İsrail ile Lübnan merkezli Hizbullah arasındaki gerilim son günlerde artarak devam ediyor. Her iki taraf da karşılıklı tehditler savururken bölgedeki gerginlik uluslararası endişelere yol açıyor. Peki, topyekün bir savaş yakın mı? Ruşen Çakır, konuğu Yusuf El Şerif ile değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Ortadoğu’yu konuşuyoruz ve Gazze’de süren savaşın, işgalin başka yerlere sirâyet edip etmeyeceğini konuşuyoruz. İsrail’le Lübnan’ın, daha doğrusu Hizbullah’ın savaşıp savaşmayacağını ve böyle bir savaş olursa ne olacağını, bölgeyi çok iyi bilen deneyimli gazeteci arkadaşımız Yusuf El Şerif’le konuşacağız. Yusuf, merhaba.
Yusuf El Şerif: Merhabalar, kolay gelsin Ruşen Abi.
Evet, seninle en son Gazze’de yaşananları konuşmuştuk. Daha ilk günleriydi; o zamandan bu zamâna olay çok ciddî bir şekilde, kötü bir şekilde seyrediyor. Ama büyüme ihtimâli ciddî bir şekilde var. Baştan beri hep bekleniyordu, ama şimdi yine tekrar gündeme geldi: İsrail’le Hizbullah, dolayısıyla Lübnan arasında bir savaş ihtimâli. Sen bölgede Arap dünyasını yakından tâkip eden ve orada yaşayan birisi olarak, bu ihtimal gerçekten ciddî bir şekilde masada mı, yoksa böyle, “Bir tür karşılıklı blöf yapılıyor, aslında yapmazlar” mı deniliyor?
Yusuf El Şerif: İlk önce şunu söyleyeyim: Biz yaş olarak birbirimize çok yakınız; bu yüzden, “abi” derken, gazetecilik konusunda abimsin yani. Şimdi ben hatırlıyorum, önceki yayında siz de sormuştunuz, ben de dedim ki: Hizbullah büyük bir savaşa, İran büyük bir şeye girmez. Hâlâ aynı düşüncedeyim. Ve öyle oldu yani. Sadece dengelemek, sâdece görüntüde bulunmak istiyor ve savaş yokmuş gibi yapıyor aslında Hizbullah. İsrail de buna göre davranıyor. Fakat ileride farklı bir şey yaşayabiliriz. İsrail ciddî bir taktiksel savaş yapabilir Hizbullah’a karşı. Fakat burada hemen kısaca bir çerçeve çizmeme izin verin: Şimdi, bölge zor bir doğumun sancısını yaşıyor. Ne sancısı? Bölgesel bir sistem, yeni bir bölgesel sistem şekilleniyor. Biliyorsunuz, Soğuk Savaş döneminde bölgede bir sistem vardı: Sovyetler Birliği ile Suriye, Irak, Yemen; NATO ve Amerika ile işbirliği yapan Körfez ülkeleri, Mısır, Ürdün. Öyle bir denge vardı. Soğuk Savaş bitti, Irak işgal edildi ve bu bölge tamâmen Amerika’nın hegemonyası altında kaldı. Daha sonra Obama ile birlikte, “Ya, Afganistan’dan olsun, Körfez’den olsun, biz bir Ortadoğu’dan çekilelim” denildi ve Arap Baharı başlatıldı. Arap Baharı’ndan bence Amerika’nın istediği şu: Bölgede bir tarafta Sünnî rejimler olsun –İhvan ve Türkiye–, karşısında İran, Şiî İslâm ve yanındaki Hizbullah, Haşdi Şabi falan birbirini dengelesin veya birbirleriyle savaşsın; ama birbirini dengelesin ve sistem kursunlar. Olmadı. Arap Baharı maalesef Arap Sünnî radikalleşme ile bitti; DAİŞ, Nusra gibi şeyler çıktı ve askerî müdâhaleler tabiî. Bu yüzden şu anda bir sancı var, yeni bir şey doğması gerekiyor; çünkü Amerika çekiliyor ve bu bölgeye Çin ekonomik