31 Mart 2024’te yapılan yerel seçimlerde, CHP 1977 seçimlerinden sonra ilk kez birinci parti oldu. AKP ise oy oranında yaklaşık yüzde 9 gerileyerek ilk kez 2. sıraya geriledi.
Ruşen Çakır konuğu Reform Enstitüsü Direktörü Mehmet Ali Çalışkan ile CHP’nin 31 Mart seçim zaferinin perde arkasını, seçim kampanyasını, seçimlerdeki ortamı, 2023 seçimlerinden farklı neler olduğunu, CHP’deki değişimin seçmene yansımasını ve seçimlerdeki sürpriz sonuçları değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Reform Enstitüsü Direktörü Mehmet Ali Çalışkan stüdyo konuğumuz. Kendisiyle Cumhuriyet Halk Partisi’nin 31 Mart seçim zaferinin perde arkasını konuşacağız. Çünkü Mehmet Ali Çalışkan o perde arkasındaydı, değil mi?
Mehmet Ali Çalışkan: Evet, bir kısmında yani.
Evet. Reform Enstitüsü’nde biliyoruz ki Ekrem İmamoğlu’na yakın çalışıyorsunuz. Ama Cansu Çamlıbel ile çok ilgi gören geçen haftaki röportajda da söylediğin gibi belediyeyle alâkanız yok; ama Başkan’la var. Anladığım kadarıyla Ekrem İmamoğlu’nun da dâhil olmasıyla seni Ankara’ya kampanyaya yollamışlar.
Mehmet Ali Çalışkan: Evet.
Aslında baktığımız zaman, Cumhuriyet Halk Partisi çok yoğun bir seçim kampanyası yapmadı sanki. Yanılıyor muyum?
Mehmet Ali Çalışkan: Genel Merkez tarafında çok yoğun değildi. Bu, adayların alanını genişletmek için verilmiş yine stratejik bir karardı.
Özel olarak ona karar verildi.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Mehmet Ali Çalışkan: Tabiî. Yani bir yerel seçime uygun davranış gösterdi Genel Merkez. Ama Genel Başkan Özgür Özel’in sâha trafiği çok yoğundu.
Çok gezdi, çok dolaştı. Ama açık söyleyeyim, biz o zamanlar da haberlerini yapıyorduk her birinin, çok fazla ilgi görmüyordu. Sâhada mı ilgi görüyordu?
Mehmet Ali Çalışkan: Sâhada görüyordu, evet. Çünkü sâhada, özellikle emekliler ve gençler meselesini yerelde çok gündemleştiriyordu demografik olarak. Siyâsî olarak da hem CHP’nin fire verme potansiyeli olan kendi seçmenine hem de İYİ Parti ve diğer muhâlif partilerin seçmenlerine seslendiği bir söylem seti oluşturmuştu. Dolayısıyla her gittiği yerde aslında oranın ilgili kesimiyle konuşuyordu ve onlar da alâka gösteriyorlardı.
Şimdi şöyle bir sorun var. Tabiî ki sen bu işi, siyâsal iletişimi bildiğin için… mesaj bir yerden sonra önemli tabiî de, ama esas olarak mesajın muhâtabına ulaşabilmesi önemli.
Mehmet Ali Çalışkan: Evet, tabiî.
Onu nasıl başarıyor? Meselâ iktidâr partisi tabanına nasıl ulaşıyor Özgür Özel?
Mehmet Ali Çalışkan: Bu işin tek bir dinamiği yok. Yani sâdece Özgür Özel’in performansı ya da partinin performansı ya da tek başına adayın performansı olmuyor. Bunlar toplanıyorlar ve bir etki yaratıyorlar. Bence bu seçimlerde etkiyi yaratan en önemli faktör, konjonktürün kendisiydi. Yani bu seçime giderkenki ortamın hâliydi. Ortamda önemli bir tepki birikmişti. Yani aslında 2023 seçimlerinde de birikmiş bir tepki vardı, ama o tepki kendini açığa çıkaracak bir kanal bulamamıştı 2023’te. Bu seçimlerde ise hem CHP’nin bu kurultayla birlikte kendini değiştirme irâdesi hem de ortaya koyduğu yeni, genç ve kadın odaklı adaylarla sahneye çıkması, bir kere konjonktüre verdiği bir karşılıktı. Yani Türkiye’de toplum, seçmenler, uzun bir süredir siyâset sahnesinde yenilik istiyorlar. Sahnedeki aktörlerin değişmesini ve yeni aktörlerin sahneye çıkmasını istiyorlar. Bunu sâdece genel başkanlar veya yönetim kademelerindeki üst düzey siyâsetçiler için istemiyorlar, bunu yerelde de istiyorlar. CHP, Genel Merkez’de verdiği, “Yenileniyorum ben, değişiyorum, kadrolarımı değiştiriyorum” karârını bir irâde olarak yerel seçimde adaylarında da gösterdi. Dolayısıyla bir kere konjoktür dediğim, seçmenin psikolojisine, değişim beklentisine CHP orada da bir karşılık verdi. İkincisi; seçmenin uzun süredir Türkiye’de iktidâra yönelik bir tepkisi ve eleştirisi vardı, ama karşısında yönetimi teslim edebileceği aktörler görmüyordu. Yerelde bunu da görmüş oldu. Şöyle söyleyebilirim aslında: Seçmen sonuçta biriktirdiği tepkiyi, enerjiyi, AK Parti’yi iktidardan etmeden cezâlandırmanın, CHP’ye de iktidar vermeden onu ödüllendirmenin bir yolunu buldu.
Ama o yol çok çarpıcı bir yol. Çünkü 1977’den beri CHP ilk kez birinci oluyor ve Adalet ve Kalkınma Partisi kurulduğundan beri girdiği seçimlerde ilk kez birinci olamıyor.
Mehmet Ali Çalışkan: Evet.
Bu biraz, hani seçmenin eli ağır mı kaçmış diyelim?
Mehmet Ali Çalışkan: Hayır, buna epeydir bir niyeti vardı seçmenin. Yani 2023 seçimlerinin öncesinde yapılan araştırmalar, seçmenin Türkiye’de bir iktidar değişimi arzusu içerisinde olduğunu gösteriyordu. Muhâlefet, eğer seçmene, “İktidârı verirseniz ben bu ülkeyi yönetebilirim” duygusunu verebilseydi, bunu 2023’te yapacaktı. Ama o duyguyu orada alamayan seçmen, “Şehirleri ver, burayı yöneteyim” diyen muhâlefetin adaylarına baktı ve bu isimler şehirleri iktidar adaylarından daha iyi yönetir dedi.
