zekâ ve siyâset denince akla hemen dezenformasyon geliyor. Çünkü yapay zekâyla birtakım sahte videolar yapılır, sahte sesler, vs. falan yapılıyordur herhalde dünyada. Belki Türkiye’de de yapılıyordur, ama olay sâdece bu tür olumsuzluklardan ibâret değil, değil mi? Siyâsete yapay zekânın girmesi siyâsetin kalitesini artırma potansiyeli de taşıyor, değil mi?

Cenk Sidar: Şimdi şöyle: O risk çok büyük bir risk tabiî ve eskiden o tarz imkânlara belki belli devletlerde istihbârat örgütleri sâhipken, artık evde oturup sahte bir Trump videosu üretebilirsiniz, sahte bir Biden videosu üretebilirsiniz. Yani bunun mevcut araçları kamuya açık. Bunun özellikle risk alanlarında; yani meselâ işte 6 Ocak’ta Amerikan Kongresi’ni bastı Trump’ın taraftarları… O dönemde Trump’ın bir videosu yayınlanıp, şiddeti daha da artıracak bir şey yapılmış olsaydı belki çok daha büyük bir kargaşa olacaktı. Bu hâlâ çözülmeyen ve çözülmesi de çok zor olan bir şey; hattâ siyâsî kampanyalarda yapay zekâyı tamâmen yasaklamaya kadar gidebilecek bir konu. Fakat biliyoruz ki yasaklamak hiçbir şeyin sonunu getirmiyor. Zâten bu tarz kötü niyetli, art niyetli kurumlar, kişiler, istihbârat örgütleri bunu zâten her türlü yapacaktır yasaklansa da. Ben yapay zekânın siyâset ve toplumsal karmaşayı artırabilme riski olduğunu ciddî anlamda görüyorum. Olumlu tarafı, kampanyalar bağlamında belki kampanya çalışanları için olabilir. Yani eskiden 50 tâne görseli oturup 20 kişilik bir grup yapacaksa, şimdi bir kampanya çalışanı, belediye başkanı adayı için çok rahat bir şekilde üretken yapay zekâyı kullanarak video ya da görsel üretebilir. Ama bunun toplumsal faydası ne olur, kamusal faydası ne olur emin değilim. Ama yapay zekânın kamusal riskleri: 1) siyâseti kötü etkileme açısından, 2) tabiî bir de çok konuşulan bir konu, toplumsal düzen ve kaos açısından… Yani biliyorsunuz bu yapay zekâyı ilk üreten şirketler ve belli bir grup –Elon Musk vs. dahil olmak üzere– bu yapay zekânın gelişimini bir şekilde kıskaç altına alma, yavaşlatma önerileri sundular. Çünkü şunu göremiyorsunuz yani: Yapay zekâ dediğiniz teknoloji insan zekâsını katbekat geçtiği durumda ve yapay genel zekâyı oluşturduğu durumda, insanlığa karşı bir tehdit hâline de gelebilir. Yani bu çok bilim-kurgu filmi gibi.

Tam onu soracaktım. Bu yapay genel zekâ nedir tam olarak?

Cenk Sidar: “Yapay genel zekâ” şu: Aslında şu anda “yapay zekâ” derken, belli alanlarda, dar alanlarda uzmanlaşmış bir yapay zekâdan bahsediyoruz. Meselâ ChatGPT dediğiniz zaman, işte bir sayfalık editleme; yani bir raporun İngilizcesini düzeltme ya da bir sayfalık kısa bir rapor alma; işte bizim teknolojimiz iş, ekonomi ve jeopolitik konularda rapor yazma ya da Dale diye bir teknoloji var. Bu da meselâ görsel üretme konusunda uzmanlar. Şu anda birçok yapay zekâ var. Kendi alanlarında uzmanlaşıyorlar. Müşteri hizmetleri konusunda çalışan yapay zekâ var, vs. vs. Yapay genel zekâ dediğimiz konu aslında herhangi bir disiplin özelinde değil, her alanda uzmanlaşmış, aynı insan gibi düşünen, ama aynı zamanda insan muhâkemesi ve belki empatianalizi konusunda insanın üzerine çıkmış, ama aynı zamanda dünyadaki bütün verileri ve analizleri de hatmedebilmiş; yani hâkim olarak ortaya çıkan bir alan ve aynı zamanda da computing dediğimiz yani işlem yapma gücü açısından da… Meselâ quantum computing siber risk alanında ciddî bir risk. Neden? Eskiden şifrelerinizi kırmak için belki saniyede 1000 tâne işlem yapması gerekiyordu, şimdi belki saniyede 100 milyon işlem yapan quantum bilgisayarlarıyla ve aynı zamanda siber güvenlik risklerini bir araya koyarak kötü niyetli bir yapay zekâ oluşup orada quantum computing erişimine verirseniz belki ânında bütün e-mail adreslerinin şifrelerini hack etmeniz mümkün olacak. Yahut daha kötü bir örnek vereyim: Nükleer santralin bütün kripto şifrelerini ele geçirip o nükleer reaktörü bozmak ya da onu işte daha büyük risk unsuru hâline getirmek ya da patlatmak falan gibi daha da korkunç şeyler yapmak mümkün olabilir. Bunlar artık mevcut teknolojiler ışığında mümkün hâle gelen şeyler. O yüzden birinin bu yapay zekâyı dizginleyip kontrol etmesi gerekiyor. Ama bu da bir felsefî tartışma. Yani bir teknolojiyi dizginlemek, kontrol etmek mümkün mü? Teknolojik olarak mümkün; ama siyâsî olarak mümkün mü, güç olarak mümkün mü, ahlâkî olarak mümkün mü? Bu da çok ilginç bir tartışma.

