Ruşen Çakır’la Hafta Başı (2): Narin Güran cinayetinde gizem sürüyor & Ayşenur Ezgi Eygi defnedildi

Diyarbakır’ın Bağlar ilçesine bağlı Tavşantepe Köyü’nde 21 Ağustos’ta kaybolan Narin Güran’ın cansız bedeni, 8 Eylül’de Eğertutmaz Deresi’nde çuvalda bulundu. Ölümüne ilişkin soruşturma devam ediyor. Şu ana kadar dosyada 26 şüpheli bulunuyor; bunlar arasında Narin Güran’ın annesi Yüksel Güran ve abisi Enes Güran da dahil olmak üzere 11 zanlı tutuklandı. Cinayetin nedeni ve failleri hakkında çeşitli senaryolar değerlendiriliyor ancak kim tarafından nerede ve nasıl öldürüldüğüne dair kesin bir sonuç henüz elde edilemedi, cevaplanamayan onlarca soru var.

Batı Şeria’da İsrailli yerleşimcilere karşı katıldığı bir protestoda öldürülen 26 yaşındaki Türk-Amerikan vatandaşı Ayşenur Ezgi Eygi, 14 Eylül’de Aydın’ın Didim ilçesinde toprağa verildi. Cenaze törenine TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel de katıldı. Eygi’nin cenazesi 13 Eylül’de Türkiye’ye ulaştı. Naaş, Tel Aviv’den Bakü’ye, oradan da İstanbul’a getirildi. Eygi’nin Türk bayrağına sarılı cenazesi için hem İstanbul hem de İzmir’deki havalimanlarında tören düzenlendi ve dua okundu. Eygi’nin ölümünün ardından Türkiye soruşturma başlattı.

İYİ Parti’de milletvekili istifaları devam ediyor. İYİ Parti Kalkınma Politikaları Başkanı ve İzmir Milletvekili Ümit Özlale, partisinden istifa ettiğini açıkladı. X hesabında yaptığı açıklamada Özlale, “Bugün itibarıyla partimdeki görevlerimden ve partimden istifa ettiğimi kamuoyuna saygılarımla duyururum” dedi. Özlale’nin istifasıyla birlikte İYİ Parti’nin milletvekili sayısı 30’a düştü.

Ruşen Çakır, Hafta Başı’nda konukları Medyascope Diyarbakır Temsilcisi Ferit Aslan, Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, Kemal Can, Özgecan Özgenç ve Senem Görür ile yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. “Hafta Başı”yla karşınızdayız. Geçen haftadan îtibâren başlattığımız bir yayın bu. Bir aksilik olmazsa, pazartesi günleri saat 15.00’te ben karşınızda olacağım. Medyascope’un muhâbirleri, editörleri ve aynı zamanda birtakım konuklarımızla bu haftaya damga vurmasını beklediğimiz olayları ele alacağız. Geçen hafta böyle başladık, bu hafta da böyle devam edeceğiz. Tabiî geçen haftadan kalan bâzı hususları da ele alacağız. Bugünkü yayınımızda öncelikle Narin cinâyetini tekrar ele alacağız. Geçen hafta da öyle yapmıştık, yine onunla başlayacağız. Daha sonra, İYİ Parti’den bir milletvekili daha istifâ etti biliyorsunuz, 30’a düştü. Nereye gidiyor İYİ Parti? Ankara’daki arkadaşımız Özgecan Özgenç bu konudaki kulisleri aktaracak. Daha sonra da Kemal Can’la birlikte bunu değerlendireceğiz. Ardından Trump’a yeni bir sûikast girişimi oldu, bunu da Dış Haberler editörümüz Senem Görür Yücel’le konuşacağız. En sonunda da ben, Didim’de defnedilen Ayşenur Ezgi Eygi hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Şimdi Narin Güran cinâyetiyle başlayalım, arkadaşımız, Diyarbakır temsilcimiz Ferit Aslan ile. Ferit, merhaba.

Ferit Aslan: Merhaba, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Evet, şimdi Diyarbakır’da Narin Güran denince, senin adaşın ve ortak dostumuz Ferit Demir çok fazla öne çıktı. Tehdit edildi, çok şeyler de oldu. O Tunceli’den gelmişti ve anladığım kadarıyla da geri dönmüş. Ona buradan bir selâm yollayalım, geçmiş olsun diyelim. Çok gazeteci geldi değil mi oraya? Yani siz bölgede yaşayan gazetecilere ek olarak, İstanbul’dan, Ankara’dan…

Ferit Aslan: Diyarbakır zâten, biliyorsunuz, medya anlamında belki de İstanbul ve Ankara’dan sonra gelecek olan üçüncü merkez konumunda Türkiye’de. Bu her zaman böyle olmuştur. Belki geçmişten bu yana Kürt meselesinin merkezi veya laboratuvarı Diyarbakır olarak görüldüğü için olmuştur. İşte bu Narin olayında da sâdece Diyarbakır’daki yerel ve ulusal medyanın temsilcileri değil; aynı zamanda İstanbul’dan, Ankara’dan çok sayıda gazeteci ve televizyoncu da buraya akın etti. Narin’le ilgili gelişmeleri, hem Narin’in yaşadığı ve öldürüldüğü Tavşantepe köyünde hem de Diyarbakır Adliyesi’nin önünde –eski adıyla meşhur Diyarbakır DGM olarak da görev yapmıştı– gelişmeleri izleyicileri ve okurları için tâkip ettiler. Dediğim gibi, medyanın Türkiye’ye travma yaşatan bu Narin cinâyetine ilgisi hâlen devam ediyor Ruşen Çakır.

Ruşen Çakır: Evet, medya ombudsmanı arkadaşımız Faruk Bildirici bu haftaki değerlendirmesinde özellikle medyanın Narin cinâyetini ele alışını incelemiş ve bayağı ciddî eleştirileri var. Çünkü olayı bir gazetecilik faaliyeti ötesinde, bir duygu üzerinden yapanlar da oldu; canlı yayınlar vs. ile. Bir de tabiî –onu birazdan Baro Başkanı’yla daha detaylı bir şekilde konuşmayı düşünüyorum– soruşturmanın selâmetini etkileyecek şekilde birtakım yayınlar, sızdırmalar vs. oldu, değil mi Ferit? Çünkü kimin ne ifâde verdiği hakkında haber çıkınca, olayla ilgili diğer kişiler ona göre pozisyon alabiliyor falan.

Ferit Aslan: Tabiî, öyle oldu ve bu ilk defa oldu. Yani dediğim gibi, ben 33 yıldır bu bölgede gazetecilik yapıyorum. Çok sayıda duruşma izledim burada. Hakkında soruşturma yürütülen bütün olaylarda… Aslında bütün soruşturmalar gizlidir; ama bu soruşturma, gizliliğe daha fazla önem atfeden bir olaydı. Ben böyle bir şey görmedim; daha ifâde biter bitmez, şüpheliler daha sorgu odasından çıkmadan ifâde tutanakları ekranlarda boy boy yayınlanmaya başlandı. Daha önce görülmemiş bir şeydi bu. Şimdi şöyle bir şey düşünün: Siz şüphelisiniz, ifâde veriyorsunuz ve etkin bir konumdasınız; belki de o suçun organize edilmesinde, tasarlanmasında önemli bir rolünüz var. Siz o ifâdeyi verdiğiniz zaman, o ifâdeniz 5 dakika geçmeden ekranlarda çıktığında, olası diğer şüpheliler ve diğer görgü tanıkları da sizin o pozisyonunuzu, verdiğiniz ifâdeyi görerek kendileri ona göre pozisyon alıyorlar. Yani bir şeyi îtiraf etmesi gerekiyorsa bile, ya vazgeçiyor ya da sizin îtiraflarınız ve verdiğiniz ifâdeler doğrultusunda kendine göre bir ifâde veriyor. Bu da soruşturmayı, bana göre selâmeti açısından ciddî bir sekteye uğrattı; öyle böyle değil. Ama burada, hem Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı hem Diyarbakır Barosu’yla yaptığımız görüşmelerde, bu sızmanın daha çok Ankara merkezli olduğunu söylüyorlar; çünkü bu soruşturma Ankara’dan da yakından tâkip ediliyordu. Televizyon kanallarına bu çarşaf çarşaf ifâdelerin verilmesini, bir nevi de aslında Ankara’nın sızdırdığı üzerinde duruyorlar. Defalarca, ilk günden îtibâren sürekli uyarılar yapan Diyarbakır Baro Başkanı, zâten birazdan sizin konuğunuz olacak. Bu konuyla ilgili daha detaylı bilgi alabilirsiniz Nahit Bey’den.

Ruşen Çakır: Evet, şimdi olaya bakalım. Tutuklananlar var: annesi, amcası, ağabeyi, başka yakınları, amcasının çalışanları, vs.. Ama gördüğüm kadarıyla hiç kimse, “Evet, ben öldürdüm” demiyor, kimse “Şu öldürdü” de demiyor. Yani fâili meçhul bir durum var, bu çok acâyip bir durum. Normalde bu insanlar –aslında orası bir mahalle, ama köy diye geçiyor–, böyle bir yerde yaşayan insanlar –bu kadar uzman sorgucular geldi, öyle değil mi?– bayağı ciddî çapraz sorgulara alındılar, uzun uzun konuşuldu, vs.. Her türlü çalışma yapıldı, yapılabilecek her şey yapıldı; ama bu zamâna kadar hâlâ bir netlik çıkmadı.

