Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın konuğu Hatem Ete: İstanbul’da seçmen tercihleri nasıl değişiyor?

31 Mart yerel seçimlerine sayılı günler kaldı.

DEM Parti ve İYİ Parti seçmeninin ne kadarı İmamoğlu’nu destekliyor? Selahattin Demirtaş bir açıklama yaparsa yönelim ne olur? Erdoğan’ın aklında Murat Kurum’dan başka aday var mıydı? 1 Nisan’dan itibaren siyasette nasıl bir tablo göreceğiz?

Ruşen Çakır, bu yayında PANORAMATR’nin İstanbul’da yapılan yerel seçim anketinin sonuçlarını Hatem Ete ile değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Hatem Ete ile PanoramaTR’nin İstanbul anketini konuşacağız. Hatem Ete Ankara’da. Hatem, merhaba.

Hatem Ete: Merhaba.

Bu sefer sen anketini bana yollamadan bir şekilde kaynaklarımdan elde ettim ve hemen haberini de yaptım. Seninle yaptığımız bir yayında ilk defa tablo da göstereceğim, benim acar gazeteciliğimin ürünü. Çok çarpıcı sonuçlar var; ama çarpıcı sonuçların dışında, özellikle siyâsî analiz kısmında yazdıklarınızın çok önemli olduğunu düşünüyorum, onları da konuşacağız. Ama önce şunu sormak istiyorum. Son seçimden dolayı kamuoyunda, özellikle muhâlefete yakın çevrelerde kamuoyu araştırma şirketlerine yönelik çok büyük bir güvensizlik oldu, biliyorsun. Biz gazetecilere de oldu, ama siz araştırmacılara da oldu. Ne diyorsun? Onun bir baskısı da herhalde üzerinizde vardı bu araştırmaları yaparken. 

Hatem Ete: Çok baskı oluştu tabiî 14 Mayıs’tan sonra. Ama orada ben haksızlık yapıldığını da düşünüyorum. Sizinle biz 14 Mayıs’tan önce yaklaşık bir yıl boyunca her ay program yaptık. Yaptığımız programlarda da hep PanoramaTR’nin verileriyle konuştuk, hatırlarsanız. Seçime 3 gün 4 gün kala anketimiz de yayınlandı. Ve gerçekleşen seçimle bizim yaptığımız araştırma ve seçimden bir yıl önce yaptığımız analizler arasında nasıl bir örtüşme olduğunu en azından senin izleyicilerin biliyor. Dolayısıyla bu konuda, araştırmaların ciddiyeti, künyesi, hangi maksatla yapıldığı gibi şeyler önemli; ama bütün araştırmaları bir tarafa bırakarak seçimlere hazırlanmanın mümkün olduğunu düşünmüyorum. O nedenle de zâten bütün siyâsî partiler bir şekilde seçimlerde daha fazla, ama seçim olmadığı dönemlerde de nasıl algılandıklarını görmek için anketlere ihtiyaç duyuyorlar. Ben bu gerçekleştirdiğimiz anketin de bir seçim tahmini olmanın ötesinde, iki maksatla okunması gerektiğini düşünüyorum. 1) Biz ayda bir yaptığımız anketlerle aslında bir gelişim dinamiğinin fotoğrafını çekiyoruz, gelişim seyrinin fotoğrafını çekiyoruz. Yani dolayısıyla, “Algı yükseliyor mu, düşüyor mu? Beğeni düzeyi artıyor mu, azalıyor mu? Hangi meseleler probleme dönüşüyor, dönüşmüyor?” gibi, ancak bir trend içerisinde anlaşılabilecek meselelerle ilgili algının yönünü göstermek üzere bizim anketlerin değerlendirilmesi lâzım. 2) Sonuçlar îtibâriyle de, “Seçim günü bu sonuçlar çıkacak” anlamında değil, araştırmanın yapıldığı gün arâzinin ne olduğunu gösteren bir fotoğraf olarak okunması lâzım. Biz genelde…

O zaman…

Hatem Ete: Son bir şey Ruşen Abi. Biz o yüzden genelde araştırmalarımızın yanına bir de analiz ekliyoruz. Analizde, o seçim araştırmalarının önümüzdeki döneme kadar nasıl bir seyir izleyebileceğine dâir kendi kanaatlerimizi de söylüyoruz.

Eyvallah. Şimdi 21-23 Mart arasında 2857 katılımcıyla yapılmış bir araştırmadan bahsediyoruz. Hatâ payını 3 mü diyorsunuz?

Hatem Ete: Evet, 3. Yani 2,85-3.

Evet, şimdi bakıyorum; kararsızlar ve oy vermeyenler dağıtılmadan yapılan ankette Ekrem İmamoğlu %37,5, Murat Kurum %31,4 gözüküyor. Şimdi bu hâliyle bakıldığı zaman, hatâ payını da katarsak, sizin 21-23 Mart’taki araştırmanıza göre Ekrem İmamoğlu kazanıyor. Yalnız daha önce çok söylenildi, siz de herhalde tanık olmuşsunuzdur: Bu seçimlerde kararsızların oranının ve “Oy vermeyeceğim” diyenlerin oranının çok yüksek olduğu söyleniyordu. Sizde de burada bakıyorum: 16 puan gibi bir şey gözüküyor ikisinin toplamı. Önce oradan gidelim. Kararsızlar dağıtıldıktan sonraki tabloya sonra bakarız. Bu raporda da ele almışsınız aslında, kararsız olanlara sormuşsunuz, “Nerede kararsız?” diye. Gördüğüm kadarıyla orada da Ekrem İmamoğlu önde. Ama ben şöyle sormak istiyorum. Diyelim ki olay bu. İktidar partisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan, pekâlâ %9 + 7 kararsızın 5-6 puanını çekip Murat Kurum’un kazanmasını sağlayamaz mı?

