Ruşen Çakır’ın konuğu İslam Özkan: İslam dünyası İsrail’e nasıl cevap verebilir?

Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu ile Gazze’den İsrail’e girerek en az 1200 İsrailliyi öldürmesi ve yüzlerce kişiyi rehin almasının üzerinden neredeyse 9 ay geçti.

Hamas lideri İsmail Haniye, İran’ın başkenti Tahran’da düzenlenen saldırı sonucu öldürüldü. Saldırıda Haniye’nin koruması da hayatını kaybetti. Hamas, saldırının İsrail tarafından düzenlendiğini açıkladı.

Devrim Muhafızları tarafından yapılan açıklamada, “Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin Tahran’daki evi vuruldu. Haniye ve bir koruması, saldırı sonucu şehit oldu” denildi.

Hamas lideri İsmail Haniye, sık sık Türkiye’ye gelen isimlerden biriydi. Haniye son olarak 20 Nisan’da Türkiye’ye gelmiş, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İstanbul’da görüşmüştü.

İsrail, Lübnan’ın başkenti Beyrut’a hava saldırısı düzenledi. Saldırıda, Golan Tepeleri’nde “çocukların ve İsrailli sivillerin öldürülmesinden sorumlu komutan” Fuat Şükrü hedef alındı. Saldırının ardından AFP ve Reuters’a konuşan Hizbullah yönetimine yakın kaynaklar Şükrü’nün hayatta olduğunu söylerken saatler geçtikçe komutanın öldüğüne dair iddialar yayılmaya başladı.

Ruşen Çakır konuğu İslam Özkan ile Hamas lideri Haniye’nin öldürülmesini, İslam dünyasının İsrail’e cevabını, İsrail’in Beyrut’a saldırısını ve bundan sonra ne olacağını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Önce Lübnan’da, Beyrut’ta Hizbullah Komutanı Fuad Şükür, daha sonra Tahran’da Hamas’ın siyâsî lideri İsmail Haniye, İsrail tarafından düzenlenen sûikastlar sonucunda öldürüldü. Bütün bunlar tabiî bölgede yepyeni beklentilere, gerginliklere yol açıyor. Bir bölgesel savaş söz konusu. Peki, burada İslâm dünyası ne yapabilir? Şu âna kadar ne yaptı? Bütün bunları, araştırmacı yazar İslâm Özkan’la konuşacağız. İslâm, merhaba.

İslâm Özkan: Merhaba, iyi yayınlar.

Evet, şimdi bu Golan Tepeleri’ndeki, o hâlâ tartışmalı, çocukların öldüğü saldırının ardından İsrail’in Lübnan’a veya Hizbullah’a bir şey yapacağını bekliyorduk ve nitekim yaptı. Ama 24 saat geçmeden –değil mi?–, daha az bir zamanda Tahran’da İsmail Haniye gibi çok önemli bir ismi Tahran saatiyle sabah 02.00’de katletti. Yine bir güdümlü füzeyle öldürdü. Bunlar çok çok büyük olaylar. Öncelikle şu anda nasıl bir ruh hâli vardır senin gözlediğin medyada, uluslararası medyada? Herhalde bir şaşkınlık mı var? Birtakım şeyler bekleniyordu; ama olay çıkabilecek en yüksek yere çıktı, öyle değil mi?

İslam Özkan: Yani İsrail bu noktada çok da şaşırttı denemez aslında. 7 Ekim’den sonra aslında hiçbir şeye şaşırmamak gerekiyor. Bir gün öncesinde Hizbullah’ın üst düzey komutanı Fuad Şükür’ün öldürülmesi ya da onun hedeflenmesi –öldürülüp öldürülmediği hâlâ henüz belli değil, enkaz altında olduğu söyleniyor–, bir gün sonra İsmail Haniye… bu sûikastlar silsilesi sâdece İsrail’in de dâhil olduğu bir süreç değil, aynı zamanda İran’a yönelik Kasım Süleymanî sûikastını da biliyoruz. Yaklaşık 2,5 sene önce ABD de böyle bir sûikastı gerçekleştirmişti. Dolayısıyla daha önce 2006’da İmad Muğniye, ondan önce Gazze’de Hamas’ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin, Abdülaziz Rantisî ve Yahya Ayyaş gibi, yani saymakla bitmeyecek kadar suikastlar zinciri söz konusu burada. Dolayısıyla belli ölçüde bir şaşkınlık olsa da, aslında çok beklenmeyen bir şey değil. Ama Tahran’da ve doğrudan Hamas komutanlarından birisinin öldürülmesi tabiî ki belli ölçüde bir şaşkınlık yaratmış durumda. Ama artık yavaş yavaş bölge bir savaş atmosferine giriyor ve insanlar psikolojik olarak kendisini birçok şeye alıştırmış durumda. Tabiî ki Tahran’daki bu saldırı, aslında öncelikli olarak Hamas’a yönelik bir mesaj gibi gözükse de, aslında daha büyük mesajın burada Tahran yönetimine, Devrim Muhâfızları’na ve İran yönetimine verildiğini görüyoruz.

