TBMM, 31 Mart yerel seçimlerinin ardından mesaisine başlıyor. Meclis’in Gündeminde, anayasa değişikliği var.
Yeni ve sivil anayasa için ilk görüşmeler bu hafta başlayacak. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, siyasi parti gruplarını ziyaret ederek, ‘yeni anayasa’ için görüşmeler yapacak.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın görüşme tarihi nihayet belli oldu. Tarihi görüşme, 2 Mayıs Perşembe günü Beştepe’de olacak.
Özgür Özel, Can Atalay ve Gezi tutukluları, AYM-Yargıtay krizi, hasta tutukluların durumu, emekli maaşları ve atanamayan öğretmenleri konuşacak. Erdoğan’ın da anayasa değişikliğini gündeme getirmesi bekleniyor.
Yeni anayasaya ilişkin son açıklama Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’dan geldi.
Uçum X hesabındaki paylaşımında şöyle dedi: “Yeni anayasada halk iradesinin temel kazanımı olan başkanlık sisteminin ve tüm kuvvetler açısından demokratik meşruiyet ilkesinin korunması ve geliştirilmesi, % 50 +1 kuralının devam ettirilmesi halkın demokrasi mücadelesinin kazanımlarının bir gereğidir”
Ruşen Çakır izleyicilerden gelen sorularla değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Sizlerle yaptığımız ortak yayınların bu hafta ilkini yapıyoruz, bundan sonra da yaparız herhalde. Örneğin perşembe günü Erdoğan ile Özgür Özel görüşmesinin olması bekleniyor, onun ardından da yapma ihtimâlimiz olur. Şimdi ilk konumuz, bu haftanın ilk konusu anayasa. Türkiye’nin gerçekten yeni bir anayasaya ihtiyâcı var mı? Mâlûm, bunu Erdoğan gündeme getirdi, Özgür Özel’le esas olarak bu konuyu konuşacağını söyledi. Yarın da Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş parti gruplarıyla turlara başlıyor. Yarın CHP ile görüşeceğini biliyoruz, diğer partilerle de görüşecek. Yani şu anda iktidârın gündeminde bir anayasa meselesi var. Fakat “Bu gerçekten Türkiye’nin gündemi mi?” meselesi var — işte bunu tartışacağız. Nasıl yapacağız: Benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarında, orada chat bölümlerine sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi yazabilirsiniz. Sizlerle berâber bu yayını yapalım.
Öncelikle Muharrem Palaz’ın bir tespitiyle başlayalım — ki bu tespit çok yaygın: “İktidârın taktiği, yeni anayasa değişikliği yapamasa bile tartışmalarla uzunca bir süre kamuoyunu oyalayarak sun’î gündem yaratmak, ekonomik krizden dikkati yeni anayasa tartışmalarına yönlendirmek.” Bunu savunan çok kişi var. Meselâ Murat Yetkin bunun bir sis bombası olduğunu söylüyor. Kendisiyle bugün iki saat önce yaptığımız yayında o da “sun’î gündem” lâfını söylemişti. Evet, olayın böyle bir boyutu var. Erdoğan, daha ilk anda anayasa meselesini gündeme getirdiği zaman, seçim yenilgisiyle yaşanan, siyâsette yaşanması beklenen yeni yapılanmaları önlemeye yönelik bir tavır olduğu düşüncesi çok baskın oldu. Ben de açıkçası böyle düşünüyorum. Fakat bütün bunlara rağmen bu tartışma bir şekilde önümüzde duruyor. Özgür Özel ne dedi? “Erdoğan anayasayı gündeme getirirse, kendisini dinlerim” dedi. Yani kendilerinin böyle bir gündemleri olmadığını, ama Erdoğan’ın bu gündemini de dinleyeceklerini söyledi. Bu tartışma bir şekilde başladı. Fakat arada çok büyük bir fark olduğu kanısındayım. O da şu: Seçimden önce, yerel seçimlerden önce iktidar çok daha güçlü bir şekilde yeni anayasadan bahsediyordu; çünkü seçimlerde çok yara alacağını düşünmüyordu. Son cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçiminde elde ettikleri başarıyla, yine bir şekilde başarılı çıkacaklarını ve anayasayı rahatlıkla yapacaklarını düşünüyorlardı. Ve burada CHP’yi hiçbir şekilde gündemlerine almıyor gibiydiler. Yani nasıl bir şey yapacaklardı? Cumhur İttifakı + Gelecek, DEVA, İYİ Parti gibi partilerden desteklerle en azından bunu referanduma götürecek bir metni Meclis’ten çıkartmayı ve sonra da referandumda rahatlıkla bu işi halletmeyi düşünüyorlardı. Fakat son seçim sonuçları olayı değiştirdi bence. Artık eskisi kadar kendilerinden emin değiller ve daha önemlisi, CHP’yi bypass ederek bu işi yapamayacaklarını kavrıyorlar. CHP’yi bu işin içerisine nasıl katabilirler? O zaman işler karışıyor. İşte bunları şu anda sizlerle konuşacağız.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Kemal İslim diyor ki: “Bu kriz ortamında halkın derdi bu değil diye bir görüş hâkim. Fakat bence tam tersi; bu krizin sebebi de zâten kötü bir anayasa ve buna bile uymayan iktidardır.” Açıkçası anayasanın kötülüğü konusu biraz tartışmalı. Bu konuda, yayının ilerideki bölümlerinde geçen hafta Taha Akyol’la yaptığım yayından bir bölümü vermeyi düşünüyorum, tekrar hatırlatmak için. Taha Bey doğru şeyler söylüyor açıkçası. Hattâ isterseniz şimdi onu dinleyelim, ileriye atmayalım. Taha Bey’i bir dinleyelim, ondan sonra devam edelim:
24 Nisan 2024 târihli “Taha Akyol ile söyleşi” yayınından
“Taha Bey, bitirirken şimdi, Cumhuriyet târihinde 3 tâne anayasa yapıldı.
Taha Akyol: Evet.
1924, 1961 ve 1982, değil mi?
Taha Akyol: Evet.
3 tâne anayasa yapıldı. Dördüncüyü görmeyi bekliyor musunuz?
