Ruşen Çakır’ın konukları Seda Demiralp ve Ulaş Tol: Türkiye 31 Mart’a nasıl giriyor?

31 Mart Yerel Seçimleri’ne iki gün kaldı. Türkiye’nin beklediği seçimde siyasi partiler nasıl kampanya izledi, Türkiye neleri konuştu , neler konuşmadı, hangi adaylar ve hangi partiler öne çıktı, seçime giden süreç nasıl geçti, seçime giderken en siyasi an hangisiydi?

Ruşen Çakır, Seda Demiralp ve Ulaş Tol değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. 31 Mart yerel seçimlerine artık çok az kaldı. Nasıl bir seçim kampanyası yaşadık? Türkiye neleri konuştu, neleri konuşmadı? Hangi partiler daha çok dikkat çekti, hangi adaylar daha çok dikkat çekti? Bütün bunları iki uzmanla konuşuyoruz: Işık Üniversitesi’nden siyâsetbilimci Prof. Seda Demiralp ve CORE Araştırma’dan siyâsetbilimci Ulaş Tol. Hoş geldiniz.

Seda Demiralp: Hoş bulduk.

Ulaş Tol: Merhaba.

Seda, seninle başlayalım. Konuşulacak konu çok olduğu için, her soruyu böyle hızlı hızlı yaparsak hepsine değinebiliriz inşallah diye düşünüyorum. Nasıl geçti? Bana sanki çok heyecanlı bir kampanya olmamış gibi geldi; biraz da son seçim çok yorucu ve çok net bir sonuç olduğu için. Onun da etkisi olduğunu düşündüm, ama sen aynı görüşte misin?

Seda Demiralp: Kesinlikle katılıyorum. Siyâsî heyecânın, coşkunun, ilginin çok düşük olduğu bir seçimdi. Hem 2023 ile karşılaştırınca da bunu çok farklı hissettik. Yani yerel seçimlere ilginin daha az olduğunu bâzıları zâten söyler. Ama Türkiye’de yerel seçimlere de ilgi fena olmuyor, yani siyâsî katılım zâten hep yüksek. Ama bu seçim öyle olmadı. Ve 2023’te o kadar yükseldik ki o düşüş daha da sert hissedildi. Yani hem ilgi az hem de ilginin biçimi de biraz farklılaştı. Meselâ vaatleri sorduğumuzda; bilmiyor insanlar, çok da fark etmez vs. diyorlar. Ama biz biraz daha işin performatif tarafını, yapılan gafları, şakaları; ne bileyim, şöyle giyindi, böyle yürüdü, talk show’larda ne kadar kendine güvenli göründü, işin bu tür sahne performans tarafına ilginin daha çok olduğunu gördük. Bu birazcık, ilginin azalması ve yüzeyselleşmesiyle ilgili bir şey aslında. Ve o yüzden lider meselesinin iyice ön plana çıktığını gördük. Yani söylemlerden, fikirlerden, ideolojilerden çok, liderlik performansını konuştuk.

Adaylar ve liderler.

Seda Demiralp: Adayların liderlik performansı, evet.

Peki Ulaş, 2019 seçimini hatırlayalım. Orada da 2018’de iktidar galip gelmişti. Erdoğan ilk turda kazanmıştı. Meclis’te çoğunluğu da sağlamıştı. Ama 2019’da muhâlefet çok büyük bir başarı elde etmişti. Ama bir ittifak vardı; hem açık hem de örtülü. HDP örtülü, İYİ Parti açıktan CHP’ye destek veriyordu. Şimdi, 2023’te yine bir yıkım var muhâlefet açısından. Üstelik ittifaklar da yok. İkisini karşılaştırdığımızda, ilk başta baktığımız zaman, iktidar için çok kolay bir seçim olacakmış gibi bir hava vardı; ama sanki öyle gitmiyor gibi. 

Ulaş Tol: Evet, 2019’la gerçekten belli paralellikler var; hem muhâlefetin avantajına olan hem de dezavantajına olan. 2018-19 karşılaştırmasında da meselâ katılım düşmüştü. 2018’de de yine hayal kırıklığı vardı ve yine muhâlefetin seçim sonrası performansı tepki görmüştü, İnce’nin ortadan yok oluşu vs. ve katılım düşmüştü. Şimdi de öyle bir şey bekliyoruz — ki bu sefer hayal kırıklığı çok daha güçlü oldu. Yine seçim sonrası dönemde hem Kılıçdaroğlu’nun üzerinden yürüyen tartışmalar, kurultay, aday belirleme konusundaki rahatsızlıklar vs. muhâlefet seçmeninde bir kırgınlık yaratmış durumda. Bu açıdan katılımda bir düşüş olacağı açık. Ama 2023’te %90’dı meselâ İstanbul’da katılma oranı. Bu çok yüksek bir oran. Buradan bir %5 fire olsa, hâlâ %85’leri konuşuyoruz ve bu da seçimlere katılım açısından hâlâ çok inanılmaz yüksek bir oran. Avantajsa şu: 2018-19 farkına göre; 2019’da muhâlif seçmen hâlâ kazanacağına inanmıyordu. Özellikle yerel seçimlerde AK Parti’nin kemikleşmiş bir başarısı olagelmişti ve kazanma ihtimâli düşük görünüyordu. Hele ki İmamoğlu ilk çıktığında, “Bu aday nereden çıktı?” falan deniyordu. Şimdi kazanacağına dâir daha fazla kanaat var, moral üstünlük var muhâlefet tarafında. Hem “Kim kazanır?” sorularında, Ankara”da Yavaş çok bâriz bir şekilde, İstanbul”da yine İmamoğlu, “Kim kazanır?”ın cevâbı hem “Kim becerir?”in de moral üstünlüğünü almış durumda. Meselâ 2023’te, karşılaştırırsak, “Kim kazanır?” da Erdoğan çıkıyordu, “Kim becerir?” de Kılıçdaroğlu çıkmıyordu. Sâdece anketlerde önde çıkması gibi bir üstünlüğü vardı. Şimdi üçünü de muhâlefet almış durumda moral üstünlük açısından. Hem “Kim kazanır?”da cevap İmamoğlu, Yavaş gibi; hem de beceri açısından bir performansın olduğu bir dönem var. İkinci döneme belediye başkanları avantajlı girer; yaptıkları, ettikleri var. O açıdan da bu dönem aslında İmamoğlu ilk kez projelerini, yaptıklarını anlatma fırsatı yakaladı. Kurum’un da performansı, onun anlatmasını kolaylaştırdı. Böyle olunca moral üstünlüğü almış durumda, o yüzden de bir avantajı var. Kampanya meselesinde de şunu söyleyeyim: Başladı mı ondan bile çok emin değilim. Yani çok geç kaldı. Son bir hafta, iki hafta ancak gördük.