O mesajlara gelmeden önce, Haniye saldırısı ne anlama geliyordu? Şeyh Ahmed Yasin dedin meselâ; Şeyh Yasin’le ben zamânında Gazze’de röportaj da yapmıştım CNN Türk için. O zaman ruhânî lider deniyordu ona, bir tür sembolik bir isimdi. Ama Rantisî –yanlış söylemiyorum değil mi?–, o başka bir şeydi. Şimdi İsmail Haniye’den siyâsî lider olarak bahsediliyor, ama bu Hamas yapılanması içerisinde ne anlama geliyor? Yani Hamas’ın bir numarası mıydı?

İslam Özkan: İsmail Haniye, siyâsî kanadın bir numarası. Askerî kanadın başında Muhammed Deif var, İzzedin el-Kassâm Tugayları’nın başında ve Yahya Sinvar’ın onunla yakın çalıştığını biliyoruz.Ama siyâsî kanadın bir numarası İsmail Haniye, daha önce tabiî 2006’daki parlamento seçimlerine ve başbakanlık seçimlerine girmiş, başbakanlık yapmış bir isim. Ama 2017’de tekrar Hamas’ın başına, siyâsî büronun başına seçildi. Pardon, Halid Meşal görevinden ayrıldıktan sonra yerine İsmail Haniye seçilmişti. Dolayısıyla İsrail’in burada verdiği mesaj çok açık: “Hamas’ın en üst ismini vurabiliyoruz”. Tabiî, bu bir güç gösterisi olmanın da ötesinde aslında ABD’nin desteğini, istihbârat, lojistik, askerî, siyâsî ve ekonomik desteğini arkasında hissetmenin berâberinde getirdiği bir özgüven ve şımarıklık olarak da değerlendirilebilir. Meselâ Katar’ın bu konudaki açıklaması çok önemli. Oraya geleceğiz, ama bu bağlamda önemli. Yani bir taraftan Netanyahu yönetimi Hamas’la ateşkes ve esir takası müzâkerelerini sürdürürken, diğer taraftan da Hamas’ın en üst düzey ismini, hem de sivil kanat ya da siyâsî kanadın en yetkili ismini katlediyor. Dolayısıyla burada İsrail’in ateşkes müzâkerelerinde, barışta samîmî olduğunu söylemek mümkün değil. Bence bölgede bütün bölgesel aktörler, hattâ İran da dâhil ve müttefikler de dâhil olmak üzere, bu krizi bölgesel bir savaşa dönüştürmek istemiyorlar. Bunun tek istisnâsı, bölgedeki bütün siyâsî aktörler içerisindeki tek istisnâ; Netanyahu bence küçük operasyonlarla Hamas, Hizbullah ve İran’ı dize getiremeyeceğini bildiği için büyük bir savaş başlatarak bölgeyi bir ateş topuna çevirip Amerika’yı da arkasında sürükleyerek düşmanlarını tasfiye etmek istiyor. Çünkü uzun vâdede İsrail’in veya Netanyahu’nun bölgede kalabilmesi ve siyâsî aktör olarak varlığını devam ettirmesi, arkasındaki ABD’nin askerî ve siyâsî gücünün, istihbârat gücünün devâmıyla mümkün. Bence ABD yalan söylüyor; “Bizim haberimiz yoktu, önceden bilgi sâhibi değildik” diyor. Tabiî ki İsrail’in yeterli istihbârat desteği olabilir belli ölçülerde. Azerbaycan’daki gözetleme sistemleri veya uydu arka planının olduğunu biliyoruz İsrail’in. Ama birçok sûikastta Amerika’nın istihbârat paylaşımı yaptığını da net bir şekilde biliyoruz. En azından 2008’de Şam’da gerçekleştirilen İmad Muğniye sûikastında ABD’nin istihbârat desteği verdiği sızan bilgiler arasındaydı.

Şöyle de bir husus var: Netanyahu’nun Amerikan Kongresi’nde gördüğü o büyük ilgi ve ardından hem Biden hem Trump tarafından kabul edilmesinin verdiği bir özgüven de oldu. Yani istihbârat paylaşımı falan tabiî ki vardır; ama esas olarak biliyoruz ki Batı’da –dünyada sivil toplumlarda bir tepki var– en önemli yerlerde baktığımız zaman çok ciddî bir şekilde arkasında destek var ve İsrail buna güveniyor. Bugün Ömer Çelik de benzer bir açıklama yaptı, biliyorsundur: “İsrail bölgesel savaş çıkartmak istiyor” diye. Peki, burada nasıl bir murâdı var? Yani diyelim ki bölgesel bir savaş çıktı, her yer yakıldı, yıkıldı; Lübnan ve diğer yerler. Ne geçecek eline? Nasıl bir Ortadoğu hayal ediyor İsrail? Diyelim ki ABD başta olmak üzere Batı’nın desteğini alarak uzun süren bir savaş mı, yoksa nasıl bir plan var? O konuda bir netlik var mı? Yani savaş çıkmasının ötesinde nasıl bir hedef var?