Hatem Ete: Bu saat îtibâriyle çok zor görüyorum. Yani dediğin her iki meseleyle ilgili de kanaatim şu: Araştırmanın hatâ payının tamâmını Murat Kurum lehine yazsak bile, önümüzde, yani araştırmanın doğrudan tercihlerde 6 puanlık farkı, kararsızlar dağıtıldıktan sonra da çıkan 7 puanlık fark göz önünde bulundurulduğunda, İmamoğlu’nun her hâlükârda kazandığını öngörmemiz lâzım, araştırmanın sonucuna bakarak bir yorumda bulunacaksak — bu bir. İkincisi: Önümüzdeki dönemde bu kararsızların ne olduğu, nasıl olduğu meselesi genel seçimlerde de sürekli tartışılır. Bizim genel kanaatimiz ve bulgularımız, bugüne kadar, genelde ana trende benzer bir eğilime sâhip olduğu bu kararsızların, yani eğer ana trendde İmamoğlu Kurum’dan daha önde çıkıyorsa, kararsızların dağılımında da İmamoğlu’nu tercih edecekler Murat Kurum’u tercih edeceklerden daha fazla çıkıyor genelde. Siyâsî partiler bağlamında da böyle oluyor. Genelde birinci sırada AK Partili kararsızlar daha fazla oluyor, ikinci sırada CHP’liler fazla oluyor falan. Sâdece bâzen çok kriz dönemlerinde, eğer bir liderle ya da bir partiyle ilgili çok ciddî bir hoşnutsuzluk oluşmuşsa, bir kriz oluşmuşsa, o zaman o partide kararsız oranı çok fazla artabiliyor. Meselâ kurultay öncesinde CHP’de oldu, İYİ Parti’de seçimlerden sonra oldu. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı îlân edildikten sonra muhâlefetin adayına oy vereceğini söyleyen seçmende olmuştu 14 Mayıs’tan önce. Ama şimdi böyle bir istikrarsızlık tablosu yok. Dolayısıyla, bu soruyu sormamış olsaydık bile, benim tecrübem bu eğilimin böyle yansıyacağını söylüyordu zâten. Fakat sorduk da ayrıca, yani kararsızlara: “Sizin bu iki aday arasında kendinizi daha fazla yakın hissettiğiniz aday hangisi? Kimin için sandığa gitme ihtimâliniz daha yüksek ya da sandıkta karar değiştirmeniz, fikir değiştirmeniz daha yüksek?é dedik. Orada da açık bir şekilde ilk Ekrem İmamoğlu’nu destekleyecek kararsız oranı daha fazla. Tayyip Erdoğan biraz AK Partili küskünler nezdinde bir etki oluşturabilirdi bu seçimlerde. Biraz onu konuşabiliriz istersen. Ama ben burada Tayyip Erdoğan’ın da istikrarlı ve kararlı bir stratejiyle bu seçime hazırlandığını görmüyorum. O nedenle kararsızlar üzerindeki etkisi bahsettiğin gibi olmayacak diye düşünüyorum.

Şimdi burada baktığım zaman diğer çarpıcı husus — ama birazdan kararsızlar dağıtıldıktan sonraki tabloya da bakacağız: Ekrem İmamoğlu%37, Murat Kurum %31, sonra çok büyük bir ara var; %3,8’le Azmi Karamahmutoğlu’nu bulmuşsunuz, Zafer Partisi’ni. Sonra Meral Danış Beştaş’ı, DEM Parti’yi. Sonra Mehmet Altınöz’ü, Yeniden Refah Partisi. Saltuk Buğra Kavuncu, İYİ Parti %1,4. Yani şimdi burada Zafer Partisi’nin ve Yeniden Refah Partisi’nin gücünü görüyoruz, ilk beşe giriyorlar değil mi? İlk beşe giriyorlar. Tabiî burada MHP Murat Kurum’u desteklediği için… Yok, ona daha sonra bakacağız. Bu çok çarpıcı. En önemli çarpıcı nokta da İYİ Parti’nin oranı. Burada açıkçası, Ekrem İmamoğlu’nun o söylediği, “İstanbul İttifâkı” diye bir şey söylüyor ya hani; “Millet İttifâkı dağıldı, ama biz İstanbul İttifâkı’nı kuracağız” diyor. Bu tabloya baktığım zaman o söylediğini gerçekleştirmiş gibi gözüküyor, öyle değil mi? Yani İYİ Parti’ye neredeyse hiç oy yok, DEM Parti aldığı oyun yaklaşık yarısını alabiliyor gibi bir tablo çıkıyor. Zâten diğerlerinin içerisinde Gelecek, DEVA, Saadet Partisi — ki onların belli ki 1’in bile altında oyları var, Memleket Partisi vs.. Dolayısıyla, ittifak bir şekilde İstanbul’da sandıkta yaşanıyor. Öyle gözüküyor.

Hatem Ete: Öyle gözüküyor, evet. Yani hangi adayın hangi siyâsî partilerden daha fazla, siyâsî parti seçmeninden daha fazla oy aldığına yönelik bir çözümlememiz de var. Bir kere CHP’lilerin ve Türkiye İşçi Parti’lilerin neredeyse tamâmının oyunu alıyor. En yüksek oy aldığı iki parti CHP ve TİP. İkisinde de %85’in üzerinde, 90’ın üzerinde bir desteği var. İkinci durumda da DEM Parti seçmeninden de İYİ Parti seçmeninden de, kendi adaylarından daha yüksek oy alıyor İmamoğlu. Yani DEM Parti’nin kendi İstanbul adayı var, ama DEM Partili olduğu halde İmamoğlu’na oy verecek seçmen sayısı daha yüksek gözüküyor. 14 Mayıs seçim sonuçlarındaki parti tercihlerine göre bakıldığında… Benzer durum İYİ Parti için de geçerli. Kendi adaylarından daha fazla İmamoğlu’na oy verecek gibi görünüyorlar. Fakat bu biraz İstanbul için beklenir bir durumdu zâten, öngörülebilir bir durumdu. Bence Murat Kurum’un kampanya dönemi boyunca, hem Murat Kurum’un hem iktidârın performansları da bunu kolaylaştırdı. 

Onları konuşacağız, onları analiz bölümünde konuşacağız. Ama şurada çok önemli bir tablo görüyorum ben. Şimdi arkadaşlar şeyi versinler. Kararsızlar dağıtıldıktan sonraya bakalım. Aradaki fark 7’ye çıkıyor, hattâ 7,2’ye çıkıyor aradaki fark; 44,7 – 37,5 şeklinde. Burada yalnız Hatem, yanlışım varsa düzelt, Meral Danış Beştaş %4,3 gözüküyor. Diyelim ki 2 ile çarptı ya da %10 aldı. Ama yani son seçimdeki oyu %8’di değil mi, %8’i biraz geçiyordu.

Hatem Ete: Evet, evet.

Diyelim ki 4 puan daha fazla oy aldı. Yine Ekrem İmamoğlu, yani oradan 4 puan gelmemiş olduğunu varsaysak bile, Ekrem İmamoğlu kazanıyor gözüküyor. Benzer bir şeyi MetroPOLL’ün araştırmasında da gördüm. Yani Ekrem İmamoğlu… Hani yapıyorlar ya bir şey; “DEM Partililer DEM Parti’ye versin, Ekrem İmamoğlu’nu kazandırmak zorunda değilsiniz” diye kampanyalar başladı, biliyorsun. DEM Parti bütün oyunu alsa bile Ekrem İmamoğlu’nun kaybetmesine yol açmıyor gibi çok çarpıcı bir sonuç var. O da DEM Parti’nin İstanbul’da anahtar olması husûsunu çok ciddî bir şekilde ortadan kaldırıyor. Önce o, sonradan Yeniden Refah’a da gelelim. Orada da ilginç bir olay var, sen de görüyorsundur herhalde. Ne dersin DEM Parti meselesine?

