AİHM, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası FETÖ üyeliğinden yargılanıp 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkum olan öğretmen Yüksel Yalçınkaya‘nın başvurusunu 26 Eylül 2023’te karara bağladı. Yalçınkaya’nın ByLock kullanması ve Bank Asya’da hesabının bulunması nedeniyle cezalandırılmasının, AİHS’in 7’nci ve 6’ncı maddesini ihlal ettiğine hükmeden mahkeme, konuyla ilgili bekleyen 8 bin 500 dosyanın olduğuna dikkat çekti.
Ruşen Çakır konuğu Kerem Altıparmak ile beraber 15 Temmuz’un sekizinci yıldönümünde değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde, 15 Temmuz’un yol açtığı en ciddî sonuçlardan biri olan dâvâlardan, yargılamalardan birisi üzerine konuşacağız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin geçen yıl eylül ayında aldığı bir Yüksel Yalçınkaya karârı var — Türkiye aleyhine aldığı bir karar. Daha çok ByLock söz konusu; mâlûm, ByLock Fethullahçıların gizli iletişim kurma şebekesi olarak tanımlandı ve bunu kullananların hepsi olmasa bile önemli bir kısmı cezâlandırılmıştı. Bu olayda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye, Yüksel Yalçınkaya üzerinden mahkûm edildi. Çok ciddî sonuçlara yol açması beklenen bir dâvâ bu; ama henüz pek bir gelişme olmadı. İşte bunları hukukçu Dr. Kerem Altıparmak ile konuşacağız. Kerem, merhaba.
Kerem Altıparmak: Merhaba Ruşen.
Bu olay olduğu zaman, Yalçınkaya karârı çıktığı zaman, ben o konuda yayın da yapmıştım. Çok önemli, çok kritik, târihî bir şey olacağı ve birçok şeyi değiştireceği söylendi; ama neredeyse hiçbir şey olmadı. Yaklaşık bir yıl olacak, öyle değil mi? Siz de bu konuda çok kapsamlı bir araştırma yaptınız. Bayağı bir çalışma yaptınız Ali Rıza Çoban ile birlikte; bunu İnsan Hakları Okulu’nun web sayfasında yayınladınız. Önce tabiî bilmeyenler için olaya bir baştan başlayalım. Nedir olay? Yani Yüksel Yalçınkaya esas olarak ByLock üzerinden mahkûm edilmiş birisi. Kayseri’de yanılmıyorsam, değil mi? Bunu bir anlatır mısın?
Kerem Altıparmak: Aslında bir bakıma Yüksel Yalçınkaya’nın hikâyesinin pek bir özelliği yok; çünkü birçok benzer yargılamayla aşağı yukarı aynı şekilde ilerliyor. Biraz sonra konuşacağımız için, o genellik içerisinde aktarmaya çalışayım. Yüksel Yalçınkaya’nın telefonunda ByLock olduğu tespit ediliyor ve nihâyetinde de bu ByLock varlığı, başka herhangi bir şey sorgulanmaksızın, terör örgütü üyeliğine delil sayılıyor. Gerçi Yüksel Yalçınkaya’nın sendika ve dernek üyelikleri de var. Bunlar da dosyada değerlendiriliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, buna ilişkin olarak da örgütlenme hakkını düzenleyen 11. maddeden de ihlâl buldu. Ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi şunu tespit ediyor: “Bunlar olmasaydı da salt ByLock’un telefonda yüklü olması, onun terör örgütü üyeliği açısından yeterli görülecektir” diyor. Zâten incelemesini, yani esas suç ve cezâların kanûnîliği açısından 7. madde, âdil yargılanma açısından da 6. madde kapsamında incelemesini yapıyor. Bu nedenle, ByLock indirilmesi ve ByLock kullanımına ilişkin delillerin mahkemelerde yeterli ayrıntıyla sorgulanmamış olması üstünden yapıyor. Tabiî şimdi, Yüksel Yalçınkaya dâvâsının şöyle ilginç bir yönü var. Yüksel Yalçınkaya, aslında biz biraz sonra konuşacağız; “buzdağı” dememizin nedeni, binlerce dâvânın öncüsü. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Yüksel Yalçınkaya karârını verdiğinde de söylüyor. Önünde 8.000 tâne ByLock nedeniyle mahkûm olmuş kişinin dosyası vardı. Bu târihten sonra kesinleşip Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidenlerin sayısını bilmiyoruz; ama muhtemelen bir yıl içerisinde en az 1000-2000 tâne daha eklendi bu sayıya.
