Sokak köpeklerinin öldürülmesini öngören ve bunun sorumluluğunu belediyelere bırakan kanun teklifi 2 Ağustos’ta Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
AKP’nin yönettiği Niğde Belediyesi’nin geçici hayvan bakımevindeki köpeklerin öldürülüp toplu mezarlara gömüldüğü ileri sürüldü. Niğde’de yaşayan hayvan hakları savunucusu Nurşah Kartal, Niğde Belediyesi Veteriner İşleri Müdürü Tunç Bilgin ve uyutma işlemini gerçekleştirdikleri öne sürülen iki çalışandan şikâyetçi oldu.
Ankara-Altındağ’da çevresi çitlerle kapalı bir alanda vahşice öldürülmüş halde onlarca köpek bulundu.
2 Ağustos’tan beri Instagram’a Türkiye’de erişim engeli var. Instagram’a erişim yasağının ardından bir engel de çocuklar arasında popüler olan Roblox Corporation tarafından geliştirilen bir çevrimiçi deneyim platformu ve deneyim oluşturma sistemi olan Roblox’a getirildi.
ABD, Katar ve Mısırlı yetkililer, İsrail ve Hamas’ı 15 Ağustos’ta Doha veya Kahire’de yapılacak müzakerelere katılmaya davet etti. Üç ülkenin ortak açıklamasında, “Çerçeve anlaşması şu anda masada ve sadece uygulama detayları sonuçlandırılmayı bekliyor” ifadesi yer aldı. Bu hamle, bölgede tırmanan gerilim ve olası bir İran misillemesi endişeleri arasında kritik bir adım olarak değerlendiriliyor.
Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel Haftaya Bakış’ta CHP’nin oyunun artıp artmadığını, sokak köpeklerinin vahşiçe öldürülme iddiasını, Instagram ve Roblox’un Türkiye’de erişim engeli getirilmesini ve Ortadoğu’da son yaşananları değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can ve Kadri Gürsel’le haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Arkadaşlar, merhaba. Ben İstanbul’a döndüm, siz henüz gelmediniz. Olsun, böyle de iyi. Konuşacak şey var. Kadri, seninle başlayalım. Önce Niğde’de ve Ankara Altındağ’da yaşananlarla başlayalım istiyorum. Daha yasa çıkar çıkmaz birileri durumdan vazîfe çıkartıp, ellerini hızlı tutup, gizli kapaklı bir şekilde katliam yapıyorlar. Olup bitenler vatandaşların tespitiyle ortaya çıktı. Altındağ’da yapılanlar çok çarpıcıydı. Maalesef çok kötü görüntüler vardı. Yedi kişinin gözaltına alındığı söylendi. Altındağ Belediyesi’nden bir açıklama geldi, baktınız mı bilmiyorum. Çok uzun bir açıklama: “Aslında onlar kendiliğinden ölmüştü. Trafik kazâsında ölmüştü” ya da “hastaydı” gibi bir açıklama. Ama tespitler var biliyorsunuz. Özellikle köpeklerin vücutlarından başlarının ayrıldığı gibi, çok anlatmak istemediğim ayrıntılar var. Çok kötü başladı. Hesapta, önce alınacaklardı, sâhiplendirileceklerdi. Eğer sâhiplendirilemezse, “insânî” demeyeceğim de, ilaç enjekte edilerek hayatlarına son verilecekti. Ama birdenbire çok vahşi görüntülerle karşılaştık.
Kadri Gürsel: Evet. Bu yasa, zâten bu tür görüntülerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan bir yasa. Bundan sonra da artarak bunun devam edebileceğini bekleyebiliriz. Köpeklerin öldürülmesine, katledilmesine kadar geçen sürede sâhip aranması, yuvalandırmaları gibi birtakım ara aşamalar var. Bu yasa, bâzı belediyelere, şu an barınaklarda olan köpeklerin topluca hepsinin katledilmesi için gerekli zemini sunuyor zâten. “Bâzı belediyeler” diyorum, çünkü bu yasayı belki de iştiyakla, arzuyla uygulayacak olan belediyeler var. Hiç uygulamak istemeyecek olan belediyeler de var. Bu arada yasanın uygulanıp uygulanmadığını da bilmiyoruz. Meselâ bu zavallı hayvanlar yasa öyle emrettiği için mi bu şekilde katledildiler, onu da bilmiyoruz.
Bir şey daha var. Ben çok uzatmayacağım burada lâfımı, bunu yasalaştırdıysanız paylaşın. Utanmayın kendinizden. Yaptıklarınızdan utanmayın. Paylaşın. “Şu belediyemizin falanca barınağında 600 köpek vardı. Bu 600 köpekten 500’üne sahip çıkmadığı için bu hayvanları biz bugün öldürüyoruz” deyin. Eğer gerçekten cesâretiniz varsa bunu yapın. Utanılacak bir durumdasınız, ama utanmanız olmadığı için böyle bir yasayı çıkardınız ve bu tür vahşet ve katliamlara zemin hazırladınız. Şimdi de: “O öyle değildi. Bunlar hasta hayvanlardı” diye birtakım çevir kazı yanmasın kabilinden açıklamalar yapıyorsunuz. Hayret ediyorum. Çıkın, mertçe, “Biz bu yasayı uyguluyoruz” deyin. Hadi bakalım. Yapın bunu. Yapın da görelim bakalım ne oluyor! Sizin, gerçekten yaşadığınız ülkenin önemli bir kesimine ve çoğunluğuna hem gözleriniz kör hem de kulaklarınız sağır. Siz bu ülkenin çok gerisinde kalmışsınız. Söyleyeceklerim bu kadar.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Kemal, belediyeler yalanlıyor, ama bakıyoruz ki bu konuda yasayı destekleyen insanlar, özellikle sosyal medyada, “Oh olsun!” diyorlar, “Ne var bunda?” diyorlar. Bu konuda bizim yaptığımız haberlere kızıyorlar. Belediyeler sanki biraz gafil avlanmış oldukları için en azından bir şeyler yapmaya çalışıyor, ama “Güvenli Sokaklar” gibi acâyip lâflarla bu yasayı teşvik edenler bayağı mutlular. Burada söylenen bir başka husus da şu: Yasadan vazîfe çıkartan çok sayıda insan, değişik yerlerde kendi başlarına, belediyelere bırakmadan da bu tür faaliyetlere girişebilecekler, muhtemelen de girişiyorlardır. Ne diyorsun?