Bir de şeyler var tabiî, o her yerde…

Ulaş Tol: Bu sene çok oldu, evet. 

Evet, o fotoğraflar, bilmem ne… Artık bâzen, bâzı yerlerde… Bir de tabiî parayla alâkalı bir şey o. Parası olan daha çok yaptırıyor, parası olmayan az yaptırıyor, ama her yer dolu.

Seda Demiralp: İşte, işin görsel tarafı, sahne performansı dediğim birazcık o yani.

Ulaş Tol: Magazin kısmı…

Seda Demiralp: Ama içeriğe ilgi çok az.

Ulaş Tol: Ama bunun bir avantajı da olduğunu düşünüyorum ben muhâlefet açısından. Yani aslında seçmenin iki tür karar yaklaşımı var. Biri “sıradan karar” diyebileceğimiz; şuna bakacak yani: İstanbul’da ulaşım, hizmetler ne olur?… Bir de “yüksek karar”: “Dünyanın sonu mu gelecek? Muhâlefet nereye gidecek? Erdoğan…” Bu ikincisinin olmamasına neden oldu bu seçimlere önem verilmemesi. Diğerinde de muhâlefet avantajlı.

Seda Demiralp: Bence de muhâlefet avantajlı. Çünkü performans deyince iş, hani Kurum’u, İstanbul’u konuşuyorsak, Kurum ve İmamoğlu’nun performanslarını, sahne performanslarını karşılaştıracak olursak, İmamoğlu çok bâriz önde. 2023’te de tam tersiydi, Kılıçdaroğlu ve Erdoğan arasında… Orada da yine performatif siyâset çok önemliydi ve Erdoğan performans açısından o kadar üstünlük sâhibiydi ki Kılıçdaroğlu’na bir sürü başka açıdan, rasyonel açıdan muhâlefete oy vermek motivasyonuna sâhip olabilecek bireyler o performanstan etkileniyorlardı ister istemez. Ama İstanbul seçimlerinde bugün tam tersine dönmüş durumda bu avantaj.

Burada şunu sormak istiyorum: Demin ilk başta konuştuğumuz; hani liderler ve adaylar öne çıkıyor. Esas olay İstanbul’da yaşanıyor bu seçimde, herhalde herkes bunda mutâbıktır. Ama onun ötesinde, Türkiye geneline baktığımız zaman adaylar var ve Erdoğan var. Yani Erdoğan aslında AK Parti’nin ve Cumhur İttifâkı’nın –Bahçeli hiç ortada da gözükmediği için– Cumhur İttifâkı’nın kampanyasını Erdoğan şehir şehir gezerek yapıyor. Yani bilmiyorum katılır mısın? Bunu sana da sormuş olayım. Öte tarafta bir aday var, aynı zamanda lider Ekrem İmamoğlu. İstanbul dışına çıkmıyor, ama CHP’nin tüm Türkiye’deki kampanyasını da o domine ediyor. Yani şimdi, Özgür Özel tüm Türkiye’yi dolaşıyor, görüyoruz; ama Özgür Özel’in gittiği yerlerde söyledikleri, yapıp ettikleri, fotoğraflar şunlar, bunlar çok dikkatimizi çekmiyor, kamuoyunun da çok fazla ilgisi yok. Biz meselâ Medyascope’ta görüyoruz; ne kadar okunuyor, ne kadar izleniyor. Yani Ekrem İmamoğlu’yla böyle ters bir olay oldu. Bir tarafta, lider adayların yerini aldı; diğer tarafta, İstanbul’daki aday tüm Türkiye’deki CHP’nin… hattâ öyle bir ittifâk yok ama, genel olarak muhâlefetin lideri gibi bir görüntü veriyor sanki, ne dersin?

Seda Demiralp: Öyle tabiî. Yani adayların liderlik performansı zâten önemli, ama İmamoğlu’nun liderlik performansı İstanbul ölçeğini aşmış durumda aynen söylediğin gibi. Şimdi biraz şöyle, hani başlarda belki Erdoğan şöyle düşünmüş olabilir; kendini biraz daha geri çekerek… Çünkü daha ön planda olmuş olsa ve Erdoğan üzerinden bir kutuplaşma olmuş olsa, Erdoğan taraftarlığı ve karşıtlığı, bunun hani muhâlefetin o dağınık hâlini ortadan kaldırıp, muhâlefeti toparlayacağını, meselâ İYİ Parti’ye oy vermeyi düşünen birinin dönüp yeniden CHP’ye oy vermesine sebep olacağını düşünmüş, belki bu yüzden birazcık başta kendini geri çekmiş olabilir ya da enerjisi yetmemiş olabilir. Ama gördük ki zâten seçmen netîcede bunu Kurum ve İmamoğlu arasında bir tercih olarak gördü ve Murat Kurum’da o performansı hiç göremedi. Tam tersi, bir de işte diğer bütün bakanlar vs., hepsi, işte elinden tutalım, güç verelim derken iyice onun o sahnelemesi gereken liderlik performansını imkânsız hâle getirdiler, çocuklaştırdılar çünkü onu. Bu da seçmenin en hoşuna gitmeyecek şey. Yine tekrar 2023’ü hatırlayalım, hani orada da benzer şeyleri tam tersi şekilde konuşmuştuk. Yani Kılıçdaroğlu’nun o güç performansını sergileyememesi, bunu belki çok geç fark edip ondan sonra birinci ve ikinci tur arası yapay bir güç performansı sergilemeye çalışması, onun zâten ona yakışmaması ve onda olmayan şeyin büsbütün altını çizmesi… Şimdi de yani Erdoğan çok kendini ortaya koymadan; birazcık bakanlar, kurumsal güç ile Murat Kurum’u bu şekilde destekleyerek bu işi yapabileceğini düşündü gibi geliyor bana. Ama yetmedi. Yani bu kurumsal güç, hani “Merkez-yerel uyumu olmadan bu iş olmaz” söylemi bir derece satın alındı. Ama bakanlar tek tek devreye girip de Murat Kurum’un eksik kişisel performansını desteklemeye çalışır gibi göründüklerinde, bence Murat Kurum’un zâten inmeye başlayan trendi büsbütün indi. Onu “ekber”, hani bir “şehzâde” olarak belki öne sürdüler; ama ekber veya şehzâde olmadığı bence büsbütün ortaya çıktı.

Peki Ulaş, Özgür Özel “Türkiye İttifâkı” diye bir şey söylüyor, Ekrem İmamoğlu da “İstanbul İttifâkı” diye bir şey söylüyor. Bu bir anlamda ittifakların, ittifâkın dağılmasından sonra yaşanan bir mecbûriyetmiş gibi çıktı. Ama sanki, Türkiye’yi bilemiyorum ama en azından İstanbul’da bunu bir şekilde Ekrem İmamoğlu sağlıyor gibi. Yani rakamları falan bir kenara bırakalım, ama baktığımız zaman, bütün partiler kendi adaylarıyla çıktılar: DEM Parti, İYİ Parti ve Yeniden Refah, DEVA, Memleket, hepsinin İstanbul’da adayı var. Ama sanki böyle o ittifak gerçekleşiyor gibi. Buradaki mesele Ekrem İmamoğlu’nun becerisi mi, yoksa aşağıdaki bir arayışın sonucu mu?

