Ruşen Çakır Medyascope’ta Değişen Güneydoğu video serisine başladı.
Diyarbakır, Van, Mardin ve Batman belediye eş başkanları Ruşen Çakır’a mücadelelerini, değişim ve dönüşümün Türkiye için anlamını anlattı.
Ruşen Çakır bu yayında AKP’nin Kürtlere karşı tutumunu, Erdoğan Kürtleri neden ve nasıl kaybettiğini, DEM Parti’nin oy oranlarını, Güneydoğu’daki siyaseti, kayyum döneminde yaşananları ve Değişen Güneydoğu video serisini anlattı.
- OKUYUN – Değişen Güneydoğu (1) – Diyarbakır | Serra Bucak ve Doğan Hatun Ruşen Çakır’a anlatıyor: “En önemli gündemimiz yoksullukla mücadele”
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Pazartesi ve salı günü çok yoğun bir tempoyla Güneydoğu’da dört ile gittik ve buralardaki DEM Partili üç büyükşehir, bir normal şehir belediye eş başkanlarıyla röportajlar yaptık. Servet Dilber’le berâber gittik. Orada arkadışımız Ferit Aslan bize eşlik etti ve iki günde dört il gezdik. Dün akşam Diyarbakır eş başkanlarının röportajlarını yayınladık. Bu akşam Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Ahmet Türk röportajımız yayınlanacak. Yarın Batman ve son gün de Van röportajları yayınlanacak. Bu konuda yayınların başlığını “Değişen Güneydoğu” olarak verdik. Bu değişim konusundaki görüşlerimi pazar günü uzun olacağını düşündüğüm bir yazıyla anlatmak istiyorum. Çok şey gördük, çok şey öğrendik ve bunların tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Görüşlerimi, yorumlarımı pazar günü çok geniş bir şekilde yazmayı düşünüyorum. Arada başka vesîlelerle de bu konuyu konuşuruz; çünkü çok önemli, çok hayâtî bir konu. Ama bugün, bir girizgâh kâbilinden, Erdoğan’ın Kürtleri neden ve nasıl kaybettiğini anlatmak istiyorum. Bunu öncelikle yapmak istedim; çünkü dün Meclis’te AK Parti grup toplantısını da izledim. AK Parti çok ciddî bir krizin içerisinden geçiyor. Bir şeylerin değişmesi gerektiği söyleniyor; ama nasıl olacağı bilinmiyor ve her şey dönüp dolaşıp Erdoğan’da düğümleniyor. Bunun tabiî ki çok boyutu var. Bunları da hep konuşacağız, konuşmaya da başladık. Ama çok önemli bir boyutu da bence, AK Parti’nin artık Kürtler tarafından çok fazla benimsenmiyor olması. Bu çok kritik bir husus. Şundan çok kritik bir husus: Birincisi, Millî Görüş hareketi ilk ortaya çıktığı 1969’dan beri hep Kürtlerde, muhâfazakâr Kürtlerde belli bir potansiyele sâhip olmuş, bölgeden milletvekilleri çıkarmış, parti yöneticileri çıkarmış, belediye başkanlığı kazanmış bir partidir. Ve bu çok önemli bir gelenektir, Kürtlerdeki bu güç aynı zamanda ülkenin batısında, İç ve Doğu Anadolu’da da örgütlü oldukları için, bu hareketler –ki AK Parti de böyleydi– aslında tamamlayıcı bir unsur oluyordu. Bir Türkiye partisi yapıyordu bu partileri bir şekilde. Çünkü biliyoruz ki Türkiye’de belli bir süredir Kürtlerden oy alamayan bayağı sayıda parti var. Bunlar ne kadar isterse istesin, CHP o kadar hamle yapmasına rağmen, o kadar arkasına rüzgâr almasına rağmen, Kürtlerin ilgiyle izlediği bir parti olabilir ama hâlâ belediye başkanlıkları kazanması hayalden de öte bir şey. Meselâ Diyarbakır’da en son 1 milletvekili çıkartabildiler; ama onun dışında yoklar. İYİ Parti yok, MHP zâten yok, Memleket Partisi yok, Zafer Partisi zâten yok. Böyle bir ortamda, bölgede bugünkü adıyla DEM Parti, tabiî ki yine Adalet ve Kalkınma Partisi, bir de HÜDA PAR var. Ama Adalet ve Kalkınma Partisi çok ciddî bir kayıp yaşıyor. Kademe kademe giden, her seçimde kendini gösteren bir kayıp yaşıyor bölgede. Bu nedenle de Kürtlerdeki temsil gücü zayıflamış bir Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ülkenin batısında da etkili olma şansı azalıyor. Bir diğer yön de tabiî ki şu: Ülkenin batısında yaşayan, daha önce değişik dönemlerde batıya göç etmiş Kürtlerden Adalet ve Kalkınma Partisi’ne giden oylar da azalıyor.
