Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır değerlendirdi: Gelecek ve DEVA partileri neyi, neden başaramadı?

Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’nin kuruldukları günden bugüne siyasi sürecini, 2023 Genel Seçimleri’nden sonra partilerin durumunu, seçmenin bu iki partiye bakışını, partilerin neyi yapamadığını, seçimlerden sonraki stratejilerini, kaçırdıkları fırsatları ve neden başaramadıklarını Ruşen Çakır değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Ne zamandır yapmayı düşündüğüm bir yayını yapıyorum. Bu aslında birçok yayında bir şekilde değindiğim bir husus. Dün de bahsettim, hattâ bugün bu yapacağım yayının da işâretini orada verdim. Bu yayını şimdi yapmamı tetikleyen olay diyeyim, pazartesi günü meslektaşım Kemal Öztürk’le burada Yeniden Refah Partisi üzerine yaptığımız yayında, Kemal özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki gözlemlerini aktardığında, Gelecek, DEVA ve hattâ Saadet partilerinin nasıl etkisiz olduğunu anlattı. Sâhada gözükmediklerini anlattı. Bir onu izleyelim, sonra devam edelim.

11.03.2024 târihli “Kemal Öztürk: AKP-Yeniden Refah Partisi rekabeti” yayınından:

Kemal Öztürk: “…Cumhuriyet Halk Partisi ittifâkı ve onun listesinden içeriye girdikleri için seçmenden büyük bir cezâlandırma gördü. Ve ben şimdi de görüyorum. Dört şehir gezdim, yani o saydıklarına ek olarak: Batman, Diyarbakır, Rize, Trabzon… bu bölgeleri de gezdim. Bu üç parti sahadan silinmiş durumdalar. Yani DEVA, Gelecek ve Saadet Partisi, yapmış oldukları bu hatâların bedelini ödüyorlar şu anda Anadolu’da; sâhada yoklar. Ha, Parlamento’da 15-20 tâne milletvekilleri var; onu kazanç sayıyorlarsa, bana göre siyâseti okuyamıyorlar demektir zâten.”

Evet, katılıyorum Kemal’e. Kazandıkları milletvekilleriyle yetiniyorlarsa siyâseti okuyamıyorlar demektir. Ne oldu? Şimdi Saadet Partisi’ni bir kenarda tutuyorum; çünkü Saadet Partisi daha eskiden beri var olan ve Millî Görüş’ün devâmı olma iddiasında. Fazilet Partisi’nin kapatılması sonrasında biliyorsunuz Necmettin Erbakan’ı destekleyenler Saadet Partisi’ni kurdular. Erdoğan, Abdullah Gül ve diğerleri de Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurdular. Dolayısıyla Saadet Partisi başka bir yerde duruyor. Ama sonuçta Gelecek ve DEVA partileriyle benzer bir sorunu yaşıyor.  Ama Saadet Partisi’nin hâlâ bir tabanı, kadrosu var; ama seçmen desteği her geçen gün azalıyor. Şimdi Gelecek ve DEVA partilerinin özelliği, onların Millî Görüş’ten doğrudan kopma değil; Adalet ve Kalkınma Partisi’nden kopmuş olmaları. Genel başkanları başta olmak üzere birçok kadrosunun geçmişte AKP iktidarlarında, AKP’nin kuruluşunda ve sonrasında üst düzey görevler yapmış olmaları. Meselâ Ali Babacan’ın ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığı ve dışişleri bakanlığı var. Ahmet Davutoğlu başbakan oldu ve AKP genel başkanı oldu hattâ ve daha öncesinde de dışişleri bakanlığı var. Ve kadrolarında da baktığımız zaman, bakanlık yapmış, grup başkanvekilliği yapmış, il başkanlığı yapmış, milletvekilliği yapmış çok sayıda eski AKP’li var. Ve bu partiler, şöyle söyleyelim, aslında geçen seçimde, yani Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanamadığı ve milletvekilliğinde Meclis’te çoğunluğu yeniden Cumhur İttifâkı’nın kazandığı seçimlerde gerçekten çok büyük bir fiyaskoyla karşılaştılar.