Ulaş Tol: Her ikisi de var demek herhalde daha doğru olur. Yalnız şunu bir hatırlamakta fayda var; 2019’da da ittifak öyle çok rahat kurulmuş ve çok da iyi tatbik edilmiş değildi. Yani uzun süre İYİ Parti-CHP görüşmeleri oldu, gerilimler yaşandı, ittifak olmuyor haberleri çıktı vs. falan. Sonra tesis edildiğinde de şu soru gündemdeydi: “Acaba seçmen bu ittifâkı tanıyacak mı? İYİ Parti seçmeni gelecek ve oy verecek mi?” Kezâ, HDP aday çıkarmamıştı, ama seçmenin ne kadarının İmamoğlu’na vereceği bir tartışma konusuydu. Nitekim analizlerde gördük ki 31 Mart’ta %70 civârında desteğini alabilmişti İmamoğlu. Yani yine fire vardı. 23 Haziran’da bu %85’lere kadar çıktı, onun ayrı bir dinamiği var. Ve o %70 de İmamoğlu’nu beğenerek ve kabul ederek gelmiş bir %70’ti her iki taraftan da. Şimdi bunun bir başkanlık seçimi olması, yani aslında başkanlık seçimi tek turlu da olsa, bu 2023’e karşılaştırmalı iki aday arasında cereyan ediliyor genellikle. Eğer çok özel, işte meselâ Urfa’daki gibi üç aday arasında bir çekişme yoksa, çok güçlü üç aday yoksa, iki aday üzerinde çekiştiğinde de seçmen büyükşehirde stratejik; diğer pusulalarda gönlüne göre, yani oradaki stratejik oy sorumluluğunu hallettikten sonra, buna mukabil diğerlerinde de daha kendine göre ve keyfine göre oy kullanma eğilimine geçiyor. Bu bir dinamik. Ama şüphesiz İmamoğlu’nun şu başarısı var, 2019’da bunu daha kolay yapmıştı. Şimdi de başlangıçta biraz sorunlar olmakla birlikte sonradan onu iyi toparladı diye düşünüyorum. İmamoğlu, CHP’li bir figür değildi 2019’da. Yani CHP’den gelmekle birlikte, CHP deyince akla gelen bir lider değildi. Kılıçdaroğlu zâten orayı temsil ediyordu. Ve İmamoğlu da hem milliyetçilerle hem merkez siyâset seçmenleriyle iyi diyalog kurabilen…

Kürtlerle de…

Ulaş Tol: Aynı zamanda da Kürtlerle kurabilen bir insan olarak partiler üstü bir kimlik     edinmişti. Bunun bu dönem biraz daha zorlanarak başladığını düşünüyorum, çünkü CHP’de alınan kararların da etkisi var. Örneğin, Hatay’da bir karar verildiğinde dönüp ona da soruyorlar. Dolayısıyla CHP’nin yükünü biraz taşımak zorunda kaldı, ama kampanyayı İstanbul’a odaklayarak, onun hiç dışına çıkmayarak ve yerelde tutarak bu yükten biraz arındı. Bir de o yük yeniden biraz Özgür Özel’in üzerine geldi. Onun konuşmalarına eleştiriler oldu vs., biraz ayırmayı başardı. Bu da tekrar partiler üstü konumunu güçlendirdi diye düşünüyorum. Tabiî DEM’in aday tercihi gibi tüm dinamikler de var. Dolayısıyla meselâ DEM seçmeni onu örtük olarak şöyle algıladı, hattâ biz bâzen genç seçmenlerden şunu bile duyduk: “Adayımızı çektik biz”. Yani, Başak Demirtaş’ın öne çıkıp da sonradan güçlü bir isim olmakla birlikte sembolik değeri o kadar yüksek olmayan bir aday çıkması, seçmene biraz, “Parti bize bıraktı karârı” dedirtti.

Şimdi, bu konuya devam etmek istiyorum, ama başlı başına bu seçimin en önemli hususlarından birisi: DEM Parti, Kürtler ne yapacak? Kürtler büyük şehirlerde ne yapacak? Hattâ Kürtler İstanbul’da ne yapacağa kadar geldi. Meselâ Mersin’de kent uzlaşısı oldu ve Mersin’de CHP’den Vahap Seçer’in işi kolay gözüküyor. Ama Adana’da, Antalya’da, Hatay’da olmadı. Oralarda CHP’nin durumu ne olacak soruları var. Çünkü orada çok ciddî bir DEM Parti tabanı var. Selahattin Demirtaş’tan beklenen ve gelmeyen açıklama vs.. Ne diyorsun? Bir de tabiî Leyla Zana olayı, parti içinde “Çözerse Erdoğan çözer” yaklaşımları falan. Belki de 31 Mart’ın en siyâsî yönü oydu galiba.

Seda Demiralp: Evet. DEM homojen bir parti değil dediğin gibi. Ama parti içindeki bu Türkiyelileşme taraftarı olan grubun, kendini daha çok muhâlefetin içerisinde, Türkiye muhâlefetinin bir parçası olarak gören grubun gençlerle, yani genç Kürt seçmenle daha yakın bir ilişki içerisinde olduğunu, o yüzden de ben hareketin gidişâtının biraz daha o yönde olacağını düşünüyorum. Ve bu hareket, genel olarak arka arkaya risk aldı ve muhâlefet tarafında durmayı seçti. Şu durumda bir kez daha muhâlefet yerel seçimde başarılı olursa, hepimizin konuştuğu, 2023’te kırılan umutlardan sonra yeniden seçimle iktidar olabilme ve bu şekilde bir demokratikleşme sağlayabilme umûduyla, Kürt hareketinin bir çözüme ulaşma umûdunu bir göreceklerini düşünüyorum. Yani kendi gelecekleri ile Türkiye muhâlefetinin genel geleceğini bir görme eğiliminin artacağını düşünüyorum. Şu verdikleri karar… bir kere daha risk almak diyorum ben buna. Bu noktada tekrar muhâlefet kazanırsa, o durumda, “Biz Erdoğan’la uzlaşarak çözelim” diyen grubun parti içinde daha zayıf kalacağını düşünüyorum.

