Manisa’nın Soma ilçesinde 13 Mayıs 2014’te Soma Holding şirketlerinden Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin işlettiği madende çıkan yangında 301 madenci hayatını kaybetti. Bu sene facianın 10. yılı. Faciada yaşamını yitiren maden işçilerinin yakınları ise hâlâ adalet aramaya devam ediyor. Madende oğlu Uğur Çolak’ı kaybeden İsmail Çolak, eşi Mustafa Kaya’yı kaybeden Naciye Kaya ve eşi Ali Yüksel’i kaybeden Ergül Yüksel ile geride kalan 10 yılı, yargı sürecini ve kayıplarını konuştuk.
Kamera- Kurgu: Edanur Tanış
Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin işlettiği madende çıkan yangında 301 işçinin yaşamını kaybetmesinin üzerinden 10 yıl geçti. 10 yıldır faciada yaşamını kaybeden maden işçilerinin aileleri, yakınları, avukatlarla ve sivil toplum toplum kuruluşlarıyla birlikte sorumluların ceza alması için mücadele ediyor. Bilirkişi raporlarıyla 301 kişinin can vermesine neden olan yangındaki ihmaller zinciri ve kamu görevlilerinin sorumluluğu belgelendi. Ancak dava sürecinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı görevlilerinin soruşturulmasına izin verilmedi. Patronlar ve müdürler ise hapis cezası aldı ancak tutuklanan herkes ilerleyen yıllarda tahliye edildi. Bugün ise Soma davasından tutuklu kimse kalmadı.
Davanın simge avukatlarından Selçuk Kozağaçlı 2017’de, “silahlı terör örgütüne üyelik” suçlamasıyla, Can Atalay ise 2022’de yargılandığı Gezi Parkı davasında “Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçuna yardım” suçlamasıyla 18 yıl hapis cezasına çarptırılarak tutuklandı.
Kazadan dokuz yıl sonra 25 Aralık 2023’te Soma Cumhuriyet Başsavcılığı, 28 kamu görevlisi hakkında kamu davasının açıldığını açıkladı. Kamu görevlilerinin ilk kez yargılandığı ilk duruşma 8 Mayıs 2024’te yapıldı. Dava 12 Eylül 2024’e ertelendi. Kamu görevlileri bu davada yalnızca “görevi kötüye kullanma” suçlamasıyla yargılanıyor.
10 sene önce yakınlarını kaybedenler, yaslarını tutmaya hala devam ediyor çünkü aileler, 301 kişinin can verdiği maden faciasında sorumluların ceza almadığını ve adaletin bütün çabalarına rağmen yerini bulmadığını düşünüyor. Soma’da görüştüğümüz bütün madenci aileleri kamu görevlilerinin yargılandığı davadan hakkaniyetli bir sonuç çıkacağına inanmıyor. Ancak buna rağmen her biri, adaleti aramaya devam edeceklerini de ekliyor.
Facianın yıldönümünde ve bir önceki gününde madenci ailelerinin evinde matem havası vardı. Akrabaları ve komşuları, taziye evine ziyaretine gelir gibi onları ziyaret ediyor ve sabır diliyordu.
Eşi Ali Yüksel’i faciada kaybeden Ergül Yüksel’in evi tam da böyleydi. Kendisini ziyarete gittiğimizde akrabaları da oradaydı. Orada geçirdiğimiz yaklaşık iki saat boyunca sadece 13 Mayıs 2014 ve 10 yıldır devam eden hukuksuzluk sarmalı konuşuluyordu.
Eşini kaybettiğinde 28 yaşında olan Ergül Yüksel’in o dönem yedi yaşında ikiz çocukları vardı. Yüksel, olaydan sonra üç ay boyunca sadece uyduğunu, odasından hiç çıkmadığını anlatıyor. Uzun yıllar psikolojik destek alan ve ilaç tedavisi gören Yüksel, kendisini ayağa kaldıran şeyin çocukları olduğunu söylüyor.
“Rabbim öldüyse dirilt’ diye dua ettim“
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Yüksel, 13 Mayıs 2014 sabahı, her gün olduğu gibi eşini işe uğurladığını, yemek pişirip ev işlerini yaparken bir arkadaşının haber vermesiyle kazayı öğrendiğini anlatıyor. Kazanın haberini alır almaz eşine ulaşmak için her yolu deneyen Yüksel, “Beş gün boyunca bekledik, eşim en son çıkanlardan. Ben bütün bu süreç boyunca inanamadım, konduramadım. Kayınbiraderlerim ‘Ali abim ölmüş, sadece çıkartamıyoruz gaz var’ diyorlar. ‘Yok’ diyorum, hani malum olur derler ya, bana hiç malum olmadı. Öyle bir şey olsa malum olurdu herhalde diyordum. Ben ümidimi hiç kaybetmedim. Çıkacak diye bekliyordum” dedi.