“Buzdağı” lâfını, kavramını bu bağlamda mı kullanıyorsun? Yani bir dâvâ sonuçlandı, ama bu dâvâ tek başına Yalçınkaya dâvâsı değil; 8000-9000 tâne dâvânın da otomatik olarak aynı sonuca vardığı anlamına mı geliyor? Tam olarak bunu, konuya yabancılar için biraz anlatır mısın?
Kerem Altıparmak: Evet. Şimdi zâten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bunu açıkça söylüyor. Yani açıkça söylediği gibi, buna ilişkin bir değerlendirme de yapıyor. Biraz teknik olacak ,ama anlaşılır bir şekilde anlatmaya çalışayım: Şimdi normalde bir kişi başvuru yaptığında, o kişinin dâvâsıyla ilgili karar veriyor Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. Ama tabiî zaman içerisinde şu anlaşıldı ki aslında dâvâların birçoğu kopya, birbirini tekrar eden dâvâlar. Biz buna “en büyük buzdağı” diyoruz, ama birçok dâvâda benzer örnekler var. Bir somut örnek vereyim: Türkiye’de binlerce kişi Cumhurbaşkanı’na hakaretten yargılanıyor. Şimdi bununla ilgili verilen kararda, bir kişiyle ilgili alınan karârın aslında bu diğer dosyalarda da uygulanması lâzım. Aksi takdirde kopya dâvâlar tekrar ve tekrar geliyor. Şimdi Yalçınkaya vakasında da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bunun farkında. Çünkü diyor ki: “Benim önümde hâlihazırda 8 bin dosya var. Ama toplamda da en az 100 bin kişinin bu ByLock delilinden etkilendiğini öngörüyorum. Benim buradaki saptamam bu nedenle sâdece bu dâvâ bağlamında değerlendirilmemeli. Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri benzer dosyalarda, yani ByLock indirdiği için terör örgütü üyesi olduğu tespit edilen diğer kişilerin dâvâlarında da benim burada geliştirdiğim ölçütlere uygun bir giderim sağlamalı”. Yani o da nedir? “ByLock’un ne şekilde kullanıldığı araştırılmaksızın, salt ByLock’un indirilmiş olmasını terör örgütü üyeliği için tek başına delil sayıp insanları mahkûm etme” — aslında söylediği şey bu. “Buzdağı” dememizin nedeni de gerçekten bu karârın aslında çok sayıda kopya örneğinin olduğu. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Yüksel Yalçınkaya karârından sonra binerli gruplar hâlinde –bu çok görülmüş bir şey değil–, biner biner bu dosyaları hükûmete bildirmeye başladı. Ve hükûmete bildirirken, yine çok bilmediğimiz bir yöntem uyguluyor. O da şu: Hükûmete, “Bu konudaki hukuksal meseleler çözüldüğü için bana savunma göndermeyin” diyor. “‘Eğer tek tek dosyalarla ilgili özel bir şey yoksa, bu kişilerle ilgili bu ByLock indirme nedeniyle mahkûmiyet konusunda ben karârımı verdim, sana da bildiriyorum. Sen buna cevap verme durumunda da değilsin. Vermezsen vermeyebilirsin, verirsen de ben dikkate almayabilirim” diyor.