Ulaş, burada şöyle bir şey dikkatimi çekti. Sen de bakıyorsun araştırmalara ve siz de yapıyorsunuz herhalde. Peş peşe gördüğüm iki araştırmada; birisi PanoramaTR’nin, diğeri de MetroPOLL’ün verdiği rakamlarda, İstanbul’a baktığım zaman şunu gördüm, bunu da söyledim ve hattâ en son Özer Bey’e de Hatem’e de ayrı ayrı yaptığım yayınlarda söyledim, sordum: Baktığımda, onların bulduğu rakamlara göre –rakamları telâffuz etmeye gerek yok ama– DEM Parti İstanbul’daki oyunu alsa bile Ekrem İmamoğlu seçiliyor gözüküyor. Önemli bir eşik olur gibi geliyor bana. Çünkü hep şunu biliyoruz, herkes böyle kabul ediyor: İstanbul’da DEM Parti’nin ne yapacağı önemli, anahtar parti olacak yani. Güçlü aday, zayıf aday, şu aday, bu aday… Ben meselâ AKP’nin İl Başkanı’yla yayın yaptığımda, DEM Parti’nin kampanyaya çok asılmadığını söylüyor filan. CHP’liler de Yeniden Refah için aynısını söylüyor o ayrı. Şimdi böyle bir ihtimâlin olması özellikle Kürt hareketi için çok ciddî bir kriz anlamına geliyor bana göre. Böyle bir ihtimal gerçekleşir, gerçekleşmez, ama ben açıkçası beklemiyordum.

Ulaş Tol: Bu adaylar açıklandığında ben bir modelleme yapmıştım; daha hiç kampanyaların etkisi olmadan 2023 sonuçlarına göre bakarsak ne olur diye. İmamoğlu!nun kaybetmesi için şu iki koşulun birden olması gerekiyor demiştim. Birincisi, DEM’in güçlü bir aday çıkarması. İkincisi de Yeniden Refah’ın adayını çekmesi. Bu iki koşuldan biri olduğunda dahi kazanma ihtimâli görünüyordu. Zâten sosyoloji bu taraftaydı, üstüne bir de kampanya geldi, o yüzden fark daha da açılmış da olabilir, onu bilemiyorum. Ama DEM’de şöyle bir şey var, DEM seçmeninde ve siyâsetinde: Şimdi bir “üçüncü yol” deniyor, ama bu aslında biraz iki buçuğuncu yol. Bir tarafa daha yakın. DEM seçmenleri nereden bakarsanız bakın, AK Parti’ye ve Erdoğan’a daha fazla karşılar. Birikmiş bir öfke var, karşıtlık var. Dolayısıyla serbest bırakıldığında gidecekleri yer belli. DEM, aday tercihleriyle serbest bırakmış gibi görünüyor. O biraz önce söylediğim %30 zâten İmamoğlu’na 2019’da da vermemiş bir kemik kitlesi var. Bunlar CHP’yi desteklemenin DEM siyâsetine zarar verdiğini o zaman da düşünüyorlardı, şimdi de düşünüyorlar. Buna bir de 2023’teki CHP performansı, Zafer Partisi ile protokol vs., CHP siyâsetçilerinin Kürt meselesi konusundaki tavrı da eklenince bu biraz daha da arttı. Ama hâlâ %50’den fazlası serbest bırakıldığı durumda muhâlefeti desteklemeye daha yakın bir seçmen kitlesi. Fakat “bâzı iller hâriç” diyorum ben buna. İlk böyle hatırlarsanız, DEM aday çıkaralım mı çıkarmayalım mı derken, bâzı illeri direkt anons etti, “Buralarda çıkaracağız” diye. Aslında “Oralar kırmızı çizgimizdir” demiş oldu.

Ankara, Antalya…

Ulaş Tol: Ve Bolu gibi iller vardı. Aslında seçmene şunu dedi: “Buralarda serbest değilsiniz. Diğer yerlerde neyi doğru buluyorsanız onu yapın gibi bir şey demiş oldu. Meselâ Mersin’de, evet, fark daha açık olacak; ama ben Adana’da da Zeydan Karalar’ı destekleyeceklerini düşünüyorum. Hattâ Adana’da AK Partili Kürtler bile Zeydan Karalar’ı desteklemeye daha yakın oluyor. Geçen seçimi de biraz öyle kazandı. O yüzden, yani şunu görseydi seçmen; “Net bir şekilde biz bu seçimde gücümüzü göstermeliyiz” siyâsetinin birincil olduğunu düşünseydi bu kadar kayma olmazdı. Doğal buluyorum. İşte, 2014’te bile, –2014’tü değil mi yerel seçimler?– orada Sırrı Süreyya aday olduğunda bile %4,8 oy almıştı.

Mustafa Sarıgül’e gitmişti oylar.

Ulaş Tol: Yani Sarıgül’e bile giden Kürt oyları var. Demek ki İmamoğlu’na rahat gider.

Peki, bu seçimin bana göre sürprizleri iki parti: Zafer ve Yeniden Refah Partisi. Yani “sürpriz” diyorum ama, zâten son seçimde bunun işâretlerini bayağı görmüştük. İkisi de tahmin edilenin üzerinde bir çıkış yakalamışlardı ve çıkışlarının sürdüğünü ben şahsen görüyorum. Senin bugün Yeniden Refah’ı îmâ ederek yaptığın bir paylaşım var. Orada iktidârın, özellikle AKP’nin ve galiba Erdoğan’ın Yeniden Refah’la mücâdelede yaptığının yanlış olduğunu, buna karşılık Ekrem İmamoğlu’nun ya da CHP’nin İYİ Parti konusunda yaptığının doğru olduğunu söylüyorsun. Yanlış mı söylüyorum?

Seda Demiralp: Evet. Bana göre bu kampanyada AK Parti’nin yaptığı birkaç hatâ var, ama bir tânesi bu Yeniden Refah’la ilgili tutumları oldu. Çünkü düşünelim yani: Bir büyük parti var; aynı tabana sâhip, aynı tabana hitap etmeye çalışan bir diğer parti var ve diğer partinin yapmaya çalıştığı şey, “Ben farklıyım” deyip o farklı olduğu yerde –ama az bir fark–, bu şikâyetçi seçmeni kendisine yöneltmek. Aynı durumda bu partinin üzerine gidip onu ayrıştırdıkça tam da diğer partinin istediği şeyi yapmış oluyorsunuz ve bu aslında meselâ Erdoğan’dan belki çok beklemeyeceğimiz bir şey. Çünkü Erdoğan genelde rakiplerini daha görmezden gelip bu şekilde görünmez kılan bir siyâsetçi. Ama bu seçimde bunu yapmadı ve özellikle ekonomik açıdan şikâyetçi, ama diğer konularda tabiî partinin gidişinden, dâvâdan memnun seçmene Yeniden Refah’ı bir adres olarak sunmuş oldu. İYİ Parti konusunda CHP, özellikle İstanbul’da İmamoğlu tam tersini yaptı. Yani İYİ Parti özellikle çatışmayı tırmandırmaya çalışırken, İmamoğlu’nu ve Mansur Yavaş’ı özellikle hedef alıcı ifâdeler kullanırken, meselâ İmamoğlu, “Duymuyorum bile ben bunları” deyip, tamâmıyla bu ayrışmayı beslemeyen bir çizgi izledi.