Taha Akyol: Beklemiyorum.
Beklemiyorsunuz.
Taha Akyol: Beklemiyorum.
Var olanın üzerinden…
Taha Akyol: Böyle bir ortamda bunu temennî de etmiyorum. Çünkü mevcut anayasada, insan hakları ve hürriyetler evrensel hukuk düzeyinde ifâde edilmiştir. Hiç kimsenin, “Bu anayasa şu hürriyeti vermiyor” dediğini duymadık bugüne kadar.
Yani bu anayasa, aslında özgürlükler…
Taha Akyol: Bu anayasanın özgürlüklerle ilgili düzenlemesi özgürlükçü. Yargıyla ilgili düzenlemesi yargı bağımsızlığını esas alıyor. Fakat iş uygulamaya geldiğinde, meselâ yargı bağımsızlığı denildiğinde bakılacak birinci konu: Hâkimler ve Savcılar Kurulu. Bunu kim tâyin ediyor? Bunu partili Cumhurbaşkanı’yla onun Meclis Grubu seçiyor. Sen istediğin kadar yargı bağımsızlığıyla ilgili maddeler koy, boşta kalıyor. Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi karar veriyor, uygulamıyorsa istediğin kadar öyle söyle. O yüzden bugünkü anayasada özgürlüklerle ilgili bir problem yok. Özgürlüklerin yaptırımlarıyla, korunmasıyla ilgili de bir problem yok. İş uygulamaya gelince orada işte Parlamento’nun yetkileri devreye giriyor. İktidârın kuvvetler ayrılığını ne kadar içine sindirdiği meselesi devreye giriyor. O yüzden ben Türkiye’nin en azından 2028 yılına kadar yeni bir anayasa yapabileceği kanaatinde de değilim, temennîsinde de değilim.”
Evet, Taha Bey’in söyledikleri çok önemli. “Darbe anayasası” deniyor. Evet, doğru; ama darbe anayasası defalarca değiştirildi ve genellikle de olumlu anlamda değiştirildi, özgürlükler açısından birçok düzenleme yapıldı. Gerçekten bugün bir özgürlükçü anayasa yapma iddiası çok inandırıcı değil. Bu anayasayla da pekâlâ olabilir. Şu âna kadar gelen yorumlarda, izleyicilerimizin çoğu da bunu söylüyor zâten. Özgür Özel de ilk tepkisini ona vermişti. Var olan anayasaya uymayan bir liderden, bir iktidardan bahsediyoruz. Dolayısıyla onların yeni anayasa istemeleri ne kadar inandırıcı? Yani şu anda uyulmayan Anayasa Mahkemesi kararları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları var. Ve bunları göstere göstere yapıyorlar ve Taha Bey’in de belirttiği gibi özellikle yargı bağımsızlığını çok ciddî bir şekilde çiğneyerek yapıyorlar. Dolayısıyla siz dünyanın en özgürlükçü anayasasını getirseniz bile; bu otoriter zihniyetle, kuvvetler birliği perspektifiyle çok da fazla bir şey değişmeyecek. Onu özellikle vurgulamak lâzım. Peki neden bunu yapıyor?
İşte burada izleyicimiz Yusuf Kayseri diyor ki: “Rahmetli anneannem –sansürleyerek diyorum, diyor– ‘Her şeyi boyadın da fıstıkî yeşilin kaldı’ derdi. Anayasaya uymaya çalıştık da bu anayasa bize yetmedi mi? Hadi oradan!” diyor.
Safiye Asarlıoğlu da diyor ki: “İstikşâfi görüşmelere dönmeyecek mi bu da?” Yani 2015 Haziran seçimlerinden sonraya. Daha önce de AKP iktidarlarında defalarca yeni anayasa meselesi gündeme geldi. Bu konuda değişik çalışmalar yapıldı, Meclis de çalıştı; ama hepsi boşa düştü. Onun yerine birtakım anayasa değişiklikleriyle yetinildi. AKP’nin geldiğinden beri söylediği “sivil özgürlükçü anayasa” diye bir şey hep vardır. Bu sefer Erdoğan’ın bunu gerçekten gündemi bir şekilde ötelemek için kullandığı çok açık. Ama bu yine de Türkiye’nin yeni bir anayasa yapmayacağı, yapamayacağı anlamına gelmiyor. Pekâlâ var olandan daha ileri, daha özgürlükçü bir anayasa da yapılabilir. Fakat bugünkü duruşuyla baktığımız zaman, Cumhur İttifâkı’nın özgürlükçü bir anayasa isteme ihtimâli nedir? Böyle bir ihtimal yok. Çünkü kuvvetler ayrılığını baştan reddeden bir perspektif hâkim.
Görkem Öge diyor ki: “Yeni bir anayasaya ihtiyaç olabilir, ama öncelikli değildir. Öncelikli olan şey, var olanın uygulanması, Anayasa Mahkemesi’ne saygı duyulması ve hukuk, eğitim, ekonomi gibi alanların öncelenmesi.” Evet, bu da özellikle ekonomi meselesi; ama bir de biliyorsunuz “Maarif Müfredâtı” diye bir şey çıkarttı Milli Eğitim Bakanı. Müfredat değiştirilecek ve burada da bir tartışma var. Çok ciddî bir tartışma başladı. Yine yangından mal kaçırır gibi eğitim sistemini değiştirmeye yönelik bir çaba var. Bütün bunlar anayasa tartışmalarının gölgesinde kalabilir, buna özellikle vurgulamakta yarar var.
Bozkurt Somuncuoğlu demiş ki: “Bu iktidarla anayasa yapmak intihar olur”. Yani burada şöyle söyleyeyim: Türkiye askerî anayasayı, yani 12 Eylül Anayasası’nı büyük bir çoğunlukla onaylamış bir ülke. Ama daha sonra askeri hemen kışlasına yollamış, ilk seçimde yollamış da bir ülke. Burada ne olur, nasıl olur bilmiyorum; ancak son seçimlerin ışığında baktığımızda, Erdoğan ve Bahçeli ittifâkının çok da rahat, elleri rahat, istediklerini istedikleri şekilde yaptırabilecek bir durumda oldukları düşüncesinde değilim.