Şu husus önemli tabiî: CHP listelerinden girdikleri için ne kadar oyları olduğunu bilmiyoruz. Yani birisi, “En az %2’si, %3’ü bizimdir” dese, elimizde bunu kanıtlayacak ya da yalanlayacak herhangi bir şey yok. Ama şunu rahatlıkla söylemek mümkün: Bu partilerin her biri kendi başlarına girmiş olsaydı, en azından, Cumhur İttifâkı’nda Yeniden Refah Partisi’nin yaptığı gibi yapsaydı –onlar Cumhur İttifâkı’nın parçası olup kendi başlarına girdiler ve 5 milletvekilliği kazandılar; oy oranlarını da gördük: %2’yi aştılar–, bu partilerin oylarını da görürdük. O zaman CHP + bu partilerin toplamı CHP’nin son seçimde aldığı oydan fazla olurdu bence kesinlikle. Burada nasıl olsa seçilebilecek yerlerde Saadet ve Gelecek’in 10’ar, DEVA’nın da nedense 15 milletvekilli… Bir iddiaya göre son gün pazarlıkta el yükseltmişler, 15 almışlar. Bu da ayrı bir konu tabiî ki Kılıçdaroğlu’nun siyâsî yeteneği konusunda. Neyse. Bunları aldıkları için seçmen, normal şartlarda tek başına girse Gelecek’e ya da DEVA’ya ya da Saadet Partisi’ne vermeyi düşünen seçmen CHP amblemine oy basmamış olabilir, bunu özellikle vurgulamak lâzım. Ama her hâlükârda bu partilerin oylarının çok da yüksek olmadığı belli.

Ama baştan böyle değildi. Gelecek ve DEVA partilerinin kurulacağı duyulduğu andan îtibâren, partilerin kuruluş hazırlıkları başladığı andan îtibâren çok yoğun bir ilgi vardı kendilerine yönelik olarak. DEVA Partisi’ne daha fazla vardı. Özellikle Ali Babacan’ın kendisine daha fazla vardı. Ama Gelecek’in de bir etkisi vardı; çünkü yakın zamana kadar başbakanlık yapmış Ahmet Davutoğlu ve onun kadrolarından çok sayıda isim de Gelecek Partisi’ne giriyordu. O günleri hatırlıyorum. Meselâ Güneydoğu’da bir araştırma kuruluşu, Rawest, “Kurulması söz konusu olan partilere Kürtler nasıl bakıyor?” diye bir sâha araştırması yapmıştı. Daha partiler yoktu, dikkat edin. Ve o sâha araştırmasını biz Medyascope’ta internet sayfamıza yükledik PDF olarak. Binlerce, on binlerce kişi okudu. Yani sırf daha kurulmamış partilere Kürtler nasıl bakıyor gibi bir araştırma, acayip bir ilgi gördü. Ve orada araştırmayı yapan arkadaşlarla konuştuğumuz zaman da sâhada gerçekten insanların bu partileri merakla beklediğini gördük.