Dün akşam Meral Akşener bir kere daha tahrik etmek istedi, yine bir cevap görmedi.

Seda Demiralp: Evet. Bu defa Mansur Yavaş’la ilgili de, “CHP tarafından esir alındığı” gibi ifâdeler…

“Ev kölesi” dedi.

Seda Demiralp: Evet, çok ağır ifâdeler; ama amaç kendini ayrıştırmak. Çünkü İYİ Parti ve CHP’nin tabanı da çok benzeyen bir taban. Orada var olabilmek için küçük partinin kendini ayrıştırması lâzım. Mantıklı olan, büyük partinin de tam tersi o farkı silikleştirmeye çalışması lâzım. Ama net olarak hangisinin iyi bir strateji olduğunu seçim gecesi göreceğiz. Ama bana öyle geliyor ki, Yeniden Refah’ı bu kadar marjinalize ederek ya da aradaki farkın bu kadar altını çizip oraya oy vermeye çalışanları kötü hissettirmeye çalışarak Erdoğan hatâ yaptı.

Meselâ pazar günü çok şaşırdım. İstifâ eden Yeniden Refah Milletvekili Suat Pamukçu’ya orada rozet taktı, mitingde. Şimdi ben bir Yeniden Refah seçmeni olsam, “Suat Bey de AK Parti’ye katıldı. Ben de oyumu AK Parti’ye vereyim” mi derim? Yoksa, “Ya, bu adam benim oylarımla seçildi. Bir nedenle ayrıldı. Bir de şimdi ona rozet takıyorlar” deyip kendi partime mi veririm? Açıkçası çok yadırgamıştım. Bir de Suat Pamukçu Yeniden Refah’ın en öne çıkan isimlerinden değil. Daha yaşlı ve daha kendi hâlinde bir isim. Yani böyle öne çıkan bir isim olsa anlayacağım. Bence de çok yanlış.

Sana da Zafer’i sorayım. Ben Ümit Özdağ’la yaptığım yayında, “Sizin için ‘protesto oylar’ diyorlar, ama oylarınızın da arttığı söyleniyor” dediğimde, Ümit Özdağ çok güzel bir cevap verdi bence: “Protesto oylar kitleselleşiyor” dedi. Katılıyor musun?

Ulaş Tol: Doğru. Önce şuna katılmadığımı söyleyeyim: “Milliyetçilik yükseliyor” başlıklarını biz 10 yıldır, 20 yıldır hep görürüz. Tam böyle olmuyor, ama dediğiniz şey oluyor. Milliyetçilik pozitif siyâset yapmıyor; negatif yani tepkisel bir siyâset yapıyor. Ve siyâsetsizlik de milliyetçiliğe veya milliyetçi aktörlere yarıyor. Çünkü ortada siyâset olmadığında sorunları deşebiliyorlar, sorunları kullanabiliyorlar; işte, göçmen sorunu gibi, Kürt sorunu gibi. Bu sorunlardan beslenebiliyorlar. Özellikle genç seçmenlerin de siyâsetsizliğe bir tepkisi olduğunu düşünüyorum. Sorunlar karşısında iknâ edici çözümler görmeme, bu tür tepkisel hareketlere bir konjonktürel eğilim oluşturuyor. Geçen sene meselâ bir ara İnce’nin bir anda yükseldiğini görmüştük; özellikle gençlerde hareketli bir seçmen kesimi var ve gelecek kaygısı da var. Bu yüzden sorunların çözümü onlar için can yakıcı olabiliyor. İşte, göçmen sorunu aslında bir göçmen sorunu değil, onların geleceğiyle ilgili bir sorun olarak gördükleri bir sorun oluyor. Tekno-milliyetçilik yükseliyor bir yandan, o acaba bizi bir yerlere götürür mü düşünceleri oluyor. Bu tür reaksiyoner durumlar da bir kitle buluyor. İYİ Parti, meselâ MHP’deki AK Parti ile olan işbirliğine tepki duyan milliyetçileri toplayarak çıkmıştı. Tepkisel siyâsetin sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Yani pozitif siyâset üretmediği sürece, bu tepkiselliğin her zaman belli bir kesimi taşıyacağını düşünüyorum; aynı şey Yeniden Refah Partisi için de geçerli bu arada. Ama bir eşiği olduğunu düşünüyorum. Bunlara “niş partiler” deniyor. Bir konu, bir mesele etrafında tepkileri örgütleyip bir yere kadar gelebiliyorlar; ama bir sınırda kalıyorlar. Şimdi bir de İYİ Parti iyice siyâsetsizleşti. Meselâ İstanbul’da Zafer Partisi İYİ Parti’yi geçerse moral üstünlüğü almış olacak o cenah.

Tam buradan İYİ Parti’ye geçmek istiyorum. Demin biraz bahsettin; şimdi, Ümit Özdağ seçimden önce İYİ Parti’ye ittifak çağrısı yaptı, cevap bile alamadı. Ve şimdi bâzı araştırmalarda görüyoruz ki İstanbul’da, hattâ Türkiye’de, Zafer Partisi İYİ Parti’yi geçebilir gibi görünüyor — ki Zafer Partisi İYİ Parti’den doğdu, en azından Ümit Özdağ oradan çıktı. Ve sanki şu âna kadar yaşananlara baktığımızda, 5 yıl önce ittifâka rağmen tek bir ili bile kazanamamıştı İYİ Parti. Bu sefer Ordu’da bir şeyden bahsediliyor; eski AK Partili bir belediye başkanını kendileri aday gösterdikleri için alabilirler falan deniyor. Ne derece olur bilmiyorum ama… Bu seçimin en büyük kaybedenlerinden birisinin İYİ Parti olma ihtimâli çok yüksek, bana öyle geliyor ve Zafer Partisi yükselirken İYİ Parti’nin bâriz bir şekilde gerilemesinin de herhalde birtakım sonuçları olur.