Ferit Aslan: Şimdi, sâdece Nevzat Bahtiyar şu anda tutuklu. Önce şunu söyleyelim: 11 tutuklu var, şu saat îtibâriyle bir kişi de hâlen gözaltında. Bu 11 tutuklu kim? Bunlardan bir tânesi köyün muhtarı ve Narin’in amcası Salim Güran, diğeri Narin’in annesi Yüksel Güran, Narin’in ağabeyi Enes Güran ve Nevzat Bahtiyar. En önemli isimlerin bunlar olduğu söyleniyor. Aslında soruşturmanın merkezinde bu dört ismin olduğu ifâde ediliyor. Tutuklu olan bu 11 kişiden sâdece Nevzat Bahtiyar –o da Narin’in muhtar olan amcası, biliyorsunuz– ilk ifâdeyi veren oydu. Önce gizli tanık diye çıktı, sonra îtirafçı diye çıktı; ama ortaya çıktı ki, aracı dere kenarında, Narin’in cesedinin çıkarıldığı noktada bulunduğu için o araçtan tespitle ona gittiler ve onu aldılar. Onun söylediği de şu: “Muhtar beni durdurdu, arabasının ön koltuğunda battaniyeye sarılı bir şey vardı. Bana dedi ki: ‘Bunu yok edeceksin’ ”. Yani işin muhtar tarafından kendisine teslim edildiğini söyledi. Ve bunun üzerine aslında şu âna kadar belki de olayı çözmeye en yakın ifâde bu. Ama şöyle bir durum da var: Bütün ifâdelerde çelişki var. Meselâ tutuklanan sanıkların kollukta verdiği ifâde ile jandarmada verdiği ifâde ve adliyede verdikleri ifâde arasında çelişki var. Bu çelişkiler arasında, sâdece bir genç kız, ifâdesinde muhtarın kendilerini saat konusunda yönlendirdiğini ve telkinde bulunduğunu söyledi. Bunun dışındaki ifâdelerde, hepsine soruldu: “Narin’i muhtar öldürmüş olabilir mi? Bu işi muhtar organize edebilir mi?” Hepsi, “Ben bilmiyorum” dediler. Hiçbir tânesi bu konuda bir fikir beyan etmedi. Ama avukatlardan aldığımız bâzı bilgilere göre, şüpheliler avukatlarla özel görüşmelerde, muhtarın kendilerine bâzı telkinlerde bulunduğunu söylemişler; ama bunu savcılıkta söylemeyeceklerini ifâde etmişler. Ama dediğim gibi, Nevzat Bahtiyar bu konuda çözüldü. Bir de şu saat îtibâriyle üç kişi gözaltında diyorum ya; onlardan biri var, bir kadın: H.G.. O da üç gündür gözaltında. Cuma günü alındı ve bugün adliyeye çıkarılması bekleniyor. Bu da önemli bir kadın. Bu kadın neden önemli? Narin’in annesinin verdiği ifâdeye göre, Narin kaybolduğu saat, yani en son kamerada görüldüğü 15:15 ile dere kenarında aracın görüldüğü 15:50 arasında, Narin’in annesi bu kadının evlerine iki defa geldiğini söylemiş. “İki defa geldi ve oturduk” demiş. Bu anlamıyla ifâdesi önemli. O da üç gündür sorgudaydı, bugün adliyeye çıkarılması lâzım. Diğer iki gözaltına alınanlar da soruşturmayı sekteye uğratmadan dolayı arananlar; yani asılsız ihbarda bulunan, yangın çıkaran, başka şeyler söyleyen kişiler. Bu sebeple gözaltındalar. Onların da sorgusu hâlen devam ediyor.

Ruşen Çakır: Ferit, çok teşekkürler. Şimdi Nahit Bey ile konuşacağım. Meselâ asılsız ihbarlar meselesi var. Ona da bir cevap ver. “Cesedin olduğu yer” diye, çok sayıda asılsız ihbar yapılmış ve bu ihbarları yapanların çoğu da âiledenmiş.

Ferit Aslan: Evet, bu da jandarmanın, yani JASAT’ın tuttuğu tutanak. Bu tutanak da mahkemede en son tutuklanan 15 yaşındaki bir şüphelinin tutuklanma gerekçesi arasına konuldu. Orada da şu ifâdeler kullanılıyor: “Arama kurtarma ekipleri çalışma yaparken köyde yangınlar çıkarılmış. Elektrikler kesilmiş. Şurada bir terlik bulundu. Bir kız çocuğunu iki kişi köyün şu tarafına kaçırıyordu” ihbârı gibi birçok asılsız ihbar yapıldığını ve bu nedenle de jandarmanın başka yerlere yönlendirildiğini, Eğertutmaz Deresi’nden jandarmayı uzak tutmak için her şeyin yapıldığını ifâde eden bir jandarma tutanağı var ve mahkeme karârına geçti. Bu da aslında çok önemli; çünkü Diyarbakır Barosu’nun da isyanı bunlaraydı, yani soruşturmanın gizliliğineydi, soruşturmanın sağlıklı yürütülmemesineydi, soruşturmanın yürütülmesinde yaşanan ihmallereydi. Herhalde Baro Başkanı Nahit Bey bu konularla ilgili size cevaplar verecektir.

Ruşen Çakır: Evet Ferit, çok teşekkürler, sağ ol katkıların için. Ve tâkip ediyorsun, daha gelişiyor olay. Önümüzdeki günlerde de konuşacağız. Çok sağ ol.

Ferit Aslan: Teşekkürler. İyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Evet, temsilcimiz Ferit Aslan’la konuştuk; şimdi Nahit Eren, Diyarbakır Baro Başkanı. Nahit Bey, merhaba.

Nahit Eren: Merhaba, iyi yayınlar, kolaylıklar diliyorum.

Ruşen Çakır: Sağ olun. Siz baro olarak baştan îtibâren müştekî olarak olaya dâhilsiniz ve adım adım izliyorsunuz. Önce şunu söyleyeyim: Daha ilk günlerden îtibâren birtakım bilgilerin sızmasından çok ciddî bir şekilde rahatsızlık duydunuz. Normal şartlarda devlet bir şeyleri saklar, avukatlar ve kamuoyu da bunların saklanmamasını ister. Bu olayda tersi bir durum oldu. Hattâ bunu ilk duyduğumda şaşırdım, “Ya, ne oluyoruz?” dedim, ama sonra haklı çıktınız. Bir onu anlatır mısınız? Neydi kaygınız ve bu kaygınız gerçekleşti galiba, değil mi? Yani istemediğiniz bir şey oldu.

Nahit Eren: Aynen. Yani şöyle, biz tabiî ki yayın yasağına karşıyız. Nihâyetinde bu tür dâvâ dosyalarının kamuoyunun gündeminde kalması, kamuoyu baskısı anlamında, tabiî ki yayın yasağı doğru olmamakla birlikte; ama yayınların da soruşturma gizliliğini ihlâl etmeyecek şekilde yapılmasından yanaydık. Dosyada bir gizlilik karârı var. Aslında biz gizlilik karârı dediğimiz zaman, şunu da düzeltmemiz lâzım: Her soruşturma gizli yürümek zorunda aslında. Yani soruşturmanın gizliliği, bizim cezâ usul kanunumuza göre ayrı bir karar almayı gerektiren bir husus değil aslında. Ama bâzı dosyaların hassâsiyeti îtibârıyla, ayrıca bir gizlilik karârı mahkeme kanalıyla alınıyor. Bu dosyamız da öyle bir dosya; yani dosyanın niteliği, mağdurun çocuk olması. Nitekim bu tür dosyalarda, daha önce yakın sosyal çevre, âile, âile bireylerinin kaybettirme olaylarına dâhiliyeti gibi konuları düşündüğümüz zaman, bu tür dosyalarda biz baro olarak prensip îtibârıyla soruşturmanın gizliliği yönünde verilen kararların çok da yanlış olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü nitekim bu dosyada gördük, çok somut bir şekilde karşımıza çıktı. Maalesef, çarşaf çarşaf ifâde tutanakları sızdırıldı — ki bu ifâde tutanakları da aslında olay ve olayda şüpheli olan herkese ilişkin bilgileri içeriyordu. Ne oluyor bu durumda? Siz aslında o bilgileri, henüz ilgili savcının karşısına çıkmadan hakkınızdaki iddiaları öğrenmiş oluyorsunuz. Bu iddialara göre sorulara hazırlıklı bir şekilde geliyorsunuz. Bizim îtiraz ettiğimiz husus buydu. Maalesef ilk günden beri soruşturmanın gizliliği konusundaki kaygılarımız ve bunun soruşturma dosyasına vereceği zarâra ilişkin dile getirdiğimiz kaygılar maalesef karşılık bulmadı, yani buna riayet etme anlamında. Bizler suçlandık. Dün meslektaşlarım, soruşturmaya giren avukat arkadaşlarım bana iletti. Yanılmıyorsam 2-3 gün önce Sayın Adâlet Bakanı Denizli’de bir programa katılmış ve orada şunu ifâde etmiş: Söz konusu tutanakların aynı zamanda avukatlara verildiğini ve avukatlar tarafından da paylaşılmış olabileceğini dile getirmiş. Şöyle ki Ruşen Bey, inanın ilk gün bu kaygıları hissettim ve bütün avukat arkadaşlarıma, “Lütfen kollukta okuduğunuz, imzâladığınız belgelerden hakkınız olmakla birlikte, şu an için tutanakları almayın” dedik ve bu anlamda hassâsiyetin de farkındaydık. Ama bir şekilde olay yine getirilip avukatlara mal edildi. Ben size bir örnek daha verip bu konuyu bu anlamda kapatmak istiyorum. Şöyle: 22 kişi hatırlarsanız ifâde için savcılığa sevk edildi, savcılık ifâdeleri aldı. Henüz bu 22 kişi hakkında soruşturmayı tâkip eden avukatlar baro odasında, yani avukat bekleme odasındayken, biz televizyondan 22 kişi hakkında verilen karârı ekranda gördük. Yani biz henüz o karâra ulaşmamışken… Ne ifâde etmek istiyorum? Biz bu konuda kendimizden eminiz, birçok tutanağı da savcıların yanında işâretleyerek aldık. Ama maalesef, yargı bürokrasisi belirli haber kanalları üzerinden… Ben çok üzüldüm. Dün görüntüyü gördüm, bilmiyorum siz tâkip edebildiniz mi? Narin’in bulunduğu yere ilişkin görüntüleri. Yani bu görüntü sâdece ve sâdece soruşturmayı yürüten kollukta var ve kolluğun gönderdiği savcıda var. İnanın, ben o görüntüleri izledim ama, o görüntülere ilişkin elimizde herhangi bir video kaydı ya da herhangi bir fotoğraf yokken yine o görüntüler, yine bir kanal üzerinden maalesef, çok da hassas içerikli, gerçekten toplumun sinir uçlarına dokunabilecek, rahatsız edecek görüntüler, yine sosyal haber kanallarında yayınlandı. Bu doğru bir yöntem değil. Yani magazinleştirilen bir konu boyutuna getirildi. Üzülerek ifâde ediyorum. Burada 8 yaşında bir çocuğun yaşam hakkı, 8 yaşındaki bir çocuk için hepimizin tesis etmesi gereken bir adâlet sorunu var. Ama bunu bu şekilde, toplumu rahatsız eden ve aynı zamanda soruşturmaya zarar veren boyutuyla haberleştirmekten kaçınmak gerekiyor.

Ruşen Çakır: Şimdi, Nahit Bey, bu sızdırmalar da sızdırmaların aktarılış şekli de bir garip. Ama olayın kendisi baştan îtibâren bir garip. Siz dosyaya tamâmen hâkimsiniz, başından îtibâren tâkip ediyorsunuz, detayları biliyorsunuz; çok sayıda çelişki olduğunu artık bütün kamuoyu biliyor. Ama burada en çarpıcı olay; birincisi, bunca zamandır cenâzeye geç ulaşılması, ikincisi de o kadar birbirinden farklı ve genellikle çok da eğitim düzeyi yüksek olmayan zanlılar, görgü tanıkları, şunlar bunlar, uzmanlar tarafından bunca zaman sorgulanıyor ve hâlâ, “Evet, ben öldürdüm” diyen bir kişi yok ya da “Şu öldürdü” diyen bir kişi yok. Bu olabilecek bir şey mi? Yani tek bir sanık olur ya da iki sanık olur, o zaman dersiniz ki “Bu iki sanık Nuh diyor, peygamber demiyor”. Ama burada 20, 30, 40 kişi sorgulanıyor, bilmem kaç kişi tutuklanıyor; fakat elimizde hâlâ bir net cinâyet sanığı yok, bir net cinâyet tanığı yok. Bu çok acâyip bir durum, öyle değil mi?