olarak yavaş yavaş giriyor. Sudan’da yatırım yapıyor, Etiyopya’da yatırım yapıyor, Afrika’da yatırım yapıyor, Irak’ta. Aynı şekilde Rusya askerî olarak bölgeye giriyor; Wagner’in Libya’da, Suriye’de kendi askerleri var ve Amerika yavaş yavaş Irak’tan çekiliyor. Bu yüzden bölgede bir sistem kurulması gerekiyor. Arap Baharı’ndan sonra en önemli stratejik sonuç nedir derseniz bana; Arap ülkelerinin liderliğinin el değiştirmesidir. Yani eskiden Arap Baharı’ndan önce Arap liderleri derken, Mısır büyük bir ülke, Ürdün, Suriye; eskiden Irak vardı, ama şu anda Arap ülkelerinin liderliğine oynayan ülkeler Körfez ülkeleri, Suudî Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar daha fazla etkin oluyorlar. Çünkü diğer Arap ülkeleri, Mısır, Ürdün, Irak, Suriye falan Arap Baharı’ndan etkilenerek kenara çekildi bir şekilde. O yüzden bu yeniden doğacak sistem içinde daha fazla Körfez ülkeleri liderlik yapacak. Trump döneminde böyle bir tahayyül vardı, böyle bir senaryo vardı: Körfez ülkeleri, Arap ülkeleri İsrail’le birlikte bir sistem yapacaklar. Bir “Arap NATO’su” denildi o zaman, İsrail NATO’su denildi. Olmadı ve İran dışarı itildi o zaman. O yüzden sıkıntı yaşadık, daha fazla sıkıntılar yaşadık. Şimdi yeniden, eğer bana sorarsanız, ben de önceki görüşmede de söylemiştim, yani bu 7 Ekim’de Hamas’ın başlattığı operasyon, İran’ın izni olmadan mümkün değil. Ne kadar açıklasalar, söyleseler, haber vermedik, izin almadık deseler, mümkün değil. Belki operasyonun detaylarını söylememişler; ama operasyon yapacaklarını söylediler ve izin aldılar. İran da bunu istiyordu; çünkü bu yeni doğmak üzere olan sistem şöyle olacaktı: Suudî Arabistan İsrail’le barışacaktı. Suudî Arabistan’ın şartı, Filistin devletinin kurulması. Ondan sonra bütün Müslüman ülkeler İsrail’i tanıyacak ve barış olacak. O dönemde böyle bir sistem doğarsa en büyük hüsrâna uğrayacak olan İran. Türkiye de olumsuz bir şekilde etkilenebilir tabiî ki; ama Türkiye sisteme entegre olabiliyor. Bu böyle bir sistem. Ama İran bütün güç dengesini kaybedecek o zaman. O yüzden bu barış olmasın diye İran çok çabalıyor ve Hamas’ın 7 Ekim operasyonu bu barışı baltaladı. Bu sistemin kurulmasını ve doğmasını dondurdu. Ve şu anda yaşadığımız şey, Hizbullah’ın saldırılarıyla olsun, Husilerin Yemen’deki saldırılarıyla olsun, Haşdi Şabi gibi bütün İran’ın askerî kolları İsrail’e tek amaçla saldırıyor: Bu yeni sistem Amerika’yla doğacaksa, İran’ın yeri ve payı ne olacak? Bu yüzden olaya böyle bakarsak daha iyi analiz yapabiliriz.
Şöyle bir husus da yok mu? Genellikle bu yapılan –meselâ “Transatlantik”te Gönül ve Ömer de bunları söylüyor– başka yerlerde de, Netanyahu’nun savaşın bitmemesi gibi bir derdi var; çünkü içeride siyâseten zor durumda biliyorsun. Onun hem Gazze’deki operasyonu ve işgali sürdürmek hem de bunu mümkünse başka yerlere yaymak gibi bir arayışı olduğu da söyleniyor. Yani bu olay sâdece İran’ın hesaplarından ibâret değil sanki.