Bir sözünü keseyim. Bildiğim kadarıyla Türkiye’nin şu andaki tutumu: “Yalçınkaya olayı tekil bir olaydır. Onun gereğini yaparız ya da yapmayız; yani neyse, ama diğerlerini bağlamaz” gibi bir tutum takınırken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de tam tersine, onun bir örnek alınıp diğerlerine uygulanmasını istiyor, böyle mi?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Kerem Altıparmak: Evet, yani tabiî Türkiye’nin sözleşmeyi okuma şeklinde ciddî sorunlar var. Biliyorsun daha önce biz Selahattin Demirtaş’ta, Osman Kavala’da gördük. Ama burada yeni bir sorunla karşı karşıyayız. Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala dosyaları özünde tekil dosyalardır. Demirtaş’ta diğer milletvekilleriyle benzerlikler vardı ve sonra Yüksekdağ karârında aslında oradakiler tekrârı, ama yine de sınırlı sayıda insanı etkileyen bir şey. Ama burada şimdi şöyle bir durum var: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir karar verdiğinde, bu kararlar, infaz için Bakanlar Komitesi’ne yollanıyor. Bakanlar Komitesi’nin önündeki infaz sürecinde de üç şeye bakılıyor. Birincisi, tazmînat öngörülmüşse o tazmînat ödenmiş mi? Yalçınkaya karârında bir tazmînat var, tahmin ediyorum onu ödediler. İkincisi, bireysel önlem. O kişiyle ilgili alınması gereken bireysel önlem varsa, o alındı mı? İşte, Kavala’da tahliye edilme, Demirtaş’ta tahliye edilme olduğu gibi… Üçüncü olarak ise genel önlem var. Benzer ihlâllerin gerçekleşmemesi için ne önlem alındı? Şimdi, her ne kadar Adalet Bakanı ısrarla bu dâvânın sâdece Yalçınkaya ile ilgili olduğunu ifâde ediyorsa ve iddia ediyorsa da, aslında sözleşmenin yapısı îtibâriyle bunun kabûlü mümkün değil. Ve sözleşmeyle ilgili son dönem reform çalışmalarında, bir paylaşılmış sorumluluk kavramı olduğunu görüyoruz. O paylaşılmış sorumluluk kavramı da aslında şunu getiriyor: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ilkesel bir şekilde sözleşmenin anlamını tanımlayacak, Bakanlar Komitesi bu tanımlamaya hükûmetlerin uyup uymadığına bakacak; hükûmetler de ve ulusal yargı mercileri de kendi üstlerine düşen yargı denetimini yaparak bu kararların hayâta geçirilmesini sağlayacak. Şimdi, bu ikincillik ilkesi, yerindenlik ilkesi dediğimiz şey ancak bu şekilde işleyebilir. Aksi takdirde her dâvânın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmesi gerekir ki, burada yüz binlerce insanın yargılandığı bir ihlâl tipinden bahsediyoruz.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bunun altından kalkamaz. Zâten o nedenle bulduğu çözüm de atipik bir çözüm oldu. Biner biner hükûmete bildiriyor. Onları biner biner ihlâl bulacak. Artık bunu kolaylıkla söyleyebiliriz. O biner biner belgeler Bakanlar Komitesi’nin önüne gidecek. O zaman da hükûmetin bu iddiası zâten çökecek. Yani, “Bu iş Yüksel Yalçınkaya ile ilgiliydi, onun yargılamanın iâdesini yaptık, yargılıyoruz” diyemez duruma gelecek hükûmet. Çünkü diğer 1000 kişi, 2000 kişi, 3000 kişi için de yargılamanın açılması gerekecek.
Bu karârın sonucunda, meselâ Yalçınkaya ve diğerleri… şimdi bâzıları hapis yattı, bâzıları işinden oldu, birçok mağdûriyet yaşandı ve Türkiye aleyhine alınan bu karârın sonunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ne yapması gerekiyor Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin karârı ışığında? Tazmînat mı esas olarak? Bir de sâbıka kayıtları işlendi ise bunların iptâli mi? Nedir o? Sonuçları ne olacak?