“Anayasaya uymayanlarla anayasa yapılmaz” demiş Celal Cengiz. Evet, bunu çok kişi söylüyor.
Bu arada Burak Yiğit’e teşekkürler katkıları için.
Zeynel Sever diyor ki: “80 darbesi anayasasını %90’la kabul etti bu ülke halkı. Bu halka çok önem atfetmemek gerekiyor, değil mi Ruşen Bey?” demiş. Demin bahsettim. Evet, %90’la kabul etti; ama ilk fırsatta da o askerlerin dayattığı Milliyetçi Demokrasi Partisi’ni sonuncu parti yaptı. Yani MDP’nin iktidâra gelmesini bekliyorduk, ama tam bir hüsran yaşadılar. Yani hepsini berâber düşünmek lâzım.
Oya Hanım demiş ki: “CHP iktidarla görüşse bile daha açık bir siyâset yaparak halkın gündeminin başka konular olduğunu söylemeli ve halkla kendi modelini ve çözümlerini paylaşmalı” demiş. Özgür Özel başından îtibâren bunu yapmaya çalışıyor, biliyorsunuz. Kendi gündemini söyledi, neleri konuşmak istediklerini söyledi. Ama bu, Erdoğan’dan gelecek anayasa konuşma teklifini reddedeceği anlamına gelmiyor. Burada aslında bir güç savaşı olacak. Her iki taraf da kendi gündemini diğerine bir şekilde kabul ettirmeye çalışacak. Sonuçta nereye varacaklar bilemiyoruz. Ancak Özgür Özel baştan îtibâren Erdoğan’a tâbi olmayacağını çok ısrarlı bir şekilde vurguluyor. Yani kolay lokma olmayacağını gösteriyor. Bakalım ne olacak.
Emin Kalyoncu: “Şu anki anayasa mevcut hükûmetin lehine değil mi?” Şu anki anayasa hükûmetin lehine değil. Hükümet bunu zâten, iktidâr daha doğrusu, bunu uygulamıyor, hayâta geçirmiyor. Şu anki anayasada çok ciddî özgürlükler, demin Taha Akyol’un da söylediği gibi teminat altına alınmış; meselâ uluslararası sözleşmeler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi en üst merci olarak kabul edilmiş. Anayasa Mahkemesi’ne çok ciddî roller biçilmiş. Yargı bağımsızlığı var. Bu, iktidârın lehine bir şey değil. Ama iktidar, yeni yapacağı, yapmak istediği anayasada yargı bağımsızlığını kaldırmaya herhalde yönelmeyecektir; ama birtakım kelime oyunlarıyla bunları anayasal bir şekilde daha fazla kendi denetimine almaya çalışacaktır. Şu aşamada, Türkiye’deki otoriter rejim aslında mevcut anayasaya aykırı bir rejim. Yani anayasanın iktidârın lehine olduğu kanısında değilim.
Serkiz Kaprilyan: “İktidar yeni anayasayı câzip ve özgürlükçü göstermek için görüşmeler başlamadan önce Kavala ve Gezi mağdurlarının tahliyesini sağlar mı?” Olabilir. Ama sâdece Kavala ve Gezi mahkûmları değil; bir de HDP, Selahattin Demirtaş başta olmak üzere –ki Mayıs sonuna doğru karar açıklanacak Kobani Dâvâsı’nda– onların da olması lâzım. Öyle adımlar atılırsa, CHP de daha rahat konuşabilir. Ama eski tas eski hamam gidilen bir yerde anayasayı nasıl tartışacaksınız? Meselâ çarşamba günü 1 Mayıs var, CHP 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasını istiyor. Özgür Özel bayağı ciddî inisiyatif aldı. En son İçişleri Bakanı’nı da aradı. Kendisi, olay çıkmayacağına kefil olduğunu söyledi; ama iktidar izin vermeyeceğe benziyor. Son âna kadar ne olur bilmiyoruz, ama bir şey de kalmadı ve Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda karârı var: 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanabileceğine dâir. Şimdi çarşamba günü Anayasa Mahkemesi kararına rağmen 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına izin vermeyen bir iktidârın başıyla, yani Erdoğan’la perşembe günü yeni anayasayı konuşsanız ne yazar, konuşmasanız ne yazar? Yani bunlar çok iç içe şeyler. 1 Mayıs çok sembolik bir şey. İzleyicimizin de söylediği gibi, Gezi Dâvâsı ve Osman Kavala olayları tabiî ki çok önemli; ama şimdi çok daha âcil bir durum var. Eğer iktidâr bu konuda gerçekten samîmiyse; demokratikleşmeye, özgürlükçülüğe yönelik olarak 1 Mayıs’ın pekâlâ Taksim’de kutlanmasına izin verebilir. Burada öyle abartılacak bir şey yok. AKP iktidârında yapıldı bir kere, hiç de bir sorun çıkmadı. Dolayısıyla kendisini gösterebileceği bir fırsat şimdi var. Çarşamba günü 1 Mayıs’ı Taksim’de yasaklayıp bir de orada birtakım tatsızlıklar yaşanırsa, meselâ gözaltılar, tutuklamalar falan; ertesi gün Özgür Özel çok zor durumda kalacaktır Erdoğan’la konuşurken.
“Bugünkü Bahçeli-Erdoğan görüşmesinin Özel ile olan görüşmeye bir etkisi olur mu? Erdoğan, Bahçeli’nin ayağına gidiyor. Bahçeli kırmızı çizgilerini mi çizecek acaba?” Bu zâten hep yapılan bir şey, kırmızı çizgiler çiziliyor. Erdoğan, Özgür Özel’e gitmeden önce ya da Özgür Özel’i kabul etmeden önce Bahçeli ile bir şekilde ittifâkı yeniden tâzelemek isteyecektir. Seçimden sonra ilk defa görüşüyorlar. Birtakım tartışma konuları da oldu biliyorsunuz; özellikle milli irâde konusunda, sandık konusunda ya da Mehmet Şimşek’le ilgili söyledikleri konusunda. Onları da herhalde bir şekilde gündeme getireceklerdir. Ama tabiî ki Özgür Özel’den önce Bahçeli ile görüşerek, kendisinin yerinin Cumhur İttifâkı’nda olduğunu göstermiş oluyor.