İslam Özkan: Yani aslında plan, uzun süredir işleyen bir stratejiye dayanıyor. İşleyen strateji şu şekilde daha doğrusu: İsrail’in ve Amerika’nın bölgesel müttefiklerini ihyâ etmek, düşmanlarını ise tasfiye etmek şeklinde. Eğer bölgede İran’ın vurulması, İran’ın zayıflatılması ve müttefiklerinin zayıflatılması hedefleniyorsa, Yemen’de Ensarullah’ın çok daha büyük saldırılarla karşılaşması, Hizbullah’ın üst düzey yönetimi, hattâ Beyrut’un ya da Lübnan’ın, Güney Lübnan’ın yakılıp yıkılmasıyla belki de İran’ın ve dostlarının müttefiklerini dize getireceğini düşünüyorlar.Körfez ülkeleri başta olmak üzere ABD müttefiklerinin öne çıkartılabileceği, onların daha çok İsrail’le berâber hegemon olduğu bir bölgesel düzen arayışında olabilirler. Ancak bu tabiî ki bir hayal. Netanyahu çok büyük bir mâcerâ peşinde, ne yapmak istediğini tam olarak bildiğimizden de emin değiliz. İsrail’in en aşırı sağcı kabinesini kurdu; İsrail târihinde şu âna kadar gelmiş geçmiş en faşist, en ırkçı ve en aşırı sağcı kabinenin bu olduğunu söyleyebiliriz.Kabinede biliyorsunuz, Ben-Gvir Ulusal Güvenlik Bakanı ve Smotrich Maliye Bakanı, onlar başta olmak üzere, terörist, hattâ İsrail’in kendi kriterlerine göre bile aşırı sağcı ve terörist olarak sayılabilecek iki isim var.Dolayısıyla bu yakıp yıkma noktasında bir engel görmüyorlar. Ama şunu ifâde etmek lâzım: Bu yakıp yıkmanın da bir sınırı var. Yani İran’ı bütünüyle yok edemeyeceklerine göre ya da Devrim Muhâfızları’nı bütünüyle imhâ edemeyeceklerine ya da zayıf düşüremeyeceklerine göre, bir yıldırma ve caydırıcılık stratejisi olarak, yani en acıtıcı darbeyi vurup bir caydırıcılık yakalayabilme uğraşısı içerisinde olduğunu görüyoruz.Ama tabiî ki buradaki esas hedef, Amerika’yı arkasında sürükleyerek belki kitle imhâ silâhlarının da kullanıldığı… tabiî nükleer silâhların ilk aşamada kullanılma gibi bir durum söz konusu olmaz. Kitle imhâ silâhlarının kullanılacağı bir senaryo, belki de ABD’nin Japonya’ya verdiği dersten ilham alarak, çok büyük bir nüfûsa değil; ama çok acıtıcı bir darbeyle ABD’nin Japonya’yı dize getirdiği gibi, İsrail’in ABD’yi arkasında sürükleyerek İran’ı veya müttefiklerini dize getirmek istemesi söz konusu olabilir. Ama bu mâcerâ tabiî ki çok sınırlı imkânlara sâhip. ABD’nin ve Batı’nın gücünü alsa da, Batı şu anda Rusya-Ukrayna savaşıyla bir taraftan uğraşıyor ve ABD’nin Çin ile ciddî sorunları var ve küresel denklemin yavaş yavaş doğuya doğru kaydığına dâir genel bir kanaat var. Dolayısıyla ABD hâlâ çok güçlü, Batılı ülkeler, evet, hâlâ çok güçlü; ama eski güçlerinde olup olmadıkları ciddî anlamda sorgulanıyor. Ve bu sürecin askerî bir çatışmayla sonuçlanmasını kimse istemez. Çünkü bölgesel bir savaşın küresel bir savaşa dönme potansiyeli de var. Bir kez bu sürece girildiğinde, savaşın nerelere sıçrayacağını ve boyutlanacağını kimse kestiremez.

Burada şöyle bir mesele var tabiî: İsrail bir şey yapıyor, birilerini hedef alıyor ve bu güçlere baktığımız zaman, aslında dönüp dolaşıp İran’ı görüyoruz. Yani şimdi Hamas dediğimizde İran, Hizbullah dediğimizde İran ya da Yemen’de Husiler dediğimizde İran. Eskiden Suriye vardı; artık yok, Suriye kendi derdine düştü. Bu çok önemli bir gelişme. Bunu özellikle not düşmek lâzım. Eskiden Filistin meselesi, Ortadoğu denilince en önde gelen aktörlerden biri Suriye’ydi, ama artık Suriye devre dışı. Lübnan’da da bir etkisi yok, Filistin dâvâsında da bir etkisi yok. Peki, böyle bir durumda Tahran’da Cumhurbaşkanı’nın yemin töreninin gecesinde; Tahran’ın göbeği herhalde, yani neresi olursa olsun Tahran’da bir yere saldırı yapılabilmek –ki İran topraklarında ilk defa saldırı yapmıyorlar–… bu çok büyük bir meydan okuma. O zaman insan şunu düşünüyor: İsrail’in en önemli düşmanı İran, ama İran’la doğrudan savaşmıyor. Vesâyet savaşları oluyor daha çok. Ama pekâlâ İran topraklarını doğrudan hedef alabilen bir İsrail var. Burada çok büyük bir dengesizlik yok mu? Nasıl olacak? Yani şöyle bir şey var: İran’dan destek alan birçok yapı, “İran kendini koruyamıyor” diye düşünmeyecek mi?