Kemal Can: Hani böyle bir sürü şey için “Ya ne olacaktı? Ne bekliyorduk zâten?” deriz ya; tam da böyle bir zemin yaratılsın, eli değenler, vicdânı müsâit olanlar bu eylemleri yapsınlar. Kurumsal olarak yapsınlar ya da bireysel olarak yapsınlar. Buna bir tür ruhsat çıkartma yasasıydı zâten. Yasanın iddiası, güya bir prosedür uygulanacaktı: Önce barınağa alınacaklar, sonra tedâvileri yapılacak, sonra sâahiplendirilecekler gibi bir süreç işleyecekti güya yasaya göre. Ama biliyoruz ki –pek çok araştırmacı bunun sayılarını da verdi zâten– yerel yönetimlerin elindeki mevcut barınaklar, söz konusu sokak hayvanı nüfûsunu toparlayacak ve barındıracak potansiyele sâhip değil. Kaçınılmaz olarak, “sorun çözme” adı altında çok hızlı bir doldur-boşalt yapılıyor. Bunun ilk hamlesine, dolu olanları itlâf ederek başladıkları anlaşılıyor. Çünkü sokak hayvanlarının toplanması, tedâvi edilmesi, gerekli sağlık yardımının yapılması gibi işlemler konusunda bir acelecilik görmüyoruz. Hiçbir yerel yönetimden bu konuda bir atak görmüyoruz. Ama hem Niğde’de hem Altındağ’da yaşanan olay, toplanmış hayvanları itlâf ettiklerini gösteriyor, üstelik senin anlatmaktan imtinâ ettiğin gibi, son derece vahşi yöntemlerle. Varsayalım ki hasta, kendisi ölmüş olsun. Onları parçalara bölerek, çuvallara doldurup bir yerlere gömmek nasıl bir kamusal hizmet ya da faaliyet olarak sunulabilir? O belediyelerin iddia ettikleri bahâneler doğru kabul edilse bile, bu yaptıkları işlemin yasal dayanağı bu yasadan bile çıkmadığı gibi –çünkü bu açık bir katliam– yapılış biçimi îtibâriyle de savunulacak bir tarafı yok.
Daha önceki oturumlarda da konuştuk. Türkiye’de yapılan anketlerin bir kısmında hayvan itlâfı meselesi ya da bu yasaya destek konusunda çoğunluğun iktidar gibi düşünmediğini biliyoruz. Fakat buradaki problem, daha önce pek çok hâdisede yaşadığımız gibi. Çevre talanı konusunda da Türkiye’nin çoğunluğu bu iktidar gibi düşünmüyor. Kentsel rantlar konusunda da Türkiye’nin çoğunluğu bu iktidar gibi düşünmüyor. Yaylaların turizme açılması, yollarla mahvedilmesi, hidroelektrik santrallerine dağıtılması, altın madenlerinin açılması gibi benzeri konularda da Türkiye toplumunun çoğu bu iktidar gibi düşünmüyor. Buradaki problem, bunu yaptıklarında buna verilen reaksiyon nasıl bir çoğunluğu harekete geçiriyor? Türkiye’deki asıl problemimiz bu. Çoğunluğun bu yasanın yanında olmadığını biliyoruz. Ama bu yasa, şekilde görüldüğü biçimde uygulandığında nasıl bir reaksiyon verilecek? Sınırlı bir grup vatandaşın yüksek tepkisinden ibâret bir reaksiyonla mı karşılaşacak? Bu bence önemli bir şey. Genellikle iktidar pek çok meselede böyle davranıyor. Yani çoğunluğun kendisi gibi düşünmediğini bildiğinde geri adım atmıyor. Sâdece kendini durduracak ve bunun kendisi için problem olabilecek bir tepkiye neden olup olmadığına bakıyor. Pek çok olayda bu böyle. Pek çok hukuksuzlukta böyle. Türkiye’de yapılan bütün araştırmalarda mahkemelere güven ve adâletsizlik konusunda yüksek oranlar çıkıyor. Ama bunun politik ve toplumsal olarak iktidar üzerindeki yaptırımı konusu da bir sorun.
Meselâ bugün Özgür Özel, Anayasa Mahkemesi’ne bu yasayla ilgili başvuracaklarını söyledi. Kendi belediyelerine de o karar çıkana kadar yasayı uygulamamaları çağrısı yapmış. Neden Anayasa Mahkemesi’nin iptal karârı vermesine kadar, bu yasayı uygulamama çağrısı yapıyorsunuz? Anayasa Mahkemesi kararlarını zâten bu iktidar takmıyor. Bence sivil itaatsizlik denilen şey açıkça ortaya konulmalı. Yasanın niyetinden bağımsız olarak, sokak hayvanlarıyla ilgili bu yasanın hükümlerini yerine getirmeyeceğini, yani hayvan itlâf etmeyeceğini, daha önce tek tek belediye başkanlarının açıkladığı gibi, muhâlefet belediyeleri de toplu bir deklarasyon olarak ortaya koymalı. Vatandaş tam da bu yasanın karşısında olmayı, bunu destekleyerek göstermeli. Bence pek çok meselede olduğu gibi bu meselede de aynı şeyi yaşıyoruz. Çoğunluk bunu istemiyor, ama yaptıklarında da o çoğunluğu pek görmüyoruz. Problem galiba biraz bu.
Ruşen Çakır: Evet, geçen haftaki yayınımızda Instagram yasağını konuşmuştuk. Biz cuma günleri yayın yapıyoruz. Instagram, perşembeyi cumaya bağlayan gece yasaklandı. Herkes “Güç gösterisi olur. Birkaç gün içerisinde herhalde düzelir” diye beklerken, açıkçası yasaklandığında adını yeni duyduğum Roblox’a –çocukların kullandığı bir oyun uygulamasıymış– engel geldi. Daha sonra TikTok “millî güvenlik tehlikesi” olarak tanımlandı. Aldık başımızı gidiyoruz.
Bugün Bakan bir açıklama yaptı: “Görüşmeler sürüyor. En kısa zamanda açılmasını umuyoruz” diyor. Ama anlaşıldığı kadarıyla her iki taraf da diğerinin istediği yere doğru pek hamle yapmıyor. Askıda bir durum var. Ve tabiî ki daha başka şeyler de eklenebilir. Çünkü bakıyoruz, hepsinde birtakım nedenler var, birtakım açıklamalar var. Ama özellikle Erdoğan’ın açıklamalarından sonra Instagram’a erişim engelinin Haniye olayıyla ilgili olduğu kesinleşti. “Katalog suçlar” dediler, ama nedeninin Haniye olduğu kesinleşti. Bu arada Venezuela’dan haberler geliyor biliyorsun. Maduro WhatsApp’ı yasaklayamadı, telefonundan kaldırdı biliyorsun. “Siz de kaldırın” diye telefonundan gösterdi. Ama X platformuna yasak getirdi meselâ. Dünyada yarıştığımız ülke olarak şimdi Venezuela var. Ne diyorsun Kadri?
