Üniversiteler bir eğitim dönemini daha kapatmaya hazırlanıyor. Bu yıl da Türkiye’de gündemden düşmeyen Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananları deneyimleyen üç Erasmus öğrencisi, gözlemlerini anlattı. Fatma Yörür, Medyascope için yazdı.
İstanbul- 1 Ocak 2021 tarihli Resmi Gazete ile başlayan süreç Boğaziçi Üniversitesi’nde (BÜ) geri dönüşü olmayan bir kaosa neden oldu. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Haliç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’ne atamasıyla başlayan süreç, “Kayyum rektör istemiyoruz” sloganında birleşen ve akademik bağımsızlık talep eden uzun bir eyleme dönüştü.
Öğrencilerle başlayan ve çok sayıda davaya dönüşen protestolar, akademisyenlerin cübbelerini kuşanarak, rektörlüğe sırtlarını döndükleri ve 183. hafta ve bin 277 günü geride bıraktıkları sessiz eylemlerle devam etti.
3 Temmuz 2024 Boğaziçi Üniversitesi Akademisyenleri Nöbeti no. 863. Direnişin 183. haftası/1277. günü @UniBogazici #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz
— Can Candan (@yunusunbabasi) July 3, 2024
July 3, 2024 Bogazici University Faculty Vigil #863/183rd week/1277th day of the resistance @unibogazici_en #WeDoNotAcceptWeDoNotGiveUp pic.twitter.com/zYwH0qVlmi
Türkiye’de akademinin zirvesinde yer alan ve üç buçuk yıllık bu kaos ortamını yaşayan Boğaziçi, bu süre zarfında Times Higher Education (THE) dünya üniversiteleri sıralaması 100’er sıra geri düşerek 601. sıraya geriledi.
Bu sürece tanık olanlar arasında Avrupa’nın çeşitli yerlerinden gelen Erasmus öğrencileri de vardı. İkisi Fransa, biri Almanya’dan gelerek Boğaziçi Üniversitesi’nde (BÜ) eğitim alan üç öğrenciyle görüştüm, isminin açıklanmasını istemeyen üç öğrenciden “Kendinizi daha özgür ve demokratik bir ülkede hissetseydiniz adınızı yazmamızı ister miydiniz?” sorusuna iki “evet” ve bir “hayır” yanıtını aldım.
* Bu röportajda öğrencilerin isimleri kendi ricalarıyla değiştirilmiştir.
“Kampüste polis varlığı Boğaz manzaralı hapishane etkisi yapıyor”
Üç öğrenci için İstanbul’da hayranlık uyandıran nokta, dost canlısı ve sıcak kanlı insanlar. Onları en rahatsız eden unsur ise üniversitede günden güne artan polis varlığı. Öğrenciler, bu artışla eğitim kalitesindeki düşüşü ters orantılı gördüklerini söylüyorlar.
David*, “İkinci dönem, devletin görevlendirdiği bir öğretmenin dersine katıldım ve bu onun duruşuna, bakış açısına ve öğrettiklerine yansıdı. Bu öğretmen öğrencilerine, ‘gerçek emekçilerin’ başka bir işçiye (polise) taş atmayacaklarını veya 1 Mayıs gösterileri için kavga çıkarmayacağını söyledi. Bu, aynı zamanda rektörün kampüsteki yüzme havuzunda kadınlara ve erkeklere özel saatler ayırdığı yıldı ve bu durum öğrenciler arasında öfke yarattı” dedi.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Fransa’dan gelen Erasmus öğrencilerinden Laura*, İstanbul’da eşsiz bir güzelliğe sahip olan üniversitenin günden güne ve özellikle polis varlığı ve kapıda artan “güvenlik” önlemleriyle boğaz manzaralı bir hapishaneye dönüştüğünü belirtti. Laura, bu süreçte öğrenci arkadaşlarından birinin sarf ettiği şu sözü unutamıyor: “Türkiye’de Boğaziçi’nde bile protestolarda beden bütünlüğünüzü koruyabilirsiniz ama geleceğinizi koruyamazsınız.”