Kerem Altıparmak: Şimdi aslında burada birkaç grup var. Birinci grup, Yalçınkaya gibi olup Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmiş olanlar. Bu şu anlama geliyor: Yargıtay’da cezâları onanmış, Anayasa Mahkemesi kabul edilemezlik karârı vermiş ve bu kişiler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmişler. Şimdi bunlarla ilgili verilecek kararlar, her biri için ayrı ayrı Cezâ Muhâkemesi Yasası uyarınca yargılamanın iâdesi sebebi. Yani yargılamanın iâdesi için bunlar gidecekler –ki Yalçınkaya gitti ve yargılaması yeniden başladı,yani o hüküm kalktı, yeniden yargılanıyor–, yeniden yargılanacaklar. Olması gerekeni söyleyeyim: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin çizdiği sınırlar içerisinde yeniden yargılandıklarında mahkûm olmamaları yönünde bir karar verilirse, yani sâdece ByLock nedeniyle cezâ verilemeyeceği için başka bir delille bu kişilerin örgüt üyesi olduğu tespit edilemezse, bu durumda bu kişilerin beraatine karar verilmesi gerekir. Beraat, mahkûmiyetin bütün sonuçlarını ortadan kaldırır. Tabiî, bu durumda bu kişiler, haksız bir şekilde hapis yatmışlarsa –ki bir kısmı öyle, senin de söylediğin gibi– o durumda beraatle birlikte, bütün sicillerinden mahkûmiyete bağlı hukukî sonuçların kaldırılması lâzım. Ama uğradıkları zarârın aynı zamanda tazmin edilmesi gerekir.Ama diyelim ki yargılandı; başka delillerle desteklenerek örgüt üyeliği tespit edilip tekrar mahkûm olursa, o artık yeni bir hukukî durum yaratır. Ancak burada binlerce kişiden bahsettiğimiz için, bunların ancak küçük bir kısmının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin çizdiği çerçeve içerisinde mahkûmiyetine karar verilebilir diye düşünüyorum ben. Çünkü hiçbir başka delil aranmaksızın salt ByLock’un varlığıyla verildi kararlar ve başka da delil toplanmadı. Bu kişilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin dikkat çektiği üzere Türk yargısı tarafından belirlenen bir örgüte üyelik için gerekli olan çeşitli yoğun ve sürekli eylemde bulunduğu kanıtlanabilmesi çok zor. Şimdi birinci durum bu. İkinci durum: Yargıtay’da onanmış, Anayasa Mahkemesi’nin önünde bekleyenler. Anayasa Mahkemesi bu konuda henüz bir reaksiyon almadı. Yani Yalçınkaya Karârı’nı dikkate alarak, “Evet, ben de artık ihlâl buluyorum” demedi. Aslında yeni başvuruların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmesini önlemenin en iyi yöntemi bu. Anayasa Mahkemesi Yalçınkaya Karârı’na referansla bunu uygularsa, onlar gitmez. Anayasa Mahkemesi karârı sonrasında yeniden yargılama yolu açılabilir. Üçüncü grupta, hâlâ daha yargılaması çeşitli aşamalarda devam edenler var. Yargıtay’da, İstinaf’ta ve ilk derece mahkemesinde olanlar. Henüz bunlarda da, senin programın başında söylediğin gibi, Yalçınkaya karârını dikkate alarak bir beraat kararı verildiğini veya bir karârın bozulduğunu görmedik. Tabiî doğru olanı budur. Yani aslında Yalçınkaya Karârı’nda başına gelecekleri bildiği için Büyük Dâire bunu yine atipik bir şekilde şöyle târif ediyor. Diyor ki: “Sizin anayasanızın 90. maddesi uyarınca, yasalarla sözleşme arasında bir çatışma olduğunda sözleşme esas alınması lâzım. Ben bu sözleşmeyi yorumlamaya yetkili olduğuma göre ve ben genel önlem olarak ‘Bunu tek başına delil sayamazsın’ dediğime göre, bundan sonra mahkemelerin de buna uygun karar vermesi lâzımdı”. Normalde bu kadar açık söylemez, ama bunu açık açık söylüyor Yüksel Yalçınkaya Karârı’nda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. Buna rağmen mevcut dâvâlar aynı şekilde devam ediyor görebildiğimiz kadarıyla.