Hatem Ete: Yani şimdi DEM Parti hiçbir yerel seçimde oylarının tamâmını alamadı. Yerel seçimlerde özellikle İstanbul’da DEM Partililerin ve o siyâsî geleneğin eğilimi farklı oluyor. Buradaki temel tartışma, parti içerisinde canlı bir tartışma yürüyor, biliyorsun; bir taraf, DEM Parti’nin açık bir şekilde İmamoğlu’yla ilişkisine yönelik şüpheleri ortadan kaldıracak kadar yüksek oy almasını, hattâ mümkünse İmamoğlu’na kaybettirmesini ve bunun üzerinden Erdoğan’la yeniden bir konuşma zemininin oluşması gerektiğini düşünüyor. Bir kanat da bu seçimde kendi partisinin, belli oranda oy almakla birlikte, muhâlefet hinterlandında durmaya devâm etmesi gerektiğini düşünüyor falan. Fakat benim anladığım, yani DEM Parti %4-5 civârında bir oy alacak, bunun üzerine çıkamayacak İstanbul seçimlerinde ve bu tartışmalar biraz seçimden sonrasına kalacak gibi gözüküyor. Ama dediğin doğru; eğer o araştırmanın sonuçları sâhayı seçim günü de yansıtan bir şekilde doğrulanırsa, DEM Parti kendi seçmeninin tamâmının oyunu alsa bile, Murat Kurum’la İmamoğlu arasındaki oy farkı 1’e 2’ye düşüyor. Çok fazla İmamoğlu’nun durumunu değiştirecek bir denkleme ulaşmıyor. O nedenle ben, seçime son 2-3 gün kala Demirtaş üzerinden yapılacak muhtemel bir açıklamanın, İmamoğlu’nun kazanma durumunu değiştirecek kadar etkili olmayacağını söyledim analiz bölümünde. Varsayalım ki şu anda biz 4 alıyor gözüküyoruz, Demirtaş’ın açıklamasıyla bu 5,5-6’ya çıktığı –ki bu da çok–, yani hem açıklama yapılmasını birinci ihtimal olarak görmüyorum, hem yapılan açıklamanın seçmeni bu derecede hızlı bir şekilde mobilize etmesini çok gerçekçi bulmuyorum. Buna rağmen marjları kullanarak konuşacaksak, buradan 1,5-2 puan oy gelecekse bile, bunun bugün İmamoğlu’nun Murat Kurum’a nazaran avantajlı olan durumunu değiştirmeye yetmeyeceği görünüyor. O anlamda haklısın.

Yeniden Refah’a baktığımızda da benzer bir olay var. Yeniden Refah da sizin araştırmanıza göre Murat Kurum’a kaybettirmiyor. Yani bütün aldığı oyları verseniz bile Murat Kurum’a, arayı kapatamıyor. Hani kaybettiren parti olma özelliğinin açığa düşmesi, en azından bu araştırma sonucuna göre, o da ilginç bir bulgu bence.

Hatem Ete: Evet. Yani bu vesîleyle şunu da söyleyeyim: Bu kaybettirme-kazandırma meselesi bence elitler arası bir tartışma, seçmenle ilişkili bir mesele değil. Yani siyâsetçiler birbirlerini bu nitelemelerle suçlayabiliyorlar, ama en nihâyetinde, diyelim ki İYİ Parti kendi adayını gösterdi ve “İmamoğlu’nun kazanıp kazanmaması benim için bir anlam ifâde etmiyor” dedi; ama seçmeni İmamoğlu’nu tercih ediyor gözüküyor. Dolayısıyla pekâlâ AK Parti, Yeniden Refah Partisi’ne yönelik daha anlamlı bir stratejiyi hayâta geçirebilseydi, Yeniden Refah Partisi’ne yönelik söylemini ve siyâsetini doğru kurgulasaydı seçim başında, Yeniden Refah’a gidecek seçmenini gitmekten alıkoyacak daha güçlü bir siyâset ve aday profili gösterseydi İstanbul’da, Yeniden Refah aday göstermesine rağmen seçmenin Yeniden Refah yerine Murat Kurum’a gelmesini sağlayabilirdi. Dolayısıyla bu mesele sâdece siyâsî partilerin ya da liderlerin verdiği kararlarla yürümüyor. Büyükşehirlerde, özellikle böyle iki aday arasında kalacak seçimlerde, sizin doğrudan tabana nasıl bir hissiyat verdiğiniz önemli. Ben seçim süreci boyunca iktidârın ve özellikle de AK Parti’nin ve AK Parti sözcülerinin Yeniden Refah’la ilgili mâkul, kendi lehlerine bir strateji ve söylem geliştirdiklerine şâhit olmadım. Yaptıkları her açıklama aslında Yeniden Refah’ın tabanını biraz daha kemikleştirdi. Yeniden Refah’a yeni yönelen kesimin kimliklenmesini ve o kimlik etrâfında konsolide olmasını sağlayan açıklamalar yapıldı. O anlamda da ben meselâ İmamoğlu’nun İYİ Parti’ye yönelik politikasının, Erdoğan’ın Yeniden Refah’a yönelik politikasından çok daha fazla üzerinde iyi çalışılmış ve etkili sonuç üretebilecek bir politika olduğunu düşünüyorum. Yani bu yerel seçimlerde Yeniden Refah’la ilgili olarak AK Parti, biraz böyle bir panikle ötekileştirici açıklamalar yapmanın ötesinde, “Ben bu seçimde ne almalıyım, neye ihtiyacım var, bunun için Yeniden Refah’la nasıl bir dil kurgulamalıyım?” gibi sağduyulu rasyonel bir akıl yürütmedi ve buna yönelik açıklamalarda bulunmadı. O anlamda aslında Yeniden Refah’a da ciddî bir katkıda bulundu. Başta bunu yapmamalarının kaygısı buydu. Sen de zaman zaman andın bunu. Yani AK Parti’nin Yeniden Refah’ı meşrûlaştırmasının Yeniden Refah’ın önünü açtığını düşünüyordun. O yüzden Yeniden Refah’ı gayrimeşrûlaştırarak, mesâfe koyarak seçmenin gitmesini engellemeye yönelik bir strateji izledi. Ama benim gördüğüm bu tam tersi işledi. Eğer kucaklasaydı, bugün Yeniden Refah, parti kimliği daha az güçlenen bir partiye dönüşecekti. Özellikle İstanbul, Bursa, Ankara gibi yerlerde AK Parti’nin adaylarına dönebilirdi Yeniden Refahlı seçmen. Ama ötekileştirmeler, Yeniden Refah’ın erken bir zamanda parti kimliğini büyütmesine ve AK Parti ile mesâfelenmesine yol açtı diye görüyorum. Gördüğümüz sonuç, beni de şaşırtan bir cümle, hatırlarsan, bir önceki ay yaptığımız programda benim kanaatim şuydu: “Yeniden Refah Anadolu’da oylarını ikiye çıkaracak, ama İstanbul’da bu kadar yüksek oy alamayabilir” demiştim. Yani “Bu seçmen geçişkenliği, seçimde Yeniden Refah aleyhine işleyebilir” demiştim. Ama bu söylemler muhtemelen Yeniden Refah’ın potansiyelini artıran bir işlev gördü. O nedenle Yeniden Refah’ı 3’ün üzerine çıkmış görüyoruz.