Burada tabiî şöyle bir şey var: CHP’nin değişimi çok önemli, ama çok kısa bir zaman içerisinde oldu bu. Diyelim ki iki yıl önce yapılmış kongre olur, değişim olur ve meyvelerini vermeye başlar. Ne oldu? Kurultay olur olmaz yerel seçim kampanyası bir nevi başlamıştı.
Mehmet Ali Çalışkan: Başlamış oldu, evet.
Çok az bir zamanda… Nasıl oluyor bu?
Mehmet Ali Çalışkan: Ben değişimin orada başlamadığını, 2019’da başladığını düşünüyorum aslında. Yani 2019 seçimlerinde, 5 yıl önce CHP yeni bir aday profiliyle seçimlere gidebileceğini göstermişti: İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’yla, Ankara’da Mansur Yavaş’la, İzmir’de Tunç Soyer’le. Yani böyle, yerelde yetişmiş, ilçe belediyelerinde yetişmiş figürlerin büyükşehir belediyelerine aday yapıldığını görmüştük o zaman. Bu aslında bir değişim dinamiğiydi. Yani aday davranışını, aday profilini değiştirmeye başlamıştı. Bu devam etti aslında. 2019-2023 arasında belediyelerde bu karârın bir performans etkisi yarattığını da gördük. CHP’nin 2019’da adaylarda yaptığı değişimin seçmende bir etki yarattığını görüyorduk, bir memnûniyet yaratıyordu ve bu memnûniyet meselâ AK Parti belediyeciliğini de gözden düşürüyordu bir taraftan. Ama 2023’te bu yerelde biriken enerjiyi taşıyamadı CHP. Dolayısıyla başlayan değişim 2023’te bir kesintiye uğradı; ama kurultayla birlikte yeniden o irâde hayâta geçti diye düşünüyorum ben.
Peki, dedin ki: “Genel Merkez daha dar kapsamlı bir kampanya yaptı. Esas yerel…” Ama yerel adayların koordinasyonu diye bir mesele vardı herhalde, değil mi?
Mehmet Ali Çalışkan: Var tabiî.
Onlara meselâ ne anlatıldı Genel Merkez’den? Ne söylemeleri, ne söylememeleri istendi?
Mehmet Ali Çalışkan: Genel Merkez’in kampanyası, iletişim performansı açısından çok yaygınlaşmamış olabilir. Ama söylem seti, stratejisi, yaklaşımı adaylara aktarıldı. O da şuydu: Bu seçim bir yerel seçimdir. Bir kere ana fikir buydu. İktidârın bu seçimi genel seçim yapma eğilimine girme potansiyeline karşı, buraya girmemeleri söylendi adaylara. “Bu seçimi yerel seçim sınırlarında tutun” dendi. Bunun da nedeni şu: Aslında genel seçimlerde seçmenler daha makro meseleler etrafında, daha büyük meseleler etrâfında; klişede büyük resimle ilgilenirlerken, yerel seçimlerde daha güncel meselelerle, gündelik hayatlarıyla, akut krizleriyle ve şehir meseleleriyle daha çok ilgileniyorlar. Dolayısıyla yerel seçimi yerel seçim sınırında tutma karârı CHP’nin bir kere ana stratejik karârı oldu. İkincisi; yine araştırmalardan da beslendi. AK Parti belediyeciliğini gözden düşüren faktörler analiz edildi. Yani şehirlerin betonlaşması, çok imtiyaz odaklı küçük çıkar grupları ekseninde belediye yönetimleri üzerine kurulmuş yaklaşımın eleştirisi çok güçlüydü şehirlerde yaşayan seçmenlerde. Buraya da seslendi, yani bu yaklaşımı nasıl değiştireceğini söyledi. Burada da çok güçlü bir referansı vardı CHP’nin.Pandemi döneminde ortaya koyduğu dayanışmacı belediyecilik diyebileceğimiz, hem belediyelerin yurttaş dayanışmasını ortaya çıkaran performansı hem de yurttaşın yurttaşla dayanışmasını örgütleyen, o kolaylaştırıcı moderasyon kabiliyeti de önemli bir tecrübeydi. Dolayısıyla bize şunu söyledi şimdi: “2019’da CHP’nin adayları tarafından kazanılmış belediyeler iyi yönetildi. Bu iyi yönetimin referansını Türkiye’nin her tarafına taşıyın. Seçimi yerel seçim sınırlarında tutun. Söylem setinizde lüzumsuz bir kutuplaşmacı, burayı bir genel seçim havasına sokan tavra teslim olmayın” diyen bir strateji vardı. Dolayısıyla Genel Merkez, adayları o anlamda iyi yönlendirdi. Bununla birlikte şunu da yaptı araştırmalarda özellikle; Genel Merkez tarafından yerelde çok güçlü araştırmalar yapıldı bir kere. 600’e yakın farklı araştırma yapıldı, hem aday belirleme sürecinde hem de adaylar belirlendikten sonraki kampanya sürecinde. Bu araştırmalarda üç temel kavrama odaklandı CHP. Bir tânesi risk, “Riskli belediyelerin var mı?” Yani “Benim yönettiğim, ama kaybedebileceğim, yani kaybetme ihtimâlini taşıyan belediyeler hangileri?” Bir bunlara odaklandı. İkincisi, “Benim için fırsat belediyeleri hangileri?” dedi. Yani “Yönetmediğim, ama kazanmaya uzak olmadığım belediyeler hangileridir?” Bu iki tâne temel kavrama odaklandı.Kampanya sırasında da özellikle 2023 yenilgisinin yarattığı travmanın yol açabileceği apati duygusu, sandıktan uzaklaşma, siyâsetten ve muhâlefetten uzaklaşma eğilimlerine karşı, “fire seçmen” analizleri yaptı. Yani 2023 seçimlerinde Kılıçdaroğlu’na oy vermiş ya da CHP’ye oy vermiş ya da muhâlefete oy vermiş hangi seçmen gruplarının, yereldeki adaylara oy verme eğiliminde olmadıklarını, hangilerinin “fire seçmen” hâline geldiğini detaylarıyla tespit etti. Bunları demografik olarak tespit etti; yani yaşına, cinsiyetine, gelir grubuna, eğitim durumuna vs.. bütün bunlara baktı. Ama bunları aynı zamanda daha önce oy verdiği partilere göre de analiz etti. “CHP’ye oy vermiş, İYİ Parti’ye vermiş, DEM’e vermiş” filan diye. Onlara göre analiz etti ve fire seçmen analizi yaptı. Yereldeki adayları sürekli, “Senin bölgende CHP’ye daha önce oy vermiş, şu mahallede yaşayan, şu seçmen grupları sana oy vermeme eğiliminde. Git bunları bul, bunlarla konuş” dedi meselâ. Dolayısıyla hem söylemsel olarak adaylarını yönlendirebildi hem de seçmen gruplarını minimalize ederek, mikro ölçeklerde tanımlayarak onları doğru hedeflere yönlendirebildi.