Seda Demiralp: Evet. Hem ona cevap verip hem de biraz önce Ulaş’ın söylediğine ufak bir katkı da yapmak istiyorum. Şimdi şöyle: Evet, İYİ Parti bence de bu seçimin en üzülen partisi olacak gibi geliyor bana. Tabanını büyük ölçüde diğer partilere, özellikle İstanbul ve Ankara’da da CHP adaylarına kaptırmış durumda ve kendini ayrıştırmayı başaramamış durumda. Kendini ayrıştırmak için, biraz önce bahsettiğimiz gibi, İmamoğlu’nu ve Mansur Yavaş’ı antagonize etmeyi denedi; ama diğer taraftan bir karşılık bulamayınca o da pek bir işe yaramadı. Üstelik Erdoğan çok da fazla sahnede değil; yani Erdoğan karşıtlığı sebebiyle de değil bu seçmenlerin İmamoğlu’na ve Yavaş’a yönelmeleri; hakîkaten onları sevmelerinden. Bu iki isim de aslında, özellikle İstanbul’da İmamoğlu için söyleyelim: Hem Kürt hem de milliyetçi seçmenin duyarlılıklarını incitmeden yürümeyi başardı. Dar bir yol, yürümesi zor bir yoldu, ancak bunu başardı. Genel olarak bu küçük partilerin çıkışıyla ilgili olarak, meselâ Zafer Partisi ne kadar kalıcı olur? Küçük partilerle ilgili konuşurken, bu biraz önce bahsettiğimiz siyâsî ilgisizlik, apati, seçmenin siyâsetten uzaklaşması… bunlar aslında birbiriyle ilişkili. Bu bahsettiğimiz yılgın, coşkusuz seçmenin böyle hissetmesinin sebeplerinden biri: Partileri birbirinden ayırt bile edemiyor artık. Büyük dâvâlar, ideolojiler zâten çok soyut ve uzak geliyor. Böyleyken, işte biraz önce bahsettiğimiz, ya siyâsetin performatif tarafına ilgi duyuyor; liderlerin hâlleri, tavırları, ne kadar güçlü göründükleri vs. gibi veya işte böyle çok somut bir derdi olan partiler. Meselâ göçmen meselesi; bu küçük bir mevzû olduğu için, daha doğrusu somut bir mevzû olduğu için o seçmenin ilgisini çekebiliyor. O ayrışmayı orada görebiliyor. Yani o yüzden Türkiye’de gerçekten göçmen karşıtlığı mı çok yükseliyor? Belki hikâyenin bir kısmı o, ama bir kısmı da bu seçmenin belirsizlik duygusuna hitap edebilecek partiler ya da partilerin bu konuda biraz sınıfta kalmış olması. O yüzden ben bu seçimin, angaje edebilecek başka siyâsetlerle daha marjinal diyebileceğimiz partilerin yükseliş trendini yavaşlatabileceğini düşünüyorum.

Peki İYİ Parti’ye tekrar dönecek olursak, yani nasıl bir gelecek olabilir İYİ Parti için?

Seda Demiralp: İYİ Parti’de herhalde bir liderlik değişikliği olur seçimden sonra. Çünkü Meral Akşener’in İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ı hedef alan bu aşırı sert söylemi, çok kısa bir süre önce kuvvetle desteklediği bu iki ismi bu defa bu derece dışlayıcı bir söylem izlemesi, kendi seçmenini iknâ edemedi bence. Yani her şeyden önemlisi kendi seçmeni bunu yadırgadı. Kılıçdaroğlu kalmış olsaydı CHP’nin başında ve İYİ Parti o zaman bir dışlayıcı, CHP ile araya mesâfe koyucu sert bir söylem izleseydi böyle olmazdı. Çünkü o zaman onu seçmeni anlardı. Çünkü zâten muhâlefet seçmeninin 2023 seçimlerinde, yani muhâlefet ittifâkının izlediği yola, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına zâten tepkisi vardı. İYİ Parti biraz desteği, bu duyguyu taşıyabildiği için, siyâsete taşıyabildiği için alıyordu. Ama Kılıçdaroğlu gittikten ve “Bu başkan adayı olsun” dediği iki isme seçmenini oy vermemeye çağırınca, buna hiç anlam veremedi bence kendi partisinin seçmeni de. İYİ Parti geçmişte hep seçmen odaklı bir siyâset güttü. Yani, “Benim söylemim budur, vizyonum budur”dan çok, seçmen ne istiyorsa onu yaptığını iddia etti ve Kılıçdaroğlu karşıtlığı bunlardan bir tânesiydi. Ama oradan şimdi uzaklaştı. Hani seçmende böyle bir talep yoktu ki İmamoğlu ve Mansur Yavaş!ı bu derece hedef alsın. O yüzden ben İYİ Parti!de seçim sonrası liderlik değişikliği olacağını düşünüyorum. Olmazsa zâten, teslim olmuş, hani bu 1 buçuk, 2’lik, artık neyse rakam söylemeyelim ama, anketlerde gördüğümüz bayağı düşük rakamlar… ya onu kabul edecekler, küçük olsun dursun diyecekler… veya 2023’te, bir zamanlar çok yüksek rakamlar konuşuyorduk İYİ Parti için; bu hevesle partiyi yeniden, seçmeni enerjize etmeyi becerebileceğini düşündükleri yeni bir liderle yeni bir açılım yapacaklar.

Ulaş, bir diğer husus, şimdi İYİ Parti Hazîne yardımı alıyor. Bir de Hazîne yardımı alamayan partiler var ve bunların da bu seçimin kaybedeni olma ihtimâli çok yüksek: Gelecek, DEVA, hattâ Saadet. Saadet normalde hep bir şekilde varlığını sürdürüyordu, ama şimdi Yeniden Refah, “Millî Görüş’ün devâmı” etiketini bayağı bir sâhiplenmiş durumda. Yani böyle bir durum var. Memleket Partisi meselâ… Bunlar bir şeyler yapıyorlar, yapmaya çalışıyorlar; ama herhalde bu seçim onlar için çok –nasıl söyleyeyim?– iyi olmayacak gibi geliyor. Ne dersin?

Ulaş Tol: Teorik olarak evet. Yani şeye de katılıyorum: İYİ Parti’nin olası başarısızlığı: Şu olabilir: Bâzı belediyeleri alabilirler. Eski belediye başkanları CHP’den aday gösterilmeyince İYİ Parti’ye geçebildi. İyi adaylar gösterdikleri yerler var. Meselâ onu bir görece başarı olarak pazarlayabilirler. Ama öyle olsa bile, başarısızlığın çok hükmü yok Türkiye’de; yani yeniden kurabilir. Şöyle bir avantaj var söylediğiniz partiler için de İYİ Parti için de: 2028 seçimlerine bir hayli zaman olacak ve bir iki sene seçim dışı siyâsete geçeceğiz. Hem seçmen hem siyâsetçiler aslında uzunca bir zaman seçime endeksli yaşadılar ve seçimi kazanmaya endeksli yaşadılar, “Hele bir seçimi kazanalım” duygusuyla yaşadılar. Bu da siyâsetten uzaklaştırdı tüm kesimleri. Şimdi tüm bu başarısızlığa ve silinmeye rağmen bu partiler eğer bu atmosferi iyi değerlendirir ve iyi siyâset yaparlarsa yeni bir çıkış yaşayabilirler. Çünkü siyâsette boşluklar çok fazla Türkiye’de. Meselâ Saadet Partisi’nin aslında müthiş bir potansiyeli var. Çünkü AK Parti’den rahatsız ve bunu da etik değerlerle yapan İslâmcı geniş kesimler var. Yeniden Refah onu bence ortada başka aday olmadığı için temsil ediyor. Çok daha muhâfazakâr ve ahlâkçı bir yerden yapıyor bunu. Bunu daha siyâsî bir hatta çekebilir. Yeni nesil İslâmcılar var. Müslümanlar artık eskisi gibi değil; kentli, hattâ seküler dindarlar bile var. Dolayısıyla potansiyeli çok yüksek Saadet Partisi’nin. Yani seçimden tabiî ki oy alamayacak, ama bunu değerlendirmesi performansa bağlı.