İslam Özkan: Bu akla gelebilecek bir soru. Gerçekten de hem sosyal medyada hem de Arap basınında bu sorgulanıyor;İran’ın istihbârat zaafı var. Ama şunu ifâde etmek lâzım: Meselâ bundan birkaç ay önce Şam’daki İran Büyükelçiliği vurulduğunda, İran misilleme yapmıştı hatırlarsanız. Orada Kıbrıs’tan kalkan İngiliz ve Fransız uçaklarıyla berâber, Doğu Akdeniz’deki uçak gemilerinden kalkan Amerikan uçakları ve İsrail uçaklarıyla, bu füzeleri düşürmeye çalıştılar, düşürdüler ve büyük ölçüde etkisiz hâle getirdiler. Çok azı İsrail topraklarına, yani işgal altındaki Filistin topraklarına düştü. Şimdi böyle olduğunu gördüğümüzde, yani durum böyle olunca şunu ifâde etmek lâzım: Evet, İran’da bir istihbârat zaafı var, ama öte yandan bütün Batılı ülkeler istihbârat paylaşımı yapıyor ve İsrail’e yönelik bir saldırıyı sanki kendi ülkelerine yapılmış gibi değerlendiriyorlar. Meselâ İngiliz ve Fransız uçaklarının kalkıp o füzeleri düşürmeye çalışması bunu gösteriyor. Yani bir anlamda İran aslında bütün Batılı ülkelerin İsrail’le dayanıştığı bir ortamda, evet, bir istihbârat zaafı yaşamış. Ama bunun bir Azerbaycan boyutu var, Azerbaycan’daki İsrail üsleri var, bunun Batılı ülkeler boyutu var. Dolayısıyla bu boyutu da bütünüyle göz ardı etmemek gerekiyor. Bir de şunu görmek lâzım; yani o konutların yeri belli.Haniye’nin de o konutlarda kaldığı vs. az çok bilinen bir şey. Dolayısıyla gerçekten nokta atışı yapmış da olabilir. Yani İran’ın Devrim Muhâfızları içerisine Mossad’ın sızması gibi bir durum da söz konusu olabilir. Daha önce hatırlar mısınız, çok ön plana çıkmadı ama; Kasım Süleymanî’nin öldürülmesinde Amerika’ya istihbârat bilgisi verdiği için, Devrim Muhâfızı subaylarından biri îdam edilmişti. Zaman zaman bu Devrim Muhâfızları içerisine, İran ordusuna, İran istihbârâtına böyle sızmalar oluyor ve bunlar birtakım paylaşımlar yapıyorlar. Tersi de oluyor tabiî. Meselâ İsrail’de de İran’a çalıştığı için bundan birkaç yıl önce bir bakan, hattâ bakan düzeyinde yetkili bir isim tutuklanmış, gözaltına alınmıştı, mahkemeye çıkartıldı. Bundan birkaç ay önce yine bir İsrail vatandaşı İran’a bilerek ya da bilmeyerek bilgi sağladığı için yine gözaltına alınmıştı. Hem de aşırı Ortodoks Yahudilerden bir tânesi. Bu istihbârat savaşları devam edecek. Ama İran’ın burada istihbârat zaafıyla berâber bence en büyük sorunu, İsrail’in canını acıtacak bir karşılık vermesinin artık zamânının geldiğini görüyoruz. Yani ne İmad Muğniye sûikastına ne Kasım Süleymanî sûikastına ne de bu Şam Büyükelçiliği’ne yönelik saldırıya, İsrail saldırısına aynı ölçüde misilleme yapamadı İran.Yani artık bu acıtıcı cevâbın gelmesi gerekiyor ki İsrail için bunun caydırıcılığı olsun. İsrail’e füzeler atıp da bu füzelerin büyük bir bölümü etkisiz hâle getirildiğinde ya da bu füzeler, bu saldırılar, bu operasyonlar önceden haber verildiğinde, bir şekilde önlem alınıyor. İran’ın artık şunu hesaplaması gerekiyor: İran ve müttefikleri İsrail’e en az İsrail saldırdığındaki kadar acıtıcı bir cevap vermediği sürece, İsrail bu şımarıklığına, bu küstahlığına, büyük özgüven içerisindeki bu hareketlerine devam edecek. Bugün İsmail Haniye olur.Kaldı ki Ziyad en-Nahale adlı bir İslâmî Cihad yetkilisi de aynı binâda ya da aynı misafirhânede kalıyormuş. Yani aynı dâirede değil belki ama, onun da hedef alınması söz konusu olabilirdi. Doğrudan İsmail Haniye’yi hedef almışlar. Dolayısıyla burada çok dakik, çok hassas bir istihbârat bilgisinin olduğu çok açık. İran’ın bir taraftan hem kendi içerisindeki istihbârat zaafını kapatması gerekiyor, hem Devrim Muhâfızları içerisindeki istihbârâtına girmiş olan sızmaları engellemesi gerekiyor, hem de İsrail’e en az İsrail’in yaptığı kadar acıtıcı bir darbe vurarak caydırıcılığını koruması gerekiyor. Yoksa caydırıcılık denen bir şey kalmaz.

