ÖZEL HABER – Beşinci ayında İliç: Geride kalanlar için hayat bir daha eskisi gibi olmadı

Erzincan-İliç’teki Çöpler Altın Madeni’nde liç alanına yığılan 10 milyon metreküp toprak, 13 Şubat 2024’te Sabırlı Deresi’nin bulunduğu derin vadiye sel olup aktı. Dokuz işçiyi yutarcasına yaşamdan koparan facianın göz göre göre geldiği, arkasında büyük ihmallerin olduğu ortaya çıktı… Saat 14:30’da meydana gelen facianın ardından geride kalanlar için hayat, bir daha eskisi gibi olmadı. İşte Gülseven Özkan ve Murat Türsan’ın izlenimleriyle beşinci ayında İliç dosyası.

Erzincan’daki İliç Çöpler Altın Madeni faciasının üzerinden beş ay geçti.

Toprak selinin altında can veren işçi ailelerinin ağzını bugün bıçak açmıyor, konuşanların ağzından ise sadece “İçimin yangını asla sönmez, beş aydır yavrumun sesini duymuyorum, çok özledim, gitti gelmiyor…” sözleri dökülüyor. İlk günden itibaren tüm gelişmeleri yakından izlediğimiz maden faciasını bir de yerinde görmek istedik. Hem ailelerle görüştük hem de bölgedeki son durumu yerinde inceledik.

Çöpler Altın Madeni’nden altın ve uranyum elde edildiği söyleniyor

Bir dönem “Taşı toprağı altın” diye anılan ilçede bugün ölüm sessizliği var. Anagold Madencilik’in, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na 2014 yılında yaptığı “Çöpler Kompleksinde Madeni Kapasite Artışı” başvuruyla her şeyin başladığı biliniyor. Şirket, 2021 yılında ikinci kez kapasite artışı talep etmiş. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bu talebi de -Murat Kurum’un bakanlığı döneminde- “Çevresel Etki Değerlendirilmesi (ÇED) Yönetmeliği”ne uygun bulmuştu.

Bu başvuruların ardından neler yaşandığına gelince… Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) “bilimsel ve objektif” olmadığı gerekçesiyle rapora itiraz etti, telafisi imkansız zarara yol açabileceği gerekçesiyle kapasite artırımını öngören ÇED raporunun acilen iptal edilmesini istedi. Yapılan başvuru sonucu rapor Danıştay’dan da döndü. Hatta madene ilişkin Türk Toraks Derneği, Türk Tabipleri Birliği ve TEMA gibi kurumların hazırladığı bilimsel raporlar da var. Ama sonuç değişmedi. Erzincan Valiliği’nin 16 Ağustos’ta verdiği “ÇED gerekli değildir” kararıyla kapasite artışının önünde hiçbir engel kalmadı. 

Çöpler Altın Madeni’nde göz göre göre gelen facianın ilk adımı böylelikle atıldı. 13 Şubat’ta kayarak çevreye yayılan milyonlarca metreküplük siyanürlü toprağın boyutunu tahayyül etmek bile kolay değil. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’ın ifadesiyle yayılan devasa kütle 400 bin kamyona ancak sığabilir. Bu miktarı bile hayal etmek mümkün değilken, beş ay sonra bugün taşıma işleminin hâlâ devam ettiğini bilmek, ne büyüklükte bir kütleden söz edildiği hakkında fikir verebilir.

Düşünün, öyle büyüklükte kaymadan bahsediyoruz ki, toprak altında kalan dokuz işçi kolay kolay bulunamadı… Aylarca arandılar… Dokuz işçi zamanla çıkarıldı…

Bu noktada akla gelen sorulardan biri de yöre halkının göz göre göre gelen felaket karşısında neden suskun kaldığı.

Maden sahasından emilen siyanürlü su atık havuzunda depo ediliyor

Bölgede yaşayanların anlattıklarına bakılırsa maden sahasındaki kapasite artışı yöre halkı için çevre felaketinden çok “iş ve aş” demek. Aslında kaza sonrası ortalığı kaplayan derin sessizliğin nedeni de bu. Çünkü eli iş tutan erkekler madende çalışabiliyor, bu sayede evlerine ekmek götürebiliyor. Bu kadarla da kalmıyor, vaktiyle maden sahasında yer alan köyler de taşınmış; taşınırken de köylünün refah düzeyinde görünür artışlar olmuş. Karşılığında da doğanın dengesini altüst eden sıradışı gelişmeleri ya görmemiş ya da görmezden gelmişler. Görüp de susmayanların uyarıları ise sonuncusunda olduğu gibi sumen altı edilmiş. 