Özellikle Millî Görüş hareketinin Kürtler arasında hep belli bir gücü olmuştur. İnişli çıkışlı olsa da hep bir gücü olmuştur, daha Millî Selâmet Partisi zamânından beri. Refah Partisi’yle bu devam etti. AKP ve bir ölçüde Saadet Partisi de var oldu. Ve birtakım isimler de geldi aslında bu partilere Güneydoğu’da. Kürt kimliğini sâhiplenen birtakım bilinen isimler, akademisyenler, eski milletvekilleri vs. de katıldı. Ama sonra bu etki azaldı. O târihlerde yine, bakıyorum: Gelecek Partisi 12 Aralık 2019’da kuruldu. Bilkent Oteli’nde yapıldı kuruluş töreni. Biz Medyascope olarak gittik. Oradan yayın da yaptık. Daha sonra DEVA Partisi 9 Mart 2020’de kuruldu. Yani ondan yaklaşık 3-4 ay sonra kuruldu. Aynı yerde onlar da yaptı, onu da izledik. Ve orada DEVA Partisi’nin kuruluşunun akşamında biz Medyascope olarak Ali Babacan’la bir canlı yayın yaptık ve acayip izlendi. Yani gerçekten acayip izlendi. Rakamlar bizim Medyascope’un çok üzerindeydi ve buna da şaşırmadık. Nitekim daha sonra Ali Babacan’la yaptığımız diğer yayınlar, teke tek yayınlar –ki hepsini ben yaptım–, meselâ bakıyorum: 7 Temmuz 2020’de Zoom üzerinden bir şey yapmışız. Sırf benim YouTube sayfamdan –ki Medyascope’un daha fazla, çünkü Medyascope’un daha fazla abonesi var– 100 bini aşkın kişi izlemiş. 5 Aralık 2020’de stüdyoda yaptığımızda 130 bin kişi izlemiş. Bu rakamlar genellikle Medyascope’taki izlenmelerin iki katı filan oluyor. Yani diyelim ki 5 Aralık’taki yayını 300 bin civârında insan izlemiş. 7 Temmuz’daki yayını da 250 binden fazla, 300 bine yakın insan izlemiş. Ama sonra bir düşüş var. Meselâ 26 Kasım 2021’de yaptığımızda 130 binden 46 bine düşüyor. Sonra 23 bine düşüyor, 13 Ocak 2023’te. En son 23 Şubat 2023’te Islâhiye’de deprem bölgesinde uzaktan bağlandık. Orada 13 bin kişi benim sayfamdan izlemiş, YouTube sayfamdan. Medyascope’tan da 15-20 bin kişiyse 30 bin kişi filan. H,a bu arada şunu söyleyeyim: cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler öncesi Ali Babacan’la yayın yapmak istediğimizde kendileri istemediler, neden olduğunu bilmiyorum. Ama olmadı. Biz de açıkçası, yani olmasa da olur dedik. Çok büyük bir düşüş var. Ahmet Davutoğlu ile yaptığım yayınlarda rakamlar daha düşük; ama orada da meselâ bir 40 bin, 50 bin civârında olan izlenmelerin daha sonra bayağı bir düştüğünü gördüm. Bu da yansıyor. 

Öyle bir çağda yaşıyoruz ki artık her şey alenî. Yani hiç kimse size şu şöyle ilgi görüyor, bu böyle ilgi görüyor vs. demesin. Tabiî bâzı rakamlar filan troller şunlar bunlar üzerinden şişiriliyor olabilir; ama biz Medyascope olarak böyle şeylere îtibar etmediğimiz için bizim izlenme ya da sayfada okunma rakamlarımız filan gerçek rakamlar. Ve oradan çok iyi anlıyoruz ki, meselâ bir yayın olması şart değil, diyelim ki Ahmet Davutoğlu bir açıklama yapıyor, sayfaya koyuyorsunuz, kaç kişinin okuduğuna bakıyorsunuz; ya da Ali Babacan, artık çok fazla haber değeri taşımıyorlar. Açık söyleyeyim, bu yayını yapacağımı söylediğim zaman buradaki editör arkadaşlar da “Niye ki?” diye sordular. Çok büyük bir ilgisizlik, kayıtsızlık var. Baştakinin tam tersi, yani 2019 sonu 2020 başının tam tersi bir durum yaşıyoruz.