Şimdi tam şunu sormayı düşünüyordum bununla alâkalı. Şimdi 9 bine yakın başvuru olduğunu söylüyorsun. Ama bu olay herhalde çok daha fazla kişiyi ilgilendiren bir olay. Herkes başvurmuyor. Kimisinin imkânı yok, kimisi korkuyor, kimisi sîneye çekiyor vs.. Ama birbirinin benzeri, diyelim ki 20 bin tâne olay yaşandı, bunun 9 bini başvurdu, ama diğerleri başvurmadı. Böyle durumlarda başvurmamış olanlar… Sen demin bir şey söyledin, karardan sonra başvurular. “Ha, demek ki sonuç alınabiliyormuş” diye başvuranlar olmuş belli ki. Ama yine de başvurmayanlar olduğunu kolaylıkla kestirebiliyoruz. Onlar hiçbir şekilde istifâde edemiyor mu bu tür şeylerden? Yani normalde, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ya da daha sonra Anayasa Mahkemesi şöyle bir karar aldı, bu içtihattır” deyip bütün dosyaları, kendileri başvuru yapmasa bile, müdâhil olmasa bile gözden geçirmesi diye bir olay yok mu?
Kerem Altıparmak: Bu çok önemli ve yerinde bir soru Ruşen. Çünkü Türkiye’de bu konuların istatistikleri düzgün bir şekilde tutulmuyor. Ben bunu bir başka vesîleyle değerlendiriyorum. Bununla çok alâkalı olduğu için onun üzerinden söyleyeyim sana. Biliyorsun, 130 bine yakın insan kamu görevinden ihraç edildi. Bunların tamâmına yakını OHAL Komisyonu’na başvurdu; ama kademeli olarak bir kısmı idâre mahkemesine başvurmadı, bir kısmı bölge idâreye başvurmadı, bir kısmı Danıştay’a başvurmadı, bir kısmı da muhtemelen Anayasa Mahkemesi’ne başvurmayacak. Meselâ buna ilişkin istatistikleri bilmiyoruz, yani kaç kişinin yolda elendiğini bilmiyoruz. Şimdi bu gibi durumlarda doğal olarak çok uzun süren süreçler; insanların bâzıları cehâletinden, bâzıları maddî imkânsızlığından, bâzıları avukatlarının, hukukî temsilcilerinin hatâları nedeniyle yolda eleniyor. Ve bunun sonucu olarak normal koşullarda iç hukuk yollarını açık açık tüketmemiş olanlar, yani gereğini yapmamış olanların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmeleri mümkün değil, karar almaları mümkün değil. Türkiye’de de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu delilin hukuka aykırı olduğunu tespit etmiş olsa bile, kendileriyle ilgili karar olmadığı takdirde gidip yargılamanın iâdesini talep etmeleri mümkün değil.Bu nedenle ne yazık ki bu 100 bin küsur kişiden bahsediyoruz. Senin de ifâde ettiğin gibi, bunların maksimum 20-25 bini diyelim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gider. Bu gidenler hakkında adâlet tesis edilse bile, o buzdağının esas büyük kısmı, yani en az dörtte üçü muhtemelen bundan istifâde edemeyecek.Burada âdil olan yöntem tabiî hükûmetin bir yasal düzenlemeyle bu yola gitmemiş olanlara da aynı hukukî güvenceyi sağlaması. Çünkü bir hukuk devletinde insanlara eşit muamele yapılması gerekir. Ben bir kez daha söylüyorum, olması gerekenden bahsediyorum. Türkiye’deki problemler hepimizin mâlûmu. Onun için onu bir kenara koyarak söylüyorum. Ama eğer yapmadılarsa, yani iç hukuk yolunu usûlüne uygun tüketmedilerse, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidemezler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden karar almayınca da başkası hakkında verilmiş karâra dayanarak başvurduklarında, çok büyük ihtimâlle… ki bu girişimler oldu bu arada; Yalçınkaya’dan sonra gidip başvurup, “Bu ilke karârına göre benim de yargılamam iâde edilsin” diyenler oldu; bunları mahkemeler reddettiler. Yani bu reddedilenlerin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmaları hâlinde de başarı şansının pek olabileceğini düşünmüyorum. O yüzden esas o büyük kısmı kurtaracak şey, bu kadar açık bir hukuka aykırılığın gözetilerek bununla ilgili bir yasal düzenleme yapılması.
Peki, şunu sorarak bitirmek istiyorum: Ne bekliyorsun? Yani şimdi, “buzdağı” dedin. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tavrı çok açık ve net. Ama Türkiye’de Adalet Bakanlığı bunu kabul etmek istemiyor. Bir şekilde geciktirmeye çalışacak falan. Ama bunun bir sonu var mı? Yoksa yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi böyle bir karar aldı, Türkiye de uygulamayı askıya alarak böyle devam eder mi? Yoksa bir şeyler olmak zorunda mı?