Nahit Eren: Şimdi, Ruşen Bey, şunu yapmamız lâzım: Biz, soruşturma makamlarından âdeta bir hüküm kurmalarını bekliyoruz. Dediğiniz gibi, şu anda bir cinâyet var ve bu cinâyete ilişkin deliller toplanıyor. Eğer gözaltına aldığınız, şüpheli sıfatı verdiğiniz insanlardan biri o suçu ikrar etmemişse, dosya bir şekilde şüpheliler üzerinden yürür ve kuvvetli şüphe varsa tutuklanır. Hattâ deliller tamamlanıp toplandıktan sonra da belirli insanlar hakkında, işte, adam öldürmeye iştirakten, yani müşterek bir şekilde insan öldürmekten dolayı dâvâ açılır. Hükmü, eğer somut anlamda bir ikrar yoksa, ikrar varsa da yine dâvâ açılır. Şimdi, bizim bütün kamuoyunda ve tüm toplumda bir an önce Narin’i kimin öldürdüğü konusunda bir ikrar beklentisi var. Yani, eğer bir görüntü kaydı yoksa, ölüm ânına ilişkin somut bir delil ya da dediğim gibi bir ikrar yoksa, âdeta o cinâyeti işleme şüphesi olarak gözaltına alınan kişilerin fâil olma ihtimâli yokmuş gibi bir algı gelişti toplumda. Bu doğru bir yaklaşım değil. Şu anda bu dosyada cinâyeti işlediğine dâir yoğun şüphenin olduğu birden fazla kişi var. Bakın, biz şunu da karıştırıyoruz. Yani “iştirak” dediğimiz şey, şimdi kimisi yardım diyor, kimisi yardım eden var diye insanları, şüphelileri ya da tutukluları tanımlamaya çalışıyor. Bizim cezâ sistemimizde iştirak dediğimiz şey; öldürme fiilini işleyenle suça bu anlamda iştirak eden, yani müşterek irâdeye sâhip olanlar arasında bir fark yok. Bir cinâyeti sâdece bir kişi işlemiş gibi bir sonuca da ulaşamayız; kesin bir kanaate varamayız. Birden fazla kişi buna ilişkin bir karar almış olabilir. Birden fazla kişi, ölüm ânında yardım ederek, gözcülük ederek aynı nitelikte, yani fiili yapmışlık üzerine fiilî hâkimiyet anlamında birden fazla kişi de fâil olabiliyor. Öncelikle, bu kavramları gerçekten yerli yerinde kullanmamız gerekiyor. Ama dediğiniz gibi, bu soruşturmaya başlangıç îtibâriyle bir kaybettirme mevzûu olarak yaklaştığınız zaman, kolluk olarak, soruşturma makamları olarak maalesef soruşturma sürecinde eksik bıraktığınız, eksik araştırdığınız, ihmal ettiğiniz konular ve noktalar oluyor. Bu soruşturmada biraz kolluk, yani soruşturmayı yürüten jandarma olduğu için, karakol olduğu için, bir şekilde köylülerin beyanı, yani bu sâdece âile bireyleri değil, aynı zamanda o köyde bulunan birçok kişi tarafından sürekli bir şekilde bir kaçırılma veya kaybettirme üzerine mevzûya bakıyor. Ama biz şunu söylüyoruz: Kişi kaybolduğu ortamda hem sosyal çevresi hem âile bireyleri hem o köydeki bütün insanlar bir şekilde o soruşturma dosyası açısından olay yeri îtibârıyla bir şüpheli ya da bu konuda gerekli inceleme, araştırma ve delil toplama işlemi yapılacaksa hepsine yönelik yapılmalı. Bu konuda bir zâfiyet var mı? Ben bunu geçen gün de ifâde ettim; bence bu konuda ciddî bir zâfiyet var. Yani siz kolluk olarak sâhip olduğunuz tecrübeye göre köydeki muhtarın ya da üçüncü bir şahsın ya da köy sâkininin beyanlarına göre bir soruşturma yürütemezsiniz ya da arama kurtarma faaliyetini de yürütemezsiniz. Sizin öncelikle o alanı tamâmen bir belirlemeniz lâzım; nerede, ne şekilde aramaları yapacağınızı bilmeniz lâzım. Düşünün, köyde iki dere yatağı var; biri üzerine yoğunlaşıyorsunuz, ama diğerine, yani şu an bulunduğu dere îtibârıyla neden yoğunlaşmıyorsunuz? Bunların hepsinde, bir şekilde köyde bulunan, arama faaliyetlerine yönelik yönlendirmenin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bir de ilk defa sizin yayınınızda bir şey ifâde etmeye çalışıyorum; bu bence çok anlamlıydı. Bugün îtibârıyla Baran Güran, yani Narin’in ağabeyi, hatırlarsanız otopsi sonrası Narin’in naaşının teslim edildiği ağabeyi; olay günü köyde olmayan ve bugüne kadar hiçbir şekilde kendisiyle ilgili bir şüphenin bile oluşmadığı Baran, bugün sabah îtibârıyla baromuza geldi. Kendisiyle uzun uzun görüştük. Bu konuda Diyarbakır Barosu olarak bizim, sizin de bahsettiğiniz üzere, müştekî sıfatıyla dosyaya dâhil edilme yönünde talebimiz vardı. Bu konuda henüz bir karar verilmedi; ama tabiî ki bu süreci dâhiliyetimizle yürüttükleri konusunda bir şüpheniz olmasın. Baran, bize bugün vekâlet çıkardı; Diyarbakır Barosu Başkanı olarak kurumsal kimliğimize istinâden Narin’in dosyasını tâkip etmemizi istedi. Müştekî sıfatı olarak şu an Baran, dosyada şüpheli olmayan tek âile bireyi olduğu için Diyarbakır Barosu’na başvuru yaptı ve vekâleti de geldi bize. Bu saatten sonra Diyarbakır Barosu, aynı zamanda bir taraf sıfatıyla…

Ruşen Çakır: Evet, bu söylediğiniz çok önemli. Yani şikâyetçi olan ağabey olarak Baran sizi, yani baroyu atadı.

Nahit Eren: Şimdi, Ruşen Bey, şöyle yapalım: Mâlûmunuz, bir suçtan mağdur olan kişi kendisini temsîlen vekil atar. Yani burada Narin yaşamını yitirdiği için, dâvâda onun temsiliyeti, onun ölümünden dolayı zarar gören annesi, babası ve kardeşleri olur. Anne dosyada tutuklu şüpheli; babadan ifâde alındı ama henüz hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dâir bir karar verilmediği için o da hâlâ şüpheli. Dosyada tek şüpheli olmayan âile bireyi, 18 yaşını ikmal eden Baran’dı. Baran da bugün baromuza yine birkaç âile bireyiyle birlikte geldi. Ve dâvânın, fâil kim olursa olsun… Çünkü biz kendisiyle uzun uzun bunu konuştuk. Bakın burada, bugün Baran’dan bize vekâlet çıkardığınız zaman, biz bir şekilde bu dâvânın, Narin’in fâili, katili kimse yargılanıp hüküm giymesi konusunda senden vekâlet alıyoruz. Tabiî mâsumiyet karînesine hepimiz, ki ben bir hukukçu olarak öncelikle riayet etmeliyim. “Ama dosyada şüpheli olarak annen var, ağabeyin var, amcaların var, kuzenlerin var. Bu konuda emin misin?” dedik. Kim olursa olsun, tespit edilen fâil kimse hak ettiği cezâyı alması için Diyarbakır Barosu’nun kurumsal kimliğine olan güveni de dikkate alarak bize vekâlet verdi. Birazdan ben Savcı Bey’e vekâletimi ibraz edeceğim, Diyarbakır Barosu’ndan dâvâya görevlendirdiğimiz avukat arkadaşlarımızın isimleriyle birlikte. Bu saatten sonra dâvâyı vekâlet ilişkisiyle tâkip edeceğiz. Ama dediğim gibi, şu da yanlış anlaşılmasın: Sizin de dediğiniz gibi, bir baro başkanı olarak Narin’in âilesi de şüpheli sıfatında dosyaya yansıdığı için bugüne kadar da aslında dâvâyı tâkip konusunda savcılık makamı nezdinde çok bir sorun yaşamamıştım.

Ruşen Çakır: Şimdi, Nahit Bey, dedik ki, kimse “Ben öldürdüm” demiyor, kimse “Şu öldürdü” demiyor. Bir de çok daha ciddî bir şey var: Cinâyet nedeni belli değil. Yani 8 yaşındaki bir kız çocuğu, âile ortamında, akraba ortamında ne olmuş olabilir de öldürülmüş olabilir? Yani kazâ ihtimâli falan kesinlikle yok, bu bir cinâyet, değil mi?

Nahit Eren: Tabiî.

Ruşen Çakır: Ortada bir cinâyet nedeni de yok. Ve bu yüzden de çok acı bir şey var. İnsanlar bulundukları yerden, bâzıları maalesef meslektaşlarımız, bâzıları oturdukları yerden, sosyal medyadan… onların vâsıtasıyla bir yığın tevâtür dolaşıyor. Bu her açıdan çok sorunlu bir şey. Ama ortada bir cinâyet nedeni yok. Yani bir kız çocuğu niçin, muhtemelen yakınında olan birisi tarafından, öldürülmüş olabilir?