Bence artık o tren kaçtı ya. Yani o çok zor. Yani son seçim ve şimdiki duruma baktığımız zaman, hele bir de Urfa’yı, Yozgat’ı falan Yeniden Refah alırsa, artık Saadet Partisi… Yani birçok insan zorlanır. Ben çok ihtimal vermiyorum. Böyle birçok şeyi var, şu bu; ama artık… zâten AKP ile uğraşmak zordu, bir de Yeniden Refah’la uğraşmak bayağı zorladı.

Ulaş Tol: Doğru, katılıyorum ona; ama Yeniden Refah’ın dezavantajı da “yeniden” kısmında. Bir “yeni” lâzım, yani Yeni Refah lâzım. Yoksa eskiyi tekrar eden bir yerde kalacak. Aynı Zafer Partisi için söylediğimiz gibi, onun da bir sınırı olacak.

Şimdi biraz CHP konuşalım. İstanbul, Ankara, İzmir… Şimdi, “Son seçimde aldıkları belediyeleri koruyabilecekler mi?” meselesi bir var. Korumanın ötesinde özellikle “Büyükşehirlerde yeni belediyeler alabilecekler mi?” meselesi var. En çok Balıkesir’in adı geçiyor benim bildiğim. Hattâ Bursa daha çok geçiyor falan, başka yerler de var belki. Ama kaybedebileceği yerler de, meselâ “Edirne’yi kaybedebilir” deniyor falan. Bunların hepsi ortada. Ama özellikle İstanbul ve Ankara’ya baktığımız zaman bir başarı potansiyeli daha çok gözüküyor ve buralardaki başarılar da, aynı zamanda sanki bu başarıların İstanbul, Ankara’da ilçelere de yayılması ihtimâli var; yani sâdece İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın kazanması değil; aynı zamanda  AK Parti’deki ilçelerin bâzılarını da alma, belki de İl Genel Meclisi’nde çoğunluk yakalama gibi ihtimaller de var. Bunlar çok zor şeylerdi 5 yıl önce. Böyle ihtimaller gözüküyor ve bunun bir etkisi olacak, eğer bu gerçekleşirse. Ve yeni dönem, 2028 perspektifinde akla gelen ne? İşte, Ekrem İmamoğlu kesin aday ve CHP sürekli ivme kazanacak gibi bir senaryo var. Böyle mi hakîkaten?

Seda Demiralp: Evet, 2023 seçimlerinden sonra muhâlefet çok yıkıldı; ama hep bir ihtimal daha vardı. O bir ihtimal 2024’tü. 2024’te tekrar CHP’nin, bahsettiğin gibi İstanbul ve Ankara’da belki 2019’dan bile daha büyük başarı elde etmesi ve belki bâzı büyükşehirleri kendine katması; ama özellikle İstanbul ve Ankara hem ekonomik hem sembolik açıdan CHP seçmenine yeniden seçimle iktidar olma umudunu verecektir. Yani seçmeni bahsettiğimiz apatiden geri tutan, hâlâ bir şans var dedirten bu 2024 seçimiydi. Ben de katılıyorum; 2024 seçimlerinde bahsettiğin gibi bir başarı olduğu takdirde, yeniden muhâlif enerjinin yükselmeye başlayacağını düşünüyorum. Bu iki ismin çok konuşulacağını düşünüyorum. İşte, orada hangisi olacak? Aynı parti içerisinde bir rekabet mi olacak? Yoksa partiden ayrışmalar mı başlayacak? Ve bu bahsettiğimiz liderlik performansına ek olarak siyâsî olarak da bu isimler bize neler söyleyecekler? Hani biraz önce bahsettiniz; meselâ İYİ Parti’yi konuşurken, “Bir boşluğu doldurma ihtimâli vardı” dedik, meselâ merkezdeki bir boşluğu doldurma ihtimâli vardı, orası doldurulamadı. Yani merkezdeki boşluk deyince herkes farklı şeyler anlıyor. Benim anladığım meselâ, özellikle ekonomik anlamda bir boşluk olduğunu düşünüyorum. Yani aşırı büyümüş, ekonomik anlamda aşırı büyümüş bir devlet yapısını küçültmek gerektiğini savunan bir parti görmüyorum meselâ. Bu isimlerden bir tânesi böyle bir şeyi ajandasına katacak mı? Yoksa şu an meselâ CHP söylemine baktığımızda, AK Parti sürekli olarak neredeyse bir neoliberal parti olarak tanımlanıyor — ki bence çok yanlış, neoliberal politikalardan uzaklaşalı çok oldu. Aşırı büyümüş ve bir ölçüde küçülmesi, küçülerek şeffaflaşması gereken bir devlet var. Yani 1 Nisan sonrası umuyorum ki biraz bunları konuşmaya başlarız. Tamam, muhâlefette artık sözünü dinletebilir isimler olduğunu bir kere görmüş olacağız. Çünkü en güzel sözü bile karizması eksik bir isim söylediğinde artık o sözün seçmene gitmediğini defalarca gördük. Bu isim, mevcut isimler artık var. Peki o zaman hangi sözü söyleyecekler? Onu görmeye başlayacağız veya Mansur Yavaş’ın ya Ekrem İmamoğlu’nun muhâlefette bir sinerji yaratacağını ve 2028’e oradan yürüneceğini düşünüyorum ben.

Ulaş, şunu da sorabilir miyim: Şimdi, Erdoğan İstanbul’u alırsa –Ankara’yı artık çok tartışamıyoruz değil mi? O bitmiş yani–, herhalde bildiği gibi devm eder. Ama yani en son seçimin ardından yaptığı ilk konuşmada İstanbul dedi ve biliyoruz ne kadar önem verdiğini. İstanbul’u alamazsa hep şu söyleniyor; “Erdoğan sertleşir” diyenler var, kimileri de tam tersine, “Erdoğan daha ılımlı yönlere doğru kayabilir” diyenler var. İşin içerisine ekonomik sorunları, enflasyonu koyanlar var vs.. Ve tabiî insanlar soruyor, aslında bu soru rahatsız edici bir soru ama, yok işte, “İstanbul’a kayyum atar” filan gibi şeyler var. Ne dersin?