Bunu neden böyle söylüyorum? Meselâ 2014 yerel seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Diyarbakır’da 251.900 oy almış, oyların %35’i. Ama şimdi yarısından da az oy, yani düşünün, 10 yıl sonra bir yerel seçim oluyor ve Adalet ve Kalkınma Partisi, 251 bin oy almışken şimdi 121 bin oya düşüyor. Nüfus artışına bağlı seçmen artışını da düşünürsek, neredeyse üçte bire düşüyor diyebiliriz. Yani o târihteki oy oranı %35 iken, şimdiki oy oranı %16. Sadece orasıyla ilgili bir şey değil; meselâ Van’da Adalet ve Kalkınma Partisi 2014’te 185bin oy almış belediye başkanlığı seçiminde, %41 oy almış. Şimdi aldığı oy 120 bin, yani tıpkı Diyarbakır’daki gibi, normal seçmen sayısı bile azalmış. Yani 10 yılda ülke çapında ve tabiî ki Van’da seçmen sayısı artarken, AKP’nin aldığı oy 185 binden 120 bine düşmüş. Mardin’e bakalım:Mardin’de de aynı durum var; 2014’te Mardin’deki AK Parti adayı 129 bin oy almış, oyların %37’sini almış ve son seçimde 105 bin oy alabilmiş. 10 yıl önceki oydan daha az. Bunun birçok nedeni var. Tabiî ki AKP’nin Çözüm Süreci’nden vazgeçmesi, ardından MHP ile bir ittifak yapması var. Bütün bunların hepsinin etkisi var. Ama çok daha çarpıcı ve çok daha direkt etkisi olan bir olay var: Kayyum olayı. 2014’te seçilmiş olan o târihteki HDP’li belediye başkanlarının büyük bir kısmına belli bir süre sonra, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Erdoğan yönetimi kayyum atadı. Biliyorsunuz, 2016 yılında kayyum atadı; Mardin’de, Diyarbakır’da, Van’da. Meselâ Van’ın belediye başkanı o târihten beri hâlâ tutuklu. Meselâ Ahmet Türk çıktı, tekrar içeri girdi vs.. Diyarbakır belediye başkanları benzer şekilde. Gültan Kışanak daha yeni tahliye oldu. 2019’da seçilmiş olan Selçuk Mızraklı hâlâ içeride. 2014 seçimlerinde kaybeden; ama iyi bir oy alan, neredeyse bütün yerlerde iyi bir oy alan ama kaybeden Adalet ve Kalkınma Partisi, belli bir süre sonra buralara kayyum atadı ve kayyum uygulamalarıyla kendini gösterdi. Bölgeyi tam anlamıyla kontrol altına aldı merkezî yönetim, Erdoğan yönetimi.Daha sonra 2019’da seçim oldu ve baktık ki bir şey değişmemiş. Yani Erdoğan’ın oyları artmamış ya da çok az artmış, o da nüfûsa bağlı olarak artmış. Ve tabiî ki yine HDP’liler ezici bir şekilde %50-60’ların üzerinde oy alarak tekrar belediyeleri kazandılar. Ve sonra ne oldu? Tekrar, hem de hızlı bir şekilde, Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı’nda en övündüğü şeylerden birisidir –tabiî herhalde Süleyman Soylu’nun bunu Erdoğan’dan bağımsız yapacak hâli yok; ama en azından Erdoğan’ı seven birisi olsaydı diyeyim, Erdoğan’a bu yaptığının yanlış olduğunu söylerdi– büyük bir coşkuyla bunu yaptı, kısa bir süre sonra belediye başkanlarının büyük bir kısmı içeri atıldı ve buralara kayyum atandı. Kayyumlar kimler oluyor? Genellikle esas olarak vâliler, kaymakamlar oluyor.Ve bu kişilerin atanmasıyla berâber tam anlamıyla bölge halkının seçimine, kendilerini kimlerin yönetmesini isteme haklarına el konuldu, gasp edildi ve bu ikinci kez yapıldı. İlk yapılandan ders çıkartılmadığı anlaşılıyor ki ikinci kez yapıldı. Ve ondan sonra neredeyse 5 yıl boyunca, ikinci dönemde ve toplam olarak baktığımızda, arada kısa bir seçim arasıyla berâber 8 yıldır bölgenin hemen hemen bütün belediyeleri –hepsi olmasa da– tabiî ki büyükşehirler başta olmak üzere kayyum eliyle yönetiliyor.