Sen bunları anlatırken dinleyince aklıma hep CHP geliyor. Yani bu söylediğin şeylerin hepsi çok bilimsel veya bir araştırmaya dayalı şeyler; ama biliyoruz ki CHP’de de çok acayip bir siyâsetçi sınıfı, belki de esnafı hâlâ çok güçlü bir şekilde var. Siz meselâ diyelim ki Genel Merkez’de çalışıyorsunuz, araştırıyorsunuz ve bir şey söylüyorsunuz, ama aşağıdaki diyor ki: “Ya, bunlar da yine ukalâlık yapıyor. O iş böyle olmaz” deyip… Şimdi bu aradaki denge nasıl kurulabiliyor?
Mehmet Ali Çalışkan: O denge şöyle kuruluyor; aslında bu çok basit bir profesyonel prensiptir. Karar verici ile, yani karar verme hakkına, meşrûiyetine, irâdesine, yeteneğine ve yetkisine sâhip olanlarla, o kararları rasyonelleştirmek için oraya veri üretenler, iletişim önerisi geliştirenler arasındaki sınırın iyi çizilmesine bağlıdır aslında. Çünkü Türkiye’de, CHP’nin geçmişinde de şu çok oluyordu: Araştırmacılar, reklâmcılar gibi kesimlerle siyâsetçiler arasındaki mesâfe kayboluyordu; siyâsetçiler araştırmacının, reklâmcının yerine geçebiliyordu, profesyoneller de siyâsetçinin yerine geçebiliyorlardı. Bunu ortadan kaldırdı CHP, çok net bir çizgiyle ortadan kaldırdı. Ve bu iki grup arasındaki ilişkiyi bir bilgi, veri, öneri akışıyla onlardan arındırarak, karar alanını tamamen siyâsetin seçilmiş meşrû yöneticilerine bırakarak yönetebildi. Aslında çok önemli bir ayrımdır bu. Özel sektör de böyledir, sivil toplum, siyâset, hepsi böyledir.
Ama bunu başarmak galiba birçok şeyi başarmanın da kapısını açıyor.
Mehmet Ali Çalışkan: Bu güçlü bir siyâsî irâde gerektiriyordu. Bence Genel Merkez’in ortaya koyduğu en önemli yetenek burada; bu sınırı iyi çizme irâdesini, siyâsî irâdesini göstermek ve sınır ihlâli yapmaya çalışanları da püskürtmek üzere mekanizmalar kurmak oldu.
O zaman 1 Nisan sonrasında da aynı koordinasyonu ve eşgüdümü sağlarsa, CHP’nin önü açılabilir. Ben şimdi bakıyorum, meselâ belediyede %37, il genel meclisinde %34,4 almış.
Mehmet Ali Çalışkan: Evet.
Çok büyük oranlar bunlar CHP için. Ama bu tempoyla ve bu perspektifle, başarısı kanıtlanmış perspektifle giderse, %40’ı falan bulabilir sanki.
Mehmet Ali Çalışkan: Bulabilir. Biz zâten bundan 5-6 yıl önce yaptığımız CHP araştırmalarında, CHP’nin potansiyelinin %42-45 aralığına ulaşabileceğini görüyorduk. Bu, dışa açılma becerisini göstermesiyle ilgiliydi. Aslında bir AK Parti-CHP karşılaştırması yapacak olursak, AK Parti dışarıya açıldıkça yükselmişti 2002’den bu yana. Yani kendi çekirdek seçmen kitlesinin ve profilinin dışına açılabildikçe ve oralardaki çeşitliliği kapsayabildikçe yükselmişti. 2017’den beri de orayı daralttıkça küçüldü. CHP de kendi seçmen kitlesine kapandıkça küçük kalmıştı. Oradan açıldıkça da büyüme potansiyeli gösteriyordu. Zâten pek çok araştırma, daha erken yapılmış, 5 yıl önce, 6 yıl, 10 yıl önce yapılmış araştırmalar, CHP’nin açılabilmesi hâlinde %42-45 aralığına ulaşabileceğini, kapanırsa da %7-8’e kadar düşebileceğini gösteriyordu bize.
Şimdi bakıyorum haritaya, yani hep baktık. Benim zâten hep önümde; günde birkaç kere bakıyorum haritalara. Şimdi, 2019’da batıyı büyük ölçüde CHP almıştı. Ama bir şeyler yarım kalmıştı. Şimdi bu tamamlanmış gözüküyor. Yani bir Hatay ve Kırklareli istisnâsını saymazsak; Bursa’yı, Balıkesir’i, Denizli’yi, Manisa’yı alması bir kere… Bunlardan bir tânesini MHP’den aldı: Manisa’yı.
Mehmet Ali Çalışkan: Evet.
Bir kere bu çok büyük başarı. Buna ayrıca Kütahya, Uşak, Afyon gibi yerler de eklendi batıda.
Mehmet Ali Çalışkan: Evet.
Şimdi o zaman bakıyoruz ki; yukarıda, Batı Karadeniz’de de Zonguldak var, arada sâdece Kocaeli, Sakarya, Düzce kalmış. Baktığımız zaman, bir kere ülkenin en dinamik bölgesi, Gayri Sâfi Millî Hâsıla’ya en çok katkı yapan, nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu yerlerde CHP net bir şekilde galip. Benim özel olarak önemsediğim bir diğer husus; İstanbul’un ilçelerinde de merkezî ilçelerin —bir iki istisnâ dışında –ki onlar da kıl payı, Fatih falan– merkezî ilçelerin hemen hemen hepsini aldı neredeyse.
Mehmet Ali Çalışkan: Doğru.
Bu da AKP’yi iyice taşraya taşıdı yani. Şimdi, geçen seçimde de meselâ, 2023’te de İstanbul’da Kılıçdaroğlu öndeydi, değil mi?