Kerem Altıparmak: Şimdi buraya kadar hep bilgi aktardım Ruşen. Bu kısmında bilgiye dayalı biraz spekülasyon yapacağım, yani boş bir spekülasyon olmayacak ama. Şimdi Türkiye, hâlihazırda Avrupa Konseyi’nin en büyük başağrısı diyebiliriz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önündeki mevcut dâvâların %37’si Türkiye’ye karşı yapılmış başvurular. Bunlar içinde de ByLock çok önemli bir yekûn tutuyor. Rusya’nın Avrupa Konseyi’nden çıkmasından sonra da Türkiye’nin bu artan iş yükü çok gözle görülür duruma geldi. Ve Türkiye, ilk defa Avrupa Konseyi târihinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ihlâl prosedürü denilen usûlünde –zâten bütün târih boyunca iki tâne var, biri Azerbaycan biri Türkiye aleyhine–, Osman Kavala Karârı’nı uygulamadı. Bu hâlihazırda çok büyük bir problem Avrupa Konseyi ile Türkiye arasında.Ama Türkiye, bir yandan da bütün gemileri yakmak istemiyor. Onu da nereden görüyoruz? Sürekli Avrupa Konseyi’ne hükûmetin bilgilendirme yaptığını, Bakan Yılmaz Tunç’un Türkiye’nin kararları uygulamada çok başarılı olduğu, hattâ Avrupa ortalamasının üstünde olduğu gibi iddiaları olduğunu görüyoruz. Ama bu hakîkati yansıtmıyor. Çok ayrıntısına girmeyeyim ama Türkiye, öncü dâvâları yerine getirme konusunda 2022 yılı îtibâriyle 47 devlet arasında 39. sırada. Yani Türkiye’nin zâten kararları yerine getirmeme, infaz etmeme yönünde bir stratejisi var. Ama Yalçınkaya’yı diğerlerinden ayıran, Yalçınkaya’nın hiçbiriyle benzemeyecek kadar çok sayıda dâvâ üretmesi ve buna ek olarak bu meselelerin benzer değil identical yani birebir aynı olması. Şimdi tahmin ediyorum ki hükûmet taktik olarak şöyle bir yol izleyecek:Şimdi zâten Kavala Dâvâsı’nı uygulamama konusundaki direnişle bu süreçlerin ne kadar uzatılabildiğini gördü. ByLock’tan mahkûm olan insanların önemli bir kısmı, eğer ilk başta tutuklandılarsa mahkûmiyetlerini tamamladılar, bir kısmı da tamamlamak üzere. Devam eden dâvâ sayısı nispeten azaldı. Şimdi Türkiye bu karârı uygulama konusunda zamâna ne kadar yayarsa, zâten yapmak istediği, ulaşmak istediği, yani bu insanları cezâevinde tutma ve yaptıkları nedeniyle damgalama amacına fazlasıyla ulaşmış olacak.Yani sözgelimi karârın bugün uygulanmasıyla 2 sene, 3 sene sonra uygulanması arasında gerçekten çok radikal bir fark var. Daha sonra da Bakanlar Komitesi’ne yeni gitti bu karar, Kavala ve Demirtaş gibi değil. Bakanlar Komitesi baskıyı artırınca da ve diğer o binlik paketler Bakanlar Komitesi’nin önüne gelince de hükûmet bir formül ve çözüm üretecek diye düşünüyorum ben. Ama bu formülü ve çözümü ürettiği târihte, zâten verilen zarârın önemli bir kısmı tamamlanmış olacak. Onun için bugün bir şey yapılmasıyla o gün yapılması arasında böyle önemli bir fark var.Türkiye’de yargı bağımsız olsaydı, bu binlerce insanın yargılandığı farklı mahkemelerden en azından birinden çıkıp, “Bir dakika, ben AİHM karârını şu nedenle dikkate alıyorum ve uyguluyorum” diyen çıkardı. Ama görünen o ki ve bilinen de o ki Türkiye’de herhangi bir ağır cezâ mahkemesinin, istinaf mahkemesinin kendi inisiyatifiyle böyle bir adımı atması mümkün değil. Bu nedenle olacak şey, hükûmetin