Kadri Gürsel: Evet, dost ve kardeş Venezuela. Zamânında, İbrahim Kalın’ın Stay strong mi amigo (Dayan arkadaşım) diye bir tweet attığını hatırlıyorum Maduro için. Dayandıkları nokta otoriterlik ve sansürcülük; bu zihniyetin hattında hizâlanıyorlar. “Bunu bir bağlama oturtalım, bunu rasyonalize edelim” diye bir çaba içine mi girmek zorundayız? Instagram’ın ardından Roblox da yasaklandı. Üstüne TikTok da geliyor. “Demek ki bunlar İran gibi, Rusya gibi, Kuzey Kore, Çin, Venezuela gibi Türkiye’yi dışa kapatma niyeti içinde mi hareket ediyorlar?” Ülkenin yeni konumu bu ülkeler âilesinde mi tanımlanacak? Ben şu aşamada böyle bir şey olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Bir öfkeyle kalkıldı, zararla oturuluyor. Fahrettin Altun’un bir Instagram içeriği, Instagram tarafından bir terör örgütünün propagandası olarak görüldü zannediyorum. Çünkü Hamas, bir terör örgütü olarak görülüyor Amerika’da ve Avrupa Birliği’nde. Bunun tartışmasına girmiyorum. Terör örgütü olarak görüldüğü için, Hamas’ı öven bir içerik terör örgütü propagandası olarak görülmüştür herhalde. Bunun Instagram tarafından engellenmesinin sonucunda herhalde şikâyet olarak yetkili ve son karar mercii olan makama gitti. O karar mercii de tek başına, “Kapatın gitsin” dedi. Tabiî bu olayın nasıl geliştiğini bilemiyoruz; ama hâdise, sonraki hamlelerinin çok enine boyuna tartışılmadan, düşünülmeden atılmış bir adım olduğunu gösteriyor.
Sonra şöyle bir denge kurmaya kalktılar — ki bu da bu da gerçekten içler acısı bir durum; şu an yapılan açıklamalardan anlıyoruz bunu: “Mâdem öyle, siz de PKK, FETÖ ve hattâ YPG içeriklerini yasaklayın” gibi bir pozisyon alış var. Instagram’la bunlar konuşuluyor. Bu da aslında Hamas’ın terör örgütü olmadığını, bir millî mukavemet teşkîlâtı olduğunu, Hamas’ın kendi ülkelerini işgalden kurtarmak isteyen mücâhitler örgütü topluluğu olduğunu söyleyen iktidar ve iktidar temsilcilerinin tutumu açısından da bence hazin bir eşleşme. Türkiye’nin, Avrupa Birliği’nin, Amerika Birleşik Devletleri’nin terör örgütü olarak gördüğü PKK ile alâkalı içeriklerin de yasaklanması gibi bir pozisyon alırsanız, Hamas’ı, Instagram bağlamında PKK, FETÖ, YPG ile dengeliyor ve eşitliyor gibi oluyorsunuz. Bu bence son derece sakıncalı bir tutum ve yaklaşım. Çok ciddî bir problem içeriyor bu tutum.
Onun dışında bir de Cumhurbaşkanı’nın “ev zencisi” sözü var. Instagram’ın Türkiye’de erişime kapatılmasını eleştirenlere böyle bir çıkışta bulundu. Mantık son derece düz. Instagram, İsrail’in politikalarını ve eylemlerini eleştirirken Hamas’ı savunmuş gibi algılanan bir nedenle, tüm Türkiye’nin Instagram’a erişimi engelleniyor. Instagram’a erişimi engellenen milyonlarca insanın, bunu eleştirdikleri için, Hamas yanlısı gibi görülen içeriklerin yasaklanmasını doğru kabul ettikleri gibi bir düz mantık savunulamaz. Böyle bir yaklaşım gerçekten insanın aklını zorlayan bir şey. İnsanlar haklarını savunuyorlar. Bunun ifâde özgürlüğüyle alâkası var. Şunu da anlamadıklarını ve artık ipin ucunu tamâmen kaçırdıklarını görüyorum. Instagram başlı başına bir ekonomik faaliyet alanı Türkiye için. Sâdece insanların kendilerini ifâde ettikleri, paylaşımlar yaptıkları, özel hayatlarını, gittikleri, gördükleri yerleri paylaştıkları bir yer değil. Bayağı ciddî bir ekonomik faaliyet alanı. Türkiye’ye ciddî bir ekonomik darbe oldu bu. Girişimciler, yayıncılar, bütün içerik üreticileri Instagram’da paylaşıyorlar içeriklerini. Burada ciddî bir sıkıntı, bir rahatsızlık oluştu. Bu rahatsızlığı dile getirenlere düz bir mantıkla “ev zencisi” diyerek hakaret etmenin yanında, milyonlarca insana, “Batı Hamas’ı terör örgütü olarak görüyor. Bu nedenle Instagram’ı kapatıyoruz. Siz de bizi bu nedenle eleştiriyorsanız, siz de İsrail yanlısısınız, Batı yanlısısınız. Hattâ o kadar Batı yanlısısınız ki Batı’dan daha fazla Batıcı, İsrail’den daha fazla İsrailcisiniz” demeye getiriyor. Bu büyük bir haksızlık.
“Ev zencisi” tâbiri, Malcolm X’in, sanırım 1963’te yapmış olduğu târihî bir konuşmada geçiyor. 19. yüzyılda Amerika’da kölelik döneminde bir “Field Negro”, bir de “House Negro” vardı. “Field Negro”, tarlada, plantasyonda çalışan köle zencilere deniyordu. “Ev zencisi” ise eve alınmış kölelerdi. Sahibinin gözünde ayrıcalıklı, sâhibini seviyor. Kardeşlerinden daha çok seviyor. Sâhibi gibi giyiniyor, onun artıklarını yiyor. Sâhibinin evi yanarsa sâhibinden daha çok çaba gösteriyor söndürmek için. Sâhibi hastalanırsa sâhibinden daha çok kaygılanıyor onun iyileşmesi için. Hâdiseye böyle baktığınız zaman, “Ev zencisi” lâfının, siyâsal İslâmcı anlatılar ve siyâsal İslâmcı dinletilerden geldiğini görüyoruz. Quentin Tarantino’nun Django Unchained filminden esinlendiğini zannetmiyorum. Orada da bir “ev zencisi” rolü vardı çünkü.
Sonuç olarak şunu söyleyip bu bahsi bitireceğim: “Ev zencisi” arayan Saray’a baksın. Erdoğan’ın Saray’ında o kadar çok “ev zencisi” var ki. Bunların bâzılarını büyükelçi yapıyor, bâzılarını danışman olarak kullanıyor. Bu “ev zencileri”, Erdoğan’ı Erdoğan’dan daha çok seviyorlar. Bu “ev zencileri”, Erdoğan’ın politikalarını, Erdoğan’ın yasakçılıklarını Erdoğan’dan daha iştiyakla savunuyorlar. Bu “ev zencileri”, eski komünistler, ulusalcılar, Atatürkçüler, eski devrimciler. Ülkenin, Instagram yasağından dolayı kendilerini bir anda yoksunluk içinde buluveren insanlarına “ev zencisi” dememek lâzım lütfen. Bugün “ev zencileri” Türkiye’de Saray’da yaşıyorlar.
Ruşen Çakır: Evet. Geçenlerde “Erdoğan’ın devşirme merakı” diye bir yayın yapmıştım. Oraya 4 tâne fotoğraf koymuştum: Hulki Cevizoğlu, Metin Feyzioğlu, Savcı Sayan, Mehmet Ali Çelebi.
Kadri Gürsel: İsim mi vermek lâzım? Bilmiyorum ki…
Ruşen Çakır: Artık yayını yaptım ben. Verdim ismi. Kemal, ne diyorsun? Sırada ne var? TikTok mu TikTak mı?
Kadri Gürsel: TikTok.