Mehmet Ali Çalışkan: Tabiî, 2017’den beri öyle aslında.
Ama Türkiye’yi kazanamıyordu.
Mehmet Ali Çalışkan: Yok, kazanamıyordu.
Şimdi arada o şey kuruldu mu? Yani batıdaki net birincilik, aynı zamanda Adıyaman’ı alarak, Kırıkkale’yi alarak, Amasya’yı alarak diğer yerlerde de bir dengeye mi gidiyor?
Mehmet Ali Çalışkan: Bence o imkân açıldı. Yani meselâ yarın genel seçim olsa bu gerçekleşir diyemem; ama bu imkân açıldı. CHP’nin bu dönemi nasıl geçireceği, bu imkânı kullanıp kullanamayacağıyla çok ilgili bu. Yani şunu hatırlayalım: 2019 seçimlerinden sonra Ankara, İstanbul, Adana, Mersin, Hatay, Antalya filan kazanılınca CHP, “İktidar oluyorum artık” hissine kapılmıştı. Ama öyle olmayabiliyor. 2023 seçimleri bize bunun böyle olmayabileceğini gösterdi. Bence aynı dinamik hâlâ geçerli. Bu seçimlerde CHP elde ettiği büyük başarıyı, artık bir “İktidar oldum” duygusuyla yönetmeye başlarsa, seçmen o iktidârı ona yine vermeyebilir. Yani seçmenden kopar ve yeniden bir elitler dünyasına çevirirse bunu… ki aslında 2019-2023 arasındaki fark öyle olmuştu. Bunun nedenini de söyleyeyim: Şimdi, yaklaşık 10 milyon seçmen pozisyon değiştirdi, hareketlendi. Bir seçmen göçü başladı aslında yani. Fakat bu göç bir adresten çıkıp başka bir adreste toplanma şeklinde olmadı.Meselâ geçmişte AK Parti’ye oy vermiş ama şimdi vermeyen seçmenlerin önemli bir kısmı sandığa gitmeyerek oy vermedi. Bir kısmı, Yeniden Refah Partisi’ne giderek ona oy vermedi. Bir kısmı, illerin kırsalında yaşayan ve belediye seçimlerinde oy kullanamayan seçmenler. Yaklaşık 4,5 milyon civârında böyle bir seçmen kitlesi var. Yani yerel seçimde oy kullanmayan seçmen var. Oy kullanma hakkı olduğu halde kullanmayan demiyorum; bir belediyeye oy veremediği için kullanmayan 4,5 milyon yurtdışı oyları var. Şimdi bu havuzu topladığımızda, yani Cumhur İttifâkı havuzu olarak baktığımızda; AK Parti’nin, MHP’nin, Yeniden Refah Partisi’nin, BBP’nin havuzu; yurtdışı oyların, kırsalda bu seçimde oy kullanmayan oyların filan toplandığı bir durumda o havuz müthiş daralmış görünmüyor, bir de sandığa gitmeyenleri koyduğumuzda. Dolayısıyla havuzdan sandığa gitmeyerek, Yeniden Refah’a yönelerek ya da CHP’ye yönelerek harekete geçmiş bir 10 milyon seçmen var. Ama havuzlarından o kadar da uzaklaşmış değiller henüz. Dolayısıyla CHP’nin bu dönemi nasıl okuyacağı, nasıl yorumlayacağı çok önemli. Kendisine AK Parti’den kopup gelmiş seçmen kalıcı mı geldi, kalmak için hangi göstergelere ihtiyaç duyuyor, bunları anlamaya çalışırsa; AK Parti’den uzaklaşmış, MHP’den uzaklaşmış ama sandığa gitmemiş seçmeni anlamak, tanımak ve onların adresleri hâline gelebilmek için bir keşif çalışması yaparsa… Yani aslında seçimden önce yaptığı her şeyi; riski, fırsatı, fireyi, potansiyeli anlamaya, tanımaya, keşfetmeye ve ona ilişkin yollar üretmeye devam ederse, bir imkân var, ama garanti değil.
Şimdi hep CHP’yi konuştuk, ama özellikle AK Parti’yi sormak istiyorum. Sen diyorsun ki şimdi: “Çalıştık ettik. Kimler sandığa gitmeyebilir tespit ettik. Onlara göre tâlîmatlar verdik” vs.. Bayağı bir profesyonellik var burada. Sizden çok daha geniş imkânlara sâhip olan bir iktidar partisi var ve onların çok daha ciddî bir sorunu var. Ama 2023’te net bir galibiyet elde etti, zafer elde etti; hem Cumhurbaşkanlığı’nda hem öbüründe. Onun verdiği bir rehâvet mi söz konusu? Veyâhut sizin bu az zamanda, daha kısıtlı imkânlarla başardığınız mobilizasyonu niye AK Parti yapamadı? Erdoğan onu söylüyor: “Bizim seçmenimiz sandığa gitmedi” diyor. Niye götüremedi sandığa?
Mehmet Ali Çalışkan: Ben bunun birkaç nedeni olabileceğini düşünüyorum. Bir tânesi; aslında uzun bir süredir, 2015’ten bu yana gelen, AK Parti’nin şehirlerde bir küçülme dinamiği var. Yani yerel seçim sonuçta daha çok şehirlerde gerçekleşen bir seçim. Dolayısıyla 2015’ten beri AK Parti’nin küçüldüğünü, 2017’den beri Cumhur İttifâkı’nın toplamda büyük şehirlerdeki ortalama oylarının %50’nin altına indiğini gözlemliyoruz zâten. Bir kere bu bir faktör oldu. Yani Türkiye’nin kentleşmesi, bu kentleşmenin ürettiği orta sınıflar, ekonomik krizle berâber bu orta sınıfların önemli bir gelir kaybı yaşamaya başlamaları, yoksullaşma dinamikleri, genç seçmenin AK Parti’nin anlattığı geçmiş hikâyesine artık yatırım yapmıyor oluşu, kendi güncel dertleriyle ve gelecek umutlarıyla ilgili hayal kırıklıklarını daha çok karar dinamiği hâline getiriyor olmaları gibi bir dizi sosyolojik neden var. Burası AK Parti’yi bir süredir küçültüyordu. Bu öyle imkânla, medya asimetrisiyle filan aşılabilir bir şey olmaktan çıkmıştı. Dolayısıyla bir kere bunın sosyolojik bir tarafı var. Bu sosyolojik durumun yanında bir de siyâsî durum var bana kalırsa. O da Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçmesiyle birlikte karar mekanizmasının bu kadar merkezîleşmesi, bence AK Parti’yi vurdu. AK Parti’ye zarar verdi, yani tahrip etti AK Parti’yi. AK Parti’nin organik hâlini kaldırdı ortadan. AK Parti’yi bir plastik siyâsete dönüştürdü.