Bir de şöyle bir husus var ama, onu da özellikle sen daha iyi biliyorsun: İran, İslâm dünyasında da bayağı bir yalnız kalıyor.

İslam Özkan: Aynen.

Meselâ bundan bir iki gün önce, daha yeni, tâze, dündü; Haniye sûikastından önce Türkiye’de İslâmcı bilinen birisi, İsrail’le İran’ın danışıklı dövüş yaptığını söyleyebildi ve insanlar buna bayağı inanıyorlar. Suriye olayından sonra mezhep meselesinin gündeme gelmesiyle berâber, özellikle IŞİD’le birlikte bu çok ciddî bir şey oldu ve İran’a Sünnî dünyada, Sünnî İslâmî hareketler içerisinde de şüpheyle bakan çok insan var. Hattâ danışıklı dövüş yaptığını söyleyenler bile var.

İslam Özkan: AK Parti’ye yakın bâzı gazeteci ve yazarların “trolleşmesi” diye bir durum söz konusu. Buna çok fazla girmek istemiyorum; ama bu işin bir boyutu. Diğer boyutunda ise Türkiye’deki müesses nizâmın diğer Sünnî dünyayla birlikte, İran’ın birtakım hareketlerinden rahatsız olduğu ya da bâzı eylemlerini desteklese ya da en azından ilişkilerini bozmak istemese de, İslâm dünyası üzerinde sempati uyandıracak, Erdoğan’a rakip olabilecek ya da AK Parti’nin Müslüman Kardeşler’e kol kanat germesiyle başlayan süreçte Arap dünyasında meydana gelen sempatiyi çalacak, azaltacak bir şey içerisinde olmasını asla Türkiye’deki müessese nizam, yani AK Parti’nin kurmuş olduğu müesses nizam –biz ona AK Parti Devleti de diyebiliriz–, bunu asla istemiyorlar. O yüzden sosyal medyadaki trollerini harekete geçiriyorlar vs.. İran’ın eleştirilecek çok şeyi var; otoriter bir devlet olması başta olmak üzere, özgürlükler noktasında çok ciddî sorunların yaşanması vs.. Ama Filistin konusunda o trol gazetecilerin söylediklerinin gerçekle uzaktan yakından alâkası yok. Bu tamâmen mezhepçilikle, takıntılı bir mezhepçilikle çok yakından alâkalı. Şöyle bir tasavvur var: Sünnî dünyada AK Parti’nin ve Müslüman Kardeşler’in hâkimiyeti dışında herhangi bir farklı yapılanmaya çok da sıcak bakmayan ve İran’ın diyelim ki Filistinli gruplara desteğinin önemini azaltmaya çalışan, bunu değersizleştirmeye çalışan bir îtibarsızlaştırma çabası ve çalışmasını görüyoruz. Bu, devletlerin sıkça yaptığı bir şey. Bu aynı zamanda bir psikolojik savaş.Ama böyle bir süreçte, Erdoğan’ın –çok önemsenmese de– “İsrail’e gireriz” sözünden sonra, yapmış olduğu o açıklamanın ardından trollerin böyle sosyal medyada harekete geçmesi ya da trol gazetecilerin bu tür paylaşımlar yapması oldukça ilginç. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” gibi bir durum var.

Aslında tam da Erdoğan’ın çıkışını soracaktım. Normalde Filistin meselesi, özellikle Hamas bağlamında Filistin meselesi İran’ın elinde kalmış gibi gözüküyor. Onun dışındaki birçok yapı, meselâ Arap dünyasındaki İslâmî hareketler Arap Baharı’ndan sonra büyük ölçüde etkisizleştiler, bunu da biliyoruz. Ve Erdoğan’ın o çıkışını gördük ve sanki burada olay, Filistinliler’i himâye etme talebi aslında bir anlamda. Ve bunun hemen ardından Haniye sûikastı oldu, çok ilginç bir durum. Erdoğan, bir iki gün önce Rize’de bunu söyledi ve tabiî ki şimdi insanlar hemen, “Bakalım Erdoğan şimdi ne yapacak?” diye merak ediyor. Erdoğan’ın ilk açıklaması, Hamas’ın yanında ve Netanyahu’ya karşı yapılan bir açıklamadan ibâretti; ama bunun ötesinde bir şey yok. Türkiye bir şey yapabilir mi hakîkaten? Erdoğan’ın o sözü, Karabağ ve Libya benzetmeleri… Ben meselâ Türkiye’nin hakîkaten neyi nasıl yapabileceğini, kiminle berâber yapabileceğini kestiremiyorum.