“Prusya’dan selâmlar” diyen Mustafa Akbaş katkıda bulunmuş. Biz de Prusya’ya selâm yollayalım. Prusya’dan kastı tam nedir şu anda tam anlamadım ama Avrupa’da bir yer olduğunu biliyorum, Almanya herhalde. Mustafa Bey şöyle diyor: ‘‘Özgür Özel neden illâki görüşmek istiyor Erdoğan ile? Erdoğan ne zaman sıkışsa muhâlefet imdâda yetişiyor. Önceden Deniz Baykal, şimdi Özgür Özel. Anlamak mümkün değil. Bırak o senden randevu istesin” demiş Mehmet Bey. Evet, geçen haftaki yayında da bu konuyu konuştuk. Muhâlefette bu perspektife sâhip olan çok insan var; ama sonuçta Özgür Özel’in randevu istemesinin çok yanlış bir şey olduğunu sanmıyorum. Deniz Baykal’ın durumuyla kıyaslamak çok haksızlık olur. Deniz Baykal o sırada partinin başında da değildi ve başka bir hesapla, Meclis başkanı olmak istiyordu. Erdoğan’a yardım eli uzattı. Burada Erdoğan’a yardım eli uzatacak bir Özgür Özel olmayacaktır.
Emre Can Gündoğdu: “İktidar ortağı MHP %50+1 oyun kalkmasına izin vermez. Bu konu dışındaki özgürlük ve hakların iktidârın gündemi olduğunu sanmıyorum.” Zâten %50+1 kalkmayacaksa, o zaman anayasayı niye değiştiriyorlar, zâten bu var. %50+1 oy meselesini en son Mehmet Uçum da özellikle vurguladı. Bu bir tartışma. Neden tartışılıyor %50+1 oy? Çünkü %50+1 şartı olmazsa Erdoğan’ın ittifak mecbûriyeti çok fazla olmayabilir. Yani ittifak olayı eski câzibesini kaybeder ve dolayısıyla MHP gözden düşebilir, böyle bir husus var.
Ümit Tural diyor ki: “İzin söz konusu değil, anayasal hakkın iktidarca ihlâli mevcut 1 Mayıs için” diyor. Evet, bu bir hak, kazanılmış bir hak ve burada izin vermeyerek bu hakkı ihlâl ediyor.
“Her şey mühürsüz oyların kabul edilmesiyle başlamadı mı?” Onlar geçti artık Safiye Hanım. Yani onları artık şey yapmayayım.
“AKP’nin yaptığı, La Fontaine’den masallar. Yeter artık” demiş Kutlu Boran. Evet, “Bizi kandırıyorlar” diyor. Bu çok yaygın bir görüş.
Münevver Sevinç de: “Yeni anayasa istemiyoruz. Sayın Özgür Özel Beştepe’ye gitmesin” diye vurgulu bir şekilde yazmış. Beştepe’de olup olmayacağını şu anda bilmiyoruz. Görüşmenin nerede olacağı, zamânı, yeri belli değil. Ama tabiî ki Beştepe’de olursa, Saray’da olursa, olayın anlamı daha da artar. Özgür Özel’in gitmesini istemeyenler daha fazla şikâyet ederler.
“AKP + MHP + İYİ Parti + Saadet + DEVA + Yeniden Refah Partisi 397 ediyor. Eğer ısrarcı olunursa AKP’nin bu toplama ulaşması mümkün mü sizce?” Vallahi rakamları bilmiyorum. Bütün bunların hepsini de alabilir, ama yetmeyecek. Sonuçta halk oylaması ya da CHP desteğine ihtiyâcı olacak. Şu aşamada eğer bunu geçen seçim, yani bir önceki seçimden sonra yapmış olsaydı bambaşka şeyler konuşurduk; ama şu hâliyle AKP birinci parti değil. Son seçim bize bunu gösterdi.
“En özgürlükçü 61 Anayasası’nı getirsinler” demiş Hayati Keskin. Öyle şeyler olmaz artık, çok şey değişti. 61 Anayasası’nın da eskidiği çok yer var zâten. Özgürlükçülük meselesinde, 61 Anayasası konusunda da farklı görüşler olduğunu söylemek lâzım.
“Numan Kurtulmuş Meclis Başkanı olarak tarafsız olmak zorunda değil mi? Yeni anayasaya ilişkin partilere ziyâret yapıyor, iktidârın yeni anayasasını anlatıyor. Bunu AKP gömleğiyle mi yapıyor?” Buna çok emin değilim. Yani iktidârın istemesiyle yaptığı muhakkak, ama büyük bir ihtimalle kendisini tarafsız göstererek, “Bütün partiler birlikte yapalım”a götürecektir. Meselâ DEM Parti ile de görüşecek — ki iktidâr normalde DEM Parti ile görüşmeye çok sıcak bakmıyor. Ama bunları Erdoğan’a rağmen, Erdoğan’ın istemediği şekillerde yapmasının söz konusu olmayacağını biliyoruz tabiî ki.
Ruhi Toprak: “Sizce Erdoğan’ın asıl planı muhâlefetin de îtiraz edemeyeceği şekilde bir Parlamenter Sistem’e geçilerek CHP’de başbakanlık için İmamoğlu ve Özel arasında çatışma çıkarmak olabilir mi?” Yani, Parlamenter Sistem’e geçmek isteyebileceğini söyleyenler çok. Bu, Erdoğan’ın hiçbir şekilde ilk tercihi olmayacaktır. Zâten kendisi de vurguladı. Ama böyle bir ihtimâlin olmadığını söyleyemeyiz; yani bu ihtimal bir şekilde düşük de olsa var. Yeni anayasada Parlamenter Sistem’e geçmek isteyeceğine pek ihtimal vermiyorum. Erdoğan Başkanlık Sistemi’ni muhâfaza edip, yeniden başkan seçilebilmenin yollarını arayacaktır, bana öyle geliyor. Ama o yolların tamâmen tükendiğine emin olursa, o zaman belki bu söz konusu olabilir. İmamoğlu ile Özel arasında rekabet yaratma meselesi şimdiden başladı zâten, bunu şimdiden yapıyorlar. Bir yanıyla İmamoğlu ile Mansur Yavaş arasında, bir diğer yanıyla İmamoğlu’yla Özel arasında bunu yaratmak istiyorlar. Onların istemeleri tek başına bir anlam ifâde etmiyor. Önemli olan, İmamoğlu ve Özel’in nasıl davranacaklarıdır. Şu âna kadar bayağı koordineli bir şekilde, uyum içerisinde gidiyorlar. Bunu bozmazlarsa, Erdoğan, yani iktidar ne kadar uğraşırsa uğraşsın CHP güçlü çıkar.