Yıllardır artık bir âile şirketine dönüştü.
Mehmet Ali Çalışkan: Ona döndü, evet. Oysa AK Parti’nin ortaya çıkışı, büyümesi, yükselmesi, tek başına iktidar olması, uzun süre iktidarda kalmasını sağlayan şey yerel dinamikleriydi. Yerel dinamikler de yerelden siyâsetçi üretebilme kapasitesiyle ilgilidir. AK Parti uzun süredir yerelde siyâsetçi üretemiyor. Erdoğan’ı seçmek için sandığa giden seçmenin Erdoğan’a hem teveccühü var hem bağlılığı var hem minneti var hem hayâtının bir döneminde o hayâtı iyileştirmiş olmasından gelen bir hâfızası var; ama yerel seçimlerde yok. Yerel seçimlerde Erdoğan fikrini taşıyabilecek bir insan kaynağının olmadığı da ortaya çıkmış oldu AK Parti’nin. Dolayısıyla AK Parti uzun süredir bir parti değil, bunu anlıyoruz.
Peki, o söylediğin, AK Parti’nin unuttuğu ya da iptal ettiği hususların bir kısmının Yeniden Refah’ta olduğunu gördük. Yani o organizasyon, teşkîlât vs.. Bu bir konjonktürel olay mı? Yoksa Yeniden Refah Partisi’nin yükselişi ve AK Parti’nin gerileyişi birbirine paralel bir şekilde sürer mi sence?
Mehmet Ali Çalışkan: Bence bunun ilk işâretlerini DEVA Partisi’nin ve Gelecek Partisi’nin AK Parti’den koparak bağımsız siyâsî aktörler hâline gelmesiyle görmüştük. Ama AK Parti’nin seçmen havuzunu oluşturan o geniş tabanın, onların oradan kopuş hikâyelerine yatırım yapmadıklarını gördük. Onlara bir tür siyâset ruhsatı vermedi yani orası. Ama meselâ CHP ile ilişkisi bundan olabilir — Altılı Masa’daki network’ten vs.. Ama Yeniden Refah Partisi’nin AK Parti’ye hem îtirâzını ciddîye aldı, ideolojik ve politik olarak îtirâzını ciddîye aldı, hem de onun kopma biçimine îtibar etti bence, o ruhsatı verdi ona. Yani “Bu îtiraz benim de îtirâzımdır, ama senin gidip başka bir mahalleye yatırım yapmıyor olmanı da mûteber buluyorum” dediğini düşünüyorum. Dolayısıyla Yeniden Refah Partisi’nin hem AK Parti’ye îtiraz dinamiğinde hem de kendini ortaya koyma biçiminde ve orayla bağ kurma davranışında gerçek bir siyâset davranışının olduğunu düşünüyorum açıkçası.
Sâhici siyâset.
Mehmet Ali Çalışkan: Sâhici siyâset ve de aynı zamanda yerel siyâset.
Abdülkadir Selvi günlerdir yazılar yazıyor, çok da tartışma ve spekülasyona yol açıyor. En çok da MHP’lileri kızdırıyor. Ve gördüğümüz kadarıyla iktidar, AK Parti içerisindeki yumuşama yanlılarının bir şekilde medyadaki öne çıkan ismi, tabiî şey yapmaya çalışıyor. Ona sonra geleceğim; Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun arasını açmaya çalışması ayrı bir husus, ama bugünkü yazısında şöyle bir şey var. Okuyayım, çok anlamlı bence. Ben buna benzer şeyler yazdığım için bunları karşımda görünce şaşırdım. Diyor ki: “2023 cumhurbaşkanlığı seçimi 5 yıl ülkeyi yönetme yetkisini Erdoğan’a verdi. Yerel seçimler ise CHP’yi birinci parti yaptı. AK Parti, târihinde ilk kez ikinciliğe geriledi.” Tamam. “Yeni bir siyâsî gerçeklik oluştu. Erdoğan seçim gecesinde bunu gördü. Seçimden sonra oluşan siyâsî tablonun ruhuna uygun olarak yeni bir siyâset geliştirdi. 2028 seçimlerine kadar Türkiye’nin önünde 4 yıllık bir süre var. Bu 4 yılda Türkiye’nin çözülmesi gereken devâsâ sorunları var. Bu 4 yıl kavgayla geçmez, 4 yılın yönetilmesi gerekiyor.” Bu şimdi bildiğimiz AK Parti perspektifi değil.
Mehmet Ali Çalışkan: Geçmişte bildiğimiz, bugün bilmediğimiz.
Gerçekten bu bakış açısı, yani Erdoğan-Özel görüşmesinde vs… Yani şöyle söyleyeyim: ‘‘Tamam, ben cumhurbaşkanı seçildim, yetkim var sonsuz. Ama yerel seçim sonuçları benim alanımı ister istemez daraltıyor” diyen bir Erdoğan görebiliyor muyuz? Görebilir miyiz?
Mehmet Ali Çalışkan: Şimdi bunun işâretleri var. Yani bir de bu karşılıklı bir durum. Şimdi eğer Özgür Özel ya da Ekrem İmamoğlu seçim gecesinde çıkıp da, “Büyük bir zafer kazandık, erken seçime gidelim, şimdi toplum bize bu mesajı verdi” deseydi…
Millet de sokaklara çıksaydı…
Mehmet Ali Çalışkan: Evet, çıksaydı, biz bugün başka bir şey konuşuyor olurduk. Ama onların sükûneti, tevâzuu, meseleyi yorumlarken başvurdukları kavramların zafer yerine seçmenin kredi açması gibi kavramlar olması… yani aslında meseleyi okuma konusunda bir kere asıl şaşırtıcı işâret CHP’nin liderliğinden geldi. Yani CHP meselâ uzun zamandır, bir de 2023’te kaybettikten sonra böyle bir seçimden bu kadar başarıyla çıkınca bunu büyük bir anlatıya, büyük bir zafer hikâyesine, bir kibir hikâyesine dönüştürebilirdi, dönüştürmedi.
Erdoğan teşekkür etti hattâ, ağırbaşlı tavrı nedeniyle.