Yusuf El Şerif: Tabiî, o da doğru. Ve önceki görüşmemizde ben şunu söylemiştim: İran ve İsrail birbirine düşman iki ülke, ama hiçbir zaman birbirleriyle savaşmıyorlar; hep başkaları üzerinden savaşıyorlar. Arabistan’ın İran’la yakınlaşmasıyla ilk defa İsrail-İran düşmanlığı yüz yüze gelmek zorunda kaldı. Artık Truva atı yok, başkaları yok. Bu yüzden bu ciddî bir işti ve İran ne kadar bu işten pay almak istiyorsa… bölgesel anlamda söylüyorum. Ama İsrail’in iç dinamikleri, doğru, çünkü Netanyahu gibi bir İsrail Başbakanı, sâdece ve sâdece kendi çıkarlarını düşünen bir politikacı, popülist, elbette zamâna oynuyor. “Trump gelsin, beni kurtarsın” diye düşünüyor. Elbette onun ortakları, aşırı sağcılar da bu fırsatı bilerek daha fazla yayılmacı bir politika yapmak istiyorlar. İki gün önce bir rapor çıktı: İsrail, bu sene içerisinde Batı Şeria’da çok fazla arâzi işgal etti — hattâ 10 seneden daha fazla. Ve Gazze’yi de istiyorlar. “Gazzelileri Sîna Yarımadası’na atalım” diyorlar. Ama bunlar İsrail’in iç politikalarına hükmeden şeyler. Tabiî ki böyle bir şey var. Yani Netanyahu uzatmak istiyor, Hizbullah da. Ama eğer bugün Hizbullah konuşuyorsak, daha fazla İran konuşuyoruz demektir; çünkü Hizbullah araya girdi. Hamas saldırısı 7 Ekim’de oldu; Hizbullah’ın İsrail’e ilk füzesi 8 Ekim’de fırlatıldı ve İsrail’in kuzeyindeki birçok köy boşaltıldı, çünkü füzeler yağıyor oradan. İsrail de –kendi dedikleri– misilleme yapıyor ve Hizbullah’ı sınırdan itmeye çalışıyor. Şimdi bu arada birçok aracı gitti. Yani Almanya Dışişleri Bakanı gitti, Fransız Macron’un Özel Temsilcisi, eski Dışişleri ve Savunma Bakanı geldi. En önemlisi Amerika’nın temsilcisi Amos Hochstein. Amos Hochstein, önceden Lübnan ve İsrail arasında deniz sınırlarını çizdirebilen bir diplomat. Çok önemli bir diplomat ve çok büyük bir başarı elde etti geçen sene. İsrail ve Lübnan arasında dolaylı bir şekilde deniz sınırlarını çizdi. Şimdi aynı şekilde kara sınırlarını çizmeye çalışıyor ve ateşkes sağlamaya çalışıyor. Fakat Lübnan’dan gelen bilgiye göre, hayır, Hizbullah savaşı devam ettirecek — mâdem Gazze olayı devam ediyor. Bu yüzden burada Hizbullah ve İran’ın da bir etkisi var. Yani isterse durdururuz, anlaşma yaparız, olur. Ama emrin İran’dan gelmesi lâzım, Tahran’dan gelmesi lâzım, bu önemli. Ve Amerika ile İsrail şunu söylüyor: “Bizim şimdi Hamas’ı bertaraf etmemiz lâzım, ondan sonra Hizbullah’a da bir darbe indirmemiz lâzım ki İran’ın bu yeni sistem engellemelerini de dindirelim.” Hattâ ve hattâ ben bir iddiada bulunacağım.Ama bunun arkasında… çünkü birçok kişiyle konuşuyorum bölgede; İran Cumhurbaşkanı’nın ölümü, şüpheli ölümünün arkasında Mossad da olabilir; çünkü orada net bir mesaj var ve bunu Hizbullah üzerinden okuyabilirsiniz. İsrail şu mesajı veriyor İran’a ve Hizbullah’a: “Biz sizin teknolojik olarak her yerinizi görüyoruz, izliyoruz, tâkip ediyoruz.” Bu savaş başladığından beri İsrail 400 Hizbullah askerini öldürtmüş; 37’si lider ve arabadayken füze ile nokta atışıyla imhâ edilmiş. Burada ne mesajı veriliyor? “Biz sizi görüyoruz ve her yerde vurabiliriz.” Şam’daki olayı hatırlayın. Şam’da, biz konuştuğumuzda