İslam Özkan: Türkiye’nin tabiî ki çok ciddî sınırlılıkları var. Türkiye şu âna kadar söylediği şeylerin çok azını gerçekleştirdiği için, Erdoğan’ın bundan sonraki açıklamalarının bir karşılığının olduğunu söylemek mümkün değil. Bunu nereden anlıyoruz? Bunu Arap dünyasındaki basın ve gazetelerden, hattâ Türkiye’ye en yakın olan Katar’a bağlı olan El Cezire olsun ya da El Arabî gibi diğer basın-yayın organlarından anlıyoruz. Bunların internet sitelerine baktığımızda, haberi manşetten veren, çok önemsediğini gösteren bir tavır görmüyoruz. Halbuki bu çok ciddî bir açıklama; bir ülkenin başka bir ülkenin toprağına girmesi, yani “Karabağ’a ve Libya’ya girdiğimiz gibi İsrail’e de gireriz” açıklaması aslında çok önemli bir açıklama. Yani dokuz sütuna manşetten verilebilecek bir şey. Ve özellikle AK Parti’nin desteklediği ya da Türkiye’nin desteklemiş olduğu İslâmî gruplarda çok büyük heyecan uyandırması lâzım. Ama hiç bu heyecânı uyandırmadığını görüyoruz. Bırakın onu, Türkiye içinde hükûmeti destekleyen yayın organlarına bakın, onların da benzer bir tavır içerisinde olduğunu görüyoruz. Yani artık AK Parti seçmeni bile Erdoğan’ın açıklamalarına inanmıyor. Çünkü bunun bir karşılığı olmadığını görüyorlar.Türkiye İsrail’e girecekse; nasıl girecek, neyle girecek? Yani Türk ordusu Gazze’ye mi gidecek? Bir defa sınırı yok zâten. Onun dışında zâten kurumsal bir devlet aklı olsa, her şey aşamalı olarak ve daha planlı bir şekilde gerçekleşir. Önce diplomatik ilişkileri kesersiniz, sonra ticârî ilişkileri kesersiniz, sonra uluslararası toplumu harekete geçirmeye çalışırsınız. En son yapılacak şey askerî müdâhaledir. Siz daha Uluslararası Adâlet Divânı’na 7 aydır başvuruda bile bulunmamışsınız — ki Hakan Fidan tâ o zaman, “‘Güney Afrika’nın açtığı soykırım dâvâsına destek olacağız, müdâhil olacağız” demişti. Ancak 7 aydır herhangi bir gelişme yok. Soru sorulduğunda Dışişleri yetkililerinin ifâde ettiği şey, “Hazırlıklarımız devam ediyor”. Yani süreç çok karmaşıkmış, bu yüzden bizimkiler müdâhil olamıyorlarmış dâvâya. Yani biraz zaman gerekiyormuş vs..O yüzden henüz İsrail’le ticâreti tam anlamıyla kesmeyen, üçüncü ülkeler üzerinden bunu yürüttüğü gibi, zaman zaman gemilerin doğrudan Hayfa Limanı’na yükleme ve boşaltma yaptığı ve Azerbaycan petrolünün Mersin üzerinden İsrail’e ulaştırıldığı bir süreçte, kusura bakmayın, kimse sizin İsrail’e gireceğinize falan inanmaz.Önce ticârî ilişkilerinizi kesmenizi ister.

Peki şunu sorayım — çok insanın aklına geliyor, ben de birkaç yayında bunu dile getirdim: El Kaide ve IŞİD gibi yapıların İsrail’i hedef aldığını ben duymadım.

İslam Özkan: Ben de duymadım.

Ben en son bugün yaptığım yayında şöyle dedim: Acaba Hamas gibi yapılar iyice tasfiye olsun da buradaki hareketin tabanını biz alalım gibi bir hesap mı yapıyorlar, ne olabilir? Çünkü dünyanın dört bir tarafında örgütlü olduklarını biliyoruz ve sembolik de olsa bir şeyler yaptıklarını biliyoruz. Hattâ sembolün ötesinde bir şeyler yaptıklarını biliyoruz. Ben meselâ geçen bir video gördüm, Mali’de mi ne, Wagner askerlerine yaptıklarını falan, böyle acâyip yapılar da var ortada. Buradaki mesele nedir? Yani sen ne düşünüyorsun bu konuda? Tabiî komplo teorileri de var: “Bunları zâten İsrail ve ABD yaptırttı” diyenler var, ama bu başka bir şey. Neden böyle bir şey var, niye dâhil olmuyorlar buna? Meselâ şeyi hatırlarsan, Usame Bin Ladin ilk deklarasyonunda, yani savaş îlânında doğrudan Siyonizmi, İsrail’i hedef alarak başlamıştı. Ama El Kaide’nin de dünyanın dört bir tarafında yaptığı o kadar saldırı var. Burada benim bildiğim çok fazla bir şey yok; hele yakın zamanda yapılmış hiç yok.