Kemal Öztürk bunu, “CHP ile birlikte hareket etme”ye bağladı. Bu gerçekten çok ciddî bir olay. Orada belli ki bir stratejik yanlış yapılmış ve ona başka bir formül belki bulabilirler. Meselâ benim dediğim gibi, ittifak içinde olup ayrı partiler olarak girmek gibi ya da ilk turda cumhurbaşkanı adayı çıkarıp sonra Kılıçdaroğlu’nu desteklemek gibi olabilirdi. Şimdi bu olayın bir yönü. Ama bir diğer yönü de şu: Neyi yapamadılar? İlk başta biliyoruz ki bu partiler AKP’nin yorgunluğu, hani o metal yorgunluk, yaşanan ekonomik kriz vs. birçok şeyden, özellikle demokrasi vaadiyle yola çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi iktidârının Türkiye’yi sonra bir otoriterliğe dönüştürmesi ve tek adam rejimi vs. bütün bunlara tepki duyan kadroların ve seçmenin desteğiyle ortaya çıkan hareketlerdi. Bir kere bunu tam anlatamadılar. Erdoğan eleştirileri uzun bir süre gecikti. Bunu çok tartıştık. Cesâret edemediler Erdoğan’ı eleştirmeye ya da zamânını bulamadılar. Daha sonra Erdoğan’a yönelik eleştirilerinin çok sınırlı olduğu ve temelinde bir sorun olduğu… Şöyle ki: Ali Babacan kendisine kadarki her şeyin iyi, güzel olduğunu, ama sonra bozulduğunu söylüyor. O daha erken ayrıldı, koptu. Ahmet Davutoğlu parti genel başkanlığı ve başbakanlık yapmış ve bir Pelikan bildirisi gibi uyduruk bir şeyle apar topar her şeyini kaybetmiş birisi olarak, kendisine kadar her şeyin doğru olduğunu söylüyor. Kendisi döneminde özellikle yaşanan iki seçim arası, 2015 seçimleri arasında yaşananlar hakkında ya da Suriye meselesinde kamuoyunu aydınlatıcı, bilgilendirici hiçbir şey söylemedi. Bir şeyler söyledi; ama bir özeleştiri vs. görmedik. Tam tersine, kendisinin politikalarının doğru olduğunu söyledi. Halbuki AK Parti iktidârı, aktörler değişse de bir süreklilik arz ediyor ve dolayısıyla gerek Babacan ve arkadaşları, gerek Ahmet Davutoğlu ve arkadaşlarının bulunduğu süreçlerde de çok ciddî hatâlar yapıldı ve bunlarla yüzleşme konusunda çok gerçekçi olmadılar, çok cömert davranmadılar. Genellikle, “Bizden sonra bozuldu” dediler. Bu da hep bir soru işâretini berâberinde getirdi. Uzun bir süre eleştiri yapmadılar. Yaptıkları eleştiriler de sonra büyük ölçüde Erdoğan eleştirisi üzerinden. Altılı Masa olayı yaşandıktan sonra da açıkçası orada Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığını meşrûlaştırıcı güç olmanın ötesinde pek de bir şey yapmadılar. Bir alışverişe girdiler. Onların varlığıyla Kılıçdaroğlu adaylığını özellikle İYİ Parti’ye dayattı. Yani çoğunluğu elde etti; ama onlara karşılığında bir şeyler verdi. Meselâ cumhurbaşkanlığı yardımcılığı veremedi de vaat etti, milletvekilliği verdi. Bu partilerin hiçbirisi kendi başlarına girse 10 milletvekili filan çıkartabilecek durumda değildi. Yeniden Refah Partisi’ne bakın: O kadar yükselişte olmasına rağmen 5 milletvekili çıkartabildi. Bu partiler bunu rüyâlarında göremezlerdi. Bunu ne karşılığında yaptılar? Kılıçdaroğlu’nu destekleme karşılığında yaptılar. Ve bu arada da tabiî bu duruşları nedeniyle masada ârıza çıkmasına da bir şekilde katkıları oldu. Masada ârıza çıkması nedir? Meral Akşener’in masadan kalkıp tekrar oturmasıdır. O aradaki süreçte masanın masalığı da artık kalktı vs.. Yani sonuçta baktığımızda, bu partiler Altılı Masa’da da, üretici bir şekilde, yaratıcı bir şekilde yol alınmasına pek de katkı sunmadılar açık söylemek gerekirse. Meselâ Ahmet Davutoğlu’yla yaptığımız yayında da söyledi, başka yerlerde de söylediler: “Aslında biz şunu demiştik, şunu yapmıştık, şuna îtiraz etmiştik” gibi şeyler söylüyorlar; ama bunların hiçbir anlamı yok. O târihlerde bunları hiçbir şekilde söylemediler. Oralarda kapandılar, konuştular. Bir sayfalık bildirilerle kamuoyunun karşısına çıktılar. Daha doğrusu kamuoyunun karşısına çıkmadılar, o bildirileri verip gittiler ve “Her şey çok güzel olacak” dediler. Birlikte fotoğraf çektirmenin yeteceğini düşündüler. Birçok kişi de buna inandık. Yani bu fotoğrafın yetmediğini bilebilecek kadar siyâsî deneyimi olan kişilerdi bunlar. Ama bir şekilde içerideki olaylarda o inisiyatifi alamadılar. Ve bunu yaparak da kendileri de bayağı bir etkilerini kaybettiler.