Ruşen Çakır: Sırada o mu var? Yoksa o kapanmadan bunlar açılacak mı? Çocuklar için acâyip bir durum oldu. Bununla ilgili olarak İletişim Başkanlığı’nın ilgili ismi açıklama yaptı. Yok efendim, o platformda eşcinselliği teşvik eden sanal partiler düzenleniyormuş filan.
Kemal Can: Biraz önce Kadri’nin söylediğine katılıyorum. Instagram yasağı gelince bâzı yorumcular, gazeteciler, “Bu neyin hazırlığı? Bunun sonrası nasıl gelecek? Neyi planlıyorlar?” gibi sorular sordular. Bu böyle planlanmış bir şeyin ilk adımı gibi değil. Senin de söylediğin gibi, Haniye sûikastı sonrasında yaşanan süreçte, popülist bir hamle yapıp, tâbiri yerindeyse hava atmak için bir iş yapıldı. Bunu konuştuğumuz yayında –ki henüz açıklamalar yapılmamıştı o zaman–, “Bunu açıkça söyleyemedikleri için kılıf uydurmaya çalışıyorlar” demiştim. “Katalog Suçları” gibi ıvır zıvır bir sürü şey uydurmaya çalıştırlar, olmadı. Durum daha da acâyip bir hâle gelince, bütün bu sanal âlemi zapturapt altına almak, oradaki “düzensizliği”, “yerli ve millî olmayan” içeriği, hattâ daha ileri giderek, Batı’nın Türkiye’deki âile ve kültür yapısına yönelik saldırısını durdurmanın bir parçasıymış gibi sunmaya çalıştılar.
Aslında bunu daha önce sokak hayvanları meselesinde de yaşadık, başka konularda da yaşıyoruz. Daha önce pek çok konuda iktidar böyle şeyler yaptı. Toplumun kalabalık kesiminin çok da arkasında durmayacağı birtakım hamleler yaptığında, bunun bağlamını değiştirerek, bunu başka bir bağlama oturtarak, başka bir meselenin parçasıymış gibi sunarak, buradan bir kutuplaştırma üretmeye çalışıyor. Biraz önce Kadri’nin söylediği, “ev zencisi” hikâyesi ya da çevre meselelerinde, sokak hayvanlarında, “tuzu kuru elitistler” gibi sözlerle, meseleyi kendi bağlamının dışında başka bir ayrışmanın parçasına dönüştürüyor. Mesela Netflix için de “LGBT normalleştiriliyor. Zâten ahlâka mugayir şeyler var. Çocuklarımızı korumamız lâzım. Bu platformları denetlememiz lâzım” gibi, bir yasaklamadan bağımsız olarak politik ya da kültürel destek alabilecekleri argümanlarla onu beslemeye çalışıyorlar. Ben bunun çok sistematik bir şey olduğu kanaatinde değilim, ama bu konudaki trol faaliyeti ve iktidar medyasının manipülasyonu sonuç vermeye başlar, böyle bir dalga üretilip, bu kutuplaştırma işe yarıyor gibi görünürse, devam hamlelerinin gelmesinde bir sakınca görmezler. Ve eğer kutuplaştırma potansiyeli varsa, orayı köpürtmekten kaçınmazlar. Bunun yüzlerce örneğini gördük. Bu, bu iktidarın bir politika yapma tarzı.
Bu konuda ikinci safhaya geçilmiş gibi görünüyor. Hüseyin Yayman, Dijital Mecrâlar Komisyonu Başkanı. Bütün seçmenler, “Bu TikTok’u kapatırsan büyük hayır işlemiş olursun” diyormuş. Sayılara hâkim değilim, ama benim bildiğim ve okuduğum kadarıyla TikTok aboneliği konusunda Türkiye bayağı yüksek oranlı ülkelerden birisiymiş. Aslında Çin menşeli bir platform TikTok. Türkiye’deki TikTok aboneliği diğer ülkelerle kıyaslandığında, nüfus ve abonelik ilişkisine bakıldığında çok yüksek oranda. Instagram da öyle. Türkiye’de genel olarak sosyal medya öyle zâten. Çok yüksek oranlarda katılım var. Büyük ölçüde bu iktidârın taraftarlarının önemli bir kısmı da zâten bu meraklıların arasında. Ama bağlamı değiştirip bunu bir saldırı aracı, Batı’nın Türkye’deki âile yapısını bozmaya dönük bir hamlesi gibi sunarak, buradan başka bir kutuplaştırma üretmeye çalıştılar. Son bir haftada böyle bir gayret gösterdiler. Buradan bir ışık görürlerse, devam hamleleri yapmaktan kaçınacaklarını sanmıyorum.
Ruşen Çakır: Kemal, birtakım ünlüler var biliyorsun. Ünlüler diyorum ama, ben ilgilenmediğim için, isimlerini ilk kez sosyal medyada görüyorum. Ama belli ki çok meşhurlar. “Instagram detoksu yaptım. Çok iyi geldi” diyorlarmış. Bir adam diyor ki: “Bu sâyede kitap okumaya başladım” — sanki Instagram’ı tâkip edene kitap okumak yasakmış gibi. Akif Beki’nin bugünkü yazısından bir şey okuyayım. Malezya Başbakanı Enver İbrahim’in, Instagram’da Haniye ile ilgili bir paylaşımı yasaklanmıştı. Îtiraz edince özür dileyerek tekrar koydular. Onu biliyor muydunuz?
Kadri Gürsel: Hayır, ben duymamıştım.
Ruşen Çakır: Neyse, Akif Beki şöyle yazmış: “Instagram Enver İbrahim’i kaale aldı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı almadı. Instagram’ın, Türkiye Yüzyılı’nın başladığından, Malezya dâhil dünyanın artık bizden sorulduğundan haberi yok. Yahut da yanlışlık sâdece Instagram’da değil; bizim iktidârın yaklaşımında da yanlışlık var.” Benzer bir olayı Malezya yaşamış ve onlar bir şekilde normal bir üslûpla, herhalde Instagram’ı yasaklamadan, “Olur mu böyle? Ayıp yaptığınız” demişler. Instagram da, “Bir yanlışlık oldu. Algoritma hatâsı” gibi bir şey söylemiş. Özür dileyip tekrar koymuşlar. Bu arada Akif Beki, Erdoğan’ın eski en yakın elemanı.
Kemal Can: Sözcüsüydü, evet.
Ruşen Çakır: Olayın bu boyutu da var. Kadri, detoks konusunda senin söyleyeceğin bir şey var mı? Aslında çok bereketli bir alan.
Kadri Gürsel: Züğürt tesellisi bu. Hiç bu konuya girmek istemiyorum. Medya okuryazarlığı aslında sosyal medyanın toksik etkilerine mâruz kalmaktan sosyal medya kullanıcılarını korur. Ben medya okuryazarlığı konusunda derinleşme tavsiye ediyorum. İyiyi ve kötüyü, zararlı ve faydalıyı birbirinden ayırt etmek bu sâyede kolaydır. “Detoks” falan, bunlar sâdece Polyannacılık oynamak isteyenleri belki birkaç gün idâre eder. Bir yanağımızı daha çevirmek zorunda değiliz. Türkiye’yi VPN kullanmaya mahkûm ediyorlar. Durum şimdilik öyle görünüyor. Bir kutuplaşma arayışı var mı? Bence bu iktidar daha fazlasının arayışı içinde. “Çok fazla sıkıştırırsak, çok fazla bastırırsak, belki de toplumsal alanda bizden oy kaçışını engelleyecek bir sonuç üretmek mümkün olabilir” diye bir arayış içinde, böyle şeytanca planlar da yapıyor olabilirler.