Arda Aslan sormuş: “Geri adım atmayacaklarmış gibi gözüküyor. Sizce 1 Mayıs’a dâir son anda başka bir açıklama gelir mi?” Umarım gelir, umarım gelir. En son Taksim’deki 1 Mayıs’a gitmiştim, çok da güzeldi. Umarım bu sefer de tekrar, son anda da olsa izin verilir ve gider 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlarız. 1 Mayıs Taksim’e yakışıyor. Ben 1976, kanlı 1977 ve bir yıl sonraki 1978 1 Mayıslarına Taksim’de katılmış birisi olarak söylüyorum. Taksim ve 1 Mayıs birliktedir.
“Alman Cumhurbaşkanı neden geldi, bilginiz var mı? Sonuç ne?” İnanın hiç bilmiyorum. Çok da fazla merak etmedim. Ne sonuç çıktığını da bilmiyorum. Almanya’da Cumhurbaşkanı zâten semboliktir. Onun için de çok önemli değil. Şansölye gelse daha önemli olurdu.
“Seçim başarısında Özgür Özel’in payının ne kadar olduğu soru işâreti zâten. Üstüne, seçim sonrası politikalarıyla da bana göre en kısa genel başkan olan CHP Başkanı olacak gibi. Siz ne düşünüyorsunuz?” Ben böyle düşünmüyorum. Girdiği ilk seçimde Erdoğan’ı yenmiş birisinden bahsediyorsunuz Okan Bey. Yani yapmayın, bu kadarı insafsızlık. Ben açıkçası bu kadar beklemiyordum, bu kadar büyük bir başarıyı CHP’den beklemiyordum ve bu hâliyle bakıldığı zaman, bunda Özgür Özel’in de bayağı payı var sonuçta. Niye böyle düşündüğünüzü anlamadım. “Seçim sonrası politikalarıyla da en kısa genel başkan.” Bugün îtibârıyla bakarsak, sağlık açısından bir sorun yaşamadığı müddetçe, bence uzun bir süre genel başkan olarak, 2028’e CHP’nin başında girmesi kesin gibi
Bir izleyicimiz: “Ruşen Çakır parti rozeti takmış” demiş. Burada bu kediyi mi kastediyorsunuz? Evet, partim Kedi Partisi diyebilirsiniz; ama başka bir şey kastediyorsanız böyle bir şey yok. Yani ben hiçbir partinin rozetini takma ihtiyâcı hisseden birisi değilim.
Oğuz Sönmez: “Ruşen Bey, Özgür Özel ile Erdoğan mutlaka görüşmeli ve uzlaşılamazlığı kayıt altına böylece almış olmalı.” Ha, gitsin, tartışsın, müzâkere etmeye çalışsın, buradan bir sonuç çıkmasın ve ondan sonra desin ki: “Ben elimden geleni yaptım”. Evet, böyle bir yola da gidebilir gerçekten. Ama pekâlâ birtakım konularda bir şeyler de alabilir. Tamâmen hiçbir şey çıkmayacakmış gibi düşünmek –yani insanın aklına bu tabiî daha çok geliyor, Erdoğan’ı bildiğimiz için–; ama pekâlâ koşullar değiştiği için, özellikle son seçim sonuçlarıyla berâber bambaşka şeyler de olabilir.
John Melton’a katkıları için teşekkürler. Şöyle bir soru soruyor: “Erdoğan-Özel görüşmesinde Erdoğan’ın amacı Özel’i muhâtap alıp CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olmasını teşvik etmek yorumları var, katılır mısınız?” Cumhurbaşkanı adayı olması için öne çıkmasını sağlamaktan ziyâde, İmamoğlu’nun gölgelenmesini istediği kesin, bu açık. Demin de söyledim; bir yanıyla İmamoğlu-Mansur Yavaş rekabeti, bir yanıyla da İmamoğlu-Özgür Özel rekabeti yaratmaya çalışacaklardır. Şimdiden işâretlerini veriyorlar. Çünkü esas rakibi, gerçek rakibi İmamoğlu, bunu hepimiz biliyoruz. Burada önemli olan Erdoğan’ın ne istediği, Erdoğan destekçilerinin ne istediği değil; Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun ne yapacağıdır. Bu anlamıyla Erdoğan’ın Özgür Özel’i rakip olarak tercih edeceğini söylemek doğru olur. Ama ilkin, bunun gerçekleşmesi çok zor; ikinci olarak da, bunu tercih etse bile kazanacağının da garantisi yok. Hatırlayın, seçim öncesinde Erdoğan, Özgür Özel’i bayağı aşağılıyordu. Yani yok hükmünde gibi görüyordu; Kemal Kılıçdaroğlu’nu övüyordu. Özgür Özel’e böyle birçok şey söyledi. En çok aklımda kalan; “Özgür Bey’i özgürleştireceğiz” sözüydü. Şimdi bir anlamda Özgür Özel’e ihtiyâcı var. Bunun adını böyle koymak lâzım. CHP’ye Erdoğan’ın ihtiyâcı var.