öyle bir şey oldu. Şam’da İsrail kimi vurdu? İran Konsolosluğu’nu. Bir toplantı vardı ve orada Devrim Muhafızları’ndan bir general vardı, İranlı generaller vardı. Önce İran Büyükelçisi toplantıdan çıktı, 3 dakika sonra füze atıldı ve orada öldürüldü. Yani İsrail büyükelçiyi öldürmek isteseydi öldürebilirdi, ama bekledi. İsrail burada bir üstünlük göstermeye çalışıyor İran’a ve Hizbullah’a. Hattâ İsrail’in Başkanı iki hafta önce bir demecinde, “Biz Hasan Nasrallah’ı da öldürebiliriz, onun yerini de bulabiliriz istersek” dedi. Bence bu yüzden İran liderinin şüpheli ölümünü bu çerçeve içerisinde görmemiz lâzım.Bu benim analizim; yani elimde bir delil yok ama. Fakat İran direniyor. İran, “Yok; ben yine payımı istiyorum, saldıracağım; Husiler üzerinden, Hizbullah üzerinden daha devam ettireceğim” diyor. Ve en son mesaj: Daha iki gün önce, Hochstein Lübnan’a gitti ve aslında arabuluculuk yapmadı bu sefer, bu sefer ültimatom verdi. Dedi ki: “Hizbullah askerlerini, silâhlarını bırakacak Güney sınırda. 10 kilometre tampon bölgesini boş bırakacak ve ateşkes îlân edilecek”. Ültimatom verdi; çünkü Amerika artık İsrail’i destekliyor bu konuda ve İsrail’in Lübnan’a büyük bir taarruzu var. Kara falan değil, ciddî bir bombalama planı var. Hizbullah’ın mühimmat depoları, Hizbullah’ın karargâhları, Lübnan’ın altyapıları… Yani Lübnan’ı biraz diz çökertecek bir planı var. İşgal etme falan gibi şeyler düşünmüyorlar. Bunu yapmaya çalışıyorlar ve biliyorlar ki bunun karşısında Hizbullah ciddî bir cevap verecektir. Yani biraz İsrail’in canını acıtacaktır.
Bu arada şunu da özellikle vurgulamak lâzım herhalde; Lübnan çok kötü bir dönemden geçiyor — ekonomik açıdan, siyâsî açıdan. Yani Lübnan şu anda iç savaş dönemi kadar olmasa bile çok ciddî sorunlar yaşıyor. Ve zâten kendi hâline bıraksan da içeride çok büyük bir istikrarsızlık var. Böyle bir savaş ihtimâli ülkenin bayağı bir çökmesine neden olabilir sanki.
Yusuf El Şerif: Zâten Lübnan böyle yaşıyor, yani yıllardır, sizin dediğiniz gibi. Kaç yıl oldu Lübnan’a cumhurbaşkanı seçilemeyeli? Yani 3 yıl mı oldu, şimdi 4 yıl mı Mişel Aun gittikten sonra? Ve bunu kim engelliyor? Hizbullah engelliyor. Çünkü istediği adaya göre seçtirmek istiyor. O olmayınca, kendi içindeki koalisyon, Hıristiyan partileri bile Hizbullah’a isyan ederken, “Biz böyle bir şey yapamayız” derken, Hizbullah her şeyi felç ediyor. Yani hükümet geçici bir hükûmet ve hiçbir şey yapamıyor. Ve Hochstein geldiğinde, bu Amerikan arabulucu hükûmetle konuşmuyor. Meclis Başkanı Nebih Berri’yle konuşuyor. O da Şiî, çünkü Hizbullah’a yakın. O da Hizbullah’a mesaj iletiyor. Yani hükûmet diye bir şey yok. Ekonomik olarak tabiî ki felç, dolarlar buharlaştı, insanlar sıkıntı içinde. Burada bir şey daha eklemek gerekiyor. Biz şu anda bölgesel bir sistemin doğma sancılarını yaşıyoruz ve şanssızlığımız Amerika’da Biden’ın olması. Bu sistemi, yani bölgesel rejimleri şekillendirmek için Amerika, Çin, Rusya müdâhil oluyor; fakat Amerika’nın dahli yok. Yani Biden idâresi o kadar güçsüz ki, ne Suriye ile ilgili bir stratejisi var ne Filistin Devleti’ni ciddî bir şekilde destekleme düşüncesi