Bilirkişi raporları 13 Şubat sabahı sahaya çıkan görevlilerin liç yığınından oluşan tepelerdeki çatlakları fark ettiğini hatta görüntüleyip vakit kaybetmeden amirlerine ilettiğini ve buna rağmen gerekli önlemlerin alınmadığını ortaya koyuyor. Aynı rapora göre kilometrekarelerce alana yayılan toprak, doğada geri dönüşü mümkün olmayacak boyutta hasara yol açtı, yerin üstü kadar altı da zarar gördü. Bu gerçeklerin ışığında ilçeye gittiğimizde 31 Mart Yerel Seçimleri’nde adaylığını koyduğu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazanamayan Murat Kurum, yeniden eski görevine dönmüştü.

İlk durağımız felaketin merkez üssü İliç oldu. İlçenin merkezdeki çay evinde karşılaştığımız bir grup gence madende hayatını kaybedenlerin ailelerine nasıl ulaşabileceğimizi sorduk. Yabancı olduğumuzu kolayca anlayan gençler önce kim olduğumuzu sorguladı, gazeteci olduğumuzu öğrenince de aileleri bulabileceğimiz mahalle ve köylerin ismini verdi.

Hemen yola koyulup mahalle mahalle dolaşmaya başladık. Bir süre sonra dolaşırken yalnız olmadığımızı fark ettik. Peşimizde sivil plakalı bir araç vardı. Onlar arkada, biz önde devam ettik yolumuza. Ulaştığımız ailelerin kapılarını tek tek çalmaya başladık. Ancak kapılar ya hiç açılmadı ya da kapıyı açanlar suskunluğunu bozmadı. Yaşadıkları acıya rağmen misafirperverlikten geri durmayıp çay ikram etmek isteseler de, iş yaşadıkları acıyı söze dökmeye gelince, “Olan oldu, konuşmaya gerek yok” demekle yetindiler. Derin bir sessizlik çökmüş gibiydi mahalle aralarına ve peşimize takılan araç da inatla takibi sürdürüyordu.

Peşimize takılan sivil araç

Takip eden araç sayısı 2’ye çıktı

Ailelerin konuşmasından umudu kesince bu kez rotamızı, Çöpler Altın Madeni’nin yanı başından akıp giden Fırat Nehri’nin öte yakasındaki Dostal Köyü’ne çevirdik. Maden bölgesi hakkında bilgi almak üzere Jeoloji Mühendisi Nusret Timurlenk İle  buluşacaktık. Gözümüz yeniden dikiz aynasına iliştiğinde peşimizdeki araç sayının ikiye çıktığını fark ettik. 

Bu kez dikkatimiz bizi takip eden araçlara yöneldi, ekip arkadaşımızdan biri ara sokaklardan birinde o araçların durmasını fırsat bilip yanlarına gitti. Araçtakilerin polis olduğunu bu sayede öğrendik; kimliklerini gösterip bizi güvenliğimizi sağlamak için takip ettiklerini söylediler…

Polis eşliğinde gittiğimiz Dostal Köyü’nde Timurlenk ile buluşup, birlikte Çöpler Köyü’nden geçerek Sabırlı Köyü’ne gitmek üzere yeniden yola çıktık… İçinden geçtiğimiz, İliç’e sekiz kilometre mesafedeki Çöpler Köyü’ne ayrı bir parantez açmak gerekli. Yaklaşık 300 nüfuslu köy, kuruluş aşamasındayken, maden sahası sınırları içinde kalınca Anagold Madencilik tarafından “yeniden yerleşim projesi” adıyla maden sahasının 1,5 kilometre dışında, Karasu Nehri’nin Gembaşı mevkiine taşındı. Taşınmaya rıza gösteren köylüler de bu sayede bugün baraj gölü manzaralı göz alıcı villa tarzı evlerde yaşıyor. Biz de çevre köylerin “babalarının mezarını bile taşıdılar para karşılığında” diyerek hayıflandıkları köylülerin yaşadığı villa tipi evlere ve hemen hepsinin önüne park etmiş olan lüks araçlara baka baka Sabırlı’ya doğru kırdık direksiyonu.

