Ruşen Çakır’ın bayram süresince yapacağı “Yepyeni Türkiye’de siyasetin geleceği üzerine notlar” video dizisinin ikinci bölümü yayımlandı. Çakır bu bölümde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin gidişatını yorumladı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler ve iyi bayramlar. Yepyeni Türkiye’nin siyâsî geleceği üzerine notlar. Dün Cumhuriyet Halk Partisi’ni konuştuk; çünkü birinci gelen parti idi. Şimdi ikinci gelen partiyi, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni konuşalım. Hayâtında ilk defa ikinci geldi AKP, AK Parti. Bakıyoruz, 2002’de ilk girdiği seçimde %34,28 almış, bir daha da o düşüklükte hiçbir oy almadı AKP. Bu son seçimde de %35,49. Ama 34.28’den sonra 40’ın üzerine çıkan, hattâ bir ara, 2011’de 49,83, neredeyse ülkenin oylarının yarısını almış bir AKP var. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en düşük oranı, 2002’dekini saymazsak 2009’da yerel seçimlerdeki %38,4’tü ve şimdi onun da altına düştü. Yani 2009’dan bu yana, 15 yıl sonra, %35,49’la onun da altına düşen bir Adalet ve Kalkınma Partisi var. En son iki seçime bakalım: Birisi 2019’daki yerel seçim, orada %44 oy almıştı; 20 milyon oy almış Adalet ve Kalkınma Partisi, 5 yıl önceki yerel seçimlerde. Şimdi, seçmen sayısı artmasına rağmen –katılım düştü, onu biliyoruz ama– 16 milyon, yani 4 milyonluk bir oy kaybı var Adalet ve Kalkınma Partisi’nin. Son 2023 seçimine baktığımız zaman da 19 milyon 300 küsur bin. Şimdi de 16 milyon 300 küsur bin. Yani 11 ay içerisinde de 3 milyon net kaybı var Adalet ve Kalkınma Partisi’nin.
Kayıplar bundan ibâret değil; çok sayıda il belediyesi kaybetti, ilçe belediyesi kaybetti Adalet ve Kalkınma Partisi. Kazanabildiği sâdece iki yeni il var. Birisi Hatay Büyükşehir, Cumhuriyet Halk Partisi’nden; bir diğeri Karabük, Milliyetçi Hareket Partisi’nden. Onun dışında kaybettiği çok il belediyesi var. Bunların büyük bir kısmını tabiî ki CHP’ye kaybetti: Balıkesir, Bursa, Zonguldak, Denizli, Uşak, Afyon, Giresun, Kırıkkale, Adıyaman; ama sadece bundan ibâret değil. İYİ Parti kazandığı tek il belediyesi Nevşehir’i AKP’den aldı biliyorsunuz. Yeniden Refah Partisi iki il kazandı. Birisi büyükşehir Şanlıurfa, bir diğeri Yozgat, bunları AKP’den aldı. DEM Parti Ağrı ve Muş’u AKP’den aldı. MHP de Gümüşhane’yi AKP’den aldı. Büyük Birlik Partisi de kazandığı yegâne il olan Sivas’ı Adalet ve Kalkınma Partisi’nden aldı. Yani tam anlamıyla büyük bir hezîmet yaşadı Adalet ve Kalkınma Partisi. Bence en büyük husus, burada kaybettiği oydan ziyâde, birinci parti özelliğini kaybetmiş olması.
Şimdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk gün bunu olgunlukla karşıladı, verdiği birtakım mesajlar var. Daha sonra AKP MYK’sından dışarıya sızdırılan, belli ki merkezî olarak sızdırılmış birtakım notlar var orada. Ama sonradan iptal edilmek istenen “güneşin altındaki buz gibi erime” ihtimâli, kibir, partiye hâkim olan kibir; bunları vurguluyor ve kendisini toparlaması gerektiğini, tekrar teşkîlâtların harekete geçmesi… Özellikle şöyle bir perspektif var: “İnsanlar CHP’ye oy vermedi, ama bize de oy vermedi. Yani bizim seçmenimiz küstü, kızdı. Kimi zaman bu kızgınlık nedeni ekonomik nedenler, emeklilere seyyânen zam yapılmaması ya da siyâsî nedenler, İsrail’le ticâret gibi. Olabilir, böyle şeyler oluyor. Genel seçim değil, bu bize bir ders verdi, mesaj verdi. Biz bunları hallederiz, yani kendi içimizde bunu hallederiz” gibi bir perspektifi seslendirmeye çalışıyorlar. Bu birazcık kendini kandırmaca gibi geliyor bana. Evet, doğru. Bunların hepsi doğru; kibir doğru, artık AKP teşkîlâtlarının eski dinamizmde olmadığı doğru. Bu konuda çok yayın yaptım, çok yazı yazdım. Artık AK Parti bir partiden ziyâde bir âile şirketi gibi ve insanlar veren değil, alan oldular. Yani fedakârlık vs. yok. Ucunda bir şey görmezlerse yanaşmıyorlar. Buna karşılık Yeniden Refah Partisi, tıpkı eskilerin Refah Partisi gibi çalışıyor. Ve bu seçimde gördük ki Cumhuriyet Halk Partisi de özellikle bâzı illerde… meselâ Adıyaman’da o başarıyı nasıl elde etmiş olabilir? Yani bir şekilde insanlara sokakta ulaşılmış demek ki. Bunu birçok yerde görmek mümkün. Yani birisi yan gelip yatarken –hani vardır ya: “Peşin satan, veresiye satan” gibi– kimisi yan gelip yatarken kimisi çalıştı. AKP’nin kendini toparlayabilmesi çok zor.
Ama bunun ötesinde bir başka husus var; başlığa çıkarttığım da bu. Şimdi, geçenlerde iktidar yanlısı medyadaki seçim değerlendirmelerine baktım. Hattâ bu konuda bir de yayın yaptım biliyorsunuz. Oralarda genellikle yakınmalar, ağlamalar, sızlanmalar var. İşte, kimisi, “Ben demiştim” diyor; ama demiş oldukları hiç doğru değil. Ama diyelim ki öyle… Ve genellikle de bu kibirden, parti teşkîlâtlarından… Bâzı parti yöneticileri, isim vererek, “Şu şöyle yaptı, bu böyle yaptı, şuranın atamasına şöyle müdâhil oldu” filan… İlginç bir şekilde adaylara çok fazla lâf eden olmuyor. Yani, “Murat Kurum’un yerine şu olsaydı kesin kazanırdık” diyebilen yok. Çünkü o kadar net bir fark yaşanmış ki… Dolayısıyla biraz kendilerine bakıyorlar. Ama kendilerine bakarken şunu çok ciddî bir şekilde ihmal ediyorlar, diyorlar ki: “Evet, parti bunu yaptı. Parti, bizler, partililer, destek verenler Erdoğan’a lâyık olamadık”. Yani Erdoğan tartışmasız bir lider, herhangi bir eleştiri asla yapılmıyor Erdoğan’a karşı. Deniyor ki: “Erdoğan doğruydu, biz yanlış yaptık. Ama bereket Erdoğan var. Erdoğan ne yapar ne eder bizi buradan çıkarır, kurtarır”. Hattâ geçen yayınımın başlığı neydi: “Kurtar Bizi Reis!””