Akhisar Soğuk Hava Deposu’ndan eşinin bedenini teslim aldıklarını anlatan Yüksel, şu cümlelerle devam ediyor: “O bekleyiş süresi o kadar zordu ki. Arkadaşımı aradım, ‘Ölmüş diyorlar’ dedim artık alışmaya çalışıyordum. Arkadaşım “Öldüğünü gören var mı?’ dedi. ‘Yok’ dedim. ‘Rabbim kulunu, kulunun görmediği yerde isterse bin defa öldürür, isterse bin defa diriltir’ dedi. Ben ondan sonra ‘Rabbim öldüyse dirilt’ diye dua ettim.”
Bu 10 yıl içinde Türkiye’nin birçok ilinde yaşanan maden facialarının haberini her aldığında acısını tekrar tekrar yeniden yaşadığını dile getiren Yüksel, kaza haberlerini izlerken ağladığını çünkü o acıyı ve yaşananların aslında ihmaller nedeniyle olduğunu bildiğini anlatıyor.
Yalnız kalmayı, tek başına çocuk yetiştirmeyi ve bitmeyen bir acıyla yaşamanın ne demek olduğunu çok iyi bildiğini dile getiren Yüksel, “Bu 10 yılda en çok zoruma giden, sindiremediğim şey adaletsizlik. Biz ilk değildik, son da olmayacağız, bunu biliyorum. Yine de temennim hiç kimsenin bu şekilde bir acı yaşamaması” diye devam ediyor.
“Bu adaletsizlik olduğu sürece çok 301’ler ölür”
Kazada eşi Mustafa Kaya’yı kaybeden Naciye Kaya ile facianın yıldönümünden bir gün önce, 12 Mayıs’ta görüştük. Naciye Kaya, madenci bir ailenin çocuğu. Babası, erkek kardeşleri yıllarca madenlerde işçi olarak çalışmış. Eşi ve abisinin Soma’dan önce birlikte Aydın – Söke’de madencilik yaptığını anlatan Naciye Kaya, abisinin madende göçük altında kalarak yaşamını kaybettiğini söylüyor. O dönem abisini, eşi Mustafa Kaya’nın göçük altından çıkardığını ve daha sonra eşinin güvencesiz çalışma koşullarına karşı mücadele ettiği için işten çıkarıldığını ekliyor.
Soma’daki maden daha güvenilir diye düşünerek Soma’ya geldiklerini dile getiren Naciye Kaya, “Burası Aydın – Söke’den daha betermiş, 301 cana mal oldu” diyor.
Facianın yaşandığı madende bir kardeşi, eşi ve eşinin kardeşinin çalıştığını aktaran Kaya, o gün erkek kardeşinin işe gitmediğini, kayınbiraderinin ise madenden sağ kurtulan işçilerden biri olduğunu söyleyip şöyle devam ediyor: “Eşim çok iyi bir insandı. Ölümü yakıştıramıyorsun. Ben ilk önce Kırkağaç Soğuk Hava Deposu’na gitmeyi reddettim. Eşim orada olamazdı. Biz Mersinliyiz, eşimde topçu olarak görev yapıyordu madende. Deponun önünde ‘Mustafa topçu, Mersinli’ diye ilan ettiler. Ben ölenlerin ismi okunurken onun adını duyunca bile inanmadım” diye ekliyor.
10 yıldır adalet arayışlarının hiç bitmediğini anlatan Kaya, şu cümleleri ekliyor: “Değişen hiçbir şey yok, hiçbir tedbir alınmadı. 301 kişi boşa ölmüş. Bu adaletsizlik olduğu sürece çok 301’ler ölür. Bizim adalet arayışımız, eşlerimizi, çocuklarımızı, babalarımızı geri getirmeyecek. 301 geri gelmeyecek. Biz bir daha böyle 301’ler yaşanmasın diye mücadele ediyoruz. Yıllarca Akhisar’da (mahkemede) adalet aradık ama maalesef bulamadık.”
“Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay’ı çok özledik, haklarını helal etsinler”
301 kişinin öldüğünü ancak suçun sahibinin olmadığını söyleyen Kaya, kamu görevlilerinin yargılandığı davanın ilk duruşmasında bakanlık çalışanlarından birinin mahkemede “Ben neden buradayım?” diye sorduğunu hatırlatarak, denetleme yapan kamu görevlisi müfettişin, “Denetledim, her şey düzgündü” dediğini anlatıyor. “Denetlemeseydin kaç kişi ölecekti, madem denetledin neden 301 kişi öldü?” diye sorarak adliyede verilen savunmalara tepki gösteren Kaya, “Suçun sahibi yok. Türkiye’de adalet sistemi ölmüş, çürümüş. Biz adaleti buluncaya kadar, bulamasak bile mücadele edeceğiz. Maden kazası davası kara bir leke olarak Türkiye tarihine geçecek. Bu kadar değersiz olmamalıydı 301 can” diyor.