Bu mitingde Suat Pamukçu’ya rozet takmış olmasının ben çok yanlış olduğunu söylemiştim.

Hatem Ete: Aynen, aynen.

Yani bu resmen Yeniden Refah tabanına, “Sizin seçtiğiniz milletvekilini ben aldım, onurlandırıyorum” yapıyorsun. Acayip bir durumdu. Şimdi siz İstanbul’da insanlara, yani konuştuğunuz 2857 kişiye, “Milletvekili seçimi olsa kime oy verirdiniz?” diye de sormuşsunuz. Orada çok daha çarpıcı sonuçlar var, MHP de var çünkü. Belediye sonuçlarına paralel. Ama yine baktığımızda, AK Parti birinci durumda, tamam. Kararsızlar dağıtıldıktan sonra %35 civârında bir oy alıyor. Ama CHP’nin oyu %32,8. Bu bayağı büyük bir artış… Yani İmamoğlu’na gidiyor tabiî, %40 gibi bir rakam söylüyorsunuz; ama CHP’nin %32,8 alması son seçime göre çok büyük bir artış oluyor, yani milletvekili seçimi seçmen tercihinde. Bir diğer husus, DEM Parti yine üç aşağı beş yukarı son aldığı oya yakın gözüküyor; ama Zafer Partisi’nin %6,4; Yeniden Refah Partisi’nin %4,7 olması… Ben geçen bir yayın yaptım, “31 Mart’ın sürprizleri Zafer ve Yeniden Refah” diye, her geçen gün bunu destekleyen birtakım veriler çıkıyor. Yani bunların dördüncü ve beşinci partiler olması, MHP’nin Yeniden Refah’ın da gerisinde kalması… Türkiye İşçi Partisi %2,8… Bu seçime girmiyor, yani etkili bir şekilde… en azından büyükşehir adayı yok. Sizin de saptadığınıza göre İmamoğlu’na veriyorlar. Ve tabiî ki en çarpıcı sonuç: İYİ Parti’nin TİP’in de gerisinde, %1,8 olması. Yani tabiî ki bunun bir araştırma olduğunu tekrar tekrar hatırlatalım; ama böyle bir trend üzerinden baktığımız zaman, 1 Nisan’dan îtibâren Türkiye siyâsetinin bayağı bir değişme potansiyeli olduğunu görüyoruz. Yani AK Parti ile CHP’nin arasındaki mesâfenin –İstanbul tek başına bir örnek değil ama– biraz daha azaldığını görüyoruz. Bu arada DEM üç aşağı beş yukarı aynı olmakla birlikte, Zafer Partisi ve Yeniden Refah Partisi diye bir olgunun çıktığını ve İYİ Parti’nin devredışı kaldığını… Doğru özetledim mi?

Hatem Ete: Yani 1 Nisan’dan sonra bence de siyâset ciddî bir değişime uğrayacak. Aslında 14 Mayıs’tan çok daha net bir şekilde siyâsî partileri de etkileyebilecek gözüküyor, eğer bu gördüğümüz şey seçimde de doğrulanırsa. Bir kere muhâlefet ekseninde, dediğin gibi çok canlanmış, seçim sonucunda teyit edilmiş, kendi gücünü tahkim etmiş iki tâne siyâsî parti ortaya çıkacak gibi gözüküyor: birisi Zafer Partisi, birisi yeniden Refah Partisi. İkincisi; İYİ Parti’nin konumlanma sancısının faturası sandıkta çıkabilir. Bu faturayı parti, ne şekilde hangi rotaya yönelerek; parti kadrosunda, liderliğinde, kurultayda, eğilimlerde nasıl bir değişime uğrayacağına bakarak yöneteceği, doğrudan Zafer Partisi’nin ve CHP’nin oy oranlarını etkileyecek gibi gözüküyor. Yani burada muhtemelen Zafer Partisi, İYİ Parti ile ilgili gelişmelerden en fazla yararlanma ihtimâli olan partilerden biri olarak orada bekliyor olacak. AK Parti ile Yeniden Refah Partisi arasındaki ilişki önümüzdeki dönemde siyâseti etkileyecek. Yani ben Yeniden Refah’ın sâdece oy oranı îtibâriyle belli yerlerde gösterdiği güçlü adaylar üzerinden AK Parti’ye tehdit oluşturduğunu zannetmiyorum. Ama eğer bütün Türkiye’nin birçok yerinde, il genel meclislerinde ya da bizim önümüzdeki dönemde yapacağımız kamuoyu araştırmalarında yaygın bir şekilde gücünü yayan ve %5’lerde %6’larda sâbitleyen bir çizgi izlerse, o zaman AK Parti-Yeniden Refah ilişkisi, hem birbirlerinin politikalarını hem iktidar-muhâlefet ilişkilerini de etkileyebilecek bir düzeye varacak demektir. Yani AK Parti o zaman Yeniden Refah’ı sâdece ötekileştirici bir dil kullanarak yönetemez. Buna yönelik kendi siyâsetini ve söylemini de gözden geçirmek zorunda ve bu söylem ve siyâset, ittifak içini, Cumhur İttifâkı’nın siyâsetini de etkileyebilecek bir düzeye varabilir. Benzer bir şey CHP için geçerli. Yani CHP İstanbul’da evet, Ankara’da biraz belediye başkanlarının, belediye başkan adaylarının yüksek oy alışının pozitif etkisini görecekler oy oranı îtibâriyle. Yani diyelim ki %28’de olan oy oranı %30’un üstüne çıkabilir. İstanbul’da, Ankara’da CHP ve AK Parti birbirine benzer bir yere gelebilir. Türkiye genelinde de böyle bir trend olur mu ona bakmak lâzım. Özellikle büyükşehirlerin CHP’ye yapacağı katkı, CHP’nin AK Parti’ye yakın bir oy oranına kavuşmasına yol açabilir. Yani AK Parti eğer 30’lara doğru gerilerse, CHP 30’lara doğru çıkarsa, burada yeniden bir AK Parti-CHP yakınlaşması oy oranı îtibâriyle yaşanır. Bu hem CHP’ye ciddî bir umut aşılar, yeni siyâsetin rotası ile ilgili cesâretlendirir CHP’yi, hem de AK Parti’yi gittiği yolun muhtemel dezavantajları ile ilgili ciddî bir şekilde sarsar diye düşünüyorum. Yani ben başta şöyle okuyordum: İktidar yerel seçimlere yerel seçim gözüyle bakıyor, muhâlefet için bu bir genel seçim havası taşıyacak, İstanbul dışında iktidar için çok taşımayabilir diye düşünüyordum. Ama eğer Ankara’da ve İstanbul’da gözlemlediğimiz şey Türkiye genelinde de bir eğilim olarak yansırsa, yerel seçimler iktidar için de basbayağı bir genel seçim etkisi oluşturacak gibi gözüküyor. Yani iktidar da muhâlefet de 14 Mayıs’tan çok daha net parti içi siyâset rotasına dâir değişikliklere tâbi olacak gibi gözüküyor. Ben öyle 14 Mayıs’tan sonra gördüğümüz siyâsetle önümüzdeki 4 yıl istikrarlı bir şekilde ilerleyecek, iktidârın tahakkümünde gücünü konsolide ettiği bir denklemde muhâlefet de darmadağın olacak tablosunun 31 Mart’ta değişme ihtimâlini çok yüksek görüyorum. Eğer bu yoklamalarımız, araştırmalarımız doğruysa, Ankara ve İstanbul özelinde gördüğümüz şey sâhaya yansırsa, seçimlerden sonra hem iktidar-muhâlefet ilişkileri değişir, hem de siyâsetin iklimi ve psikolojisi değişir diye görüyorum.