Acaba böyle mi? Bence değil. Burada kriz, burada bir sorun varsa, bu sorunun esas nedeni Erdoğan’ın kendisi, Erdoğan’ın tercih ettiği tek adam sistemi. Hem ülkede hem partide, her yerde her şeyi kendisine toplaması. Seçilmişlerin yerine atanmışları öne çıkarması. Onun danışmanları ya da onun atadığı bakanlar; birçok milletvekilinden, parti yöneticisinden vs.’den, seçimle işbaşına gelmiş insanların hepsinden daha güçlü, kuvvetli ve kibirli davranıyorlar. En son gördük: Van olayları üzerine Erdoğan’ın hukuk danışmanı Mehmet Uçum kalkıp, AKP içerisinden Hayati Yazıcı gibi birisine –ki o partinin çok öncesinden beri içinde olan hukukçu bir isme– meydan okudu, yani bir tür had bildirmeye kalktı, başkalarına da. Bu gücü nereden alıyor? Bu gücü Erdoğan’dan alıyor. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en büyük şansı tabiî ki Erdoğan, ama en büyük sorunu da Erdoğan. Erdoğan’ın tartışılamaması, onun eleştirilememesi, Erdoğan’ı eleştirecek kimsenin kalmaması, ona hep duymak istediği şeylerin söylenmesi nedeniyle ve de Erdoğan’ın yaşı, yorgunluğu, sağlık durumu vs. bütün bunları ekleyin… Yani ne olursa olsun, bu kadar büyük bir ülkede, bu kadar büyük bir sorunu Erdoğan’ın çözebilmesinin imkânı yok.AK Parti’nin düştüğü yerden şu anda kalkabilmesi için tabiî ki Erdoğan’a ihtiyâcı var, ama Erdoğan’ın da bir şeylere ihtiyâcı var. Ama artık onu yakalama imkânı bence pek yok. Yani ekonomide Mehmet Şimşek’i getirerek rasyonalite arayışına yöneldi, ama olay sâdece bundan ibâret değil. Mehmet Şimşek de bayağı zorlanıyor biliyorsunuz. Başka yerlerde rasyonalite araması lâzım. Siyâsette araması lâzım. Ülkenin tekrar hukuk devletine dönmesi gerekiyor. Ülkede haksız yere siyâsî nedenlerle hapiste tutulan insanlar var. Bunların serbest bırakılması gerekiyor. Özgürlüklerin, temel hak ve özgürlüklerin verilmesi gerekiyor. Aksi takdirde Erdoğan’ın önündeki seçenek –ki bâzı danışmanları bunu ona öneriyorlar– diktatörlük. Yani otoriterlik, Erdoğan’ın seçimli otoriterliği geldi tıkandı. Bir önceki seçimde kazandı; şimdikinde, 11 ay sonraki seçimde tıkandı. Artık bu sistem, rekabetçi otoriterlik ya da seçimli otoriterlik denen sistem yürüyebilecek gibi durmuyor.
Önünde kabaca iki yol var: ya daha sertleşecek ya da yumuşayacak. Ama bütün bunları yaparken, özellikle yumuşamak istiyorsa, Erdoğan’ın iktidârını paylaşması gerekiyor. Tek başına bu işi sürdürme olayından vazgeçmesi gerekiyor. Aksi takdirde şu hâliyle söylenen: “Erdoğan masaya yumruğunu vurur, kazanır” — ki bunu yerel seçim öncesinde de gördünüz, biliyorsunuz: “Erdoğan çok rahat, çok emin. Ne yapar ne eder kazanır” dendi. 5 yıl önce de öyle denmişti. Meselâ ne denmişti? İmamoğlu’nun kazandığı seçimi iptal ettirdiğinde, “Herhalde bir bildiği var ki iptal ettirdi” dendi; ama ikinci turda fark açıldı. Erdoğan artık her şeyi bilen, her şeyi çözen bir lider değil. Çok ciddî kriz içerisinde olan, artık yönetemeyen bir lider. Bu yönetememe krizini aşabilmesinin yolu kendisinde var olan, zâten sonsuz gibi olan gücü artırmak değil; gücünü paylaşmak. Ama buna yanaşacağını pek sanmıyorum. Dolayısıyla Adalet ve Kalkınma Partisi’ni bu düştüğü yerden Erdoğan’ın da kaldırma ihtimâli pek yok. Hiç yok bence, pek yok demeyeyim, hiç yok. Ezkazâ birileri kalkıp “Kral çıplak” derse; birileri kalkıp aslında bu yaşananlarda Erdoğan’ın da çok ciddî payı olduğunu söyler ve bu söylediklerini parti içerisinde tartışabilirse –ki böyle bir ihtimal olduğunu herhalde düşünmüyoruz– o zaman bir şeyler değişebilir.
Şu hâliyle bakıldığı zaman benim gördüğüm, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçimli otoriterlikle yürüyebilme imkânı yok. Sorunu yanlış yerlerde arıyorlar. Tabiî ki baktıkları yerlerde de birtakım sorunlar var, ama esas bakmaları gereken yere bakmaya cesâret edemiyorlar. Erdoğan’ı sorgulayamıyorlar. Erdoğan’ı sorgulayamadıkları için de bundan böyle kaybetmeye mahkûm gözüküyorlar. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.