Jeoloji Mühendisi Nusret Timurlenk, bizi takip eden jandarma ile görüştü

“Toprak akıp akarsuyunu doldurur”

Yolun kıvrımlarına ayak uydurarak yüksek rakımlı bir tepeye doğru tırmanmaya başladık. Köye epey yaklaşmıştık ki, felaketin yaşandığı dev vadi karşımızda belirdi. Ürkütücü bir manzaraydı karşımızda duran. Öyle ki, üzerinde bulunduğumuz tepeye 13 Şubat’ta yolumuz düşmüş olsa, o gün felaketi çıplak gözle buradan izleyebileceğimiz bir noktaya ulaşmıştık. Göçüğün meydana geldiği liç yığınının istiflendiği tepe tam karşımızda duruyordu. Görenlerde enfes manzaralı bir göl izlenimi bırakan atık havuzu atlasak içinde yüzecekmiş kadar yakınımızda, hatta neredeyse ayaklarımızın dibindeydi. Gölün bittiği noktada, aradan altı ay geçmesine karşın hâlâ zehirli toprağı kaldırmak için kamyonların birinin gidip diğerinin geldiği alana takıldı gözlerimiz. Hayatını kaybeden işçiler belki de o noktadaydı kaza öncesi. Bugün inşaat sahasını andıran dere yatağının dokuz işçiye mezar olduğunu bilmek ürkütücüydü. Bu toprakların 80 hektarlık bölümünün bir zamanlar tarım arazisi olduğuna, hatta bugün zehirli atıkla kaplanan vadide hayvancılık da yapıldığına inanmak zor. Köylülerce Anagold’a satılan o arazide bugün değil tonlarca sebze meyve üretmek, ot yetiştirmek bile mümkün değil.  

Jeoloji Mühendisi Nusret Timurlenk

Oysa bu hale gelmemesi için ne mücadeleler verilmiş. Nusret Timurlenk’in anlattığına göre bölgede çalışan mühendislerin çoğu liyakat sahibi değil. Timurlenk, “pasa”nın yani yamaçları dolduran altının çıkarılırken kazı sırasında çıkan toprağın biriktirildiği alanları göstererek bu işlemin de özensiz yapıldığını anlatıyor bir eliyle o alanları işaret ederek. Olağan koşullarda maden ocağının doğaya verdiği tahribatın önüne geçmek için kazılan alanları doldurmakta kullanılan ve pasa adı verilen malzemenin bulunduğu yerde yavaş yavaş aktığını söylüyor ve vereceği olası hasarı sıralıyor: 

“Pasayı dik bayırlar üzerine döktüler. Düşünün, ciddi bir yağmur yağsa ıslanan toprak ağırlaşır ve bulunduğu yerde kayar. Bu hem demiryolunu hem karayolunu hem de akarsuyu tehdit edecek nitelikte. Bu bayırlara dökülen pasanın en önemli sakıncası şu, önce akarsuyu sonra da akarsuyla buluşan Keban Barajı’nı doldurabilir!”

Maden sahasında bulunan Anagold ve Anagold’un taşeron şirket Çiftay’a ait yapılara da dikkat çekiyor bir yandan. “Eğer bu malzeme o binaların üzerine kaymış olsaydı hepsi ölmüştü” diyor binaları göstererek. 

Tabii en önemli konulardan biri de altın madeninin bulunduğu bölgeden geçen Kuzey Anadolu Fay hattı.

Çamur yığınının aktığı yönde bir fay olduğunu ve bu fayın Sabırlı fayı ile çakıştığını söyleyen Timurlenk akan malzemenin de iki fayın kesiştiği noktaya yığıldığını söylüyor. 

Bunun anlamı madenin zaten riskli bir alanda bulunduğu ve bu kadar riskli bir alanda kendiliğinde kayan liç yığınının olası ufak bir depremde zaten harekete geçmesi ihtimalinin, yaşanan felaketten bağımsız olarak zaten var olduğu gerçeği.

Ama hemen herkesin merak ettiği can alıcı bir soru daha var: Toprağa siyanür karıştı mı, şimdiden sonra karışması ihtimali var mı?

Atık havuzu

Timurlenk’e göre bu konu hâlâ belirsiz:

“Kaza sonrası sıvının önce suya, sonra da baraj gölüne karışmasını önlemek için o bölgelerde yer altına sondaj yapıyorlar. Yani ‘asitli su, siyanürlü su veya ağır metalli sıvı, toprak zemine sızıyor mu?’ diye sondaj yapıyorlar. Bir sonuç alacaklarını sanmıyorum.” 