Mehmet Ali Çalışkan: Ben o geceki CHP’lilerin tutumlarının –ki “Sokaktan uzak durun” dediler, “Sevincinizi abartmayın” dediler–, bu tutumlarının AK Parti’nin tutumunu da etkilediğini düşünüyorum. Şimdi seçimi kazanmış ve kavga çıkarmayan bir CHP varken, Erdoğan’ın balkon konuşmasında meselâ kavga çıkarmaya çalışması biraz tuhaf da olurdu ve realiteden de uzak olurdu.Dolayısıyla CHP’nin bu hamlesi, meseleyi bu okuma biçimi ve yorumlama biçimi, bence AK Parti’nin yorumlama biçimini de etkiledi ve bu bir karşılıklılık hâlini aldı. Dolayısıyla buradan zâten, hani diyalog, müzâkere gibi şeyler çıkabilirdi, o da çıkıyor. Şu doğru tabiî; yani bu 4 yıl, 4 yıl geçecekse eğer, nasıl büyük bir kavga içinde geçebilir? Bir mücâdele içinde geçeceği kesin. Yani esaslı bir mücâdelenin de olacağı kesin bence.
Ama müzâkere de olacak diyorsun.
Mehmet Ali Çalışkan: O konuda yorumum şu benim: Mücâdelenin bir yöntemi müzâkeredir. Yani mücâdeleyi, çatışma olarak da kavga olarak da görebilirsiniz; mücâdeleyi müzâkere olarak da. Çünkü müzâkere şu değil ki; gidip oturup birlikte çay içip böyle small talk, yani küçük konuşmalar yapacağınız bir hayat değil. Orada birtakım hak tartışmaları yapılacak, birinin bir süredir istemediği şeyi öbürü yapması için baskı yapacak, o baskının karşılığını alabilmek için ondan bâzı talepler olacak. Dolayısıyla müzâkere gayet bir mücâdele işidir zâten yani.
Peki, şeyi sorabilir miyim, cevap vermeyebilirsin ama: Kampanya sırasında, süresince Genel Merkez’de bir Kılıçdaroğlu tedirginliği var mıydı? Yani onun bir ekibi var, dışlandığını düşünen isimler var, hattâ bağımsız aday olmaya kalkanlar, olanlar var vs.. Ve şöyle deniyordu: “Kılıçdaroğlu seçim başarısızlığını bekliyor ve ondan sonra davranacak”. Bunlar şehir efsânesi miydi, gerçek miydi?
Mehmet Ali Çalışkan: Onu bilmiyorum. Bunlar niyet okumalar. Yani gerçekten Kılıçdaroğlu’nun, “Buradan bir başarısızlık gelsin de ben geri döneyim” demesi vs., onu bilmem mümkün değil. Yani kendisi etrâfına ne söylemiştir bilmiyorum. Ama Genel Merkez’i gözlemledim. Yani oradaki davranışları, hem Genel Merkez’i hem İstanbul’u da gözlemledim. Yani Ekrem İmamoğlu ve çevresi de o konuda önemli bir baskı altında kalıyorlardı. Çünkü aslında Kılıçdaroğlu çevresinin ortaya esas olarak argüman olarak koyduğu şey, bir rakip olarak gördükleri esas isim İmamoğlu olmuştu yani. Ne İmamoğlu’nun ne Özgür Özel’in ne de onların çevresindekilerin, ben iki şeye takılmadıkları için de başarıda önemli payları olduğunu düşünüyorum. Bir tânesi, kurultayı kurultayda bırakmayı başardılar. Dikkat ederseniz Özgür Özel de Ekrem İmamoğlu da kampanyaları boyunca, “Değiştik, onun için zafer kazanacağız” gibi, bu değişim şeyinin altını çizmediler çok fazla. Orayı geride bıraktılar, söylemlerinde de çok girmediler, çok ender olarak girdiler ve seçmenin gündemiyle, güncel gündemiyle bağ kurdular. Hem Kılıçdaroğlu ve onun etrâfında –ya da onun sözcüsü gibi konuşanlar diyeyim; çünkü onların da sözcü olup olmadıklarını bilmiyorum açıkçası–, onun sözcüsü gibi konuşanlara bir alan açmadılar, orayla bir polemiğe girmediler, orayı hayatlarının bir konusu hâline getirmediler; hem de İYİ Parti’yle ve muhâlefetin diğer partileriyle de bunu yapmadılar.Yani Meral Akşener de aslında kampanya sırasında CHP’yi böyle kendisine cevap vermeye zorlayan, kendisiyle polemiğe girmeye zorlayan çok şey yaptı. Ama CHP liderleri yine de o topa girmediler yani.
O da çok etkili oldu diye düşünüyorum.
Mehmet Ali Çalışkan: Dolayısıyla bu bir stratejik karardı bana kalırsa. Yani ne kurultayda rekabet ettikleri isimlerin bugünkü sözcülerinin söyledikleriyle polemiğe girmek, ne de başta İYİ Parti olmak üzere muhâlefetin diğer partileriyle polemiğe girmemek bir karardı. Ama onların seçmenleriyle konuştular. Bu da çok mantıklı geliyor bana; yani bir siyâsî liderin size yönelik ağır, zaman zaman hakarete varan söylemleriyle, zaman zaman böyle altını oyan, başarısızlığı arzu ediyormuş gibi görünen söylemleriyle polemiğe girdiğinizde, onun seçmeniyle de polemiğe giriyorsunuz. Ama ondan uzak durduğunuzda ve onun seçmeniyle kapsayıcı bir üslûpta iletişim kurduğunuzda, o seçmeni kendinize çağırabiliyorsunuz ve rasyonel bir soruyu onlara sordurabiliyorsunuz. Bence soru şuydu meselâ: “İstanbul’u kim yönetsin? Murat Kurum mu, Ekrem İmamoğlu mu? Ankara’yı kim yönetsin? Turgut Altınok mu, Mansur Yavaş mı?” Soruyu böyle berraklaştırınca, muhâlefetin ve de diğer parti liderlerinin ya da CHP’nin geçmişindeki isimlerin argümanları önemsizleşiyor. Seçmenin bir tek sorusu kalıyor geriye.