Ruşen Çakır: Tamam, anladım. Kemal, sen detoks yapmayı düşünüyor musun?
Kemal Can: Ben zâten Instagram kullanmıyordum. Onun için detoks da olmadı. Ama sorun hakîkaten bizim kullanıp kullanmamamız değil. Çocukların oyun sitesi herhalde bizim kullanacağımız ya da kullanmayı düşüneceğimiz bir yer değil. Yaman Akdeniz’in verdiği bir rakam var. Bu dönemde bir milyon site ya da platform BTK kararları ya da Cumhurbaşkanlığı kararları ile erişime kapatılmış. Bir ülkede çeşitli nedenlerle yasaklamalar söz konusu olabilir, başka nedenlerle de olabilir. Ama bu kadar sürede bir milyon yasaklı site yaratılıyorsa, burada başka bir şey vardır. Bütün özgürlük ve hak meselelerinde olduğu gibi, buna da, “Ben kullanıyorum, kullanmıyorum ya da kullananlar kimler?” diye bakılacak bir şey değil. İfâde özgürlüğü de, kullanım özgürlüğü de, iletişim özgürlüğü de genel haklar içerisindedir ve özneye bakarak karar verilecek şeyler değil. O yüzden böyle yaklaşımların faydacı ya da işe bir başka rasyonel katmaya çalışan yaklaşımların saçma olduğunu düşünüyorum. Kategorik olarak yasağa karşı çıkmak gerek.
Ruşen Çakır: Evet. Ortadoğu’yu konuşalım biraz. Kadri, İran hâlâ bekliyor. Neyi bekliyor? Ateşkes olma ihtimâli hep söyleniyor. İçimizde dış politikayı en iyi bilen sensin.
Kadri Gürsel: Estağfurullah.
Ruşen Çakır: Estağfurullah değil, adını koyalım. Ne diyorsun? Daha çok bekleyecek miyiz? Ama bir şeyler yapacak herhalde İran, değil mi?
Kadri Gürsel: İran, küçük düşürüldü İsrail tarafından. Buna bir cevap verecektir. İsrail Nisan ayında Şam’daki Lübnan Başkonsolosluğu’nu bombaladı ve üç Devrim Muhâfızı generalini hedef almıştı. Ona bir cevap verdiğini biliyoruz. İran’ın Hava Kuvvetleri vardır ama yoktur. Haritaya bakmak lâzım şimdi. Geçen programda da bölgesel bir çatışma beklenmesinin çok aceleci bir yaklaşım olduğunu söylemiştim. İki nedenle söyledim: Birincisi coğrafya. Haritaya bakalım. Bugün İsrail’le bölgede çatışma veyâhut askeri tırmanışa hevesli bir ülke olarak İran gözüküyor. Vekil unsurlarıyla bunu zâten yapıyorlar. Ama arada iki ülke var. İran’ın kendi gücüyle Irak’tan, Suriye’den geçip İsrail sınırına dayanması gerekiyor. Ama böyle bir şey yok. Demek ki havadan yapacak bunu. Ama İran’ın İsrail’i vuracak hava gücü yok. Sâdece füzeleri var. Zaten hava gücü olmadığı için balistik füze teknolojisine ve drone’lara bu kadar çok yatırım yaptı. Onları da İsrail, Demir Kubbe denen savunma sistemi ve diğer savunma sistemleriyle, Patriot ya da İsrail’in kendi geliştirdiği Arrow gibi orta irtifâ hava savunma sistemiyle engelliyor. İran’ın bugünkü durumun daha üstüne çıkarak, kitle imhâ silahları kullanmadığı sürece bir bölgesel çatışma –bundan ne anlıyorsak– tırmandırma kapasitesi yok. Deniz gücü de yok oraya ulaşacak.
Ayrıca vekil unsurlarının bir tânesi Hamas, çok ağır bir stratejik darbe aldı. Hizbullah ise çok temkinli. Güneyde, Yemen’deki Husiler ise çok sınırlı bir kapasiteye sâhipler. Dolayısıyla İran’ın bölgesel bir tırmanış, bir eskalasyon istese dahi bunu başarabileceğini zannetmiyorum. İsrail ise kendi ajandasını izler, uygular. Diğer Arap ülkeleri, yani Suriye ve Irak’ın İsrail’le savaşacak halleri yoktur. Ürdün ve Mısır’ın, İsrail’le bu tür bir şeye girecek zâten ne isteği var ne de böyle bir arayış içinde. Dolayısıyla ben tablonun, bugünkü şartlardan daha da kötüleşeceğini zannetmiyorum. Buna imkân görmüyorum açıkçası. Böyle bir şey olmasa bile oluyormuş gibi bir izlenim vermek isteyenler var Türkiye’de. İktidar medyası bunu yapıyor. Herhalde bir otobüs veya bir uçağa doldular gittiler. “Hizbullah, İsrail’e saldıracak. İsrail, Hizbullah’a cevap verecek. Bir bölgesel çatışma çıkacak” diyerek, Lübnan-İsrail sınırından aynı noktadan saatlerce canlı yayın yaptılar ve bunu aylardır sürdürüyorlar. “Eyvah! Dünya Savaşı çıkacak. Yeni bölgesel çatışma ve Dünya Savaşı Ortadoğu’da başlayacak” gibi kendi seçmenlerini ve Türkiye’yi oyalamak, siyâsî değişim talebini ötelemek, erteletmek, seçmeni güvenlik tehdidi altında mevcut iktidâra sıkı sıkıya sarılmasını sağlamak gibi bir iç politik amaçla yaptıklarını düşünüyorum. Yoksa şu an yaptıkları, bir yalancı çoban-kurt masalına benziyor. İran’la Suudî Arabistan arasında, İran’la İsrail arasında olanlar zâten düşük yoğunluklu bir bölgesel çatışma.
İsrail’in ise stratejik bir hedefi var. Hedefi, İran’ın nükleer tesislerini vurmak. Bunu da Amerikan desteği alarak yapmak. İsrail bu tırmanışı bu noktaya getirebilir mi? Getirebilir. İran da bunun pekâlâ farkında. İsrail’e çok da fazla böyle bir hak ve zemin sağlamak istemiyor. İsrail kendi ajandasını uyguluyor. Ayrıca, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bir uyarısı oldu Amerika’ya: “İsrail’in sâhibi sensin. Tasması senin elinde. Onu çek” dedi. Böyle bir ilişki hiçbir zaman olmadı İsrail ve Amerika arasında. İsrail, Amerika’nın köpeği olmadı. Eğer gerçekten köpeğe benzetilecek olursa, İsrail hep Amerika’yı peşinden sürükleyen bir köpek oldu. Öyle demek lâzım. Bu, İsrail’in kuruluşundan beri böyle. İsrail’in nükleer silâh geliştirmesinde de aynı şey yaşandı. 1956’da İsrail’in, Fransa ve İngiltere’yi yanına alarak çıkarttığı Süveyş Krizi’nde de böyle oldu. 1967 Savaşı’nda da böyle oldu. 1973’teki Yom Kippur Savaşı’na kadar böyle oldu. Yom Kippur Savaşı’nda çok açık bir Amerikan desteği aldı İsrail. Çünkü orada bir nükleer tehlike vardı. Neyse, lâfı fazla uzatmayayım.
