Gezi Parkı eylemlerinin 11. yıldönümünü geride bıraktık. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Taksim Dayanışması’na bağlı bileşenler açıklama yaptı. Sadece İstanbul değil, Ankara, İzmir başta olmak üzere ülkenin pek çok şehrinde küçük çaplı eylemler düzenlendi. Küçük çaplı diyorum çünkü İstanbul’daki eylem 50 metrekarelik bir sokakta yapıldı ve o sokak dolmadı. Diğer iller haberlere konu bile olmadı.
Biraz hafıza tazeleyelim.
27 Mayıs’ı 28 Mayıs’a bağlayan ve 20 gün süren eylemlerdeki kitlesellik, bugün nasıl oldu da bir sokağa sıkıştı?
Gezi’den önce kürtajın tartışılması, eğitimde köklü değişikliğe gidilmesi, 1 Mayıs’ın yasaklanması, alkol satışının kısıtlanması gibi iktidarın attığı bazı adımlar toplumda rahatsızlık yarattı. Gezi, aslında tüm bu rahatsızlıkların dışavurumu oldu.
İstanbul’da başlayan eylemler, “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganıyla ülkenin 79 iline yayıldı. Polis müdahalesi de eylemleri tırmandırdı. Gözaltına alınanlar, yaralananlar, hayatını kaybedenler oldu. (Gün gün ne olduğunu okuyabilirsiniz.)
Sonuçta Gezi, Türkiye’nin yakın geçmişindeki en büyük kitlesel eylemi haline geldi. Ama aynı zamanda AKP’nin ve Erdoğan’ın krizinin başlangıcı oldu. İktidar ilk kez toplumsal meydan okuyuşla karşı karşıya kaldı.
Nasıl mı?
4 Haziran 2013’e gidelim. Dönemin başbakanı Erdoğan, Fas, Cezayir ve Tunus gezisi öncesi protestolarla ilgili gazetecilerin sorularını yanıtladı. Aynen şu cümleleri kurdu:
“Şu anda evlerinde bizim zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50’si var. Ve biz onlara diyoruz ki aman sabırlı olun. Sakın bu oyunlara gelmeyin.”
Erdoğan’ın bu açıklaması aslında toplumsal kutuplaşmanın başlangıcıydı. Nitekim eylemcilere palayla saldırdıkları zamanı hatırlamayan yoktur.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Gezi’nin ardından ülkede geniş katılımlı eylemler kademe kademe azaldı.
Gezi’de halk, bir örgütün ya da kuruluşun çağrısı olmadan yaşananlara tepki göstermek amacıyla sokağa çıktı. Kendi iradesiyle sokağa çıkan halk, daha sonraki süreçte, sokağa çağrı yapan kurum ve kuruluşların eylemlerine ilgisini zamanla kaybetti. İktidar da bu protestolara ağır müdahaleler ile karşılık verdi.
Kobani eylemleri, Suruç, Diyarbakır ve Ankara’daki bombalı saldırılar, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşananlar…
Bu ve benzeri olaylarda alınan aksiyonlar kitleselliğin giderek daha da yittiğinin kanıtıydı. Gezi’deki çokseslilik, birliktelik sağlanamadı. Gezi davası, Kobani davası gibi davalarda verilen cezalara gösterilen tepkilere bakalım. Sosyal medyada çok konuşulsa da bunun sokağa yansımadığını gördük.
Muhalefet ne yaptı?
Elbette Gezi’de CHP, BDP (şimdi DEM Parti) gibi Meclis’te grubu bulunan partiler de sokağa çıktı. Daha sonraki süreçte ise Gezi davası gibi bazı kamusal davalara temsilciler göndererek varlığını gösterdi. Ama bunlar dışında güçlü muhalefet oluşturup Türkiye’de sorunların çözümü için somut adımlar atmadı.
31 Mart Yerel Seçimleri’nden birinci çıkan CHP ve partinin lideri Özgür Özel’in şu sıralar emekli maaşları, atanamayan öğretmenler gibi birtakım sorunları mitingler düzenleyerek konuştuğunu ve görünürlük sağladığını söylemek mümkün. Ancak geçen 11 yılda bu ve benzeri sorunlara tepkileri sosyal medyadan gösterdiklerini, adım atmadıklarını ya da atılan adımların çok zayıf kaldığını söylemekte beis yok.
Erdoğan’ın Gezi’den başlayan çıkmazı
Gezi’den sonra çok seçim gördük. Referandum, yerel yönetim, cumhurbaşkanlığı seçimleri…
2023 Genel Seçimleri muhalefetin çok umut beslediği, iktidarın değişeceğini düşündüğü bir seçimdi. Erdoğan ise iktidarını kaybetme ihtimaliyle karşı karşıyaydı. Fakat Erdoğan’ın Gezi’de başlayan iktidar krizi, muhalefetin söylediği gibi sandığa yansımadı.
Gezi ruhu nereye gitti?
Sosyal medyaya bakıyorum…
11. yıldönümü vesilesiyle herkes Gezi’yle ilgili anısını anlatıp, “Ne güzel direndik” tweetleri atıyor. “Gezi onurumuzdur” diyor. Gezi’de hayatını kaybedenleri anıyor, tutuklular için özgürlük istiyor. Ancak bu sadece sosyal medyada kalıyor.
Başlıkta sorduğum sorunun cevabı bende yok. O kitleselliğin, birlikte olma halinin nereye gittiğini bilmiyorum. Ama bunun cevabını o dönem eylemlere katılanlar verebilir.
Bana kalırsa iktidarın uyguladığı baskıcı rejimi herkes sindirdi. “Korku çok insani”. Tepki göstermek de öyle. Ama bazı şeyleri sindirmek, talepleri dile getirmenin, hakkını aramanın önüne geçmemeli.
Cumartesi Anneleri’ne bakmak…
Geçtiğimiz hafta Cumartesi Anneleri’nin eylemleri 1000. haftasını geride bıraktı. Kitlesel olmasa da Türkiye’nin en uzun erimli sivil itaatsizlik eylemini gerçekleştiriyorlar. Onlar da çok kez gözaltına alındı, engellendi. Öyle ya da böyle eylemlerine devam ediyorlar. Israrlılar. Gözaltında kaybedilen yakınlarını istiyorlar.
Yazımı, İHD’den Sebla Arcan’ın Cumartesi Anneleri’nin eylemiyle ilgili Medyascope yayınında söylediği sözlerle bitirmek istiyorum:
“Ben de korkuyorum. Gözaltına alınmaktan, işkence görmekten. Herkes gibi ben de insanım. Korku çok insani. Ama korkum, cesaretimin önüne geçmiyor. Çünkü haklıyız.”