Evet, şimdi tekrar İstanbul’a dönelim, olayın analiz kısmına. Çok önemli tespitler var. Öncelikle söylediğiniz şu husus çok önemli: “Son seçimde kurumsal muhâlefet yenildi; ama bu, toplumsal muhâlefetin varlığını sonlandırmadı” diyorsunuz ve bir anlamda 31 Mart’ı, “toplumsal muhâlefetin bütün o yıkıma rağmen kendini yeniden göstermesi” olarak tanımlıyorsunuz, öyle değil mi?

Hatem Ete: Evet, öyle. Yani, önceki seçimden sonra bütün analizlerimiz, öngörülerimiz kurumsal muhâlefetin yaşadığı savrulmanın siyâseti nasıl etkileyebileceği üzerineydi. 31 Mart’a yönelik öngörülerimizin temelini de başlarda bu oluşturuyordu. Fakat burada seçmenin kendi öncelikleri, kendi talepleri, siyâsete yönelik beklentileri daha belirleyici olur her zaman. Yani iktidârın gücünü daha fazla tahkim edeceği, muhâlefetin daha da fazla savrulacağı bir öngörü, toplumsal muhâlefeti endîşelendirdi. Ve bu endîşe belli büyük şehirlerde aktörler üzerinden yeni bir adres oluşturma, alternatif bir dengelenme yaratma eğilimi oluşturdu. Biz bunu son 3-4 aydır aslında analizlerimizde hep dile getiriyorduk. Yani, bu kurumsal muhâlefetin verdiği kararlarla seçim sonucunu yorumlamayalım, toplum en nihâyetinde kendine yeni bir yol bulur. 14 Mayıs’ta kendisini taşıyacak güçlü bir aktör bulduğu kanaatine varmadığı için farklı davrandı, ama muhâlefet en nihâyetinde kendine bir taşıyıcı aktör arayışına girecektir. Bu böyle devam etmez. Çünkü oransal olarak toplumsal muhâlefetin oranı büyükşehirlerde; iktidârın oranından, iktidar destekçilerinin oranından daha fazla. Dolayısıyla burada da böyle gelişti gibi gözüküyor. Hem Ankara’da ve İstanbul’da, hem Mersin’de, hem buna benzer şehirlerde, yani Adana’da, Bursa’da, buna benzer birçok yerde de ben CHP’li adayların alacağı oyların CHP’nin aldığı normal oyların üzerinde olduğu her durumda, toplumsal muhâlefetin birleştirme ve iktidârı dengeleme, iktidar karşısında güçlü bir alternatif adres oluşturma kaygısının daha etkili olması dolayısıyla oluşan sonuçlar olduğunu görüyorum. Bence siyâsetin önümüzdeki dönem seyrini de tam olarak bu belirleyecek. Yani, toplum bu seçimden sonra kendine belli başlı birkaç taşıyıcı işâretleyecek ve önümüzdeki siyâset, biraz toplumsal muhâlefetin taşıyıcılığını üstlenme iddiasıyla bu aktörler arası ilişkiler, bu aktörlerin siyâset kararlarıyla şekillenecek diye düşünüyorum.

Şimdi aday meselesine geçelim, İstanbul’da. Birinci olarak diyorsunuz ki: “Burada, bu sonuçlarda birinci olarak aday faktörüne bakmak lâzım” — ki bence de öyle. Burada Murat Kurum’un pozitif ilişki kuramadığını söylemişsiniz, “siyâsî profili zayıf” demişsiniz. Öte yandan, Ekrem İmamoğlu’nun da tam tersine daha başarılı bir profil çizdiğini ve çok önemli bir husus: Ekrem İmamoğlu’nun hem belediye başkanlığı hem siyâsî kimliğini çok iyi yoğurduğunu ya da başarılı bir şekilde yoğurduğunu, bir de İmamoğlu’nun Erdoğan’ı muhâtap almakla akıllıca davrandığını söylüyorsunuz anladığım kadarıyla. Böylece Murat Kurum’u bayağı bir geri plana itmiş oluyor.