“Özgür Özel’in Fransa görüşmeleri sizce başarılı oldu mu? Kılıçdaroğlu zamânı bu tür gezilerde hayal kırıklığı olduğunu hatırlıyoruz.’’ Çok olağanüstü bir başarıdan bahsetmek mümkün değil; ama seçimden birinci çıkmış bir partinin lideri olarak daha fazla ilgi gördüğü muhakkak, bunu özellikle vurgulamak lâzım. Daha önce, Kılıçdaroğlu gittiği zaman, Avrupa’yla temas kurduğu zaman, Batı’yla temas kurduğu zaman, ne yaparsa yapsın Erdoğan’ı yenemeyecek birisi olarak görülüyordu. Ama şimdi Erdoğan’ı yenmiş birisi olarak gitti Özgür Özel. Bunlar hemen kısa vâdede sonuç üretmez. Ama bu tür gelişmeler, bu tür ilişkiler orta ve uzun vâdede etkisini gösterir. Bir de açıkçası, dış politika konusunda Prof. İlhan Uzgel var, Genel Başkan Yardımcısı. İlhan Hoca’yı ben yıllardır bilirim ve gerçekten onun sağduyusuna, akılcı, rasyonalist yaklaşımlarına bizzat tanığım. Medyascope’a da çok katkılarda bulunmuştu zamânında kendisi. O anlamda bence dış politikada CHP bu dönemde daha rahat hareket edecek. Zâten kendilerinde böyle bir yönelim var; ama seçim sonuçları onların gücünü de gösteriyor. Artık Batı’nın reddedemeyeceği bir parti.
Özgür Âşık’a katkıları için teşekkürler. “CHP içerisindeki Alevî hizbinin Özel’i kötülemesi, Kılıçdaroğlu’nu güzellemesi hakkında ne düşünüyorsunuz?” Alevî hizbi falan diye bir şey kalmadı. Benim bildiğim, meselâ İstanbul’da çok sayıda Alevî ilçe belediye başkanı seçildi — hattâ şaşırtıcı sayıda; Kılıçdaroğlu zamânında bu kadar oluyor muydu emin değilim. Onlar bir müddet sürer; ama çok tutabilecek bir perspektif değil. Yani CHP’de böyle bir Alevî karşıtlığı olduğu falan söz konusu değil. Tabiî ki eğer seçimde başarısız olunsaydı, meselâ İstanbul kaybedilseydi, İstanbul’da eldeki bâzı ilçeler kaybedilseydi, Kılıçdaroğlu ekibi bayağı bir bunu kullanacaktı, her türlü şeyi. Olmadı; tam tersine, beklenmedik bir başarı yakaladı İmamoğlu-Özel ikilisi. Dolayısıyla bu tür şeylerin, Alevî hizbi vs., bunların çok da fazla bir anlamı kalmadı artık.
Ayşe Hanım demiş ki: “Kuzey Irak’a Türk askeri girmiş ilerliyormuş. Bilginiz var mı?” Yok, şu âna kadar böyle bir şey duymadım. Zâten orada üsler var, Irak’ın kuzeyinde Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin üsleri var. Ama esas mesele, biliyorsunuz, “Kandil’e kara harekâtı olur mu olmaz mı?” meselesi. Henüz onun uzağındayız. Olmayacak diye kestirip atamayız, ama çok zor olduğunu düşünüyorum. Şu anda özel olarak yeni bir operasyon olduğuna dâir herhangi bir şey ben görmedim. Herhalde olsaydı görülürdü. Bakıyorum bir yandan; böyle bir şey normalde olsa herhalde trending topic falan olurdu. Ama “mülâkatsız 668 bin öğretmen” gibi şeyler var, Amed Spor falan var. Yani öyle bir harekât olduğuna dâir bir şey görmedim. Ama tabiî hep böyle bir beklenti var.
Eren Bey demiş ki: “Seçimden bu yana CHP ve Özgür Özel’in yaklaşımları sizce gelecekte atacakları adımlar için güven ve konfor veriyor mu?” Yani şu âna kadar çok bâriz bir hatâ yapmış gibi gözükmüyorlar. Zâten çok da fazla bir zaman geçmedi. Seçim öncesinde meselâ birtakım şeyler olmuştu; Afyon’daki Burcu Köksal olayı gibi. Şimdi meselâ Tanju Özcan ya da Burcu Köksal bir şeyler yapıp, dikkat çekici, rahatsızlık verici bir şeyler yapıp, CHP de buna tepki vermezse falan o zaman bakarız. Ama şu âna kadar CHP şunu yanlış yaptı, şunu atladı demek zor. Meselâ Van olayında CHP’nin kayıtsız kalması beklendi; tam tersine baştan îtibâren tavır aldılar, oraya bir heyet yolladılar ve olayın hızlı bir şekilde çözülmesinde katkıları oldu. Belirleyici olmasalar bile katkıları oldu. Yani olaya gözlerini kapatmadılar. Şu âna kadar seçimden bu yana yaşanan sürece baktığımız zaman çok büyük bir şey görmüyoruz.
Melih Esmer demiş ki: “Almanya Cumhurbaşkanı ile milletvekili kafilesi geldi. Ayrıca Maliye Bakanı geldi. Önemsiz bir ziyâret değildi.” Olabilir Melih Bey. Ben çok önemsemedim, öyle söyleyeyim.
Bir izleyicimiz demiş ki: “Erdoğan-Özel görüşmesinde en büyük handikap İYİP başkanının el değiştirmesi diye düşünüyorum.” İYİP dediğiniz İYİ Parti. Neden böyle düşünüyorsunuz anlamadım. Çünkü Müsâvat –ismini hep yanlış söylüyormuşum, en sonunda uyandım– Müsâvat Dervişoğlu bir anlamda Akşener’in devâmı. Çok fazla bir şey değişecek gibi gözükmüyor. Erdoğan-Özel görüşmesine İYİ Parti Kongresi’nin herhangi bir etkisi olacağı kanısında değilim. Tabiî ki her şeyin bir etkisi olur, ama öyle gündem değiştirecek bir olay olmadı.
Emin Kalyoncu demiş ki – evet, olay bu: “Bize anayasa mı lâzım, anayasaya saygı mı lâzım?” Tabiî ki anayasaya saygı lâzım. Yani kuralları koyuyorsanız, o kurallara riâyet etmek lâzım.
“Özgür Özel’in ‘Önce bu anayasaya uyun’ sözü anlamlı. Böylece tartışmanın içi dolar” demiş Melih Esmer. Bence de öyle. Evet, anayasaya uyulması… Yani bu anayasaya uyulmadan yeni anayasa yapma iddiası baştan anlamsız kalıyor.