Nahit Eren: Şimdi zâten bütün problemimiz o. Yani bir cinâyetin fâili, fâili tespit ederseniz sebebi. Yani biz hep cezâ hukukunda şunu söyleriz: Suç işleme sâiki; yani o kişiyi öldürme konusundaki kastınız nedir? Şimdi burada şunu bir kere belirleyelim: Yani 8 yaşındaki bir çocuk, az evvel dediğiniz üzere, kasıtlı olmayan bir ölüm, kazâen bir ölüm olsa bu çocuk bu şekilde neden gizlenir? Neden başka bir yere götürülür, defnedilir? Ölüm sebebi henüz net bir şekilde açığa çıkmadı. Adlî Tıp raporunu bekliyoruz; bu hafta içinde gelmesini bekliyoruz. Ama tabiî otopsiye katılan biri olarak ifâde etmek istiyorum: Yani beden üzerine herhangi bir ateşli silâh, kesici veya delici bir âlete ilişkin iz yok. Vücut bütünlüğü, bacağı dışında… Ki ben bunu daha önce îzah etmiştim, su içerisindeki canlıların bir müdâhalesine maruz kalıyor. Ben onu birazdan da açabilirim. Çünkü bu konuda çok farklı, dediğiniz gibi yine sosyal medyada ve bâzı basın-yayın organlarında çok farklı bir yere çekildi olay. Birazdan bunun üzerinde de durabiliriz; ama şunu ifâde etmeye çalışıyorum: Ortada, beden bütünlüğünde, bizim öldürmeye yönelik dıştan gözlemlediğimiz bir durum ön raporda ve yapılan otopsi işleminde tespit edilemedi. Burada evet, bunlar çok konuşuldu: “Boğuldu mu? Farklı bir şey mi?” Her şey olabilir yani bu anlamda. Yani vücut bütünlüğünde ateşli ve kesici bir silâh veya âlete ilişkin bir iz yok. Bu anlamda ölüm sebebi açığa çıktığı zaman biz öncelikle bu konuda daha rahat konuşabiliriz. Ama sâik, öldürme nedeni… Şunu çok iyi biliyoruz — bu artık bizim raporlara yansıyan görüntü kayıtlarında olan: Narin 15:15 ile 15:45 arasında katledildi. Ben bunu neye göre ifâde ediyorum? Narin’i defneden, daha doğrusu Narin’i götürüp dere yatağına saklayan kişi Nevzat’ın aracının kameralara yansıdığı ilk an 15:45. Yani neyi ifâde ediyorum? 15:15 Narin’in köydeki kameralara görüntüsünün göründüğü son an olduğuna göre, o süre zarfı içerisinde Narin o yamaçtan evine doğru ilerlerken, o süre zarfında katlediliyor. Yani olay ne ise, Narin’le kimler temas kurmuşsa, Narin’i o 30 dakika içerisinde katlediyorlar, hazırlığını yapıyorlar, torbayı ayarlıyorlar. Bir şekilde Narin’in o ölüm yerindeki ilk görüntüyle araç görüntüsü arasındaki süre 30 dakika. Şimdi burada, dediğiniz gibi dosyayı baştan beri tâkip eden biri olarak şu anda elimizdeki tek somut delil, Nevzat’ın savcı huzurunda, amca Salim’in cenâzeyi, yani Narin’i götürüp saklaması konusunda kendisinden talepte bulunduğunda, Salim’in öldürdüğü konusunda kendisine verdiği bilgi. Bunun dışında bizim cinâyete dâir somut… Bu bir delil değil mi? Delil tabiî ki. Öte taraftan araçlarda bulunan DNA örnekleri yok mu? Var tabiî ki. Ama dediğim gibi, henüz dosyada kamuoyunun da beklediği gibi, şüphelilerden fâil olarak şu âna kadar, daha doğrusu tutuklananlardan hiç kimsenin cinâyeti işlediğine dâir net açık bir îtirâfı maalesef yok.

Ruşen Çakır: Demin Ferit’le de konuştuk. Jandarma tutanağında ortaya çıkan bir acâyip gerçek var biliyorsunuz; çok sayıda asılsız ihbar yapıldığı ve bu ihbarların da büyük ölçüde âile mensupları tarafından yapıldığı meselesi. Bu çok şey söylüyor aslında, değil mi?

Nahit Eren: Ben tam anlayamadım sorunuzu Ruşen Bey.

Ruşen Çakır: Jandarma tutanağındaki asılsız ihbarlar. Cenâzenin olduğu yerle ilgili olarak çok sayıda asılsız ihbar yapıldığı ve bunların da büyük ölçüde âile çevresi tarafından yapıldığı bilgisi — jandarma tarafından bir dosyada bir yerde bu belirtilmiş. Çok vahim bir durum ve aslında birçok şeyi de söyleyen bir durum herhalde.

Nahit Eren: Tabiî tabiî, burada zâten mahkeme kararlarına yansıdı bu. Soruşturma savcılarının da en çok üzerinde durduğu, yani köye dâir o oluşan ya da âile bireylerine yönelik oluşan bu şüphe ve güvensizlik biraz da oradan besleniyor. Yani özellikle elektrik kesintileri, yangınlar, yanlış yere yönlendirmeler… Örneğin Ferit Bey onu ifâde etti mi bilmiyorum; ama farklı yönden bir araçla götürüldüğü şeklindeki bilgiler ya da terliğinin şurada bulunduğu tarzındaki bilgiler, ihbarlar… Bu anlamda evet, bir bilgi kirliliği o ilk gün için ve ertesi gün için çok yoğun şekilde var köyde. Bunların tamâmı zâten o savcıların, daha doğrusu, bugün îtibâriyle geriye döndüğümüzde köydeki ihbarda bulunan kişilerin getirilip gözaltına alınması, bilgi amaçlı getirdikleri, verdikleri bilgilerin şu anki bilgilerle çelişiyor olması, sürekli bir şekilde şüphe uyandırıyor. Ben geçen günkü basın toplantısında da ifâde ettim; organize bir şekilde ilk ifâdelerle ikinci ifâdeler arasında yine bir çelişki var. Yani organize bir şekilde demek istediğim şu: Daha önce Narin’i 17:40’ta gördüğünü iddia edenler, “Hayır, biz Narin’i 17:40’ta görmedik, yanıldık, bizi yanılttılar, böyle ifâde verin dediler” diyenlerin yine birçoğu aynı şekilde ifâde veriyor. Ama bunu nereden biliyoruz? Neden ifâde değiştirdiler? Çünkü Narin’in, az evvel bahsettiğim gibi, 15:15 ile 15:45 arasında öldüğü öğrenildi. Öğrenilince, yeniden, “Evet, ya biz yanlış verdik, aslında şu bize ‘Böyle söyle’ dedi’’ tarzında ifâdeler değişiyor. Bu anlamda da ifâdeler sürekli değiştiği için savcılık da şüphe konusunda gözaltında bulunanlarla ilgili tutuklama tedbirine başvurup sorgu hâkimliğine sevk ediyor. Yani ilk günden bugüne kadar tutarlı ifâdeleri olan kişi sayısı çok az, hattâ yok denecek kadar az. Sürekli değişen ifâdeler var. Bu da köydeki sâkinlere yönelik, âile bireylerine yönelik şüpheyi de yoğunlaştırıyor tabiî ki.

Ruşen Çakır: Peki Nahit Bey, son olarak şunu sormak istiyorum: Nasıl bir süreç bekliyorsunuz? Umuyorsunuz demiyorum; çünkü Türkiye’de umulanla yaşanan çok farklı olur. Siz Diyarbakır’da avukatlık yapan birisi olarak genellikle umduklarınızı bulamayan bir meslek grubusunuz. Ama bu olayda, demin de bahsettiniz, ağabey Baran’ın size vekâlet vermesiyle doğrudan bir şekilde baro olarak iyice olayın içerisindesiniz. Buna sonuna kadar sâhip çıkacağınıza eminiz. O anlamda şimdiden de takdiri hak ediyorsunuz. Ama burası Türkiye diyelim. Ve bir de şöyle bir şey var; şu süreçte yapılan yalan ifâdeler, koordineli bir şekilde yapılan asılsız ihbarlar vs., şimdi içerideki insanlar bir şekilde herhalde birtakım yeni senaryolar falan da yapacaklardır, şu olacaktır, bu olacaktır. Nasıl bir beklenti içindesiniz? Meselâ mahkeme gizli mi olacak, açık mı olur? Ne tahmin ediyorsunuz ve nasıl bir süreç bekliyorsunuz? Bu yıllarca süren bir dâvâ mı olur, yoksa diyelim ki 2 ay içerisinde başlar ve hızlı bir şekilde sonuçlanır mı? Çünkü kamuoyu çok merak ediyor; cenâzesine ulaşılması bile bu kadar uzun sürdü. Açıkçası insanlar –nasıl söyleyeyim?– tabiî ki Narin’in öldü, yani onu hiçbir şey geri getiremeyecek, ama en azından suçluların cezâlandırılması konusunda iyimser olmakta zorlanıyor insanlar maalesef.

Nahit Eren: Katılıyorum. Bu konuda Türkiye’deki yargı pratiği de maalesef bizlere gereken güveni hissettirmiyor, yani olması gereken güveni hissettirmiyor. Ama şunu söyleyebilirim; yani o ilk zamanlar arama kurtarma faaliyetlerindeki zâfiyet, eksiklik, ihmaller… Özellikle Narin’in bedeninin bulunmasından sonra çok daha farklı, yoğun bir ilginin soruşturma makamlarında –ilk gün de vardı ama– adliye koridorlarında ya da karakollarda ya da şüphelilerle birlikte gelen ve sürekli delil taraması yapan kollukta daha farklı, daha yoğun, daha üst düzeyde bir çalışmanın olduğunu gözlemleyebiliyorum. Ekipler anlamında, Ankara’dan gelen ekipler açısından daha ciddî bir çalışma var. Ben şu kanaatteyim: Oluşan kamuoyu baskısı, toplumsal baskı çok yoğun şekilde soruşturma ve kolluk makamları üzerinde kendisini hissettiriyor. Aynı zamanda iktidârın da, yani zaman zaman eleştirsek de Adâlet Bakanı’nın da bu soruşturmanın gizliliğini ihlâl noktasındaki yaklaşımını görüyoruz.Bu cinâyetin, işleyenler tarafından ikrar edileceğine inanıyorum. Ama olmazsa, bu beklenti karşılanmazsa, yani kendileri bu konuda gereken ikrârı yapmazlarsa, ben bu dâvânın çok uzun bir soruşturma sürecinde kalacağına inanmıyorum. Zâten şu âna kadar toplanan deliller de kuvvetli şüphe açısından bir cezâ dosyası açısından söylüyorum, dava açmaya, sanık konumuna getirmeye –belirli kişiler için tabiî bunu söylüyorum– yeterli düzeyde. Ama yargılamasının da ben şeffaf bir şekilde, bu kamuoyu ilgisinden dolayı, şeffaf bir şekilde yürüyeceğini, bâzen soruşturma aşamasında elde edilemeyen ikrârın ya da delillerin, kovuşturma aşamasında da somutlaşabildiğini çok iyi biliyoruz. Ben bu anlamda bu dosyanın, her ne kadar geçmişte benzer ve bizleri kaygılandıran yargı süreçleri olmuş ise de bu dâvâ dosyası açısından ben o kadar, o derece karamsar değilim. Ben fâillerin bir şekilde tespit edilip hak ettikleri cezâyı alacaklarına inanıyorum ve dosyaya yönelik ilgi de bunu gösteriyor.

Ruşen Çakır: Nahit Bey, biz de öyle temennî ediyoruz. Umarız böyle olur. Şunu tekrar söyleyelim: Baran Güran baroya geldi ve kızkardeşi öldürülmüş birisi olarak, âilenin şüpheli olmayan tek ferdi olarak Diyarbakır Barosu’na mı vekâlet verdi, yoksa size mi? Nasıl oldu o?

Nahit Eren: Kurumsal vekâlet alınamıyor; Diyarbakır Barosu Başkanı olarak benim şahsıma ve o vekâlete istinâden benim yetkilendireceğim avukatlarla dâvânın tâkibi konusunda bize yetki verdi, vekâlet verdi. Vekâlet kurumsal çıkmıyor, şahsî çıkıyor, baro başkanı olarak. Ama bu benim bağımsız bir avukat sıfatından kaynaklı alınan vekâlet değil; Diyarbakır Barosu’nun başkanı olarak aldığım bir vekâlet.

Ruşen Çakır: Siz de arkadaşlarınızla bu olayı…

Nahit Eren: Bu dâvâ için Diyarbakır Barosu birkaç gündür, tabiî ki ilgili avukat arkadaşlarımız var, kadın-çocuk hakları alanında çalışan, bu dâvâlara yıllardır müştekî mağdur sıfatıyla katılan tarafta bulunan avukatlarımız var; tecrübeli avukatlarımız var, yönetimde bulunan arkadaşlarımız var. Birlikte oluşturacağımız komisyonla hem soruşturma hem de kovuşturma aşamasını tâkip edeceğiz.