Bu riskler, tehditler gerçekten çok ciddî bir husus. Bizim çocukluğumuzda öyle şeyler vardı. Bilim-kurgu şeyleri vardı; robotlar dünyayı ele geçiriyor falan. İzliyorduk, ama çok da inanmadan izliyorduk. Şimdi artık bunun çok daha ötesinde… Artık şöyle de bir şey var değil mi; “robot” lâfı hâlâ geçiyor, ama artık robot gibi bu gördüğümüz şeyler olmasına da gerek yok herhalde.

Cenk Sidar: Yani tabiî o artık endüstriye göre. Meselâ şimdi Amazon var meselâ biliyorsunuz, büyük bir alışveriş ağı. Meselâ şimdi artık Amazon’un kendi tesislerinde, depolarında çoğu ölçüde robotlar çalışıyor. Yani artık o yapay zekânın yazılım tarafıyla hardware tarafında birleştirmeniz gereken alanlar oluyor. Meselâ gene savunma sanâyiinde artık robot askerler diye bir kavram var. Yani işte belki videoları görüyorsunuzdur, Instagram’da, Twitter’da çıkıyor; insan gibi yürüyen, insan gibi hareket eden ama aynı zamanda belki insandan daha öte muhâkeme yeteneği olan. Yani aslında yazılımla hardware’in de bir araya geldiği ve belli alanlarda yine risk unsuru olabilecek unsurlar ortaya çıkıyor. Bunlar bir de çok hızlı gelişiyor artık. Yani eskiden, meselâ 2 sene önce, hâlâ “Yapay genel zekâ 5 sene sonra mı olacak, 10 sene sonra mı, 20 sene sonra mı olacak?” deniyordu. Bunda farklı görüşler de var. Bilim adamları da burada farklı düşünüyor. Kimisi diyor ki: “En erken bunu 10-12 sene içinde ortaya çıkarmak mümkün”; kimisi diyor ki: “20 sene içinde ancak mümkün, çünkü belli şeyler var”. Ama aslında buradaki sorun da gene insan merkezli. Yani o robotu da kötü niyetli olarak programlayacak, belki onu kötü niyetli olarak kullanacak da gene belki terör örgütleri olacak dünyanın farklı yerlerinde ya da başka devletler olacak. Ama orada korkulan da şu: Bunu limitli bir şekilde, belli bir ülkeye karşı kötü niyetli olarak kurguladığınız durumda da o kontrolden çıkıp topyekûn insanlık aleyhine bir risk ve tehdit olabilir.

Bunu dinlerken 11 Eylül geldi aklıma. O insanların yaptığı çok ince çalışılmış bir işti ve orada da bilmem kaç tâne intihar eylemcisi falan gerekiyordu. Ama o tür dünya çapında etkili olabilecek bir terör eylemini gerçekleştirmek için insan kullanmaya bile ihtiyaç duymayabilecekler herhalde.

Cen Sidar: Ve belki de hiçbir izi olmayacak. Yani tamâmen siber güvenlik tehditleri dediğimiz… Yani artık dediğiniz gibi bir yere saldırı yapmak için… Yani bunlar benim meselâ çok eskiden yazdığım bir şeyde de; 2014’te, 2015’te bile konuşulan tehditlerdi. Yani meselâ belli bir baraja yapacağınız bir kimyasal saldırı; yahut gene bir nükleer reaktöre yapacağınız saldırı… O yüzden aslında geleneksel güvenlik tehditleriyle bu yeni güvenlik tehditlerinin iç içe geçtiklerini görüyorsunuz. Meselâ bunlar gerçekten devletlerin ve güvenlik kurumlarının çok ciddî olarak önceliklendirmesi gereken riskler. Çünkü bunların gerçekten nereden ve nasıl kaynaklanacağını da bulmanız ve anlamanız mümkün olmayabilir. Gerçekten zor bir dönem.

Burada bir de şöyle bir şey var: Şirketler diyorsun, devletler diyorsun, istihbârat servisleri diyorsun, ama biz bireyler burada bir hiç gibiyiz. 