Hatem Ete: Doğru. Biz analizde beş dinamik üzerinden bunu değerlendirdik, ama sen üçünü saydın. Ben bu üçüyle başlayarak devam edebilirim. Belirleyici dinamiklerden birisi aday faktörü oldu kesinlikle. Her seçimde bu kadar güçlü bir şekilde aday faktörü devreye girmez, ama ben bu seçimin en önemli dinamiklerinden birisinin aday faktörü olduğunu düşünüyorum. AK Parti zâten çok zorlandı aday bulmakta, ama bulduğu adayın kampanya performansı baştaki beklentileri de değiştiren bir sonuç üretti. Yani başlarda millet, Murat Kurum’un bakanlık performansıyla, daha önceki teknokrat, bürokratik kariyeri dolayısıyla İstanbul’da İmamoğlu’nu sâdece projeler, bir belediye başkanlığı ve icraat vizyonu üzerinden seçmeni etkileyebilecek bir etki oluşturabileceğini varsayıyordu. Fakat aday ortaya çıktıkça, sahneye çıktıkça, kitleyle kurduğu iletişimde yaptığı hatâlar gözüktükçe, adayın başlardaki beklentinin bile altında bir performans gösterdiği anlaşıldı ve insanların zihninde şöyle bir tablo oluştu: “Murat Kurum İstanbul’u yönetebilir mi?” Ben bu duygunun, özellikle İmamoğlu’nun verdiği cevaplarla da, Murat Kurum’un da yaptığı gaflarla seçmende bir ciddiyet ve güven problemi oluşturduğunu düşünüyorum Kurum’la ilgili olarak. Seçmen –14 Mayıs’ta da buna benzer bir şey yaşadık– güven duymadığı, ciddî bulmadığı adaya oy vermekte zorlanır. Yani o anlamda ben en büyük hatânın, en büyük marjı oluşturan şeyin aday olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, İmamoğlu güçlü bir adaylık performansı gösterdi. Yani 14 Mayıs’tan bu yana İmamoğlu bir siyâsetçi yetişme kursundan geçiyor gibi bir izlenim üretti. Hem kurultayda yaptığı hamleler, hem kurultay sonrasında kurduğu denklem, hem de doğrudan İstanbul kampanya sürecinde gösterdiği performansla Kurum’la arasındaki farkı çok açtı. İkincisi, kampanya ve strateji çok etkili oldu bu seçimde.

Ona geleceğiz, stratejiye geleceğiz. Onun öncesinde bir şey soracağım. İki şey soracağım daha doğrusu. Aslında birisi soru değil, bir gözlem. Şimdi, çok sayıda muhtemel aday zikredildi önce, biliyorsun. Bu adayların büyük bir çoğunluğu bakandı; Hakan Fidan’dan tut da Ali Yerlikaya’ya kadar ya da Fahrettin Koca’ya kadar. Şimdi baktık: Hepsi İstanbul’da, Murat Kurum’un yanında Ekrem İmamoğlu’na karşı çıktılar, bunu bir söyleyeyim de. Sen o insanların birçoğunu yakından da tanıyorsun, söz konusu olan isimleri ve olmayanları da. Sence daha iyi bir seçenek var mıydı Erdoğan’ın elinde? Şimdi onu çok söyleyen var. Meselâ bana geçen gün birisi dedi ki: “Ali Yerlikaya olsaydı herhalde daha başarılı olurdu.” Ben açıkçası ne diyeceğimi bilemedim. Hakîkaten elinde böyle bir portföyü derler ya, portföyünde böyle hakîkaten daha güçlü, Ekrem İmamoğlu’yla başa baş yarışabilecek isimler var mıydı?

Hatem Ete: Yani isim vermek istemem, ama var olduğunu düşünüyorum. Bence burada bir tercih yapıldı. AK Parti gibi bir parti, bu insan havuzuyla İstanbul’da da, Ankara’da da çok daha güçlü siyâsî figürler gösterebilirdi. Bir kere verilen karârın, adayın… Yani önce bir adayın robot resmi çiziliyor, sonra bu robot resme bir aday yerleştiriliyor diye görüyorum ben. Yani eğer AK Parti İstanbul’da İmamoğlu’yla siyâsal profil îtibâriyle de yarışabilecek güçlü bir siyâsal aktör koyma yolunda ilerleseydi, bunu tercih etseydi, buna uygun aktörler bulunabilir diye düşünüyorum. Ama bunu tercih etmedi ve en büyük yanılgısı da burada oldu. Yani İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Türkiye’nin seçimle gelinen ikinci önemli yeri. İlk olarak cumhurbaşkanı seçiliyor; ikinci olarak en etkili, seçimle gelinen en önemli makamlardan birisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı. Üstelik bu seçimler biraz 2028’e yönelik siyâsal gidişâtı da, hem bu içinde bulunduğumuz 4 yıllık siyâsal süreci hem doğrudan 2028 seçimlerinin muhtemel denklemini etkileyecek bir karar verilecek İstanbul seçimlerinde. Ben AK Parti’nin İstanbul seçimlerine aday ararken, bu bahsettiğim iki dinamiğin gerektirdiği ciddiyetle, sağduyuyla bakmadığını düşünüyorum. Yani genel olarak bütün yerel kampanyada bu ruh hâlini görüyorum; ama İstanbul özelinde çok daha fazla böyle oldu. 14 Mayıs zaferine çok fazla güvenildi, muhâlefetin dağılmışlığına çok fazla îtimat edildi. Her bir siyâsî partinin kendi adayıyla seçimlere katılacak olmasına, CHP içindeki tartışmaların İmamoğlu’na dezavantaj olarak yansıyacağına, DEM Parti içindeki tartışmaların DEM Parti’den İmamoğlu’na geçişi engelleyeceğine ve benzeri, böyle tamâmen muhâlefet içi dinamiklere bakılarak İstanbul için riskli bir karar, riskli ama güçlü bir aday göstermektense; hiç risk oluşturmayacak ama kazanma ihtimâli olabilecek bir adaya karar verildi. Asıl yanlışın burada yapıldığını düşünüyorum yani. 

İstersen buradan stratejiye geçelim. Murat Kurum açıklandığı zaman şunu düşündüm ve söyledim de: Bu kampanyayı Erdoğan yapacak — zâten beklediğimiz bu, özellikle İstanbul’da, tüm Türkiye’de ama özellikle İstanbul’da. Dolayısıyla oraya bir teknokrat koyacak, ama siyâsî olarak kendisi müdâhil olacak. Ama baktık ki onu da pek yapmadı. İstanbul’da bir miting yaptı, pazar günü. Miting bence son bir senede yaptığı en zayıf mitingdi. Yani bir 7 Mayıs’ta yaptığı ya da Filistin mitingi… Aynı yerde yaptı biliyorsun, ben hepsini yerinde izledim, gerçekten sönüktü. Hem katılım anlamında, sayı anlamında –ki kendisi de söyledi, biliyorsun– hem de coşku, ilgi vs. anlamında. Şimdi son iki gün, cuma ve cumartesi günü İstanbul’a geleceği söyleniyor, ama çok da fazla nasıl etkisi olur açıkçası bilmiyorum. Niye böyle yaptı? Yani siyâsî olarak doldurmak konusunda niye çok fazla… Anadolu’yu dolaştı meselâ, hâlâ daha dolaşıyor olabilir. Dün Diyarbakır’daydı örneğin, ama Anadolu’nun birçok yerini dolaştı, dolaşıyor. Ama İstanbul’u sanki çok fazla şey yapmadı şu âna kadar, mitingi saymazsak.