Kayyumlar ne yapmış peki? Kayyumların yaptığı çok fazla bir şey yok. Yani gezdiğiniz zaman, gördüğünüz zaman, kayyum döneminde yapılmış hizmet olarak adlandırılabilecek bir şey yok. Büyük ölçüde, çok yoğun bir borç bırakmışlar. Meselâ Van Belediyesi’ne girdiğiniz zaman kapıda kocaman bir pankart asılı, orada kalem kalem borçlar sıralanmış. Yaklaşık 9 milyar liralık borç ve bunların bir kısmı da son seçimlerden kısa bir süre önce apar topar yapılmış. Çok sayıda kadro alınmış. Bu kadroların kimisi o şehirde yaşayan insanlar değil. Belediyenin elindeki taşınmazların bir kısmı, önemli bir kısmı satılmış ya da birtakım yerler, meselâ gençlik merkezleri, kadın merkezleri özellikle başka kurumlara, devlet kurumlarına devredilmiş. HDP’li belediyelerin zamânında, özellikle 2014’te seçildikten sonra kadın konusuna çok ağırlık verdiklerini biliyoruz.Zâten eş başkan uygulamaları da var. Ve o dönemlerde açılmış olan kadın birimlerinin başına genellikle belediyelerde erkekler atanmış. Kadınlara yönelik hizmet veren yerlerin büyük bir kısmı başka yerlere devredilmiş vs.. Şimdi, şöyle bir olayla karşı karşıyayız: Bir bölgede halk, büyük bir çoğunluğu Kürt olan insanların yarısından fazlası birtakım insanları belediye başkanları olarak seçiyorlar. Bir partiden, o târihlerde HDP’den seçiyorlar. Ve devlet bunlara birtakım suçlar isnat ederek, bâzen etmeyerek, hızlı bir şekilde bunların terör örgütüyle ilişkili oldukları vs. gibi gerekçelerle makamlarını ellerinden alıyor.Bu büyük bir meydan okuma aslında. Bu meydan okuma ilk başta neye karşıymış gibi gözüküyor; belediye başkanlarına ve onların partilerine ve onların dâhil olduğu harekete. İşin ucunda bir yanıyla İmralı var, bir yanıyla Kandil var. Tamam, eyvallah. Ama bu insanlar, %50-60 oylarla seçilmiş insanlar olduğuna göre, olayın çok ciddî bir halk ayağı da var, taban kısmı da var. Siz bir kere kayyum atıyorsunuz, insanlar tekrar ötekini seçiyor. Bir daha atıyorsunuz, yine seçiyorlar. Bu son seçimde de gördük. Ve bu kişiler, atanan kişiler devlet adına çok büyük bir sorumluluk üstleniyorlar. Nedir o sorumluluk? Size diyorlar ki: “Sizin seçtikleriniz iyi yönetemez, çünkü onlar şöyle terörist, böyle terörist” vs.. Ve alıyorlar bütün imkânları, devletin imkânlarını her türlü yere ulaşabilerek.Zâten aynı zamanda kendisi vâli olan bir kayyumdan bahsediyoruz meselâ, önünde hiçbir engel yok. Ama burada devlet aklı nasıl çalışıyorsa, orada tam anlamıyla bölge halkına yabancı, onun kültürüne yabancı, hattâ yer yer onun kültürüne karşı pozisyonlar alıyorlar. Bütün bu aradan geçen, 2016’dan 2024’e kadar geçen süreçte; Diyarbakır, Mardin, Van, Batman aslında kültürel olarak da çok dinamik şehirler, gittiğinizde görüyorsunuz; çok geniş bir genç nüfus var ve bu genç nüfus büyük ölçüde dünyaya entegre olmuş — özellikle büyükşehirlerde yaşayanları kastediyorum.Kendi kültürüne sâhip çıkan sürekli hareket hâlindeki insanlar bunlar ve burada belediyeler –ki HDP’li belediyelerin de zamânında bu talebi, bu aşağıdan gelen talebi ne ölçüde karşılayabildikleri ayrı bir tartışma konusuydu, ama bir şeyler yapıyorlardı–; ama gelen kayyumlar tamâmen bunlara karşı kayıtsız, ilgisiz, hattâ hasmâne tavırlar takıyorlar. Ve