Cenk Sidar: Tabiî. Yani siber güvenlik anlamında o da öyle; ama aslında dediğin gibi buradaki riskin skalasının büyüklüğü açısından, yani belli kişilerin ve kurumların, şirketlerin de siber güvenlik konusunda belli şeyleri yapabilmesi mümkün. Ama işte onların da bir merkezîleşmesi söz konusu. Meselâ eskiden şirketler bütün datalarını, verilerini, kendi şirket binâlarında korurken –değil mi?– artık bulut teknolojileri sayesinde Amazon’un sistemlerinde kuruyorlar. Bir şekilde siz onu Amazon’a devretmiş oluyorsunuz meselâ. Ya da siz Gmail kullanıyorsanız e-mail sistemi olarak Gmail’e, Google’a devretmiş oluyorsunuz o riski. Yani o yüzden büyük şirketlere aslında taşeronluk vermiş gibi oluyorsunuz yani siber güvenlik konularında. Ama bunlar tabiî ki düşünülmesi bile belki rahatsız edici alanlar kişi olarak. Çünkü her şeyimiz dijital artık. Yani bütün kayıtlar, her şey orada. Ama tabiî asıl birinci öncelik devletler ve büyük güvenlik kurumlarının kendi vatandaşlarını bu konuda nasıl koruyabileceği. Ama hani bir önceki sorunuz bile, yani bu çok basit bir şey. Yani o kampanyalarda toplumun nasıl galeyâna gelmeyeceği meselesi meselâ. Yani özellikle halk protestoları olsun ya da işte belli şeyler olsun, o liderlerin ağzından üretilmiş sahte videolarla şiddetin hızlandırılması, şiddetin savunulması vs. gibi konularda özellikle sosyal medyada dezenformasyonun nasıl yayıldığını da görüyoruz. Tamâmen bir text’le bile, yani bir yazıyla bile birlikte görüyoruz; şu oldu, bu oldu vs. diye. Bir de bunların video olarak, görüntülü, çok gerçekçi, liderlerin yaptığı konuşmaların üretildiğini düşünürseniz, çok ama çok ilginç ve tehlikeli bir sürece giriyoruz yani sosyoekonomik olarak da. Ama belki daha da kötüsü –bunlar biraz daha bilim-kurgu gibi– işsizlik. Yani gerçekten yapay zekâ önümüzdeki 10-15 sene içinde birçok mesleği ortadan kaldıracaksa, gerçekten bu toplumlar ne yapacak? Yani işsiz kalan kesim ne yapacak? Bu nasıl bir sosyo-ekonomik baskı doğuracak rejimler üzerinde, devletler üzerinde? Bu insanların hayatları nasıl karşılanacak? İşte, eskiden konuştuğumuz, Universal Basic Income değil mi? Yani herkese bir maaş verilmesi meselesi, eskiden belki bu çok sosyalist bir düşünceyken… ya da çok böyle ütopik bir düşünceyken… bu artık belki bir gereksinim hâline gelecek. Çünkü insanların çoğu belki 50-75 sene sonra çalışmıyor durumda olacaklar. Çünkü ihtiyaç kalmayacak o işlerin yapılmasına. O zaman o insanların bir şekilde belli ihtiyaçlarının karşılanması gerekecek. Bu da ne olacak? Aslında eşitsizliği daha da fazla artıracak. 10 tâne şirket dünyadaki ekonomiyi yönetirken milyonlarca insan ayda asgarî bir ücretle geçiniyor durumunda olacak. Bunlar bilim-kurgu filmlerinde, hani Mad Max falan gibi yerlerde çok hatırlayacağımız şeyler; ama gerçekten biraz oraya gidiyoruz diye düşünüyorum. Hani 50 sene sonra olmasa da 75-100 sene sonra, çünkü artık her şey otomatize hâle gelmiş oluyor.

Sonuçta bir ütopya değil distopya ile karşı karşıyayız… Yani seni dinlerken de dedim ki: “Yani inşallah bütün bunları görmeden bu dünyadan giderim”. Çünkü hakîkaten kötü şeylere yol açma potansiyeli var. Çünkü burada, hani diyorsun ya? Sonuçta insan karar veriyor. İnsanların, genellikle yönetenlerin, şirketlerin iyi olduklarını düşünürüz belki; ama şu âna kadar yaşadığımız deneyimler hiç de öyle olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla kötü ellerde yapay zekâ çok kötü sonuçlara yol açabilir gibi bir sonuca kapıldım.

Cenk çok sağ ol.

Cenk Sidar: Ben teşekkür ederim.

Evet, Amerika Birleşik Devletleri’nde yapay zekâ alanında şirketi olan, bu konuda yıllardır çalışan Cenk Sidar’la yapay zekâyı konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.