Serkis Kaprilyan: “Sizce bu görüşme sonrası Özgür Bey anayasa mitingi gibi emekli mitingini de erteler mi?” Emekli mitingini ertelemesi için emekli konusunda çok somut birtakım sözler alması gerekir Erdoğan’dan. Erdoğan bunu verir mi? Vermez herhalde. Verecek olsaydı seçimden önce verirdi. Anayasa mitinginin ertelenmesinin bambaşka bir anlamı vardı, daha önceki olayda. Şimdiki olayda emekli mitingini erteler mi? Bence o miting yapılır. Öyle gözüküyor.
“Milli Eğitim’in yeni müfredâtından haberdar mısınız? Görüşünüz nedir?” Çok fazla detaylara hâkim değilim; ama iyi niyetli bir girişim olduğu kanısında da değilim. Sonuçta Millî Eğitim Bakanı da açıkçası benim çok güvendiğim bir isim değil. Ve de şunu özellikle vurgulamak istiyorum: 22 yıllık AKP iktidârının en büyük fiyaskosu Millî Eğitim’dir. Defalarca bakan değişmiştir ve her gelen bir tür reddimîras yapmıştır ve her seferinde daha da kötüye gitmiştir. Sonuçta bu gelen bakanın iyileştirici bir etkisi olabileceğine hiçbir şekilde inanmıyorum. Daha önce –şu anda adı aklıma gelmiyor, çok da mahçup oldum– daha önce bir bakan, bir ara Talim Terbiye Müdürlüğü yapmış bir isim bakanlık yapmıştı. Onun adını bulayım da… Ondan biraz umutluydum; o bile pes etti biliyorsunuz: Ziya Selçuk, evet. Pardon, kendisinden de özür diliyorum. Ziya Bey meselâ gerçekten bir şeyler yapabilecek bir isimdi, yapamadı. Ve ne oldu? Affını istedi. Ondan sonra Mahmut Özer geldi. Şimdi de Yusuf Tekin geldi. Yusuf Tekin’in böyle çok büyük iyileştirmeler yapma gibi bir iddiası yok.
Evet, Özel ve Erdoğan perşembe günü Beştepe’de görüşecekmiş, kesinleşmiş. Saatini göremiyorum, en azından şu anda bilemiyorum. Bakayım saatine de… Evet, Beştepe’de olması –demin de bahsettik– olayı daha anlamlı kılıyor. Perşembe günü, tam 1 Mayıs’tan bir gün sonra olması da anlamlı oluyor. Bakalım saatine… Şu anda saati görmedim. Herhalde öğle saatlerinde olur. Perşembe günü oluyor. Evet, sonunda beklenen an geliyor ve gerçekten bu görüşme önemli olacak. Anayasa anlamında da önemli olacak; ama anayasanın ötesinde de önemli olacak. Çünkü Türkiye’de yepyeni bir dönem başladı. Bu yepyeni dönemin en kritik ilk işlerinden birisi olarak karşımıza çıkıyor.
“Yepyeni CHP’nin başarısına rağmen Kılıçdaroğlu’nun hâlen aktif görünmesini neye bağlarsınız? Yeni bir parti kurması ya da kurdurmasını bekler misiniz?” John Melton. Yine katkıda bulunmuş kendisi, sağ olsun. Yok, Kılıçdaroğlu çok aktif değil. En son yazdığı uzun şey nasıl bir etki yarattı? İşte, “Müzâkere edilmez, mücâdele edilir” diye… Çok da fazla bir etki yaratmadı. Biliyor musunuz? Kılıçdaroğlu Cumhuriyet gazetesine bir makale yazdı. Ben de tesâdüfen gördüm, okumadım. Siz biliyor musunuz, okudunuz mu? Açıkçası çok emin değilim. Yani nâfile bir şey yapıyor. Onun hesâbı, büyük ölçüde yerel seçimde CHP’nin başarısız olması üzerineydi, artık öyle bir şey yok. Şu hâliyle ne diyebilir? Tabiî ki Kılıçdaroğlu yanlılarının söylediği, “Kemal Bey olsaydı daha başarılı olurduk” gibi şeyler var. Ben buna inanmıyorum; ama siz inanırsanız bilemem, karışamam. Ama o devir artık kapandı. Kemal Kılıçdaroğlu devri kapandı. Girdiği ilk seçimde Erdoğan’ı yenmiş ve partisini birinci parti yapmış bir genel başkan var. Her şey çok açık ortada yani. Bundan sonra bu başarısını sürdürür mü, devâmını getirir mi, getirmez mi onu bilemiyorum. Ona bakacağız, göreceğiz. Ve perşembe günkü buluşma da bu anlamda çok önemli olacak.
“Erdoğan-Bahçeli görüşmesi ülkeye hayır getirmiyor. Bu defa ne çıkar?” Bu görüşmelerin ardından hiç de bir açıklama yapılmıyor biliyorsunuz Zeynel Bey. Onun için ne çıkar? Herhalde birtakım sorunları konuşacaklardır. Erdoğan’ın birtakım arayışlar içerisinde olduğunu Bahçeli herhalde biliyordur. O yaptığı Ferdi Tayfur’lu klibin muhâtabı bence Erdoğan’dı. Tabiî ki böyle bir şeyi kanıtlayamayız; ama nereden çıktı yani? Sonuçta böyle bir husus var birbirlerine yönelik. Erdoğan’ın meselâ kalkıp sandığı defalarca yüceltmesi; buna karşılık, Bahçeli’nin de “Türk milleti ve Türkiye Devleti Cumhuriyeti sandıkta kurulmamıştır” demesi gibi olaylar var. Mehmet Şimşek meselesi var vs.. Ama sonuçta birbirlerine ihtiyaçları var. Birbirlerine ihtiyaçları bitmedi. Anayasa üzerinden de konuşacaklardır. Özgür Özel buluşmasını da konuşacaklardır. Ve sonunda yine birbirleriyle anlaşarak –anlaşıyor olmaları, sorun olmadığı anlamına gelmiyor– ayrılacaklardır.
“Özgür Özel, Anadolu Lisesi okumuş neslin ilk lideri, parti başkanı. Umudum yüksek, rasyonel biri olduğunu düşünüyorum. Umarım böyle devam eder” demiş Kemal Bey. Bakalım, göreceğiz. Anadolu Lisesi, evet, hiç böyle bakmamıştım. Anadolu Lisesi mezunu olarak düşünmemiştim.