Peki, gelelim en kritik olaya. Şimdi hemen “dakika bir gol bir” oldu biliyorsun. Özgür Özel övgüleri başladı iktidar çevrelerinden. Cumhurbaşkanı’nda da var; ama yazar-çizer ve iktidar medyasında da var. Ve bir tür, Mansur Yavaş’tan ziyâde Ekrem İmamoğlu’nu bypass etme… Yani o söyleniyor ya: “Erdoğan rakibini kendi seçmeyi sever” ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığını da böyle tanımlayanlar var, çok ciddî sayıda. Burada da benzer bir senaryonun olabileceğini söyleyenler var. Daha çok erken. Bu kadar erken başlaması beni açıkçası şaşırttı, ama hemen başladı. Buna çalışmış mıdır CHP Genel Merkezi, bu senaryoya?
Mehmet Ali Çalışkan: Doğrusu bir fikrim yok. Ama CHP Genel Merkezi’nin seçimler boyunca birlikte çalışma pratiğinden çıkardığım, orada yaptığım gözlemler, bu tür konuları yönetme kabiliyetinde bir takım olduğunu gösterdi bana. Onun için bu meseleyi bugün bu tartışmayı açarak, derinleştirerek, bir rekabet dinamiğine çevirerek yönetecekleri zannetmiyorum. Yani buna çok ihtimal vermiyorum. Nedeni de şu: Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu kurultay sürecinde birlikte davrandılar, bir takım gibi davrandılar. Yani şimdi 28 Mayıs gecesi o ağır yenilginin ardından, daha 24 saat geçmeden Ekrem İmamoğlu çıktı ve bir değişim videosu yaptı. Ve dedi ki: “Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edemeyiz, değişmemiz şart” dedi.Şimdi bu aslında fitili ateşledi. O fitilin ateşlenmesinin arkasından CHP’de bir irâde oluştu. O öyle olduğu için bir irâde oluştu. Meselâ o bir ay boyunca kimse bir şey demeseydi, CHP kendi içerisinde, bildiğimiz dünyasında birbirini tedâvi etmeye çalışan bir hayat sürseydi, meselâ kurultay böyle gerçekleşmeyebilirdi. Ama o çıkışla birlikte, o çıkışın arkasından CHP’de oluşan irâde, hızlı bir şekilde bir kere bir araya geldi ve bir takım oluşturdular. Ve hem kurultayın kazanılması hem de seçimin kazanılması, bu irâdeyi gösterebilmiş, bu takımı oluşturabilmiş liderlere şunu söylüyordur — o liderler de bunu okuyacak, anlayacak kadar bence bir tecrübeden de geçtiler: “Birlikte yükselebiliyoruz, birlikte kazanabiliyoruz”. Dolayısıyla aralarında bir rekabet olur mu olmaz mı bilmem; ama olsa bile, bu rekabeti bir işbirliğine girerek, dayanışarak ve birlikte kazanarak mı yönetecekler? Bu rekabeti birbirlerini yıpratarak, birbirlerini küçülterek, zayıflatarak mı yönetecekler? Benim CHP Genel Merkezi’nden de Ekrem İmamoğlu çevresinden de edindiğim izlenim bu ekibin birlikte kazanma pratiğini güçlendireceğini gösteriyor.
İlk günden gelen birtakım acayip işâretler var biliyorsun. Meselâ, Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır önce bir pozisyon aldı, sonra durumu düzeltmek için çok alâkasız birisine gitti ve onunla konuştu falan. Mustafa Sarıgül, hatırlıyorsun, kurultay girişinde oğlu Kemal Kılıçdaroğlu’nun hemen yanındaydı. Şimdi Özgür Özelci oldu falan gibi birtakım ilginçlikler… CHP eksik olmaz böyle şeyler üretmekte. Peki sence, bunun dışında CHP’nin yeni dönemde yapabileceği en büyük hatâ ne olur?
Mehmet Ali Çalışkan: Bence, en büyük hatâ bu tartışmayı derinleştirmek olur bir kere. Çünkü toplum, kendi gündeminin dışına çıkan ve bugün konuşmak istemediği, bugün tartışmak istemediği konuların siyâsî elitlerin arzuları, hırsları, vs.’si etrâfında konuşulduğunu gördükçe oradan uzaklaşıyor, bunu biliyoruz.Bunu önceki dönemden biliyoruz. Ayrıca toplum bu yetkiyi elitlere bırakmak istemediğini de 2023’te gösterdi. Yani Türkiye’de seçmenler, yurttaşlar karar vermek için bir araya gelmiş o Altılı Masa’nın elitler irâdesinin ortaya çıkarttığı sonuçla uyumlu olmayabileceğini bize gösterdi. Dolayısıyla bir grup siyâsî elitin kendi aralarında arzuları, hırsları, vs.’si etrâfında yürüteceği bir tartışma toplumu ilgilendirmez, bir kere onu söyleyeyim. İlgilendirmediği gibi, bu tartışmayı büyütürlerse toplumla arasındaki mesâfeyi açarlar. Onu bütün araştırmalardan net bir şekilde biliyorum. Şu kesin: Eninde sonunda Türkiye’nin cumhurbaşkanı adayının kim olacağını, yani muhâlefetin adayının ya da CHP’nin destekleyeceği adayın kim olacağına şüphesiz CHP’nin kurulları, organları, genel başkanı vs. karar verecek; bu elitlerin karârı. Ama elitlerin karârının toplumun niyetleriyle, eğilimleriyle örtüşmediği bir durumun neye yol açabileceğini de bilecek kadar tecrübeden geçtiler.
Daha yeni…
Mehmet Ali Çalışkan: Evet, bu travmayı da henüz atlatmış değiller. Bence çok önemli olmayan bu tür çıkışların, travma çok tâze olduğu için abartılı yorumlandığı bir dönemden geçiyoruz.
Evet Mehmet Ali, bayağı bir şey konuştuk. Bir şey vardı aklımda, birden gitti, yaşlılık böyle oluyor. Evet, gerçekten çok ilginç bir çalışma yaptınız. Kaç kişiydiniz? Yani profesyonel kaç kişi vardı?
Mehmet Ali Çalışkan: Profesyonel olarak üç tâne departman vardı orada aslında. Bir tânesi Araştırma Departmanı’ydı, bir tânesi Reklam İletişim Departmanı, bir tânesi de Sâha Planlama, yani Genel Başkan’ın rotasını planlama departmanları. Burada yaklaşık 15 kişilik tam zamanlı bir kadro çalıştı, ama bunların arkasında daha yarı zamanlı ya da proje bazında çalışan yaklaşık bir 40 kişi vardı. Ama daha önemlisi, Türkiye’nin önde gelen neredeyse bütün araştırma şirketlerine veri toplama işi ihâle edildi, bunu da yöneten bir takım vardı. Dolayısıyla 12 tâne farklı araştırma şirketine işin ihâle edildiği, onların sâhada çalıştırıldığı ve içeride 15 kişilik bir çekirdek kadronun olduğu, ikisinin arasında da 40 kişilik bir mutfak ekibinin olduğu bir takımdan söz edebiliriz.