Ben açıkçası Hizbullah’tan, İsrail saldırısı kışkırtacak kadar geniş çaplı bir hamle beklemiyorum. Bu, intiharla özdeş bir hamle olacaktır. İntihar derken politik intihârı kastediyorum. Çünkü şartlar 2006’daki gibi değil. 2006 ve öncesindeki Lübnan bugün yok. Bugün Lübnan’da bir devlet yok artık. Bugün Lübnan’da bir ekonomi yok. Hizbullah’ın Lübnan’ın kurtarıcısı rolünü oynayarak Lübnan’daki çeşitli gruplar ve kesimler nezdinde büyük bir prestij, îtibar sağlaması ve gücünü artırması gibi bir amaç olmaz. Böyle bir çatışma, Lübnan’ın zâten yıkılmış, târumar olmuş ekonomisi ve çökmüş yönetiminin daha beter çökmesi ve Lübnan’ın tam anlamıyla failed state dedikleri, çökmüş ülke hâline gelmesi, yönetilmesi imkânsız bir ülke hâline gelmesi sonucu doğuracaktır. Hizbullah her ne kadar İsrail’le doğrudan, 2006’daki gibi çok sert ve topyekûn bir çatışmayı arzulamıyor olsa da, İsrail’in kendi stratejisi doğrultusunda Hizbullah’a saldırmaya, yakınına gelen İran unsurlarını Suriye’de ve Lübnan’da vurmaya devam edeceğini ve Hizbullah’ın da buna tedrîcî birtakım askerî planda cevaplar verebileceğini öngörüyorum. Ama Hizbullah’ın, İran istese bile, İsrail’i kendi üzerine çullandıracak provokatif bir hareket yapmayı göze alamayacağı kanaatindeyim.
Ruşen Çakır: Kemal, biraz Türkiye’den bahsedelim bu bağlamda. Altındağ’daki köpek katliamı üzerine bugün sosyal medyada bir şeyler söyleyince, birtakım insan bana, “Sen katliam istiyorsan Gazze’ye bak” diyerek tepki gösterdi. Han Yunus’tan kaçış fotoğrafı ve videosu var biliyorsunuz, gerçekten çok çarpıcıydı, onu paylaşarak akılları sıra köpeklere yönelik katliamları meşrûlaştırmaya ya da affetmeye çalışıyorlar. Gazze meselesi, olur olmaz yerde insanların, karşı tarafı ezmek için kullandıkları bir araç oldu.
Kadri Gürsel: Aynı zamanda susturmak için.
Ruşen Çakır: Evet. Geçenlerde İbrahim Kahveci’nin Karar gazetesinde bununla ilgili bir yazısı vardı. Dış ticâret yasaklandı ya İsrail’le? Yunanistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve hattâ Filistin üzerinden İsrail’e çok sayıda mal gittiğini saptamışlar. Hattâ yanılmıyorsam Evrensel gazetesinin böyle bir haberi vardı: Türkiye’den İsrail’e kurşun geçirmez camlar gidiyor. Ama doğrudan değil de Yunanistan üzerinden gidiyor. En son bugünkü haberi görmüşsünüzdür: Zorlu Holding’in ortağı olduğu bir şirket, İsrail Ordusu’na zâten elektrik temin ediyormuş. Sözleşmeyi uzatmışlar. Bir yandan da aslında Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri bir şekilde devam ediyor. Ama retorik olarak çok kullanılıyor. Fakat Türkiye bu son dönemde de pek bir şey yapabileceğe benzemiyor sanki. Ne dersin? Ya da Erdoğan’ın Rize’deki o konuşmasının ardından Haniye sûikastı geldi. Çok da fazla bir şey diyemedi.
Kemal Can: Evet. Dış politikadaki birtakım sivri noktaları iç politikaya çevirip, orada arkası ve içeriği son derece zayıf ama retoriği kuvvetli, sembolik anlamı güçlü ya da çok basit, neredeyse siyâsî illüzyon sayılabilecek hamlelerle, dış politika mevzûlarını iç politikada kullanışlı halde tutmayı beceriyor. “One minute” ile senelerce idâre etti Erdoğan. Onun üstüne gelen Mavi Marmara hâdisesi, onun üstüne gelen “Gazze hâdisesi olmasa normalleşme olmaz” hâdisesi, bunların hepsi sâdece “One minute” kredisiyle yürütülüyordu. İsrail’le hem senin söylediğin ticârî ilişkiler, şimdi bir kısmı kapatılmış bir kısmı dolaylı yollara bırakılmış ilişkiler, çok açık bir biçimde ve çok güçlü sürdürüldü. Bu tür sembol hareketleri, “kurnazca” hamleleri kolayca ayıklıyor ve gündeme getiriyorlar.
Biraz önce konuştuğumuz Instagram hikâyesi böyle bir şeydi. Onu dünya çapında bir gürültüye çeviremediler. Çünkü o riskli bir şey. “Hamas bir terör örgütü muamelesi gördüğü için biz Instagram’ı yasaklıyoruz” diyemedikleri bir durum dünya ölçeğinde. Ama Türkiye’de Erdoğan’ın konuşmalarından gayet net anlıyoruz ki, bunu, hiçbir şey yapmadan bir şey yapmış gibi görünmenin aracı olarak kullanıyorlar. Meselâ, İsrail’in yargılandığı mahkemede müdâhil taraf olarak Türkiye’nin başvurusu var. Ama tuhaf bir şey var. Türkiye, o mahkemeyi tanımıyor. Tanımadığı bir mahkemeye müdâhil olarak katılmak gibi uyduruk, sembolik bir hamle yapıyor. Ortadoğu ve İsrail meselesi dışında da pek çok alanda son derece basit, içeride çok kullanışlı, sembolik anlamlara yüklenerek güçlü bir retorikle, aslında bir şey yapmadan, dış politikada kendini neredeyse hiç riske sokmadan yürütebildiği bir siyâset var.