Ne şirket sahiplerinin, ne müdürlerin ne de amirlerin hiçbirinin tutuklu olmadığını hatırlatan Kaya, “Cezaevinde sadece kim var? Bizim avukatlarımız var: Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay. Suçlular yerine bizim avukatları yargılıyorlar, ne kadar utanç verici bir şey. Yıllarca bizimle birlikte mücadele ettiler. Can abimiz de Selçuk abimiz de gerçekten mükemmel insanlar. Adalet aradıkları için zaten cezaevinde olanlar şu an. Karşı tarafın avukatları olsalardı, insan öldürseler bile tutuklanmazlardı. ben Selçuk Kozağaçlı’ya ve Can Atalay’a çok selam gönderiyorum. Onları çok özledik, haklarını helal etsinler” diye devam ediyor.
“Ya çocuğumun cenazesini bulamazsam?”
Emekli maden işçisi İsmail Çolak, 10 yıl önceki faciada, henüz daha 26 yaşında olan oğlu Uğur Çolak’ı kaybetti. Uğur Çolak, evli ve iki çocuk babasıydı. Yıllarca madenlerde çalışmış biri olarak evladının madenci olmasını hiç istemediğini dile getiren Çolak, madenciliğin dünyanın en zor zanaatı olduğunu, çocuklarının okumasından yana olduğunu anlatıyor. Oğlu Uğur Çolak’ın üniversite eğitimini yarım bırakarak madenci olmaya karar verdiğini dile getiren baba Çolak, oğlunun bir kere madenden istifa ettiğini ancak daha sonra başka yerde tutunamayınca madene geri döndüğünü söylüyor.
Oğlunun kazadan önceki son dönemde çalışma koşullarının oldukça zorlaştığını anlattığını belirten Çolak, “Kaza günü, hastane ana baba günüydü. Ölüm var mı sorup soruşturduk. İlk önce yaralılar olduğuna dair haber geldi. Gece yarısına doğru yangının çok ciddi olduğunu anladık. O gece hanımıma ve gelinime, ‘Bu vakitten sonra o ocaktan sağ insan kurtarmak çok zor’ dedim. Olay o kadar büyüktü ki ertesi gün tırlarla çevre ilçelerden tabut taşıdır Soma’ya” diye devam ediyor.
Günler geçtikçe umudunu kaybettiğini dile getiren Çolak, “Ocağın kapatıldığı söyleniyordu. Aklıma hemen Kozlu faciası geldi. Hatırlarsınız, 1993 yılında Zonguldak – Kozlu’daki maden patlamasında 263 kişi öldü, bazı madencilerin cenazeleri yıllar sonra bulundu. Hep o geliyordu aklıma, ya çocuğumun cenazesini bulamazsam? Delibaş koyun gibiydik, ne yapacağımızı bilmiyor, elimizden bir şey gelmiyordu. Kardeşim aradı, Kırkağaç Soğuk Hava Deposu’nda bulmuş Uğur’u. Cenazesine razıydık. En azından mezar taşı olacaktı. Ben o gece cesaretimi toplayıp çocuğuma bakamadım” diye ekliyor.
10 yılda acılarının hiç eksilmediğini, arttığını söyleyen Çolak, “10 yıldan beri eşimin anneler gününü kutlamıyoruz. Torunlarımın doğum günlerinde babaları yok. Uğur benim ilk evladımdı, ben onda babalığı tattım. O oğuldan öte arkadaşımdı. Bu şekilde hayatını kaybetmesi ağrımıza gidiyor” diyor.
13 Mayıs 2014’te 301 kişi ile birlikte adaleti de kaybettiklerinin altını çizen Çolak, şu cümlelerle devam ediyor: “Adaletin, katledilen, sömürülen, fakir fukaranın yanında olmadığını gördük. Adalet yerini bulsaydı emsal teşkil edecekti. Sermaye sahipleri önlemlerini alacak, mevzuata uyacaktı. Peki ne oldu? Ermenek faciası oldu. Amasra, İliç… Soma’dan hiç ders çıkarılmamış.”
Kozağaçlı ve Atalay’ın 301 dosyasına verdiği bir emek olduğuna dikkat çeken Çolak, “Avukattan öte bizim evladımız gibiydiler. Karşılıksız bizim evlatlarımız davasını üstlendiler, savunmalarını yaptılar. Selçuk Kozağaçlı’nın Soma’da kolu kırıldı. Biz onlara, ‘Mahkeme zamanları gelin bizim evlerimizde kalın otel parası vermeyin, evlerimiz müsait’ dedik. Yük oluruz korkusuyla evlerimize dahi gelmiyorlardı. İşte böyle halka mal olmuş insanları hapsettiler” diyor.