Ruşen Çakır: Sizin o zaman burada hukukî anlamda tâbiriniz “müdâhil avukat” mı oluyor, ne oluyor?

Nahit Eren: Biz şu anda dosyada, suçtan zarar görenin… Müdâhillik yargılama aşamasında olan bir şey. Ama şu anda soruşturmada suçtan zarar gören, yani müştekî konumdaki âile bireylerini temsîlen, dâvâda dâvâ dosyasını tâkip konusunda resmî anlamda talepte bulunma hakkını kazandık. Yani şu delilin, şu belgenin… Çünkü taraflar her soruşturma aşamasında delillerin toplanması konusunda talepte bulunabilir ya da toplanmasını istediği delilin getirilmesi, incelenmesi konusunda talepte bulunabilir. Şu anda resmî anlamda bu sıfatı kazanmış olduk.

Ruşen Çakır: Mahkeme aşamasında da müdâhil avukat olacaksınız.

Nahit Eren: Tabiî tabiî.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Nahit Bey.

Nahit Eren: Ben teşekkür ediyorum. İyi yayınlar diliyorum, kolay gelsin.

Ruşen Çakır: Umarız en kısa zamanda olay aydınlanır ve suçlular hak ettikleri cezâyı alırlar. Evet, Diyarbakır Barosu Başkanı Avukat Nahit Eren konuğumuzdu. Narin Güran olayını başından îtibâren izleyen Baro’nun, bundan sonra ağabey Baran Güran’ın verdiği vekâletle doğrudan olaya dâhil olduklarını bize anlattı. Şimdi İYİ Parti’ye bakalım. İYİ Parti’den geçen hafta İzmir Milletvekili Ümit Özlâle de istifâ etti ve böylece seçilen 44 milletvekili 30’a inmiş oldu. Bakalım neler oldu İYİ Parti’de? Bir videomuz var, onu izleyelim. Sonra Ankara’daki arkadaşımız Özgecan Özgenç ile konuşacağız, ardından Kemal Can ile birlikte bu olayın siyâsî yönlerini biraz analiz etmeye çalışacağız.

İYİ Parti’de milletvekili istifâları devam ediyor. İYİ Parti Kalkınma Politikaları Başkanı ve İzmir Milletvekili Ümit Özlâle, partisinden istifâ ettiğini açıkladı. Özlâle’nin istifâsıyla birlikte, 14 Mayıs 2023 genel seçimlerinde 44 milletvekiliyle parlamentoda temsiliyet kazanan İYİ Parti’nin toplam milletvekili sayısı 30’a düştü. Bugüne kadar İYİ Parti ile yolları ayrılan milletvekillerinden Nebi Hatipoğlu, Ahmet Ersagun Yücel ve Seyithan İzsiz AKP’ye katıldı. Ayşe Sibel Yanıkömeroğlu, Aykut Kaya ve Bilal Bilici ise CHP’ye geçti. Ümit Özlâle, İYİ Parti’nin önceki genel başkanı Meral Akşener’in başkanlık divânında yer aldı. Seçimlere hür ve müstakil girme karârının ardından partisinin İzmir Büyükşehir Belediye başkan adayı oldu ve başkanlık divânındaki görevinden istifâ etti. Yerel seçimlerin ardından olağanüstü kurultaya hazırlanan İYİ Parti’den istifâsını açıklayan Özlâle, sürpriz bir şekilde Müsavat Dervişoğlu’nun genel idâre kurulu listesinde yer alarak yeniden başkanlık divânında görev aldı. 12 Eylül’de ise ikinci kez partisinden istifâ ettiğini duyurdu.

Ruşen Çakır: Evet, Özgecan Özgenç ile konuşuyoruz. Özgecan, önce şöyle başlayalım: Ümit Özlâle niye istifâ etmiş, bilgi var mı ortada?

Özgecan Özgenç: Ruşen Çakır, aslında bilgiden ziyâde ilk istifâsından, yani 8 Nisan’dan bu yana süren spekülasyonlar var. Ümit Özlâle, yerel seçimlerin ardından Meral Akşener’in tekrar genel başkanlığa aday olmayacağını açıkladığı gün ilk kez istifâ etmişti ve o süreçte 27 Nisan’daki kurultayda Dervişoğlu’nun listesinden yeniden başkanlık divânına girmesi bizim için sürpriz olmuştu. Bunu emrivâkî olarak tanımlayanlar da vardı. Özlâle için de sanki bu başkanlık divânı görevlendirmesi sürpriz olmuştu. Yeniden istifâ etmesi, bu çerçevede son geçtiğimiz aylarda bizi en şaşırtmayan şey oldu diyebiliriz. Özlâle’nin son zamanlarda çok aktif söylemlerine de rastlamıyorduk. O emrivâkî görevlendirmeyi sonlandırmış oldu aslında 12 Eylül’de diyebiliriz.

Ruşen Çakır: Bu arada, bir meslektaşımızla evlenmiş biliyorsun. Onun da etkisi olmuş olabilir diyelim. Benim bildiğim kadarıyla Ümit Özlâle, yerel seçimden sonra CHP’ye geçmek istedi, ama CHP kendisini kabul etmedi. Çünkü İzmir Büyükşehir Belediye başkan adaylığı sırasında CHP’yi DEM Parti nedeniyle PKK ile ilişkilendiren birtakım şeyler söylemişti. CHP yönetimi bundan rahatsızlık duymuştu ve onu almadı. Bakalım bu sefer tekrar olabilir mi? Şimdi, bakıyoruz: 14 kişi istifâ etti değil mi şu anda?

Özgecan Özgenç: Evet, şimdiye kadar.

Ruşen Çakır: 30’a düştü. Bu gidişle 20’nin altına düşer mi, yani grup olma vasfını kaybeder mi diye de söyleniyor; ama şu hâliyle grup olarak duruyor. Bu ayrılanların bir kısmı AK Parti’ye geçti, bir kısmı CHP’ye geçti. Üçer tâne galiba, değil mi geçenler?

Özgecan Özgenç: Evet.

Ruşen Çakır: Diğerleri bekliyor. Diğerleri hakkında da çok spekülasyon var. Meselâ Yavuz Ağıralioğlu’nun Koray Aydın’ı kuracağı partiye katmak istediği şeklinde ya da bâzılarının AK Parti’ye, bâzılarının CHP’ye yanaşmak istediği şeklinde. Sendeki bilgiler ne? İstifâ edenlerle başlayalım, istifâ edebileceklere sonra gelelim.

Özgecan Özgenç: Ruşen Çakır, az önce duyduk videomuzda; Nebi Hatipoğlu, Ahmet Ersagun Yücel ve Seyithan İzsiz AKP’ye geçen isimlerdi. Ayşe Sibel Yanıkömeroğlu, Aykut Kaya ve Bilal Bilici de CHP’ye transfer oldular. Bilal Bilici aslında sürprizdi; onun kendi âile bağlarının da etkisiyle AKP’ye geçebileceği düşünülürken, bir anda CHP’den transfer haberi geldi. Bu isimler dışında hangi isimler var? Özlâle yeni, onu ayırarak sayayım: Adnan Beker, Ümit Dikbayır, Salim Ensarioğlu, Yüksel Arslan, Koray Aydın, Nimet Özdemir ve Dursun Ataş. Koray Aydın belki de en sansasyonel isimlerden biriydi istifâ edenler arasında. İYİ Parti’nin en önemli isimlerinden birisiydi. Özellikle Beştepe zirvesinden sonra, Akşener ve Erdoğan’ın görüşmesinden sonraki kırılma ile istifâ etti. 27 Haziran’da duyurdu istifâsını. Koray Aydın’ın henüz bağımsız olarak yola devam etme kararlılığının sürdüğünü söyleyebiliriz. Yavuz Ağıralioğlu 29 Ekim’de yeni partisini yeniden merkez sağ için bir odak oluşturma iddiasıyla duyurmaya hazırlanıyor. Hazırlıkları ve onların da partiye yeni isimler katma çalışmaları sürüyor; ancak Koray Aydın’ın henüz iknâ edilemediğini söylemek mümkün. Bu isimler arasında kimisi de Mansur Yavaş’a yakınlığıyla biliniyor.Bunların başta gelenleri Yüksel Arslan ve Ankara Milletvekili olmasının etkisiyle Adnan Beker de zaman zaman Yavaş’la ilişkilendiriliyor. Ancak Beker’in de bağımsız milletvekilliğinin süreceğini söylemek mümkün. Çünkü İYİ Parti milletvekili listeleri oluşturulurken en tartışmalı isimlerden birisiydi Adnan Beker. Ve milletvekilliklerinin satıldığı iddiaları konusunda ismi sık sık zikredilen, duyduğumuz bir isimdi. Varlıklı olduğunu, zengin birisi olduğunu biliyoruz ve temâyül yoklamasına bu varlığıyla etki göstermiş olduğu da kulağımıza çalınanlar arasında. Yani Beker’in de şu an bağımsız kalmaya devam edeceğini söyleyebiliriz. Ancak Yüksel Arslan’ın partiye dönebileceği yönünde bir iddia var. 25 Ekim’de İYİ Parti’nin 7. kuruluş yıldönümü yaklaşırken bir çağrı olabileceği yönünde bir iddiayla bu gündeme geldi. Özellikle de Mansur Yavaş’ın İYİ Parti’de etkinliğini artırmak istediği için Yüksel Arslan’ın da bu yüzden partiye dönebileceği konuşuluyor. Ancak Mansur Yavaş’ın böyle bir derdi olmadığını, Yavaş’a yakın isimlerden teyit ettiğimizi söyleyebiliriz. Yüksel Arslan böyle bir karar alsa dahi Mansur Yavaş’ın İYİ Parti içerisinde etkin olmak kaygısıyla bu adımı atmadığını bizim konuştuğumuz isimler aktardılar. Bir de Ümit Dikbayır yine partiye dönebileceği konuşulan isimler arasında; ancak bununla ilgili de henüz somut bir gelişme olmadığını söyleyebiliriz. Dikbayır neden önemli? Bu isimler arasında 13 isim istifâ etti; ancak Dikbayır partiden ihraç edildi. Hattâ Akşener’le de dâvâlık oldu partinin paraları gündemi üzerinden. Akşener’in oğlu Fatih Akşener üzerinden de bâzı iddiaları oldu. Partinin 14 Mayıs sürecinde kampanyasını yürüttüğü ve bu paraları Fatih Akşener’in kontrol ettiğiyle ilgili şeyler çok gündeme gelmişti.Dikbayır’a bu yönde henüz bir teklif gitmediğini söyleyebiliriz. Ancak Dikbayır, olur da partiye dönerse bu yeni kopuşları peşinden getirebilir. Şimdilik istifâları konuştuğumuz için buna birazdan değinelim. Salim Ensarioğlu da henüz bağımsız olarak yoluna devam eden isimlerden birisi. Adana Milletvekili Dursun Ataş, istifâsı yeni olan kişilerden birisi. Henüz bir yerle temâsı bildiğimiz kadarıyla yok. Nimet Özdemir yine hâlâ bağımsız devam eden İstanbul Milletvekili. CHP ile adı anılıyor Nimet Özdemir’in zaman zaman. Ancak somut bir temâsın henüz kurulmadığını Özdemir için de söyleyebilirim Ruşen Çakır.