var ne de Netanyahu’ya karşı bir tutumu var. Çünkü seçime gidiyor. Bu yüzden biz bu sancıyı biraz daha uzun yaşayacağız. Çünkü Trump gibi bir adam gelirse ya da Demokratlar son anda başka birisini aday gösterip de seçilirse, bu sancı azalabilir, bu süreç hızlanabilir.Fakat burada en önemli oyuncu kayıp: Amerika. Bölgede, özellikle Dışişleri Bakanı Blinken çok pasif bir insan ve çok etkin bir politika yapamıyor. Bu yüzden şu anda Amerika İsrail’e bırakıyor. Evet, Hizbullah’a bir darbe indirsin. Büyük bir savaş olmayacak, büyük bir taarruz falan, yani toprak işgali olmayacak; ama ciddî bir darbe indirecekler. Çünkü çok ciddî istihbârat bilgileri var. Yani Hizbullah iliklerine kadar elektronik olarak İsrail tarafından izlenmektedir. Bunun şüphesi yok. Yani bu öldürülen 37 Hizbullah liderlerini cebindeymiş gibi çıkartıyor İsrail. Bu çok önemli.Bir de unutmayalım ki İran’ın içinde de İsrail birkaç tâne önemli istihbârat sûikastı yaptı; nükleer bilim adamları ve generalleri hedef aldı. İsrail, İran’ın içine sızıp orada insanları sorguladı evlerinde. Bu kadar teknolojik kapasiteye sâhip olan İsrail kendine çok güveniyor. İran ise eski teknolojisine çok güveniyor. Çünkü diyor ki: “Ben onlarca füze atabilirim” falan filan. Onları zapt edecek aslında, Amerika’nın ve bölgenin istediği bu savaşın olmaması. Körfez ülkeleri, ileride sonra konuşuruz, bunun için çok uğraşıyorlar: “Aman böyle bir şey olmasın, savaş yaşanmasın, istemiyoruz” diyorlar. Hattâ size şunu söyleyeyim:Arap Ligi denilen müessese bir hafta önce bir yaygara çıkarttı. Birdenbire, “Lübnan’daki Hizbullah’ın askerî kanadını terör listesinden çıkardık” diye bir bildiri yayınladı. Tabiî ki bâzı Körfez ülkeleri, “Nasıl olur böyle bir şey?” filan diyerek geri adım attı. Arap Ligi orada ne yapmaya çalışıyordu? Arap câmiası arabuluculuk yapmaya çalışıyordu. Yani gidip Hizbullah’la konuşmak istiyorlardı; ama terör listesindeyken konuşamazlardı. Çünkü biliyorlar adresin İran, Tahran olduğunu ve Tahran’ın bu seçimden sonra nasıl davranacağı önemli bir şey. Ayrıca Amerika’dan bir mesaj gelmesi lâzım, yani bir lider çıkması lâzım. Sizin dediğiniz gibi, Netanyahu zamâna oynuyor; Amerika’ya gidiyor, Kongre’de konuşacak, destek alacak, daha güçlenecek. Eğer Hizbullah’a bir darbe indirirse bu önemli bir şey. Çünkü sizin de söylediğiniz gibi, Gazze’de savaş bitmek üzere ve hâlâ Hamas’ın liderlerini ne tutuklayabildi ne öldürebildi ne de esirleri, tutuklananları, kaçırılanları alabildi. Bu yüzden başka bir hikâye bulması lâzım.Fakat soru şu benim açımdan: Hizbullah neden bu fırsatı ona veriyor? Yani bunu düşünmek lâzım. Hizbullah biliyor ki İsrail Netanyahu’nun yönetimi altında cidden böyle bir şey yapabilir Lübnan’a. Buna rağmen Hizbullah yine gözü kapalı gidiyor. Demek ki bu emirler yukarıdan geliyor. Çünkü Hizbullah çekilirse İran kırılmış demektir bölgede. Bu çok önemli. Ve Lübnan’ı izlerken, Gazze’yi izlerken, ileride de Irak’ı izlememiz lâzım tabiî. Çünkü Amerika oradan çekilecek mi, çekilmeyecek mi? Ben konuları birbirine karıştırmak istemiyorum, ama Mesut Barzani’nin Bağdat ziyâreti çok önemli. Çünkü bunu konuştu; Amerikan