Anladığım kadarıyla birçok seçim sonucunu önceden zâten biliyordunuz.
Mehmet Ali Çalışkan: Biz bu haritayı %85’e yakın, yaklaşık bir hafta önce çizmiştik. %80-85 civârındaydı.
Ama açık etmediniz.
Mehmet Ali Çalışkan: Evet, etmedik. Ama zâten orada profesyonellikten kastım da o. Bir kere, biz hiçbir araştırma yayınlamadık. Çünkü biz araştırmayı CHP’ye yaptık, araştırmayı yayınlama yetkisi de hakkı da CHP’deydi. Onlar yayınlamak isterse yayınlardı. Ama bizim işimiz araştırmayı konuşmamak, yayınlamamak ve müşterimiz de CHP bizim sonuçta, müşterinin mahremiyet alanını korumak da işlerimizden biriydi.
Şimdi hatırlıyorum, biz Göksel Göksu’yla birlikte Ekrem İmamoğlu’yla yayın yaptığımızda, bize orada birtakım danışmanlar İstanbul ilçe haritaları gösterdi, rakamlar gösterdiler falan. Ben böyle bakıyorum, yani eyvallah falan diyorsun ama… Son hafta, Ekrem İmamoğlu’na, “Kaç yeni ilçe olabilir?” diye sorduk. “En az 10 tâne daha” dedi. Şey yaptık, nasıl diyeyim, biraz erken yapmıştık seçimden ama. Yani son bir haftada yapmamıştık, daha önce. Ama yine de 10 belediye çok büyük rakamdı, ama çok daha fazlasını aldı. Yani oraya baktığı zaman, insan, o ilçeleri falan gösterdikleri zaman, inanası gelmiyor. Bir de belli ki sütten ağzımız 2023’te yandığı için…
Mehmet Ali Çalışkan: Doğru.
Öyle bir şey vardı, ama sonuçta bunu zâten biliyormuşsunuz.
Mehmet Ali Çalışkan: Şubat ortasında 5-6 belediyenin alınacağı belirmişti. Mart başında bu sayı 10’a çıkmıştı.
İstanbul için.
Mehmet Ali Çalışkan: Evet. Mart ortasında 12’yi 14’ü görüyorduk, 14’ü de muhtemel görüyorduk bu arada. İki ilçe daha alınabilir görünüyordu, bu alınamamış olan iki ilçe daha.
Arnavutköy birisi galiba.
Mehmet Ali Çalışkan: Arnavutköy ve Pendik. Bu ikisi de alınma potasındaki ilçelerdi. Dolayısıyla 12’yi Mart ortasında görmüştük.
Peki, Türkiye çapında en büyük sürpriz neresi oldu? Meselâ Adıyaman, Kastamonu…
Mehmet Ali Çalışkan: Kastamonu’yu çok erken gördük.
Gördünüz.
Mehmet Ali Çalışkan: Çok erken gördük. Kastamonu’da bir de aday Hasan Baltacı’nın kişisel îtibârı da çok yüksekti. Daha aday adayı döneminde araştırdığımızda, meselâ Hasan Baltacı’nın adını sormadan yaptığımız araştırmalarda CHP kazanabilir gibi görünmüyordu; ama Hasan Baltacı’yla bir potaya girdiğini görüyorduk. Kampanya etkisinin de bunu getireceğini öngörmüştük. Yani Kastamonu’nun alınması, bizim o bir hafta önce çizdiğimiz haritada sürprizler arasında değildi.
Neler vardı?
Mehmet Ali Çalışkan: Yani aynı zamanda Afyon’da, Kütahya’da araştırma yapmadık ve beklemiyorduk. Çünkü bizim fırsat illerimiz arasında da değildi bunlar. Kilis fırsat illerimiz arasında değildi; ama araştırma yapınca kazanılabileceğini gördük, nitekim kazanılmasının önündeki engeli de gördük. Araştırma yaptığımızda henüz CHP kazanmıyordu. CHP gerideydi, ama az puan farkıyla gerideydi ve CHP seçmenini kaybediyordu. Yani CHP’nin Kilis’te seçim kazanacağına inanmayan CHP seçmeni; AK Parti kazanmasın isteyenler MHP’ye, MHP kazanmasın isteyenler AK Parti’ye gidiyordu. Meselâ Özgür Özel’in gidip orada CHP’lilere seslendiği bir miting var. O meselâ o araştırmanın sonucu. Yani CHP’lileri kendi adayına çağıran bir miting. Kilis’i dolayısıyla öngörmüştük. Adıyaman’ı öngörmedik. Ama Malatya’yı ihtimal olarak görüyorduk.
Evet, o çok konuşuldu.
Mehmet Ali Çalışkan: Malatya’yı ihtimal olarak görüyorduk. O yanıldıklarımızdan biri. Bartın’ı ihtimal olarak görmüyorduk. Çünkü AK Parti ve MHP ayrı girseler de, bir ihtimal olarak görüyorduk, ama birleşip girdiler; buna rağmen Bartın’da CHP seçimi kazandı. Dolayısıyla Bartın sürprizlerimizin başında gelir. Yani Afyon, Kütahya, Bartın, Adıyaman sürprizlerimiz arasında.
Galiba en büyük hayal kırıklığı Hatay.
Mehmet Ali Çalışkan: Yani evet. Çünkü Hatay da kazanılabilir yerlerden biriydi. Kırklareli de kazanılabilirdi, Hatay da kazanılabilirdi. Oralar CHP Genel Merkezi için hayal kırıklığı olmuştur. Yani ben araştırmacıyım sonuçta, benim için değil.
Eyvallah Mehmet Ali, çok sağ ol. Çok güzel bir yayın oldu. Çok teşekkürler.
Mehmet Ali Çalışkan: Ben teşekkür ederim.
Evet, Reform Enstitüsü Direktörü Mehmet Ali Çalışkan’la Cumhuriyet Halk Partisi’nin yerel seçim zaferinin perde arkasını konuştuk. Çok güzel bir yayın oldu. Çok öğretici bir yayın oldu. Kendisine tekrar çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.