Ruşen Çakır: Peki, başka gidecekler, istifâ edecekler olabilir mi? Çünkü duruyor, duruyor ve birden bir bakıyoruz, bir kişi istifâ ediyor, ondan sonra ardından bir başkası istifâ ediyor. Asla etmeyecek denen isimler istifâ ediyor. Var olan milletvekilleri içerisinde yeni isimler çıkarsa herhalde şaşırmayacağız, değil mi?

Özgecan Özgenç: Şaşırmayacağız. Ünal Karaman konuşulan isimler arasında. Hattâ Ünal Karaman’ın istifâ etmekle kalmayıp AKP’ye geçebileceği de konuşuluyor. Bunu sorduğumuzda, henüz böyle bir hamle yapmayacağını öğrendiğimizi söyleyebilirim, Karaman’a yakın isimlerle temas kurmaya çalıştığımızda. Yakın zamanda olmasa da bu seneyi belki İYİ Parti’nin milletvekili sayısı daha da azalarak kapatabiliriz. Belki kuruluş yıldönümüne bile 30 milletvekiliyle gidemeyebilir. Ümit Dikbayır’ın partiye olası bir geri dâveti veya dönmesi söz konusu olursa da Akşener’e yakınlığıyla bilinen isimlerin rahatsızlığının olması mümkün. “Akşener’e yakınlığı” dediğimizde ilk aklımıza gelen isim Burak Akburak oluyor. Akşener genel başkanlığa aday olmadığında o herhangi bir görev de almamıştı. Sık sık istifâ edebileceği de gündeme geliyor. Akburak henüz partide milletvekili olarak devam ediyor. Hattâ dün sosyal medya üzerinden bir çağrısı oldu: İYİ Parti’nin merkez sağ olarak öncülük etmesi gerektiği yol haritasına dâir bâzı noktalar paylaştı. Önerilerini sunduğunu söylüyor Akburak. Eğer bu öneriler çerçevesinde gelişmeler olursa partisinde kalacağını, ancak bu öneriler dikkate alınmazsa yol haritasına bakabileceğini de söylediğini aktarabilirim. Partisinde düşüncelerini ifâde etmeye devam edeceğini, ancak “Beklenti karşılanmazsa…” diye bir cümle kurarak, “Oturur, düşünürüm” dediğini aktarayım.

Ruşen Çakır: Şimdiye kadar gidenler pat diye gittiler, o önceden gidiyor. Tabiî bu arada Meral Akşener’in sessizliğini bozup bozmayacağı da önemli olacak. En son Saray’da gözüktü. Parti üyeliği devam ediyor; ama partide hiçbir ağırlığı kalmadı, kendini iyice çekmiş durumda. Ama bir yerde konuşursa işin rengi buna göre değişebilir. Evet Özgecan, parti, grup olma özelliğini bir süre daha koruyacağa benziyor. Ama şöyle de bir şey var; yani şimdi merkez sağ olmak vs. falan da… şimdi İYİ Parti sözcülerini dinlediğimiz zaman, özellikle de Genel Başkan’ı dinlediğimiz zaman, muhâlefet yapıyor, ama o kadar. Yani onun dışında bir perspektif vs., hele CHP’nin o son seçim zaferinden sonra iyice silikleşti, değil mi? Meselâ grup toplantılarına falan çok ilgi var mı?

Özgecan Özgenç: Grup toplantılarını Akşener dönemine kıyasladığımızda sâhiden ilgi yok ve ilgi olmamasından dolayı toplantıda bir coşku da yok. Gündemdeki, özellikle Müsavat Dervişoğlu’nun daha yüksek sesle söyleme ihtiyâcı hissettiği şeylerde bir alkış kıyâmeti grup salonlarında duyuyoruz. Ama bunların daha organize düşünülmüş, çalışılmış çıkışlar olduğunu da söyleyebiliriz. Akşener dönemi ile kıyaslandığında, İYİ Parti’nin o ivmesini yerel seçimden sonra elbette gözle görülür şekilde kaybettiği gibi, burada da milletvekillerinin herhangi bir motivasyonu, tabanla bağları kalmadığını gözlemleyebiliyoruz. Öyle söyleyeyim.

Ruşen Çakır: Tabiî bu arada şunu da söylemek lâzım: Milletvekillerini konuşuyoruz ama milletvekili olmayan isimler de gitti. Bahadır Erdem gitti, Bilge Yılmaz gitti, Murat Karaman gitti. Bayağı önemli, özellikle de merkezde olma iddiasının simgesi olan isimler de gitti. Şu hâliyle İYİ Parti’de bir çölleşme var. Özgecan, çok teşekkürler. Şimdi biz Kemal Can’la bu olayın analitik yönüne bakmaya çalışalım. Çok teşekkürler sana. Evet, Kemal Can’la İYİ Parti’yi konuşacağız. Kemal’in bağlanmış olması lâzım. Evet Kemal, merhaba. Şimdi 30’a düştü 44’ten biliyorsun. Seninle “Haftaya Bakış”larda İYİ Parti’yi konuşmayalı epey zaman oldu; çünkü çok da fazla gündemde yok. Ama bu hafta bir bakalım istedim. Biraz konuştum, İYİ Parti’den birtakım isimlerle de konuştum. Yani şöyle diyorlar açıkçası: “Gidenler ayıp ediyor” diyorlar. “Peki, siz niye kalıyorsunuz?” diye sorduğumda da söyleyecek çok fazla şeyleri yok. Yani maalesef demeyeceğim artık, kendi meseleleri de. Söyleyecek çok fazla şeyleri yok. Ama şurası net değil mi? Müsavat Dervişoğlu çok net bir şekilde AKP karşıtı bir dile sâhip, yani bir muhâlefet yapıyor. Ama onun dışında İYİ Parti’nin etkisi iyice gitti gibi. Ne dersin?

Kemal Can: Ya, şöyle düşünüyorum ben: Şimdi bu istifâlar filan işin tabiî çok güncel yönü. İşte hani seçmenini de –ne kadar kaldıysa–, İYİ Parti seçmenini de etkiliyor olabilir. Ama İYİ Parti’nin asıl sorunu… aslında daha önce popülerken de aynı yapısal sorunu taşıyordu; ama o zaman bu sorun bir avantaj gibi kullanımdaydı. Şu: Aslında bir pozisyonsuzluk hâlini İYİ Parti Akşener döneminde de sistematik bir özellik olarak taşıdı.Yani İYİ Parti’yi herkes dışarıdan kendi ihtiyâcına, kendi bakışına, kendi ajandasına uygun bir yere yerleştirip onu tanımlayan bir özellik atfediyordu ya da bir imkân olarak onu târif ediyordu. İşte, kimileri muhâlefetin sağ bloğunu tutacak, milliyetçi oyları muhâlefete taşıyacak, böylece iktidârı yenecek bir aktör olarak bakıyordu. Kimisi, merkez sağı toparlayacak bir adres olarak görüyordu. Kimisi, CHP’nin o zaman HDP ile yakınlaşmasını dengeleyecek bir millî unsur olarak görüyordu. Kimi, “Türkiye’nin Le Pen’i” diye târif ediyordu. Ama sürekli başkaları târif ediyordu ve İYİ Parti kendisini târif etmiyordu. İYİ Parti bir çizgi târif etmiyordu. İYİ Parti bir hedef târif etmiyordu. Sürekli kendisine biçilen bu tür târiflerin mümkün olabileceği bir muğlaklıkta hayat ediyordu. Akşener bunu bir avantaj olarak kullandı; kendi liderliğinin bir avantajı olarak kullandı. Belki hatırlarsın, o zamanlarda da daha çok tepki aldığım pek çok İYİ Parti değerlendirmesinde, yazımda ya da konuşmalarımda, bunun geçici bir avantaj gibi görünmekle birlikte kalıcı çok ciddî bir yapısal sorun olduğunu ve bunun rastlantısal olmadığını, bilinçli olarak yapıldığını defalarca söylemiştim. Şimdi işte bu 2023’teki kriz, peşinden gelen 2024 yerel seçimi, Meral Akşener’in Külliye’ye gitmesi filan ve bu istifâ dalgalarıyla birlikte, bu avantaj gibi pazarlanan tarafın ne kadar problemli bir şey olduğu ortaya çıktı. Şimdi onun dezavantajlarını yaşıyor. Yine bu muğlaklık içerisinde İYİ Parti tam olarak nereye yerleşiyor? İYİ Parti tam olarak neyi temsil ediyor? İYİ Parti, milliyetçi bir parti ise eğer, diğer milliyetçi partilerden temel farkları nedir? Yani MHP’den ve Zafer Partisi’nden onu ayıran şey nedir? Bunu târif etmekten oldukça uzak. Yok, değil; bir merkez parti ise, hâlâ bütün bu erimesine rağmen bu iddiayı devam ettiriyorsa, bunun gereği olan politik açılımları, perspektifi ya da dili nedir? Bu konular hâlâ belirsiz. Büyük ölçüde şu anda câmia içinde MHP’ye duyduğu, özellikle Bahçeli’nin iktidarla ittifâkından sonra MHP’ye duyduğu rahatsızlıktan dolayı oradan uzaklaşmış, şu ya da bu nedenle başka partiye gitmemiş, bu kimliğiyle kalmaya çalışan küçük bir grubun neredeyse böyle bir siyâsî kulüp havasında…

Ruşen Çakır: Kemal, orada çok önemli bir nokta var. Son seçimde aldığı oy nedeniyle Hazîne yardımı var.

Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Hayli yüksek bir Hazîne yardımı var. Bu Hazîne yardımı olduğu müddetçe parti varlığını bir şekilde sürdürecek. Yani çünkü orada bir şey var. Meselâ bir Memleket Partisi’nde, Zafer Partisi’nde falan böyle bir şey yok. Onlar hâlâ paralarını kendileri bulmak zorunda. Zâten Memleket Partisi de biliyorsun birçok yeri kapattı. Burada böyle bir hikâye var. Ve bu arada şu var Kemal, şimdi senin alanın milliyetçi kanat; kaç tâne parti var? Saymaya kalksak sabaha kadar sürecek.

Kemal Can: Doğru. İki hâneli rakamları aştı.