Öğrencilere göre BÜ’de aktivizm zayıflıyor ama buna “kabullenme” denemez
Üç öğrenci için de Türkiye’de tanık oldukları direniş ve hem derslerde hem de kampüste doğru bildiğini söylemekten asla geri durmayan öğrencilerin varlığı etkileyici.
Fransız öğrenciler bir başka noktanın da altını çiziyor:
“Boğaziçi’nde yaşananlar Fransa’da yaşanmış olsaydı, protestolar çok daha ateşli geçerdi.”
İlk başta Türkiye’de yaşamanın farklı ama “tehlikeli” olacağını düşündüğünü söyleyen Maria*, “Türkiye’nin ‘diktatörlüğe dönüşü’ nedeniyle ifade özgürlüğünün olmayacağını, tartışmaların kapalı olacağını, kendini ifade etmemin imkânsız olduğunu düşünüyordum” diyor ama Boğaziçi ve İstanbul’un bunu aşan yapısına hayranlığını dile getiriyor.
Maria, “İnsanların hükümete, Ermeni veya Kürt sorunları gibi diğer tartışmalı konulara karşı muhalefetlerini ifade etme yeteneğinden oldukça etkilendim” derken Laura, “Fransa’da yaşansa ne olurdu?” sorusunu gündeme getirerek şu hatırlatmaları yapıyor:
“Siyaset bilimi de dahil sosyal bilimlerde uzmanlaşmış bir devlet okulundan geliyorum. Öğrencilerin çoğunluğu politize ve (aşırı) sola eğilimli. Aktif bir halk olmak Fransız kültürünün ve tarihinin bir parçası. İdari bir karar alındığında ve öğrenci derneklerinin (siyasi ve siyasi olmayan), buna uymadığı anda tepki anında sosyal medyada yayılıyor ve posterler başlıyor.”
Bunun sadece öğrencileri direkt etkileyen konular olması gerekmediğini belirten Laura, “Geçtiğimiz yıl emeklilik sisteminde yapılan reform nedeniyle okul, birkaç hafta ablukaya alındı. Üniversite bizde sadece eğitim ve öğretimin yapıldığı bir yer değil, aynı zamanda her türlü siyasi seferberliğin de kilit noktasıdır” dedi.
David de zaman zaman Boğaziçi protestolarına katıldığını belirterek, “Umarım öğrenciler gösteri yapmaktan vazgeçmezler ve mücadeleye devam ederler” diye ekledi.
Öğrencilere göre Boğaziçi Üniversitesi’nde aktivizm azalıyor ve baskı kendine yerleşlik bir yer ediniyor.
Laura, son dönemde baskıların daha sinsi bir hal aldığı yorumunu yaparken, bir şekilde öğrencilerin geleceklerinden duydukları korkuyla aktivist sayısının azaldığını düşünüyor, “Bu konuyu konuştuğum bir kız arkadaşım bana, annesinin onun hapse girmesinden korktuğu için gösterilere katılmasını yasakladığını söyledi”.
Boğaz’dan sonra en büyük hayranlık söze “arkadaşlar” diye akademisyenlere
İki Fransız ve bir Alman öğrenciye göre, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki akademisyenler Avrupa’daki meslektaşlarına kıyasla öğrencileriyle çok daha yakın ilişkiler kuruyor, kürsü ve sıralar arasında hiyerarşi bulunmuyor.
David, “Öğrencilerin öğretmenleriyle özel ve yakın bir ilişkileri olduğunu hissettim. Öğretmenin herhangi bir üstünlüğü yoktu. Öğretmen ulaşılamaz değil, orada ve yardım etmekte özgürdü. Bu duygunun sebebinin hitaba başlarken ‘arkadaşlar’ kelimesinin kullanılması olduğunu düşünüyorum” dedi.
Üç öğrenciye göre de yaşanan baskı, akademisyenlerin morallerine yansıyor ancak derslerine yansıtmamaya çalışıyorlar.