askerleri çekilecek mi, İran’la ilişkiler nasıl olacak? Bunlar çok önemli şeyler. Yemen’deki Husi saldırılarına Amerika ne kadar müsaade edecek? Çünkü Amerika ciddî bir saldırı yapmıyor Yemen’e karşı, Husiler’e karşı. Sâdece onların saldırılarına karşı misilleme yapıyor. Neden? Çünkü Amerika hâlâ İran’la bir yerde uzlaşabilir; “Bu savaş olmasın, böyle sert senaryolara gitmeyelim” diyebilir. Ama belli ki Amerika’nın ciddî bir idâresi olmadan biz, bölgedeki İran ve İsrail’in “yaramazlıkları”na maalesef daha uzun bir süre muhâtap olmak zorunda kalacağız. Çünkü dışarıdan ciddî bir müdâhale gelmiyor. Ve anladığım kadarıylaHochstein hakîkaten sıkıldı Hizbullah’ın tavrından. Ve benim aldığım bilgilere göre artık arabuluculuk yapmıyor, Lübnan’a ültimatom vermeye gitti iki gün önce. O yüzden Netanyahu Kongre’den, Amerika’dan döndükten sonra bir şey bekleyebiliriz yani Lübnan’da. Ve Allah Lübnanlılara yardım etsin. İsrail’e de biz büyük bir füze saldırısını göreceğiz. Aslında İsrail de bunu görmek istiyor. Detay gibi görünecek, ama söyleyeyim askerî açıdan: İsrail bir Hizbullah liderini öldürüyor, ondan sonra Hizbullah’ın reaksiyonunu ölçüyor.Yani füzeler nereden geliyor, füzeler nasıl geliyor, kaç füze geliyor? Bunların hepsi İsrail’in bilgi sistemine giriyor ve hazırlanıyorlar. Yani bunları abes olarak yapmıyorlar. Birini seçip öldürüyorlar, ondan sonra reaksiyonu ölçüyorlar. Bu yüzden İsrail, “Bu savaşa hazırım” diyor, Hizbullah da “Hazırım” diyor ve maalesef böyle bir dört beş günlük karşı karşıya geldiklerini göreceğiz. Göreceğiz böyle bir şey maalesef.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Çok büyük bir savaştan, kalıcı bir savaştan ziyâde, çok ciddî yıpratıcı bir şey bekleniyor.
Yusuf El Şerif: Son bir cümle; bu kötü senaryonun karşısında dua edelim. Bu son yapılan arabuluculuk, İsrail ve Hamas arasında Mısır’ın ve Katar’ın yaptığı arabuluculukla bir müsvedde ortaya çıktı. Yeni bir müsvedde iki gün önce çıktı. İsrail buna yanaşıyor, Hamas buna yanaşıyor, Amerika bastırıyor buna. Eğer buradan bir ateşkes çıkarsa Gazze’de, biz Lübnan’da rahat bir nefes alabiliriz birkaç aylığına ya da birkaç haftalığına. Buna dua edelim.
Evet Yusuf, çok teşekkürler. Seninle şimdiden sözleşelim, haftaya bir aksilik olmazsa. Türkiye ile Suriye arasında yakınlaşma tartışmaları var biliyorsun.
Yusuf El Şerif: Erdoğan’ın söyledikleri.
Erdoğan’ın söyledikleri, Özgür Özel’in söyledikleri. Ve içeride yaşanan birtakım olaylar da var biliyorsun; mülteciler meselesi. Senden özellikle bunun Arap dünyasında nasıl karşılandığını ve buna Arap dünyasından destek gelip gelmeyeceğini haftaya konuşalım. Şimdiden randevulaşmış olalım, tamam mı?
Yusuf El Şerif: Konuşalım, konuşalım ve o zamâna kadar şunu da düşünelim, izleyicilerimiz de öyle: Bu savaşlar, Hamas, İsrail, Hizbullah sürerken, Şam’dan, Beşar Esad’dan bir kelime çıkmadı. Bu önemli bir şey. Onu da anlatırız ileride. Çünkü bu önemli bir faktör.
Çok sağ ol Yusuf. Evet, Yusuf El Şerif’le, İsrail Lübnan’la savaşır mı, daha doğrusu Hizbullah’la savaşır mı, savaşırsa ne olur, bunları konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.