Ruşen Çakır: Evet. Şimdi Yusuf Halaçoğlu bugün “Tek başına iktidâra geliyoruz” demiş. Partisinin adını bilmiyorum. Sen biliyor musun? Bir parti kurdu o da. Sinan Oğan, var olan bir partinin başına oturdu. O da gidiyor. Yavuz Ağıralioğlu yeni partiyi 29 Ekim’de kuruyormuş. Hattâ Koray Aydın’ı falan da almaya çalışıyormuş. Bir de İYİ Parti’de umduğunu bulamamış birtakım insanlar, Demokrat Parti’yi falan da alarak merkez sağı toparlayacak yeni bir parti peşine düşüyorlar. Şöyle bir soru var ortada: Niye bu kadar çok parti kuruluyor Kemal? Yani şimdi gördük, en başarılı başlayan İYİ Parti’ydi ve acâyip bir çöküş yaşıyor, değil mi? Yani birçok nedeni var, ama olmadı, olacak gibi olan proje yattı. Şimdi “İYİ Parti’nin yapamadığını biz yaparız” gibi bir iddia mı var? Yoksa bunları yaparak bu partileri kurarak bir yerlerde pazarlık etme dertleri mi var? Nedir, bu kadar münbit bir alan mı burası?

Kemal Can: Münbitlik, seçmen teveccühünü toplayarak bir taban tutup çok etkili olmaktan değil; birazcık karmaşık ve belirsiz siyâsî atmosferde çok artacağı, önümüzdeki dönemde de canlı kalacağını düşündükleri pazarlık ve birtakım alışverişler için uygun bir siyâsî zemin olduğu fikri bence. Yani şu şeye dayanıyor: Tabiî ki buradaki kadroların bir kısmı pazarlık güçlerini… ki bunu gördük; her iki seçimde de çok küçük oy oranlarına sâhip aktörler çok büyük pazarlık güçleri varmış gibi avantajlar elde edebildiler. Edemeyenler de o pazarlık kozlarını çok yüksek biçimde kullanarak bozucu etkiler yaratabildiler. Ama şöyle bir durum var: Şu anda siyâsî alanda herkes, özellikle sağ cenah; işte, Yeniden Refah Partisi, Saadet Partisi, Gelecek ve DEVA partileri AKP’den çözülecek oylar üzerinden bir beklenti içindeler. Bu tarafta da hem MHP hem İYİ Parti’nin dağınıklığı hem CHP’ye gitmiş bâzı milliyetçi oyların yeniden kendi kimliklerindeki bir partide toparlanabileceği fikri üzerinden; ama mevcut dengenin bozulacağı, orada memnun olmayan bir seçmen grubunun bulunduğu varsayımına dayanarak siyâset yapmaya çalışıyorlar.Yani kendileri bir dil kurarak, kendileri bir iddia ortaya koyarak… Yani şimdi 10 küsur parti var, hakîkaten sayısı belirsiz. Ama sonuçta kendilerine de sorsanız bu partilerin diğer partilerden farkını, o 10 partinin birbirinden farkını anlatmakta çok zorlanırlar. Çünkü böyle bir şeyi anlatabilmenin hem imkânı yok hem de böyle bir dertleri yok. Varsayım şu: Kendilerini anlatmakla uğraşmıyorlar, sâdece birtakım aktörlerden memnûniyetsiz olan seçmen gruplarının kendiliğinden alternatif arayacakları bir durumda bir adres olmak istiyorlar. Bu adres olarak dikkat çekici bir şey gösterdiklerinde de, tıpkı 2023 seçiminde olduğu gibi bağımsız aday hareketleriyle pazarlık gücü yaratmak ve bu tazyik üzerinden siyâsî etkinlik kazanmak istiyorlar. Yani hatırlarsın işte, İYİ Parti neredeyse CHP ile eşit patronu olmaya zorlamıştı bu varsayımla. Yani bu patronajı CHP ile neredeyse denk kullanabilecek bir eşit ortaklık dayatması içine girmişti.Öbür taraftan, Zafer Partisi, akıl almaz bir protokolle tuhaf bir şey elde etmeye çalışmıştı: İki bakanlık falan.

Ruşen Çakır: Orada ne demişti biliyorsun: Ümit Özdağ’a İçişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı, artı MİT Başkanlığı verecekmiş. Ümit Özdağ herhalde İçişleri Bakanı olsa, ilk seni beni içeri atardı. Yani evet, direkten döndük.

Kemal Can: Şöyle bir şey, netliği şurada kuruyor bu partilerin tamâmı, aslında genel olarak bu milliyetçi söylemin belirleyici özelliklerinden biri şu: Netliği, tırnak içinde “düşman”a, “öteki”ne ya da saldıracaklarına ilişkin tarafta netleşiyor. Orada en ölçüsüz, en saldırgan, en genellemeci tutumları alıyorlar. Son derece netler, neye karşı olduklarını çok geniş bir çemberde ve gürültülü biçimde ifâde ediyorlar. Ama kendilerine ilişkin bir netlikten özel olarak kaçınıyorlar.Bu çok belirleyici bir milliyetçi siyâset tarzı zâten. Yani çok da yeni değil. Şimdi çok sayıda aktörle iyice zıvanadan çıkmış durumda.

Ruşen Çakır: Kemal, şimdi çok uzatmayalım ama, şöyle de bir hissiyâtım var. Bu arada Halaçoğlu’nun partisinin adı galiba Kutlu Parti’ymiş, arkadaşlar söyledi. Sinan Oğan’ın partisinin daha uzun ve zor bir adı vardı, onu bulamamışlar herhalde. Şöyle bir şey de olabilir diye bir not düşeyim, ama şimdi bunu tartışmaya başlarsak bayağı uzun sürer. Sanki burada bir tür, Mansur Yavaş’ın adaylığına yatırım yapma gibi bir yan da var. Yani diyelim ki CHP’ye rağmen Mansur Yavaş aday olacak ya da CHP adayı olacak, hiç fark etmez. İkisinde de Mansur Yavaş’ın ortağı olma yatırımı da olabilir diye düşünüyorum. Çok hızlı bir şekilde buna katılıp katılmadığını söylersen, diğer konuya geçmek zorundayım.

Kemal Can: Evet, evet. Yani tamâmen bundan ibâret değil ama, bu da argümanlardan biri. Çünkü, bu işte demin söylediğim, hani pazarlıklı bir zemin oluşacak ve orada herkes önden bir pozisyon almaya çalışıyor. Bu bâzen partiler etrâfında, bâzen seçmen etrâfında, bâzen de adaylar etrâfında muhtemel ortaklıklar ve işbirlikleri için pozisyon alma yaklaşımı. Bunu da zâten çok gizli saklı yapmıyorlar aslında. Birkaç İYİ Partili’nin bu konuda böyle ufak ufak kamuoyu çalışmaları filan da yaptığı bilgileri geliyor, duyumları geliyor.

Ruşen Çakır: Hafta sonu Mansur Yavaş Ankara’da bir yerde bir güreş organizasyonu mu yapmış belediye olarak, bilmiyorum, ama öyle bir şey yapmış. Orada CHP’den bir tâne ilçe başkanı varmış, ama bilmem kaç tâne İYİ Parti milletvekili varmış. Yani herkes şimdiden hizâlanıyor. Kemal, çok sağ ol. Herhalde İYİ Parti’yi “Haftaya Bakış”ta da pek konuşmayız olağanüstü bir şey olmazsa. Tabiî Meral Akşener çıkıp, sessizliğini bozup bir şekilde duruş sergilerse –ki muhtemelen Erdoğan yanlısı bir duruş olur–, o zaman tekrar mecbûren gündemimize alırız.

Kemal Can: Tamam. Hayırlı olsun sana da yeni programın.

Ruşen Çakır: Evet, sizinle haftaya bakıyoruz, burada haftayı başlatıyoruz.

Kemal Can: Hadi bakalım.

Ruşen Çakır: Evet, Kemal Can’la İYİ Parti’yi “çekiştirdik” diyelim. Şimdi gidelim Trump’a; Trump’a ikinci sûikast girişimi. Ne kadar ciddî, ne kadar değil? Bunları Senem Görür Yücel ile konuşacağız. Ama önce bir videomuz var, onu izleyelim.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı ve Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı Donald Trump’ın yakınlarına, dün Florida’daki bir golf sâhasındayken ateş açıldı. Federal Soruşturma Bürosu Trump’a sûikast girişimi düzenlenmiş olabileceğini söyledi ve bir kişi gözaltına alındı. Trump’ın kampanya ekibi, başkan adayının durumunun iyi olduğunu açıkladı. Gizli servis, bir ajanlarının bir ucu çalılıklarda dışarı çıkan bir tüfek gördüğünü ve hızla buraya ateş açtığını açıkladı. Şüpheli, olay yerinden siyah bir Nissan marka arabayla kaçtı. Daha sonra görgü tanıklarının yardımıyla bulundu ve gözaltına alındı. Amerikan medyasında yer alan haberlere göre saldırganın adı Ryan Wesley Routh. Şüphelinin görüldüğü çalılıkların arasından dürbünlü bir AK-47 tipi tüfek, iki sırt çantası ve bir GoPro kamera bulundu. Routh’un oğlu Oran, babasından sevgi dolu ve şefkatli olarak bahsetti. Routh, 2023’te New York Times gazetesine konuşmuş ve Ukrayna’ya destek konusunda açıklamalar yapmıştı. Routh’un sosyal medya hesaplarında yaptığı paylaşımlarda, Filistin yanlısı, Tayvan yanlısı ve Çin karşıtı mesajlar var. Routh, yabancı savaşçıların Rus güçlerine karşı savaşmak üzere Ukrayna’ya gitmesini isteyenlerden.

Ruşen Çakır: Evet, Senem Görür Yücel ile konuşuyoruz. Bu olay ne kadar ciddî? Seçimi etkiler mi? Senem, çok az kaldı Amerika Birleşik Devletleri’ndeki seçimlere ve Trump ikinci kez sûikast girişimine muhâtap oldu. İlki çok büyük bir olay olmuştu, çok konuşulmuştu. Çünkü bir gösteride, mitingde yapılmıştı, canlı yayınlandı denebilir belli ölçülerde. Ama burada kendi özel alanında golf oynarken oldu. Tam olarak ne olduğu belli olmayan bir olaydan bahsediyoruz. Ne dersin? Bu da yine gündemi belirlemeye aday mı?