Laura’ya göre, iktidara yakın olan yeni hocaları (öğrenciler buna “paraşüt” öğretmenler diyor) ve hükümete karşı akademik özerkliği savunan eski hocaları herkes biliyordu ve bu eğitimler arasında bariz bir nitelik farkı da vardı. Laura, “Her şeye rağmen vizyonları karşılaştırabilmek ve tartışabilmek çok ilginçti” dedi.
Üç öğrencinin bir diğer ortak noktası, bu süreçte üniversitede muhalif kesimin taleplerini net bir şekilde anlarken yeni yönetimin ne söylediğini ve istediğini anlayamamak olmuş. Baştaki atmosferin onları korku, güvensizlik hissine ittiğini zamanla derslerde tartışma ortamının hiç dinmemesiyle umutlandıklarını anlatıyorlar.
Laura sözlerini şöyle devam ettiriyor:
“Özellikle protesto sırasında öğrenciler arasında bir kafa karışıklığı hissetmedim, aksine aynı anda yükselen güçlü bir kararlılık hissettim. Ancak rektörlükte yaşanan tartışmalara ilişkin iletişiminin birçok öğrenci için oldukça bulanık kaldığını biliyorum.”
“İstanbul’da ekonomi Türk öğrenciler için kısıtlayıcı ancak dayanışma çok güçlü”
İstanbul’da hayat pahalılığının pek çok arkadaşları için kısıtlayıcı olduğunu söyleyen öğrenciler “Döviz farkından dolayı biz kısmen rahattık” diyorlar.
Laura, “Gelmeden önce Boğaziçi’nin Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olarak kabul edildiğinin ve aynı zamanda hükümetin üniversitenin geleceğine ilişkin görüşüne pek de uymayan, bir anlamda oldukça ‘ileric’ olarak değerlendirildiğinin farkındaydım” derken eğitim hayatı boyunca tanık olduğu çatışmanın tam da buradan kaynaklandığını düşünüyor.
Türkiye için is şu görüşlere sahip:
“Çok misafirperver ve güzel insanlardan oluşan harika bir ülke…Ben her zaman sokağımın fırıncısını örnek veriyorum. Bana “kız kardeşim” diyor ve bir sorunum olursa onu aramamı söylüyor. Karşılaştırma yapmam gerekirse, memleketimdeki tüm hayatım boyunca gittiğim fırıncı adımı bile bilmiyor ve kasabamda sadece 20 bin kişi yaşıyor. İstanbul’da mahalle kültürünün çok iyi korunduğunu düşünüyorum.”
David ise Boğaziçi’ne gelmeden önce biraz araştırma yaptığını ve Le Monde gazetesinde çıkan bir makalenin onu çok etkilediğini söylüyor.
“Boğaziçi’ni Amerikan Harvard Üniversitesi ile ilişkilendirerek bu üniversitesinin prestijini ve büyüklüğünü gösteriyordu. Ancak daha fazla bilgi edindikçe, Boğaziçi’nin öğretim kadrosunu ve yönetimini değiştirmek isteyen (ki bunu başardılar) hükümetin hedefi olduğunu ve bunun da öğretim kalitesinin düşmesine neden olduğunu fark ettim.”
LGBTI+ kimlikteki David, üniversite güvenliğinin gökkuşağı bayrağına tahammülü olmadığını da öne sürüyor.
Kentte eğlenebildiklerini söyleyen öğrenciler, BÜ içindeyse eğlenmenin arkadaşları için şu an sadece nostaljik bir anı olduğunu kendilerininse buna tanık olmadıklarını anlatıyorlar.
Laure, “Aslında bütün arkadaşlarım AKP iktidarına ve üniversitenin iç işlerine müdahalesine karşı. Bu durum bazen okul yönetiminin küçümsenmesine ve yaygın bir çaresizlik duygusuna yol açıyor. Bir çoğu bu ve ekonomik sebeplerden dolayı, BÜ’de artık kendilerini güvende ve rahat hissetmedikleri için Avrupa ülkelerine yüksek lisans başvurusunda bulundular.”