İslam Özkan: Evet. El Kaide şu anda, liderleri –önce Usame Bin Ladin, daha sonra Eymen ez-Zevahiri– art arda öldürüldükten sonra oldukça zayıfladı. Tabiî sadece liderlerinin öldürülmesi nedeniyle değil, El Kaide parçalandı ve ikinci, üçüncü, dördüncü peyda oldu içerisinde. Ve bu parçalanmayla berâber giderek etkisi zayıflayan bir örgüte dönüştü. Yanlış stratejilerin de buna çok büyük katkısı var. Bir örgüt eğer bir devlet desteğini arkasına alamazsa, uluslararası alanda izole edilir, yalnızlaşır ve parçalanıp dağılır. Başka türlü sorunlarla uğraşmak ve birtakım şeylere mârûz kalır. El Kaide’ye destek veren birtakım ülkeler defa El Kaide’den desteğini çekti ve tam tersine, El Kaide kendisine belli ölçülerde destek veren o ülkelere karşı savaşmaya başladı. El Kaide bir anlamda inandırıcılığını da yitirdi. Yani önceden doğrudan Batılı hedeflere saldırılar düzenliyordu; meselâ Yemen açıklarında bir Amerikan destroyerine düzenlediği saldırıda 2000’li yılların başında, 2009’da diye hatırlıyorum, 19 Amerikan askeri ölmüştü. Bunun dışında Avrupa’da tabiî çoğu sivil bölgelere birtakım saldırılar, İspanya’da tren saldırısı 2004’te gerçekleşmişti, vs.. Yani El Kaide sanki böyle İslâm dünyasının Batı’ya karşı savaşan bir kolu gibiydi. Arap Baharı ile berâber hedef sapmasına uğradı.Yani tabiî ki bu daha önceki yaptıklarının meşrû olduğu, özellikle sivil bölgelere yönelik eylemlerin meşrû olduğu anlamına gelmez. Ancak netîce îtibâriyle İslâm dünyası içerisinde eylem yapsa dahi, 2000’li yılların eylemlerine baktığımızda, yine İngiliz Konsolosluğu, işte sinagog saldırısı vs. ile Batılı hedeflerin ya da Batı’yla müttefik olan yerlerin hedef alındığını görüyoruz. Fakat Arap Baharı ile berâber tam tersine döndü; bu sefer Suriye ve İran’a karşı, Irak’ta Şiîlere karşı savaşmaya başladı. Tabiî ki Irak’ta durumlar biraz daha karmaşıktı ve süreç içerisinde El Kaide, hem imaj anlamında hem de liderlerin öldürülmesi anlamında ve Afganistan’da, Suriye’de ve Irak’ta yaşanan dönüşümler sonucu, Irak güvenlik güçlerinin giderek güçlenmesi, ABD’nin çekilmesiyle berâber Irak güvenlik güçlerinin gayri nizâmîm savaşta elde edindiği tecrübe, IŞİD ve El Kaide gibi örgütlere karşı başarılar elde edilmesini berâberinde getirdi. Bütün bu faktörler, Selefî cihadî hareketlerin dünya çapında küresel bir gerileme içerisinde olmasını berâberinde getirdi.Özellikle de Suriye’de IŞİD’in, hem Türkiye’nin yaptığı operasyonlar hem YPG’nin ABD ile birlikte ortaklaşa gerçekleştirdiği operasyonlar, bunun dışında Suriye’de Şam yönetiminin, Beşar Esad yönetiminin de zamaan zaman IŞİD ile bâzı bölgelerde girdiği çatışmalar, IŞİD’in büyük ölçüde zayıflamasına yol açtı. Yani tabiî ki IŞİD ve El Kaide’yi burada ayırt ediyoruz; ama netice îtibâriyle birbirinin içinden çıkmış örgütler. Yemen’de de aynı şekilde, meselâ Ensarullah’ın, Husilerin ciddî anlamda IŞİD ve El Kaide’ye darbeler vurduğunu biliyoruz. Oradaki siyâsal denklemler de aynı şekilde.Yani El Kaide ve IŞİD benzeri hareketler, aslında uluslararası sistemin etkili olamadığı boşluklarda daha çok güçlenen hareketler. Fakat oralarda da, meselâ Afganistan’da Taliban’ın ortaya çıkması –ki Taliban IŞİD ile savaşan önemli bir siyâsî güçtü, El Kaide ile müttefik olsa bile–; Yemen’de de Ensarullah gibi bir siyâsî aktörün ortaya çıkması, küresel düzendeki o boşlukların da artık El Kaide’nin ve Selefî cihadî hareketlerin çok da lehine olmayacak şekilde birtakım gelişmelerin yaşanmasına yol açtı.Ancak Afrika biraz daha farklı. Afrika’nın farklı yerlerinde, Mali’de, Somali’de ve farklı yerlerde özellikle o boşluğu yeniden yakalamaya çalıştığını, Nijerya’da Boko Haram vs. ile o boşluktan tekrar yeniden güçlenme yönünde birtakım atılımlar yaptığını görüyoruz. Fakat siz de takdir edersiniz ki, siyâsal bir vizyonu olmayan askerî yapıların ve müzâkere vizyonu olmayan askerî örgütlerin çok fazla hayatta kalma şansı yok.Yani El Kaide ve IŞİD bugün hiçbir siyâsî vizyonu olmayan hareketler. Bunlar sâdece savaşma üzerine kurulu ve bütün stratejileri sâdece askerî vizyon üzerine odaklanmış hareketler, örgütler. Dolayısıyla ilelebet savaşamayacağınız için bir siyâsal vizyonunuzun olması, bir siyâsal düzen kurma, inşâ etme vizyonuna sâhip olmanız gerekir. Bu da olmadığı için bu hareketlerin zaman içerisinde zayıflaması kaçınılmazdır. Şu anda IŞİD meselâ yer yer Arap basınında çıkıyor; “IŞİD yeniden mi hortluyor?” vs. diye. Sizinle 2015’te IŞİD üzerine bir program yapmıştık, hatırlarsanız, Birikim Dergisi’nde “IŞİD’i Anlamak” diye yazmış olduğum bir yazı üzerine. Ben IŞİD’in Musul operasyonundan sonra Irak’ta sona erdiğini ve bundan sonra yeniden toparlanamayacağını; IŞİD yeniden toparlansa bile bunun küçük birtakım saldırılar şeklinde olacağını, ama hiçbir zaman Musul’u ele geçirdiği, yani Suriye ve Irak’ta ele geçirdiği İngiltere büyüklüğünde toprakların oranında, ölçüsünde, büyüklüğünde bir güce tekrar kavuşamayacağını söylemiştim.Hâlâ da aynı kanaatteyim. Çünkü o siyâsal vizyon eksikliği her zaman kendini ortaya koyuyor ve bu hareketlerin zayıflamasına yol açıyor.