Ufuk Bey demiş ki: “Zamânında Erdoğan, muhâfazakâr-milliyetçi kitlenin üzerindeki gücü dolayısıyla özgürlükçü açılımlar için şans olarak görülüyordu. Hâlâ böyle bir şans olma özelliğini koruyor mu, güvenilir mi?” Hayır, yok. Öyle bir şey yok. Hattâ o tabandaki özgürlükçü eğilimleri son yıllarda büyük ölçüde çok ciddî bir şekilde budadı ve otoriterliği bu kesimlere bir şekilde enjekte etti. Mecbur kalabilir. Bilmediği şeyler değil bunlar. Meselâ bir ara Türkiye’de, biliyorsunuz, Erdoğan’ın hediye ettiği bir “ileri demokrasi” lâfı vardı. Ne zamandır etmiyor. Tekrar ona dönebilir, tekrar Kürt sorununu çözmekten bahsedebilir vs.. Ama Türkiye’de Erdoğan’ın özgürlükler isteyeceğini, bu konuya kendini adayacağını söylemek doğru olmaz. Ama buna mecbur kalabilir. İktidârını korumak için, iktidârını biraz daha uzatmak için böyle bir şeye gitmek zorunda kalabilir istemeye istemeye. Yoksa tercihinin böyle olduğunu düşünmüyorum.
Evet, yavaş yavaş toparlayalım. Atladığım bir şey var mı diye bakıyorum.
“Mehmet Şimşek’in programına destek veren iktisatçılar hakkında ne düşünüyorsunuz?” Bilmiyorum. Yani Mehmet Şimşek ve programı… “Bu sonuç alacak, işte, yılın ikinci yarısından îtibâren enflasyon düşmeye başlayacak…” deniyor. 2026’da değil mi? Cumhurbaşkanı Yardımcısı öyle dedi; 2026’da tek hâneye düşecekmiş. Şimdi şunu size hatırlatırım: Erdoğan, zamânında millî ekonomi politikası uygularlarken sürekli bize târihler verirdi. Mart ayında şu olacak gibi. Hep sürekli ertelerdi, ertelerdi ve yaptıkları aynen böyle devam ediyor, gidiyor. Şu anda bu programın sonuç vereceğine, işlerin düzeleceğine dâir ortada hiçbir şey yok. Bugün Karar gazetesinin manşetini gördüm. Bugünkü manşeti herhâlde. “Diyânet İşleri Başkanı Ali Erbaş, TOGG için dua etti” diyor, ama kendisine Audi alıyor. Ben fiyatları bilmiyordum. Habere göre TOGG 1,5 milyonmuş, Audi 15 milyonmuş. Şimdi, Diyânet İşleri Başkanı –ki onu galiba Diyânet Vakfı üzerinden falan yapıyor, her neyse– kalkıp var olan Audi’sini daha üst bir segmentle değiştiriyor meselâ. Böyle bir kafayla, Diyânet’e kadar her yere sızmış böyle bir şeyle neyi nasıl düzelteceksin? Yani sonuçta yine olan sıradan insana olacak, yani dar gelirliye olacak, başkalarına olacak. Ama esas yapılması gerekeni yapmamak için başka bir şey bulacaklar. Sonuçta ilginç bir sistem oturttu Erdoğan. Tamâmen israf diyoruz; ama artık o “israf” lâfı buna denk gelmiyor bence. Tam bir para harcama şeyine dönüştü devlet. Ve harcamadan işler dönmüyor, öyle gözüküyor. Ve buradan Mehmet Şimşek’in programının başarılı olması falan… Bilmiyorum, umarım olur da insanlar birazcık gün yüzü görür. Ama şu hâliyle… neydi? Bir zamanlar öyle bir lâf vardı Türkiye’de: “Enflasyonla yaşamaya alışmak zorundayız” diye. Şimdi tam da bu oluyor.
Burak Bey demiş ki: “Erdoğan-Gül-Arınç üçlüsüne muadil, İmamoğlu-Özel-Yavaş üçlüsü nasıl olur?” Olmaz. Yani zâten ne oldu? Erdoğan-Gül-Arınç üçlüsünden bir tek Erdoğan kaldı, diğerlerinin hepsini Erdoğan tasfiye etti, etkisizleştirdi. İmamoğlu-Özel olur da, Yavaş üçlüyü tamamlar mı ona çok emin değilim.
Serkis Bey demiş ki: “Sizce bu anayasa maratonu olumsuz sonuçlanırsa, nasıl bir iktidarla baş başa kalırız?” İşte zâten iktidar ortada, bununla baş başayız. Böyle devam eder. Anayasanın değişmesi, yeni anayasa yapılması falan önemli değil Türkiye’de. Tabiî ki bunların bir anlamı var; ama esas önemli olan Türkiye’de yargı bağımsızlığı olacak mı, anayasaya uyulacak mı? İnsanlar, haksız yere hapiste tutulan siyâsî mahkûmlar serbest bırakılacak mı, basın özgürlüğü olacak mı? Bunlar olması lâzım. Yeni anayasa falan hepsi bir yana. Bunlar olmadığı müddetçe iktidar aynı şekilde devam edecek. İktidârın bunlara, yani topluma tekrar hukuk devletini inşâ etme yolunda adımlar atmaya, temel hak ve özgürlükler için baskıları kaldırmak yolunda bir şeyler yapmaya itilmesi lâzım. Bunu kim yapacak? Esas olarak muhâlefet yapmak zorunda, toplumsal muhâlefet yapmak zorunda. Yoksa Erdoğan ve Bahçeli’ye kalırsa, onların böyle bir arayışları, beklentileri yok. Onlar olabildiğince demir yumrukla bu ülkeyi yönetmeye devam etmek isteyecekler. Ama birilerinin buna izin vermemesi gerekiyor. O da toplumun kendisi. Bakalım, önümüzdeki dönem bu. Anayasa işin sosu bence.
Evet, burada noktayı koyalım. Yine güzel bir yayın oldu. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Ne diyelim? Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.