Hatem Ete: İki dinamik; birincisi bence siyâsî strateji yoksunluğu. Yani AK Parti bu yerel seçimlere hazırlanırken, başı sonu belli, kampanyanın başında, ortasında, sonunda hangi muhâtapla nasıl bir ilişki kurulacağını, kimin oyuna tâlip olunurken kimin oyunun nasıl eksiltileceğine yönelik üzerinde çalışılmış gerçekçi, sâhici bir stratejiyi görmüyorum sâhada ben. Yani AK Parti bu seçimlere stratejisiz katılıyor dememin birinci nedeni bu. Yani sorduğunuz sorunun birinci cevâbı bu. İkincisi: Erdoğan’ın bu kampanyada nasıl bir rol üstleneceği, özellikle de İstanbul’da nasıl bir varlık göstereceğiyle ilgili de ben izlediğimde bir strateji görmüyorum. Yani siz de söylediniz: Ya İstanbul’u tamâmen yok sayarsın, İstanbul’un muhtemel kaybının size yapışmasını engelleyecek bir karar verirsiniz, bu yapılabilir ya da “Ne olursa olsun bu kayıp zâten Erdoğan’ın isminin dâhil olacağı bir kayıp olacak, dolayısıyla ağırlığımı İstanbul’a vereyim” gibi bir strateji geliştirebilirsiniz. Şimdi AK Parti ikisine de yönelmedi. Yani ne tam olarak Erdoğan İstanbul’a ağırlık verebildi, ne tam olarak İstanbul’dan vazgeçebildi. Hiçbir zaman İstanbul’a gelip ağırlığını koyan bir kampanya yapmadı; ama Anadolu’da yaptığı bütün konuşmalarda İstanbul’a da referans verdi. Dolayısıyla hem muhtemel bir yenilgiden kurtulmanın yolunu açmadı, hem de muhtemel bir zaferi garantileyecek bir çaba göstermemiş oldu. Ben o anlamda ortada bir strateji görmüyorum. Ama en nihâyetinde gidişâtın yanlış olduğunu düşünüyorum. Bence İstanbul gibi bir yerde Erdoğan’ın daha fazla ağırlık koyması gerekirdi. Yani özellikle son 10 gün daha yoğunlukla iftar programlarında, belli stratejik müdâhalelerde İstanbul’a bir ağırlık verilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Ama bahsettiğimiz stratejisizlik dolayısıyla bunun yapılmadığını görüyorum. Son iki gün İstanbul’a harcanacak mesâînin oyunu değiştirecek bir marja ulaşacağını da öngörmüyorum.

Burada sizin tespitlerinizden birisi de ekonomik durumun bu seçimde sanki daha fazla etkisinin olacağı yolunda ve özellikle de bir emekliler meselesi var. Ve şunu söylüyorsunuz, diyorsunuz ki: “Seçim ekonomisi uygulama imkânı yok”. Yani, Erdoğan bunu bilinçli olarak yaptığını söylüyor, ama sizin tespitinize göre, “Yapabilseydi yapardı” diyorsunuz değil mi? Yani emekliye o parayı verebilseydi verirdi seçimi kazanmak için.

Hatem Ete: O konuda çok fazla bir şey diyemem, ama normalde bu seçimlerin ciddiyetine uygun davranacak bir iktidar, bütün çabayı gösterip bir seçim ekonomisi de uygulamak durumunda. Yani 14 Mayıs’ta nasıl yoğun bir seçim ekonomisinin uygulandığını gözlemledik hep berâber, tecrübe ettik. Ama bu seçimde özellikle seçim ekonomisinden uzak duruldu. Bunun gerçekten ağırlıklı boyutunun imkânsızlık olduğunu düşünüyorum. Yani emeklilere muhtemelen eğer bütçede ayrılacak bir para bulunabilseydi, Erdoğan vermek isterdi. Her mitingde bunun cevâbını vermektense, o parayı vermeyi tercih etmiş olurdu. Ama öte taraftan çok fazla bir çabanın da gösterilmemiş olma ihtimâlini de görüyorum, daha az bir yüzdeyle. Fakat en nihâyetinde, bu kredi genişlemesinin sağlanmaması, ücret artışlarının beklendiği şekilde olmaması, bâzı sektörlere bâzı avantajların sağlanmamış olması gibi seçim ekonomisinde âşinâ olduğumuz meselelerin yapılmaması, zâten tüketici güven endeksinde de düşüşe yol açıyor. Yani bu genelde siyâsetbilimcilerin ve ekonometriyle ilgilenen ekonomi-politikçilerin sıklıkla referans verdikleri bir şey. Tüketici güven endeksi ile seçim sonuçları arasındaki ilişki bağlamında, gerçekten AK Parti iktidârında tüketici güven endeksi 90 ve üzerinde olduğunda seçimleri kazanmış, 90’ın altına düştüğünde de seçimleri kaybetmiş görünüyor. 14 Mayıs’ta da son bir iki ay içindeki hamlelerle 90’ın üstüne çıkmayı başarmıştı. Şimdi yine 90’ın altında bir durum gözleniyor. Ben o anlamda bu ekonominin burada negatif bir unsur olarak tedavülde olduğunu, yani birinci ve ikinci sırada saymayacak olsam bile, dinamiklerden bir dinamik olarak, zâten iktidâra bir ders vermek isteyen seçmenin bu karârını rasyonelleştirmesini olumlu etkileyecek bir dinamik olarak sâhada olduğunu gözlemliyorum.

Son olarak şunu sormak istiyorum. Burada seçmen psikolojisine baktığımızda diyorsunuz ki: “İktidâra mesaj, siyâsete denge”. Yani bu son seçimin üzerinde, çünkü çok iktidar lehine ve muhâlefet aleyhine bir durum. Ama bu seçim sonuçları, eğer böyle gerçekleşirse, bu siyâsete yeniden bir denge getirecek. Tıpkı 2018’de olduğu gibi diyeceğim. 2018’de de Erdoğan ilk turda kazanmıştı hattâ, yine Meclis çoğunluğunu almıştı. Muhâlefette bayağı bir yılgınlık vardı, ama 2019’da çok büyük bir zafer elde etmişti Millet İttifâkı; özellikle büyükşehirlerde: İstanbul, Ankara… bunlar hakîkaten târîhî olaylardı.
Bu sefer o kadar târîhî olmasa bile yine de muhâlefette bir toparlanma söz konusu olacak o zaman. Öyle mi?