Bu arada şunu söylemek lâzım: “Gelecek ve DEVA partileri neden ayrı partiler?” sorusunun cevâbı hâlâ verilebilmiş değil. Hakkını vermek lâzım, Gelecek Partisi bu konuda daha atak oldu, birlikte kurma konusunda ya da seçimden sonra birlikte grup kurma konusunda. DEVA hep buralarda mesâfeli davrandı. Açıkçası DEVA Partisi’nin Gelecek Partisi’yle yan yana görünmek istememesini anlayabiliyorum ya da anlayabiliyordum. Çünkü DEVA Partisi’nin yeni bir ANAP olma iddiası, merkez sağda olma iddiası vardı. Ama bu iddianın çok çabuk bir şekilde eridiği görüldü. O erimeyi görüp buna yönelik olarak belki bir birleşme ihtimâlini gündeme getirebilirlerdi. Orada da benim bildiğim kadarıyla, Ahmet Davutoğlu’nun zamânında Abdullah Gül’ün AKP’nin başına geçişini engellemiş olması çok önemli bir rol oynadı. Çünkü biliyoruz ki DEVA Partisi’nin arkasında bir şekilde Abdullah Gül vardı. Ama Abdullah Gül de hiçbir zaman bu partinin arkasında olduğunu kamuoyunun karşısına çıkarak dile getirmedi; bir de böyle bir husus var, bunu da özellikle vurgulamak lâzım. Yani DEVA Partisi’ni bir anlamda yalnız bıraktı. Bunun da olumsuz bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Her hâlükârda, tabiî ki Abdullah Gül’ün seveni var, sevmeyeni var vs.; ama orada bir şekilde, parti üyesi olmasa da, yöneticisi olmasa da, o partinin yanında olduğunu kamuoyuna duyurması hâlinde DEVA’nın eli biraz daha güçlenebilirdi. 

Ali Babacan’ın gençler nezdinde bir popülaritesi vardı, bir ilgi odağı olmuştu. Ama kısa bir süre içerisinde bunun yok olduğunu gördük. Bunu nasıl başardı açıkçası merak ediyorum. Umarım kendisi de merak ediyordur ve bunu değerlendiriyordur. Şu anda gençler deyince akla Ümit Özdağ geliyor, Zafer Partisi geliyor. Onun dışında belki Ekrem İmamoğlu birazcık… Belki daha muhâfazakâr kesimlerde Fatih Erbakan birazcık… Ama şu anda gençlerin kendilerini özdeşleştirebilecekleri siyâsî figür çok fazla yok. Özellikle sağ cenahta çok fazla yok. Ali Babacan’ın o anlamda çok ciddî bir fırsat kaçırdığını vurgulamak lâzım.

Bu partilerin içlerinde çok sayıda deneyimli kadro olmasına rağmen, birer lider partisiymiş gibi çıkmış olmalarının da çok ciddî bir sorun olduğunu düşünüyorum. Ve seçimin hemen öncesinde ve hemen sonrasında yaşanan istifâlar, kopuşlar da bu partilerde çok fazla gelecek görmeyen insan sayısının içeride de arttığını bize gösteriyor. Ve şimdi yerel seçime giriyorlar. DEVA Partisi bayağı, neredeyse her yerde aday çıkararak giriyor. Gelecek Partisi daha temkinli davrandı. Çok adayla iddialı bir şey yapmaya çalışmıyor. Ama sonuçta bu seçimin bu iki parti için de bir –nasıl söyleyeyim?– “silkinme” vesîlesi olacağını açıkçası düşünmüyorum. Bundan sonra ne olur? Bu seçimden sonra bu partiler herhalde gelecekleri hakkında oturup düşüneceklerdir. Yola devam edip etmeyeceklerini, nasıl devam edeceklerini, Meclis’te birisinin 10, birisinin 15 milletvekilinin ne olacağını… Bir de şunu özellikle vurgulamak lâzım: Eğer Erdoğan anayasa değişikliği ve benzer şeylerde muhâlefet partilerindeki milletvekillerine yönelik bir operasyon yapmaya kalkarsa, yani kazanma operasyonu yapmaya kalkarsa, bu partilerden kopuşlar olma ihtimâli çok yüksek, onu da vurgulamak lâzım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.