Son hâdisede Gazze nedeniyle ortaya çıkan zemin Erdoğan için çok elverişliydi. Çünkü aslında bir sürü açıdan iç politikada da artık dış politika argümanlarının kullanışlılığı çok azalmıştı. En güçlü biçimde de zâten Suriye meselesinde ortaya çıkan sonuçsuzluk ve sonunda “Esad ile görüşüp normalleşeceğiz” noktasına kadar onu götüren, hamle atağını yeniden sağladı. Ama bu dışarıda dış politika aktörü olarak önemi arttığı için değil, bu zemin iç politikada çok kullanışlı imkânlar sunduğu için. Sen örneğini verdin. Bunun en temel meselesi iktidar taraftarlarının, trollerin, ajitatörlerinin en rahat kullanacağı, neredeyse herkesi baskı altına almalarına yarayan, sanki bu konuda bir şey söylememiş olduğu suçlamasıyla, her türlü hak ve îtirazı bastırmak, buna lâf söylememişsen başka hiçbir şey söyleyemezsin –ki buna lâf söylemiş– çok daha öncesinde, henüz İslâmcılar bunu bir ümmet meselesi olarak baş tâcı yapmadan önce bir özgürlük mücâdelesi olarak mesele etmiş kesimlere bile, “Siz bu konuda sessiz kalıyorsunuz” suçlamasını ya da “Batı’nın hizâsında pozisyon alıyorsunuz” suçlamasını kullanarak, bunu bir baskı argümanına çeviriyorlar. Bu her olayda karşımıza geliyor.
Biraz önce söylediğim gibi kutuplaştırma imkânları, mevcut kutuplaştırma alanlarının dışında, her türlü meselenin bağlamını değiştirerek sağlanıyor. Özellikle İsrail meselesinde ve Gazze’de yaşananlarda böyle; çünkü o kadar çarpıcı ve güçlü bir katliam, şiddet var ki, sürekli akan bir malzemenin karşısında gerçekten bir büyük insanlık dramını malzeme olarak kullanma imkânını elbette kaçırmıyorlar. Türkiye’de İsrail karşıtı çok güçlü bir sokak hareketi, çok yüksek, sâhiden sonuç alacak, hattâ bâzen iktidârı bile yeterince etkili davranmamakla suçlayacak çok güçlü bir hareket oluşmuyor. Tam tersine, bu meseleyi vesîle ederek başkalarının etkinliğini kısmak, onu baskılamak, onu sindirmekle ilgili bir faaliyet var. “İktidar bir şey yapmıyor” diyorsun ya; aslında bir yandan da el altından her şey yürüyor. Ama baktığında iktidarın destekçisi kamuoyu da bu konuda, ona buna sataşmak dışında pek bir şey yapmıyor.
Ruşen Çakır: Olur mu? Starbucks basıyorlar Kemal.
Kemal Can: Evet, mesela Starbucks. Bahsettiğim tam da bu. Starbucks’ta kahve içenleri hırpalamak. Yaptıkları şeyler bunlar.
Ruşen Çakır: Şimdi önümde bir fotoğraf var. T24’te, Murat Bjeduğ’un Cihan Alptekin üzerine çok güzel bir yazısı çıktı, okudunuz mu bilmiyorum. Her ne kadar Laz şivesi yaptıysa da, biraz abartmış ama.
Kemal Can: Laz şivesi mi?
Ruşen Çakır: Cihan Alptekin’i konuşturuyor Laz şivesi ile. Laz ya Cihan Alptekin. Cihan Alptekin ve Deniz Gezmiş’in 1969’da Filistin’de bulundukları dönemde çekilmiş çok güzel bir fotoğrafı var. İlk defa görüyorum. Yeni ortaya çıkmış zâten. Çok çarpıcı bir fotoğraf. T24’te bakın. Şimdi Filistin’i konuşan insanlar, “Filistin konusunda niye bir şey yapmıyorsunuz?” diye uyduranların, Filistin dâvâsının nerelerden geçtiğini görmeleri açısından çok anlamlı. Çok etkiledi beni. Sakallar uzun, saçlar kıvırcık. Deniz Gezmiş biraz daha uzun Cihan Alptekin’den. Cihan Alptekin’in bir yanı Hemşinli, bir yanı Laz, Ardeşen’li. Güzel bir yazı. Ama o fotoğraf çok çarpıcı. Yıllar sonra bugünün dünyasında ve Filistin’inde böyle bir fotoğraf görünce insan bir acâyip oluyor. Filistin dâvâsının târihini atlayarak gitmeye çok meraklı olan insanlar var. Ama orada, meselâ Deniz Gezmiş’e lâf eden insanlar, görsünler o fotoğrafı.
Kadri Gürsel: Türkiye’deki siyâsal İslâmcı hareket açısından baktığımızda, acaba Filistin dâvâsı mıdır Kudüs dâvâsı mıdır, bunun bir tefrîkini yapmak lâzım. İkincisi, Filistin Dâvâsı İslâmcı hareket için Türkiye’de, Hamas’ın Gazze’de iktidârı ele geçirmesi, daha doğrusu El Fetih’e darbe yapması netîcesinde, neredeyse dış politikasının bir numaralı gündem maddesi hâline gelmiştir. “Bundan önce neredeydi?” diye bir bakmak lâzım buna. Şimdi Mahmud Abbas Türkiye’ye geliyor önümüzdeki hafta.
Ruşen Çakır: 14’ünde Erdoğan’la görüşüyorlar. 15’inde de Meclis’te konuşuyor Mahmud Abbas.
Kadri Gürsel: Mahmud Abbas ve Filistin yönetimi, Batı Şeria’da… ki oradaki tablo da son derece hazin bir tablodur aslında; yamalı bohça gibi. Ramallah’tan Beytüllâhim’e izin almadan gidemiyorsun. Filistin otoritesinin güvenliğini kendi sağladığı Batı Şeria toprakları %20 civârında bir toprak; %60’ı yine İsrail’in denetiminde. Batı Şeria’nın diğer %20’si, dışı, tamâmen İsrail tarafından kontrol ediliyor. Gerçekten büyük bir trajedi yaşıyor Filistin. Elbette, bu trajedinin yaşanmasında, Birinci İntifada’dan sonra Filistin hareketinin bölünmesinin de büyük bir rolü var. Laik karakteriyle bilinen, tanımlanan ve târif edilebilen Filistin direniş hareketinin bölünmesi, bu sürecin önemli bir etkenidir. Siz –siz derken sizi kastetmiyorum, iktidârı kastediyorum– El Fetih’e ve Mahmud Abbas’a bugüne kadar çok kötü davrandınız, onu hakir gördünüz, aşağıladınız medyanız aracılığıyla. Hamas odaklı bir Ortadoğu politikası yürüttünüz. Bunun zararlarını Türkiye olarak ödüyoruz. Çünkü artık Hamas’ın Arap hâmileri dahi, herhangi bir çözüm egzersizinde Türkiye’yi denkleme dâhil etmiyorlar. Bunlar en başta “dost ve kardeş” olarak bildiğiniz, tanıdığınız Katar, sonra Suudîler. “Biz Aslında Filistin dâvâsını destekliyoruz. Biz burada Filistin dâvâsı zemininde İhvancılık, Hamasçılık yapmıyoruz” demek için Mahmud Abbas’ı çağırıyorsunuz.