Timurlenk’in anlattıkları ve çıplak gözle gördüklerimiz nedeniyle tedirgin olduğumuz tepeden ayrılırken, kafamızda sorular uçuşuyor. En çok da “Biz sadece tedirgin olduk, ya evladını, sevdiklerini bu vadide kaybedenler kim bilir ne halde?” sorusunun cevabını merak ediyoruz.

“Bu ülkeyi yöneten de madene onay veren de suçlu”

Kafamızdaki soru işareti ertesi gün bizi İliç’e üç saat uzaklıkta yaşayan ve şoför olarak çalıştığı madende hayatını kaybeden 35 yaşındaki Uğur Yıldız’ın baba ocağına götürüyor. Bu kez kapı açılıyor. Sıvayla kaplı evin demir kapısından girdiğimizde anne Sevda ve baba Ali Ekber Yıldız ile Uğur’un daha iki yıl önce hayatını birleştirdiği Gamze Yıldız’ı bizi beklerken buluyoruz. Evdeki acı hâlâ çok taze. Annesinin de hayallerine veda etmek zorunda kalan Sevda Yıldız’ın da “yaşam doluydu” diye tanımladıkları Uğur’dan bahsederken gözlerinden yaş eksik olmuyor. 

Baba Ali Ekber Yıldız oğlunun mezarında

Annesi oğlunun hayallerinin yarım kaldığını anlatırken, geride kalan eşi “yarım kalmış bir hikaye” diyerek özetliyor kısacık evliliğini, “Yarım kalmış hayatımı geri verecekler mi?” diye soruyor. Tanıştıklarında madende çalışıyormuş Uğur, tazminatını almasını bekliyorlarmış madendeki işinden ayrılması için. Bir gün olsun kırmamış Gamze’yi, bir gün olsun üzmemiş… Hayat dolu olduğunu söylediği eşini çok özlüyor ve yarım kalan hikâyesi tamamlanabilseydi her aile gibi çocuk sahibi olup, alacağı tazminatla İzmir’in yolunu tutacaklarını, el ele verip daha iyi koşullarda yaşamak için nasıl çabalayacaklarını anlatıyor. 

Uğur Yıldız’ın eşi, Gamze Yıldız

Araya “Biz yandık başkası yanmasın” diyerek giriyor baba Ali Ekber. 

Anne Sevda Yıldız da destekliyor gelinini, o da oğlunun madende çalışmasını istemediğini anlatıyor. “Beş aydır ben yavrumun sesini duymuyorum. Özledim, çok özledim yavrumu” diyor her hatırlayışında. Son zamanlarda işten ayrılması için sık sık konuştuğu, oğlunu ikna ettiği günler gözünün önünden gitmiyor. Tazminatını almayı başarmış olsa, tazminat uğruna madende çalışmak zorunda kalmasa bugün hayatta olacağını biliyor; “Kredi çekip İzmir’den arsa almak istiyordu ama tazminatını almak için madende çalışmaya devam etmek zorunda kaldı” diyor. 

Baba Ali Ekber Yıldız

Bunlar aklına geldikçe asıl suçluların cezaevinde olmadığına hayıflanıp, “Bu ülkeyi yöneten de suçlu, o dönemde kim onay verdiyse, orayı açtırdıysa o da suçlu, Çöpçüler Köyü de suçlu.

Anne Sevda Yıldız, asıl suçluların cezaevine girmesini istiyor

“Para teklif edildi, kabul etmedik…”

Baba Ali Ekber Yıldız alıyor sözü. En büyük endişesi madenin yeniden faaliyete geçmesi ihtimali. Altı aydır sorumluların ceza alması ve bu sayede yeni bir felaket yaşanmasının önüne geçmek için çaba sarf etmiş, birlikte hareket etmek üzere diğer ailelerle temas da kurmaya çalışmışlar ama nafile; bir araya bile gelememiş aileler, kimseden olumlu yanıt alamamışlar. 

Bu güne dek kendileriyle temas kuran iki kesimin varlığından söz ediyor Ali Ekber Yıldız, biri madeni işleten Anagold, diğeri Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İliç Araştırma Komisyonu Üyesi CHP’li Deniz Yavuzyılmaz ve Erzincan Valisi Hamza Aydoğdu.

Yıldız kendileriyle temas kuran kesimlerden birinin her adımda aileye destek vermeye çalıştığını, diğerinin ise para teklif ettiğini şu sözlerle anlatıyor:

“Anagold’dan iki kişi gelip bize para teklif etti. Miktarı tam bilmiyorum ama ‘Burada kaldığınız sürece harçlık olarak ihtiyaçlarınızı giderin diye 200-300 bin TL’ diyorlardı… Biz de ‘Para değil çocuğumuzu istiyoruz’ dedik gelenlere. Ama diğer aileler sustu. Biz gelin beraber mücadele edelim dedik, onlar parayı aldı…”

“Murat Kurum neden ödüllendirildi?”