devlet adına aslında orada büyük bir fırsatı kaçırıyorlar.Fırsat derken, aslında inanarak söylemiyorum; ama yine de şöyle bir şey olabilirdi: Meselâ belediye başkanlığına atanmış olan bir vâli, gerçekten –hani vardır ya romanlarda; idealist devlet memurları–, varını yoğunu sarf ederek, enerjisini harcayarak bir şeyler yapmaya çalışırdı ve insanlar şöyle diyebilirdi meselâ: “Kayyum ama, kötü de birisi değil” diyebilirlerdi. Meselâ bir örnek var: Gaffar Okkan. Diyarbakır’da emniyet müdürüydü. Kendisiyle katledilmesinden kısa bir süre önce tanışma imkânım da olmuştu. Çok popüler bir isimdi, halkla çok iç içe giden birisiydi. Ve bunu yaparken de o dönemde –partinin adı o zaman DEP’ti yanılmıyorsam ya da artık çok karıştığı için HADEP de olabilir– onlarla arasında da hep bir mesâfe vardı, yani onlarla çok samîmî falan değildi, onlarla birlikte çalışmıyordu. Ama kendi başına bir şeyler yapıyordu ve Gaffar Okkan. Diyarbakır’da insanlar tarafından seviliyordu — sonra Hizbullah tarafından katledildi biliyorsunuz. Bir anlamda devletin sempatik yüzü olarak insanların karşısına çıkabiliyordu. Ama bu 8 sene boyunca gittiğim yerlerde gördüğüm kadarıyla hiç pozitif bir kayyum algısı yok. Kayyumlar böyle olunca, tabiî bu fatura doğrudan ve haklı bir şekilde devlete kesiliyor. Çünkü bu kişiler; vâliler, kaymakamlar, çok da nazlandıkları söylenemez, ama onların talebiyle olmuş bir şey değil.
Şimdi bakıyoruz; buralarda son seçimde çok büyük oy oranlarıyla, %60’lar, %65’ler… Şuradan bakalım hemen: DEM Parti’nin elde ettiği sonuçlar acâyip rakamlar söz konusu. Yani şöyle söyleyeyim, “acâyip rakamlar” derken bu ilk defa olan bir husus değil, daha önce de olmuş. Ama bütün bunlara rağmen, bütün bu yaşanan olaylara rağmen meselâ Diyarbakır’a bakalım: Diyarbakır’da %64 alıyor Ayşe Serra Bucak, en yakın rakibi Mehmet Halis Bilden %16 alıyor, AK Parti adayı. Bir diğer isim de Faruk Dinç, HÜDA PAR adayı ise %7 alıyor.Geçelim bakalım Mardin’e: Mardin’de Ahmet Türk %57 alıyor, en yakın aday Abdullah Erin %27 alıyor. Arada 30 puan fark var. Van’a bakalım: Van’da bütün ilçeleri aldı DEM Parti. %55’e %27, yani yaklaşık 30 puanlık bir fark söz konusu.Bütün bu şeylerin ardından, yani olayın şöyle bir boyutu var, insanlara dendi ki: “2014’te seçtiniz, bir süre sonra buraya kayyum atadık. 2019’da seçtiniz, hemen kayyum atadık. Siz seçiyorsunuz, biz kayyum atıyoruz” gibi bir hava yaratıldı. Yani “Seçseniz ne olacak?” gibi bir hava yaratıldı. Ama insanlar yine gittiler, oylarını verdiler. İlginç bir şekilde, bölgede sandığa gitme oranının azaldığı söyleniyor ve azalmanın da esas olarak iktidar partisinden olduğu, yani AK Parti’den olduğu söyleniyor.Tam anlamıyla bir fiyasko var. Bu fiyasko sâdece hizmet anlamında değil. Yani “Kayyumlar şunu yapmadı, bunu yapmadı” anlamında değil. Ama esas önemli olan husus şu: Bu kişiler, kayyumlar, bölge halkının en temel taleplerinden olan kültürel konularda hemen hemen hiçbir şey yapmamışlar. Halbuki şunu çok iyi biliyoruz: Bölgede AK Partili de olsa HÜDA PAR’lı da olsa, hangi partiden olursa olsun, tabiî ki DEM Partililer’de de, onun dışında insanların ezici bir çoğunluğunda, hepsi demeyelim hadi, ezici bir çoğunluğunda, Kürt kimliğine