Ulaş Tol: Bu aday ilk açıklandığında şunu anlamaya çalışmıştık: Niye bu aday? Yani niye Murat Kurum? Orada ben şunu düşünmüştüm: Ya kesin kaybedeceklerini düşünüyorlar ve bunu zayıf bir adayla kaybetmek Erdoğan’ın işine gelir, ya da kesin kazanacaklarını düşünüyorlar, adayın önemi yok, kendilerine en yakın uygulamaları en iyi yapabilecek teknik bir insan gelsin. Sonra ilerledikçe ve Erdoğam sâhaya aslında o kadar da aktif inmedikçe şunu düşünmeye başladım: Çok da bizim tahmin ettiğimiz kadar İstanbul seçimlerine odaklı değil belki de. O 2028’e odaklanmış; “İstanbul’un alınması elbette iyi. Bunu yapabilirsek masa başında, yani sahne dışında halledelim; ama olmuyorsa da biz 2028’e odaklanalım” gibi bir hâli olmuş. O yüzden sertleşip yumuşaklaşma eğilimi buna bağlı gibi durmuyor. Yani o stratejinin hangisini seçeceği İstanbul seçimlerine bağlı olacak gibi durmuyor. Ama elbette yenilgi ihtimâli bana da liberalleşme eğilimini daha kuvvetlendirir gibi geliyor. Bir de Seda daha iyi yorumlayabilir onu; bu otoriter rejimlerin son dönemini yaşayan liderlerde de böyle bir eğilim genellikle oluyor sanırım.

Seda Demiralp: Yani bir onurlu çıkış arayışı oluyor genelde. Hattâ, “Bu benim son seçimim” ifâdesini çoğu kişi, sâdece bunu daha çok Yeniden Refah’a vermeyi düşünen kemdi seçmenini duygusal olarak geri çağırmak diye düşündü. Kısmen öyle; ama ben birazcık da kendini bir onurlu çıkışa, hani “Zâten bu benim son seçimimdi” deyip… İmamoğlu’nun zaferini biz hani Erdoğan’ın yenilgisi olarak düşünüyoruz ya? Hani bunun çok da böyle olmayacağı, bunun zâten kendisinin son seçimi olacağını söylemesi… O yüzden daha yumuşak bir geri çekilmeye ortamı hazırlıyor olabilir diye düşünüyorum ben. 

Peki Ulaş, sen önümüzdeki dönemde ikisi de kazanırsa, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’tan hangisinin daha fazla muhâlefeti taşıyabileceği kanısındasın?

Ulaş Tol: Yani bu güzel bir soru ve izlememiz gereken bir soru. Tabiî sadece kazanmaya değil, diğer faktörlere de bağlı. Meselâ CHP’nin başarı ihtimâlinden bahsettiniz. Orada şunu da görüyorum gerçi: AK Parti’nin bir başarısızlığıyla CHP başarılı olacaksa; meselâ İstanbul’da, AK Parti’nin kalesi Arnavutköy’de bile, Yeniden Refah’ın yükselişiyle birlikte CHP’nin kazanma ihtimâli ortaya çıktı. İyi de bir adayları var. Tuzla da öyle. Dolayısıyla bu dönem AK Parti yaşam eğrisinde biraz düşüşe geçmişti zâten, bunun hızlandığı bir dönem olarak görülebilir. Öyle bir dönemde de tabiî bu düşüşten, yani bu hep bekleniyordu: “Bir ara AK Parti bir düşecek ve oradan pay alalım” diye. İşte demin söylediğiniz partiler onun için kuruldular aslında. Bir yarış alanına dönecek orayı etkileme alanı. Seçimlerde de İmamoğlu’nun kazanırsa nasıl kazanacağı, ne kadar farkla kazanacağı, İstanbul ilçelerinde bir fark olup olmayacağı önemli; meselâ bahsettiğiniz Antalya’da, Eskişehir’de kaybetme riskleri var, Hatay’da belki. Bunun yanında Bursa’yı ekleyebilir, Balıkesir’i de belki. Yani toplamda o fotoğraf ne kadar değişecek? Bunun yanında, Mansur Yavaş’ta farkın çok açıldığı söyleniyor; o nasıl olacak ve etki alanındaki ilçelerde başarısı olacak mı? Bunlar başarı göstergeleri olarak görülecek sanırım. Ama esas olarak ben tüm bunlardan bağımsız, o biraz önce söylediğim 2 yıllık dönemde Türkiye’nin sorunlarına etkili siyâset önermelerini kim daha iyi ortaya koyarsa onun karşılık bulacağını düşünüyorum. Bu İmamoğlu ise İmamoğlu; bu saydığımız şu anda seçimde olmayan aktörlerden birileri olabilirse onun daha etkili olacağını düşünüyorum. Ama ibre şu anda İmamoğlu’ndan yana gibi görünüyor.

Seda Demiralp: Çok minik bir şey ekleyebilir miyim? 

Tabiî.

Seda Demiralp: Yani bu İmamoğlu kazanırsa veya İmamoğlu ve Mansur Yavaş ciddî farkla kazanırsa, Erdoğan daha çok sertleşecek mi, yumuşayacak mı ya da gerileyecek mi sorusuna ben gerileyecek diye cevap verirken, 2023 sonrası trendi de düşünerek bunu söyledim aslında. Yani 2023 seçimleri sonrasında biz ekonomide bir normalleşme gördük, iç politikada görece bir normalleşme gördük, dış politikada kezâ öyle, yani biraz muhâlefetin ajandasında olan itemleri, malzemeleri kendi ajandasına katma gördük. Daha sonra işte, “Bu benim son seçimim” ifâdesini gördük. Hani bunlar zâten bir trend. Bana göre, zâten bir çıkış ihtimâli ya da onurlu çıkış ihtimâline kendini hazırlamak diye düşünüyorum. Tabiî ki Erdoğan’ın biz radikal manevralarını da çok gördük. O yüzden farklı şekilde bir gelişme de olabilir; ama aynı zamanda meselâ Erdoğan’ın ilk kez İmamoğlu’nun ismini telâffuz ettiğini gördük.

“Ekrem” sâdece, “İmamoğlu” değil.

Seda Demiralp: Evet, Ekrem, ama Ekrem de hiç gelmemişti daha önce. Bunların hepsi bütünleşince, ben artık hani kuvvetli bir İmamoğlu veya Mansur Yavaş performansı, özellikle İmamoğlu performansı karşısında orayı öyle kabul etmek yolunu seçeceğini düşünüyorum.

Evet, noktayı koyalım. Çok keyifli bir söyleşi oldu. Ulaş Tol’a ve Seda Demiralp’e çok teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de bizi izledikleri için teşekkürler. Artık bir şey kalmadı. “Bakalım 1 Nisan’a nasıl uyanacak tüm Türkiye?” diyelim. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.