Peki, sonuç olarak baktığımızda, Haniye sûikastı ya da Fuad Şükür suikastı oldu, belki başka şeyler de olabilir; çünkü İsrail çok gözü dönmüş bir şekilde her yere saldırabiliyor. Buraya cevâbı yine İran ve İran’la koordineli şekilde çalışan birtakım –İran’ın tâbiriyle “Direniş Ekseni” değil mi?– o yapılar mı verecek? Yoksa onların verebildiği cevapları da gördük, daha önceki örneklerde de gördük. Sonuç olarak İsrail’in yaptığı yanına kâr kalacakmış gibi geliyor. İslâm dünyasından etkili bir cevap gelme imkânı görüyor musun?

İslam Özkan: Çok etkili bir cevap gelme ihtimâli İslâm dünyasından çok zayıf. Ama ben, İran’ın misilleme yapmak zorunda olduğunu, yani Hamaney’in açıklamalarından sonra ciddî bir misilleme yapmak zorunda olduğunu, bunu yapmazsa inandırıcılığını yitireceğini ve caydırıcılık noktasında çok ciddî bir zâfiyete uğrayacağını düşünüyorum. Misilleme yapmasına kesin gözüyle bakıyorum İran’ın. Hattâ İran’ın proxy’leri ya da müttefiklerinden, yani Yemen’den, Irak’taki Haşdi Şaabi’den, Ensarullah’tan gelen cevaplar da yeterli olmaz. Bu, İran’ın doğrudan vereceği misillemenin yerine, karşılığın yerine asla geçmez. Mâdem bu saldırı kendi topraklarında, tam başkentinde ve nokta atışıyla gerçekleşti, bunun karşılığını mutlaka bizzat İran’ın vermesi gerekiyor. Müttefiklerinin vermesi de yeterli değil. Tabiî muhtemelen kendi aralarında konuşuyorlardır, tartışıyorlardır; ama önceden haber verilecek şekilde önlenmesi mümkün olan bir saldırı da artık esprisini yitirdi. İran’ın, az önce de söylediğim gibi, acıtıcı bir darbe vurmaması, bu savaşın Hizbullah’ın, İran’ın ve müttefiklerinin aleyhine gelişeceği yönünde bir sinyal. Ama ABD ağırlığını koyarsa ve bu noktada “Netanyahu’yu frenleyeceğim, Gazze’de soykırımın durmasını, Gazze’de ateşkesin sağlanmasını bir şekilde sağlayacağım” diye bir taahhüt verirse, o zaman bölgedeki gerilimin daha fazla tırmanmaması için İran yine bir öncekine benzer, sınırlı etkisi olan bir saldırı yapabilir. Çok acıtıcı, ciddî anlamda İsrail’e darbe vuracak bir şeyden kaçınabilir.Ama eğer ufukta böyle bir anlaşmanın olacağını görmezse… ki Roma’da müzâkereler devam ediyor ve aslında tam da anlaşmak üzerelerdi; ABD bu anlaşmaya çok yakın olunduğunu ifâde etmişti. Fakat Netanyahu yeni talepleriyle bu süreci sabote etti. Tabiî burada aslında bütün iş Amerika’da bitiyor. Hattâ Biden yönetiminde bitiyor. Biden yönetimi, her ne kadar şu anda seçim sath-ı mâiline girilmiş olsa da, isterse Netanyahu’yu iknâ edebilir. Yani ciddî baskı uygulayarak, en azından silâh vermeyi bırakmakla tehdit etse bile, bu Netanyahu için caydırıcı bir şey olabilir. Ama Amerikan Kongresi’ndeki o tablo hiç de iç açıcı, hiç de umut verici bir tablo değil. Dolayısıyla eğer bu ateşkes noktasında bir taahhütte bulunulmazsa, İran’ın daha sert bir misillemede bulunma ihtimâli var. Ama eğer Amerika birtakım taahhütlerle tekrar devreye girerse, o zaman durumun farklı olacağını söyleyebiliriz.

Evet, çok teşekkürler İslâm. Sonuçta dönüp dolaşıp tekrar Washington’a bakmak durumundayız, böyle de acı bir kaderimiz var.

İslam Özkan: Aynen öyle.

Evet, çok sağ ol İslâm Özkan. “İslâm dünyası ne yapabilir? Türkiye ne yapabilir?” diye konuştuk. Çok da fazla bir şey yapılamayacağını gördük; daha önce de yapılamamıştı. İslâm Özkan’a çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.