irâdesiyle ve Avrupa Konseyi ile bu gerilimi ne zaman hafifletmeye çalışmak istemesiyle çok yakından alâkalı. O nokta geldiğinde Türkiye bir önlem alır. Ama hiç önlem almazsa, hani bir de olumsuz senaryoyu düşünelim, bu tahmin ediyorum artık bardağı taşıran son damla olabilir. Ne zaman? Çok yakında değil. Çünkü Avrupa Konseyi’nin de kafası karışık, yani ne yapacaklarını bilmiyorlar. Nihâyetinde Avrupa Konseyi’nin elindeki yetkiler çok sınırlı. Bir devlet ısrarcı bir şekilde mahkeme karârını uygulamadığı durumda kademeli olarak önlemler alabiliyorsunuz. Meselâ Azerbaycan’ın temsilcilerinin lisansları iptal edildi, bu kez Azerbaycan dosyaları görüşülemez hâle geliyor. Yani siz bunu çözmek istiyorsunuz, ama çözümü ortadan kaldırıyorsunuz. Şimdi meselâ Türkiye için de aynısı söz konusu olabilir. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde Türk milletvekillerinin oy hakkı veya karar hakkı askıya alınabilir. İhraçtan önceki olasılıklardan biri bu. Ama bu ne kadar bir çözüme ulaştırır bunu kestirmek zor. Çünkü tahmin edebilirsin, Türkiye’de bu “Hâin Avrupa, FETÖ’cüleri şey yapıyor” şeklinde lanse edileceği için, hükûmetin işine bile gelebilir eğer doğru bir zamanda ve doğru koşullarda olursa. O yüzden açıkçası Avrupa Konseyi’nin eli de çok rahat değil. Ama Türkiye de gemileri yakmadığı için bir müzâkere süreci devam edecek. Benim öngörüm, Yalçınkaya Karârı’nın bir gün uygulanacağı. Ama bu bir günün çok yakın bir târih olmadığını düşünüyorum ve bu bir günün de özgür ve bağımsız yargı tarafından değil, hükûmetin irâdesiyle gerçekleşeceği kanaatindeyim.
Çok teşekkürler Kerem. Evet, aslında çok kritik bir karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin karârı. Binlerce kişiyi ilgilendiriyor, Yüksel Yalçınkaya ve birçok insan. Ve hâlâ Türkiye’de Fethullahçılığın izleri de sürüyor. Bununla berâber olayın çok ciddî bir siyâsî yönü var. Meselâ bugün darbe girişiminin yıldönümü ve resmî söylem tamâmen bunun üzerine inşâ edilmiş durumda. Böyle bir durumda, Yüksel Yalçınkaya ve binlerce kişi hakkındaki AİHM karârını kabul etmek, siyâsî iktidar için siyâsî olarak çok zor bir şey. Ama bir şekilde de bir şeyler yapması gerekecek. Bakalım ne olacak diyelim. Türkiye’nin Avrupa hukukuyla ya da evrensel hukukla sınavı böyle devam ediyor. Belki bir gün bir hukuk devletine tekrar kavuşuruz temennîsiyle bitirelim.
Kerem Altıparmak: Evet, son söz olarak şunu söylememe izin verirseniz: Yalçınkaya Karârı ile ilgili Ali Rıza Çoban’la yazdığımız metin hukukî bir değerlendirme ve o hukukî değerlendirmede neyin nasıl yapılması gerektiğini çok açık bir şekilde târif ediyoruz. Bununla ilgili bir soru işâreti benim kafamda hiç yok. Binlerce yargıcın, savcının ve yetkili makamın bu kadar açık olan bir dâvânın bir başka buzdağının göstergesi olduğunu, yani Türkiye’deki yargı bağımsızlığının, daha doğrusu bağımsız olmamasının göstergesi olduğunun da altını çizerek bağlayayım.
Evet, tekrar çok teşekkürler. Kerem Altıparmak’la Yüksel Yalçınkaya Dâvâsı’ndan hareketle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki ByLock temelli dosyaları konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.