Hatem Ete: Evet, bunu öngörüyorum. Yani seçmenin 14 Mayıs’ta vermeyi düşündüğü halde veremediği mesajı, bu seçimde iktidâra vermeyi tercih edeceğini öngörüyorum. 14 Mayıs’ta özellikle muhâlefetin gösterdiği performans dolayısıyla iktidâra mesaj vermeyi riskli gördü seçmen. Ama şimdi görece daha az riskli bulacaktır bunu. Dolayısıyla iktidarla gecikmiş hesaplaşmayı daha sert yaşama ihtimâlini de görüyorum. Yani 14 Mayıs’ta muhtemel bir hesaplaşma daha az marjlarla olacakken, ben İstanbul’da ve Ankara’da farkın açılıyor olmasını seçmenin bu mesajı gecikmiş bir şekilde daha net verme ihtiyâcıyla ilişkili görüyorum. Yani bunun böyle çıkacağını da öngörüyorum — hem Ankara’da hem İstanbul’da. Ankara’da daha fazla, ama İstanbul’da da açık bir şekilde bir seçim kaybıyla iktidâra bir mesaj verilecek. İkincisi: Siyâsette denge. Şimdi, 14 Mayıs’tan sonra toplumsal dinamiklerle uyumlu olmayan bir siyâsal denklem oluştu. Türkiye’nin seçmen dinamiği bu siyâsal denklemi karşılamıyor, arada çok ciddî bir makas oluştu. Yani topluma baktığınızda, muhâlefetle iktidar arasında, hadi %50-50 diyelim, yani muhâlefetin %50’den daha fazla olduğunu düşünüyorum, ama buna rağmen %50-50 olduğunu varsaysak bile, hattâ seçim sonucunu baz alarak 52’ye 48 iktidar lehine olduğunu düşünsek bile, iktidar 52’den çok daha fazla bir güç elde etti, muhâlefetse 48’in gerektirdiği bir temsil gücüne kavuşamadı seçimlerden sonra. Seçmen yerel seçimlerde bunu revize edecek, bunu tashih edecek diye bekliyorum. Yani bu siyâsal denklem böyle işlemez, toplum bu boşlukta ilerlemek istemez. Kendisine bir taşıyıcı bulur, o taşıyıcı üzerinden siyâsete dâhil olmayı arzu eder diye görüyorum. Bu seçimde de Ankara ve İstanbul seçimlerinde hem Mansur Yavaş üzerinden hem Ekrem İmamoğlu üzerinden seçmenin kendisini siyâsete taşıyacak ve iktidar siyâsetini dengeleyecek iki aktör üzerinden siyâsete yeniden geri dönüş sağlayacağını öngörüyorum. O nedenle,”İktidâra mesaj, siyâsette denge” diye belirtmiştim.

Peki, son dedim ama en sonuncuyu sorayım: “Erdoğan ne yapar?” Biliyoruz ki Mayıs seçimlerinden sonra yaptığı konuşmada hemen İstanbul’u telaffuz etmişti. İstanbul’u alamazsa, hele farklı, sizlerin gösterdiği gibi böyle 5 puan 7 puan farklı kaybederse, kimileri diyor ki: “Erdoğan daha sertleşir”, kimileri diyor ki: “Daha ılımlılaşır”. Bu konuda söyleyebileceğin ne var?

Hatem Ete: Yani bir kere 2028’in sonrasına taşıma planları sıkıntıya girer. Bu denklem yeniden karılır. O anlamda ben, 31 Mart’ın neredeyse muhâlefetten daha fazla iktidârı bir kararla karşı karşıya bırakacağını düşünüyorum. Hem ittifak içi dinamiklerin nasıl şekilleneceğine yönelik ciddî, mâliyetli kararlar vermek zorunda kalacak diye öngörüyorum, hem de bugüne kadar yürüttüğü siyâseti gözden geçirme ihtiyâcıyla karşı karşıya kalacak diye düşünüyorum. AK Parti uzunca bir süredir Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığında devâmı karşılığında parti kimliğini ve parti siyâsetinin temel parametrelerini öteleyen, geciktiren, gerileten bir tercihte bulunmuştu. Ben, bu seçimlerden sonra bunun tekrar gözden geçirilme ihtimâlini yüksek görüyorum. Üçüncüsü de bu ikisiyle ilişkili olarak; yani hem ittifak dinamiklerinin nasıl şekilleneceği hem AK Parti kimliğinin önümüzdeki dönemde nasıl bir rotaya gireceğiyle ilgili üçüncü bir dinamik de, bence Erdoğan kendi siyâsal geleceğiyle ilgili kararları daha erken bir dönemde en azından zihninde netleştirmek durumunda kalacak. Yani 2028’den sonraya bir yol mu arayacak, yoksa 2028’de bu işi noktalamayı mı düşünecek? Buna yönelik karar önümüzdeki dönemin sert mi yumuşak mı olacağını belirleyecek. Eğer Erdoğan 2028’in sonrasına geçecek bir yol tercihinde bulunursa, bunun arayışlarına girecekse, siyâsette yumuşama daha beklenen bir ihtimal olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü bunun gerektireceği muhtemel ittifak mekanizmalarını yoklamak zorunda, bunun müzâkerelerini yapmak zorunda; İYİ Parti’yle, DEM Parti’yle, Meclis’teki muhâfazakâr partilerle, bağımsız milletvekilleriyle… Yani siyâsette bir sürü dinamiği harekete geçiren çok yönlü müdâhalelerde bulunmaya yönelecektir ve bu müdâhaleler genellikle de el uzatmaya yönelik müdâhaleler olacaktır. Yani o anlamda yumuşama daha belirleyici bir ihtimal olacak diye düşünüyorum. Eğer 2028’i kendisi için son bulup AK Parti’yi bir yere taşımaya karar verecekse, burada AK Parti kimliği ve iktidârın önceliklerini daha fazla gözeten, daha net, açık, sert bir siyâset bekliyorum.

Evet, noktayı koyalım Hatem. Çok sağ ol, çok iyi bir yayın oldu. Seçimden sonra seni bırakmayacağım tabiî. Yaklaşık tutturduysanız tebrikler, yoksa çok sert eleştireceğim. Ben artık biliyorsun Kemal Kılıçdaroğlu olayından sonra kişisel görüş beyan etmiyorum. Soranlara “başa baş’’ diyorum; ama siz 7 puan önde göstermişsiniz, Allahü âlem diyelim. Çok teşekkürler. PanoramaTR’nin İstanbul araştırmasını Hatem Ete ile konuştuk, kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.