sâhip çıkma olayı var.Bu artık çok net bir realite. Yani şunu söyleyeyim: Devlet burada atadığı kayyumlarla Kürt hareketi realitesini yok saydı, yani partileri yok saydı, onlara meydan okudu. Ama aynı zamanda kayyumlarla birlikte Kürt realitesini de yok saymaya kalktı— ki bu Adalet ve Kalkınma Partisi’nin çok öne çıkardığı, özellikle Çözüm Süreci’nde vurguladığı bir husustu. Erdoğan o târihte başbakandı, özel olarak Kürt konusunda, Kürt sorunu konusunda ret ve inkâr politikalarını reddettiklerini söyleyerek çıkmıştı ve bayağı da bir prim yapmıştı.Meselâ 2014 yerel seçiminde aldığı oylar ya da 2007 seçimlerinde Diyarbakır’da –erken seçim olmuştu, biliyorsunuz, orada askerî vesâyete karşıydı vs.– % 40 oy almıştı Adalet ve Kalkınma Partisi, 2007’de. Çok büyük bir orandı bu, neredeyse yarısı. O sırada o seçime bağımsız adaylarla girmişti Kürt hareketinin partisi; baraj nedeniyle partiyle girilmemişti, bağımsız adaylarla girmişti. Ama %40 almış, diğer yerlerde de neredeyse buna yaklaşmış; Van’da, Mardin’de de buna yaklaşmış bir parti söz konusu. Ama şimdi o kişiler, Kürtlerin kimliğini de reddeden politikaları bizzat bölgede hayâta geçirince; hani ülkenin batısında diyelim ki bu konulara girmiyor, görmezden geliyor vs., ama Diyarbakır’da, Batman’da, Mardin’de, Van’da Kürtçe tiyatrolara engeller çıkartmak, diyelim ki Kürtçe müzik faaliyetlerine engeller çıkartmak; engel çıkartmadı diyelim, kendisi bu konuda hiçbir şey yapmayan bir yönetimle karşı karşıya geldi. AKP yönetimiyle devlet, 2016’dan îtibâren Güneydoğu’da kayyumla kendini gösteren bir strateji benimsedi.Bu strateji çok açık bir şekilde o kişilerin, orada yaşayan insanların kendi irâdesini –ki millî irâde, daha dün grup toplantısında Erdoğan tekrar bunun altını çizdi, doğru–, ama oradaki millî irâdeyi yok sayan, oradaki Kürt realitesini yok sayan ve orada insanların birtakım haklarını yok sayan bir kayyum politikası izledi ve bu çok ciddî bir şekilde iflâs etti.Ancak “Bir daha kayyum atanmaz” sözünü kimse söyleyemiyor. Çünkü devlet aklı bir yerden sonra akıl olmaktan çıkınca, tekrar toparlamak mümkün olmayabiliyor. Ama bu sefer sanki Erdoğan’ın biraz da olsa ders çıkardığı, özellikle partisi içinde kalan Kürtlerin, birtakım milletvekillerinin, bakanların ya da yöneticilerin bu konuda Erdoğan’a sürekli birtakım taleplerde bulunduğu söyleniyor ya da birtakım rivâyetler çıkartıyorlar. Ama yine de emin olmamak lâzım. Bu saatten sonra Erdoğan’ın bu olayı tekrar toparlayabilmesi, Kürtleri tekrar kazanabilmesi ne derece mümkün? Çok mümkün değil. Ama belki daha fazla kayıp vermesini engelleyecek birtakım hamleler yapabilir. Öncelikle de tabiî ki bunun ilk sınanacağı yer, bölgede belediye başkanlıklarına yeniden kayyum atayıp atamayacağı olacak. Evet, Güneydoğu’nun değişiyor olması olgusunu; dün başladık, bu akşam Mardin’le, yarın Batman’la ve en son da cumartesi günü Van’la tamamlayacağız. Ve dediğim gibi, pazar günü Medyascope’ta bu konuda çok geniş kapsamlı, birçok açıdan, özellikle Kürt hareketinin yaşadığı sorunları da ele alan, bölgede kadın olgusunun nasıl daha fazla görünür olduğunu anlatan bir yazıyla da karşınızda olacağım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.