Ali Ekber Yıldız 2021 yılında ÇED raporunda imzası olan, dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’a da hâlâ tepkili, en çok da facia sonrası yeniden Bakan olmasına tepki gösteriyor, “Neden ödüllendirdiler? Islak imzası olduğu halde, kapasite artışına onay verdiği halde neden aynı göreve yeniden getirildi? ” diye soruyor. Faciadan Anagold’u ve taşeron şirket Çiftay’ın sahipleri ile Murat Kurum’u sorumlu tutuyor. 

Gelini de katılıyor söylediklerine. Uğradığı hayal kırıklığını “Demek ki dokuz kişinin hayatını kaybetmesinin hiçbir anlamı yok… Devlet dokuz kişiyi yok saymış. Dokuz aileyi, dokuz hayatı… Hiç kimsenin umurunda değil ama bana yarım kalan hayatımı geri verebilecekler mi?” sözleriyle anlatıyor. Ailece yargıdan çıkacak kararı, kendi evlatlarının da aralarında olduğu dokuz kişinin hayata ihmal nedeniyle veda ettiğinin ispatlanacağı günü bekliyorlar.

Anagold maden çalışma sahası

13 kişi asli, 26 kişi tali kusurlu”

Bilirkişi raporunu herkesten daha dikkatli gözlerle okuyor, satır aralarında çocuklarını onlardan koparan gerçeği arıyorlar. 

O rapora göre facianın yaşandığı hafta toprak-su analizleri kanun ve yönetmeliklere aykırı olarak alındı. Sadece hareket hız grafiklerine bakılmış olsaydı, gelmekte olan felaket, devasa liç yığınının kayacağı önceden tespit edilecekti. Cihazlar turuncu uyarı vermesine rağmen kimse hiçbir şey yapmamış. Doğu kısmındaki radar eksikliği denetim raporlarına yansımış olmasına rağmen “yeterli bütçe yok” denilerek yıllarca ötelenmiş. Acil durum eylem planı kağıt üzerinde kalmış… Kısaca felaket göz göre göre gelmiş.

Bağımsız Maden İşçileri Sendikası avukatı Mürsel Ünder durumu “Biz bunu iş cinayeti olarak değerlendiriyoruz” sözleriyle özetliyor. 

Avukat Mürsel Ünder

39 kişinin sorumluluğu tespit edilen faciada zanlılar “taksirle öldürme” suçundan, yani istemeden bir başkasının ölümüne sebebiyet vermekten yargılanıyor. Ünder’in bu duruma itirazı var. Örnek olarak da  “güvenli alan” ilan edilen konteynerde beş kişinin can vermesini gösteriyor. Şunu soruyor: “O bölge güvenliyse işçiler neden öldü, güvenli değilse, (-ki beş kişi can verdiğine göre değil) o bölgeyi neden güvenli alan ilan ettiniz ve beş kişi neden oradaydı?”

Zaten bilirkişi raporunda da yargılanan beşi tutuklu 39 sanıktan 13’ü asli kusurlu bulunmuş. 39 kişi arasında Anagold Madencilik ve ana firma SSR Mining’in üst düzey yöneticileri ile liç alanında proje ve tasarım yapan şirket idarecileri de bulunuyor. Ama örneğin hakkında yakalama kararı çıkarılan Kenan Özdemir hâlâ yurtdışında.

Anagold Türkiye Müdürü için tutuklama kararı yok

Avukat Mürsel Ünder Anagold Ülke Müdürü Cengiz Yalçın Demirci’nin tutuksuz yargılanmasının, bununla kalmayıp anık olmasına karşın kazadan sonra onun suç mahalli olarak nitelediği bölgeye giderek bizzat kamu görevlilerini denetlemesinin, arama-kurtarma dahil tüm faaliyetleri yerinde izlemesinin beraberinde getirdiği sıkıntıya dikkat çekiyor; bu durumun savcılık soruşturmasının kısmen eksik kaldığını söylüyor.

NOT: İliç’teki Çöpler Altın Madeni ile ilgili olarak hazırlanan bu dosyada Medyascope ekipleri söz hakkı vermek üzere Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Devlet Su İşleri ve Anagold Madencilik’e başvuruda bulunmuş ancak olumlu yanıt alamamıştır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.