Hatırlarsanız Abbas ilk önce gelmedi. Sonra siz çok sert çıktınız. Gelmek zorunda kaldı. İyi ki de geliyor. Umarım Türkiye’nin hayrına olur ve Türkiye’ye faydası olur bunun. Çünkü Filistin dâvâsı, bugün Gazze’de yaşanan korkunç yıkım, korkunç insanlık trajedisi ve ağır, yavaşlatılmış, zamâna yayılmış bir soykırımı andıran bir harekete rağmen, Filistin direnişi, Filistin konusu bir tek örgüte, gruba indirgenemez. Terâzinin öteki kefesinde Mahmud Abbas ve El Fetih de var. Hamas bugün, siyâsî denklemde yer alamadığı için Mahmud Abbas’ı çağırıyorlar. Mahmud Abbas da geliyor. Belki Filistin dâvâsında Türkiye’nin tek muhâtabının Hamas olmadığı, El Fetih gibi 60’lara giden bir teşkîlâtın olduğu gerçeği de bu şekilde vurgulanmış olur. Ve belki bu yaklaşımın da bir özeleştirisi verilmiş olur diye temennî ediyorum.
Ruşen Çakır: Evet Kemal, seninle toparlayalım. Sen “Bu hafta biraz CHP konuşalım” dedin. Ama vakit kalmadı. Artık CHP’yi haftaya bırakırız.
Kemal Can: Mahmud Abbas meselesinde Kadri’nin söyledikleri, dış politika denklemindeki aktörler açısından doğru. Ama bu iktidârın işin o tarafıyla çok ilgili olmayıp, şimdi, tam yine bir şey yapmadan bir şey yapmanın sembolik hamlelerden biri olarak Mahmud Abbas’ı çağırdığını düşünüyorum. Çünkü Mahmut Abbas’ı Meclis’te konuşturmak risksiz bir şey. Ama içeride, “Biz Mahmut Abbas’ı getirdik. Buranın önemli aktörlerinden biri olmaya devam ediyoruz” diyebilmek ve Filistin dâvâsı konusunda da kendilerince, “Güçlü bir hamle yaptık” görüntüsü vermek istedikleri için bu işi bu kadar çok dayattılar. Yoksa dış politika pozisyonları açısından çok bir şey değiştirecek mi emin değilim. Ya da Türkiye’nin bu konudaki pozisyonunda bir değişiklik var mı?
Ama problemin bir başka tarafı var. Kadri, çok ayrıntılı biçimde İran ve Arap tarafını, İran’ın vekil örgütleri ve bunların kapasiteleri üzerine konuştu. Orada birkaç kez şunu da anlattı: Tabiî ki İsrail’in daha sistematik bir hedefi var. Asıl problem galiba, Ortadoğu’daki süreci belirleyecek olan da İsrail’in bu stratejik hedef konusunda, önündeki engellerin yetersizliğini gördükçe ne kadar bu hedefte ileri gideceğiyle ilgili bir sorun. Dünyanın hemen her yerinde ve aslında Türkiye’nin politik hikâyesinde de gördüğümüz bir şey var: Artık güç odakları, kendilerini durduracak, kendilerini engelleyecek mekanizmalar, karşı yapılar olmadığında, kendiliklerinden stratejik düşünerek, durmayı becerebilen yapılar değil. Bunun en çarpıcı örneği AKP. Kendi erime sürecini başlatan fütursuzluk böyle cereyan etti. Çünkü onu hiçbir şey durduramıyordu, onun önünde hiçbir şey yoktu. Ne ülkenin kurumsal kapasitesi onu durdurabiliyordu ne muhâlefet. Bugün anayasayı da Anayasa Mahkemesi’ni de kurumları da kavramları da önüne alarak, üstelik iki tâne önemli seçim yenilgisine rağmen, devam eden yapıyı sağlayan bu. İsrail açısından da bölgedeki durum, benim açımdan endîşe doğuran durum, onu dengeleyecek bir şeyin olmadığını görmesi durumunda, İsrail’in ve özellikle Netanyahu’nun nasıl davranmaya devam edeceği ve o stratejik hedefle ilgili fütursuz sınırları. Bu, cevap verilebilecek bir çatışma zemini yaratmayabilir; ama çok bozucu ve sonra toparlanması çok zor, daha kronik ve daha uzun krizin başlangıcı olabilir diye düşünüyorum.
Kadri Gürsel: Bir şey ekleyeceğim. Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmiyorum, ama çok basit bir veri var; Ankara’da gazeteciler araştırabilir bunu. 7 Ekim’den bu yana, özellikle Gazze’deki saldırının giderek vahâmet kazanmasından sonra, Türkiye’nin Filistin’e olan ihrâcâtının çok arttığı. Ya da şöyle diyelim: Türkiye’nin İsrail’le ticârî ilişkileri kesmesinden sonra, Filistin’e olan ihrâcâtının çok arttığı yönünde haberler çıkıyor.
Ruşen Çakır: Evet, demin bahsettim. Onların büyük bir kısmı İsrail’e gidiyor.
Kadri Gürsel: Almanya’nın Orta Asya ülkelerine olan ihrâcâtı acâyip arttı; çünkü Almanya, Ukrayna’nın işgali nedeniyle Rusya’ya ambargo uyguluyor. Ama Alman malları, şimdi Kazakistan üzerinden giriyor Rusya’ya. Bu haberler de Batı medyasında çıkıyor. Bu konuda tutarlı olmak lâzım. Herhalde Almanya ve Rusya arasındaki durumla, Türkiye’nin Filistin dâvâsı ve Ankara’da Türkiye’yi yönetenlerin İsrail karşıtlığının mukayese edilmesi mümkün değil. Ama para aşkıyla Filistin aşkı arasında bir tercih yapılması gerçekten gerekiyor — durum karşısında bu kadar çok yüksek sesle konuşmayı tercih ediyorsanız.
Ruşen Çakır Evet, artık yayını kapatalım. Kapatmadan önce bir şey söyleyeyim: Yıllar önceki bir gazete manşeti karşıma çıktı: “Atari batağı” diye manşet atılmış. Şimdi bu bizdeki sosyal medya yasakları gibi. “Atari adıyla yaygınlaşan oyun makineleri çocukları tehdit eden büyük bir fâcia haline geldi” diye haber yapmışlar. Akın Ünver’i bilirsiniz, çok ilginç birisidir. O paylaşmış bunu. O paylaşımına gelen tepkilere yanıt olarak diyor ki: “Atari oynayanların çoğu mühendis oldu”.
Kadri Gürsel: Akın Hoca bunu hep söyler hep. “Atari oynadıkları için ebeveynleri ve hocaları tarafından kötü muamele görenlerin çoğu mühendis oldu” der. Kaç kere ben de tanık olmuştum.
Ruşen Çakır: Bu bitmeyen bir durum. “Çocuklar kötü yola düşüyorlar” deniyor hep. İyisi var, kötüsü var. O hâlâ adını söyleyemediğim uygulamayı (Roblox) kullanıp yanlış yapan çocuk da olabilir, orada kendini geliştiren çocuk da olabilir. Orada bir dert varsa da onu âileleri, velîleri tâkip etmekle mükellef. Ama bizimkiler durumdan vazîfe çıkartıp, çocukları “detoks”a zorluyorlar diyelim. Hadi öyle kapatalım. Kemal Can ve Kadri Gürsel ile yine haftaya baktık. Hepinize çok teşekkürler. Haftaya tekrar görüşmek üzere, iyi günler.