Senem Görür Yücel: Ruşen Ağabey, yani ilkini çok konuştuk, dediğin gibi; çünkü doğrudan bir hedefti. Bu sefer tam ne olduğunu anlamadık, çünkü doğrudan hedef olup olmadığını hâlâ bilmiyoruz. FBI’ın da yaptığı bir açıklama var, ne diyor meselâ? Sûikast girişimi gibi gözüken bir olaydan bahsediyor. Yani saldırganın motivasyonu belli değil. Eğer bir sûikast girişimi düzenlemeye çalıştıysa, neden böyle bir adım atmak istedi? Hiçbir şey belli değil. Tabiî vakit geçtikçe, saldırgan gözaltına alındıktan sonra belirli bilgiler ortaya çıkmaya başladı. Ben biraz onları aktarayım, sonra senin sorduğun soruya biraz cevap vermeye çalışayım. 58 yaşında birinden bahsediyoruz. Biraz önce Ali’nin sesinden de dinledik, Ali Deniz Çakır’ın. Ryan Wesley Routh; aslında makine mühendisliği eğitimi almış biri kendisi. 2018’de Hawaii’ye taşınmış ve amacı evsizlere barınak inşâ etmek. 4500 dolara bir barınak inşâ etmek üzerine kurulan bir şirketi var ve bu iş için aslında bayağı da para harcamış. Fakat hayâtının dönüm noktasını 24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgali olarak görüyor Ryan Wesley Routh. “Neden?” diyeceksin. Biraz sosyal medya hesaplarına bakıldı tabiî saldırının ardından. Şu an Amerikan basınında da diğer bütün basınlarda da sosyal medya hesapları inceleniyor. Tâ ki kapatılmadan öncesine kadar… Bütün sosyal medya hesaplarına bir kısıtlama da getirildi aslında; ama bulunabilen paylaşımlarına bakıldığı zaman, yine haberde anlattığımız gibi, Ukrayna’ya aşırı desteği var. Putin’i öldürmek için meselâ Elon Musk’tan roket talep etmiş çok ilginç bir şekilde, yanlış bilmiyorsam. 21 Nisan’da demiş ki: “Senden bir roket almak istiyorum. Putin’i Karadeniz malikânesinde sığınakta öldürmek için rokete savaş başlığı yüklemek istiyorum. Bana bir fiyat verebilir misin?” yazmış meselâ. Son paylaşımlarından bir tânesi yine Twitter hesâbında.Yine bütün basında, işte, Zelenski rejiminin destekçisi, bir Nazi Ukraynası hayranı olarak özellikle Rus kanalları da, şimdi Rusya’nın bütün haber kanalları, özellikle 1. ve 2. kanal bu isimden bahsediyor diyebiliriz. Şimdi, yani mevzû Ukrayna olunca benim aklıma şöyle bir şey geldi: Ukrayna konusunda Trump ne söylüyor ki bu saldırgan bu kadar hareketlenmiş, harâretlenmiş olsun? Belki biraz Trump’ın Ukrayna politikasına şöyle bir değinebiliriz diye düşündüm. Trump zâten bir önceki başkanlık döneminde de izolasyon politikasını kendisine misyon olarak biçmişti. Trump ABD’si tüm dünya siyâsetinden biraz daha geri çekilmeye yönelmişti. Şimdi aslında yine benzer bir şekilde dünyadaki çatışmalardan ayrı tutmaya çalışıyor Washington’ı. Geçtiğimiz hafta Kamala Harris ile düzenlenen o münâzarada, Ukrayna ve İsrail konuları da sorulduğunda, “Hem Putin’i hem de Zelenski’yi ben çok yakından tanıyorum, ikisi de benim canım ciğerim, yakın arkadaşlarım. Ben zâten görevde olmuş olsaydım böyle bir savaş başlamazdı. Ben göreve gelirsem de 24 saat içerisinde bu savaşı sona erdiririm” diyor.Ama savaşı nasıl sona erdireceğine dâir bir plan, program, yol haritası ortaya koymuyor. “Sâdece bir telefonla bu iş biter” diyor. Ama diğer tarafa, meselâ Putin’den gelen, Kremlin’den gelen açıklamalara baktığımız zaman da, Putin’in ne kadar öngörülemez bir lider olduğuna vurgu yapıyorlar ve aslında istedikleri başkanın Kamala Harris olduğunu söylüyorlar diyeyim. Senin soruna da gelecek olursak, “Bu bu kadar değiştirebilir mi?” diye; bence ilki kadar inanılmaz bir olay yaşanmadı. Zâten ilkinden sonra bir makasın arttığını görmüştük. Bu saldırı, sûikast girişimi Trump’a yarar diye. Ama şimdi son anketlerin ortalamalarına baktığımız zaman, Kamala Harris ile Donald Trump arasında 3 puanlık bir fark görüyoruz. Tabiî Amerika’daki anketler, bize daha önceki seçimlerde, hani anketlere neden güvenmemeliyiz sorularını da gündeme taşımıştı. Dolayısıyla ben çok etki edeceğini düşünmüyorum. Ama neredeyse 2 ayda iki sûikast girişimi, Amerika’daki bu güvenlik zâfiyetini de gözler önüne seriyor gerçekten.

Ruşen Çakır: Evet, şimdi adamın, yani zanlının çok eksantrik birisi olduğu kesin, ilgi alanları şu bu, orası kesin. Ama bir de ilginç bir şey var, Elon Musk demiş değil mi? “Niye Biden’a, Harris’e, kimseye düzenlemiyor?” diye bir şey yapmış. O da ayrı bir hikâye olarak karşımıza çıkıyor. Elon Musk hakîkaten çok garip bir adam ve çok büyük bir gücü var. Yani hem sosyal medyada gücü var hem de genel olarak çok büyük bir gücü var. Bunun çok fazla bir şeyi etkilemeyeceği kesin. Ben şeyi de anlamadım; yani seçime kaç gün kaldı?

Senem Görür Yücel: 50 gün var, bugünü saymazsak tam 50 gün sonra seçimler var. 5-6 Kasım, tam 50 gün var.

Ruşen Çakır: Yani Trump bu kadar kritik bir seçim zamânında miting miting dolaşmak yerine, o adını söyleyemediğim garip yerde golf mü oynuyormuş?

Senem Görür Yücel: Oynuyormuş, evet. Kendi malikânesi orası, biliyorsun zâten.

Ruşen Çakır: Biliyorum.

Senem Görür Yücel: Florida’da yaşıyor. Yani golf oynuyormuş gerçekten.

Ruşen Çakır: Böyle bir kritik seçimde golf oynuyormuş demek. Neyse; ama anladığım kadarıyla, birçok yere baktım da, çok etkilemeyecekmiş gibi gözüküyor. Bir de tabiî Biden’ın ve Harris’in baştan îtibâren bu olaya karşı açık ve net pozisyon almış olmaları da var. Ama 50 güne varana kadar yeni girişimlere de tanık olabiliriz sanki. Ne dersin?

Senem Görür Yücel: Zâten benim de bu sabahtan beri okuduğum analizlerin birçoğunda, bu senin de bahsettiğin tehlike riski vardı. Nerede okusam, iki kavram üzerinde yoğunlaşıyor analizler: Tehlike ve istikrarsızlık üzerine. Şimdi geçtiğimiz günlerde Ali ile Murat da konuşmuşlardı debate’in ardından. Trump ve JD Vance ne diyor meselâ? “Ohio’da Haitili göçmenler kedileri köpekleri yiyorlar” diyor. Böyle bir komplo teorisi meselâ dolaşıma sokuldu ve inanılmaz viral oldu. Ve hâlâ bu iki isim çıkıp televizyon kanallarında bu iddialarının doğru olduğunu dile getiriyorlar.En son meselâ JD Vance’in bu sabah, yani onlara göre akşam, bize göre sabah CNN’de bir röportajı vardı. Diyor ki meselâ: “Yani Amerikan halkının derdini anlatmaya yardımcı olacak bir hikâye yaratmamız gerekiyor bizim”. Yani aslında yaptıklarının ve iddialarının yanlış olduklarını söylüyorlar, ama yine de işte popülizm, popülist liderler, neden böyle şeyler yaptıklarını bir kere daha göz önüne sermiş oldu. Ama bu olay şöyle güvensizlikler doğuruyor. Meselâ Ohio’da bomba tehditleri var Ruşen Ağabey. Okullara çocuklar gidemiyor, okullar kapanmış durumda. Trump diyor ki: “Ben göreve gelirsem eğer, bu göçmenleri ânında sınırdışı edeceğim”. 60 bin nüfuslu bir kasabadan bahsediyoruz, neredeyse 15. nüfusun Haitili göçmen olduğu söyleniyor o kasabada. Yani gerçekten böyle, Trump âdeta tek kişilik bir Çernobil gibi, yani bir anda patlayabilir. Patladığı zaman siyâsî atmosfer inanılmaz derecede kirlenebilir, şiddete ortam hazırlayabilir. Yine bu yayına hazırlanırken şöyle bir anketlere baktım. Meselâ Mayıs ayında Reuters ve Ipsos şunu sormuş: “Seçimden sonra olası bir siyâsî şiddet durumunu nasıl görüyorsunuz?” diye. Üç Amerikalı’dan ikisi korkuyor. Neden korkuyor? Geçen seçimlerde ne yaşadık, 6 Ocak 2021 Kongre baskınında? Benzer bir olayın yaşanmasından ötürü çok endîşeli Amerikan halkı. Yani üç Amerikalı’nın ikisinden bahsediyoruz. Dolayısıyla herkes, senin de sorduğun gibi aslında, “Yeni bir saldırı yaşanır mı? Bu 50 günde Amerikan siyâseti daha neler yaşar?” endîşesi içinde. Zâten bireysel silâhlanma, bireysel saldırılar da inanılmaz derecede artmış boyutta. Yani sâdece siyâsîlere değil, insanların kendi aralarında da şiddet çok artmış durumda Amerika’da. Dolayısıyla herkes bu sorunun cevâbını merak ediyor diyeyim. Ve şöyle de kapatayım istersen. Yine bir anketlere baktım, ne durumda diye. Harris önde gözüküyor; ama tabiî yani 50 gün uzun bir süre. Neler olur, neler olmaz, bakalım konuşacağız gibi.

Ruşen Çakır: Evet Senem, çok teşekkürler. Trump yeni bir saldırıyı atlattı diyelim. Saldırı olup olmadığı tam net değil, ama bir şeyler olduğu kesin. Son olarak, kapatmadan önce Ayşenur Ezgi Eygi’ye değinmek istiyorum. Batı Şeria’ya gitti, Filistin halkına destek vermeye ve İsrail keskin nişancıları tarafından öldürüldü. Bir Türk kızı, ama Amerikan vatandaşıydı, Seattle’dan gitmişti oraya. Cenâzesi Didim’de defnedildi. Onun videosunu bir görelim, ondan sonra söyleyeceğim bir iki şey var, onları söyleyeyim.

Batı Şerîa’da İsrailli yerleşimcilere karşı katıldığı bir protestoda öldürülen 26 yaşındaki Türk-Amerikan vatandaşı Ayşenur Ezgi Eygi, 14 Eylül’de Aydın’ın Didim ilçesinde toprağa verildi. Cenâze törenine Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel de katıldı. Eygi’nin cenâzesi 13 Eylül’de Türkiye’ye ulaştı. Naaş, Tel Aviv’den Bakü’ye, oradan da İstanbul’a getirildi. Eygi’nin Türk bayrağına sarılı cenâzesi için hem İstanbul hem İzmir’deki havalimanlarında tören düzenlendi ve dua okundu. Eygi’nin ölümünün ardından Türkiye soruşturma başlattı. Adâlet Bakanı Yılmaz Tunç, “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’mız iç hukuktan kaynaklanan yetkisini kullanarak soruşturma başlattı. Uluslararası sistemde de Eygi’nin hakkını korumak için çalışacağız” dedi.

Ruşen Çakır: Evet, 26 yaşında bir genç kadın, Seattle’da yaşıyor. Küçük yaşta gitmiş Amerika Birleşik Devletleri’ne, vatandaş olmuş. Psikolog oluyor. Ayrıca başka bir alanda daha okuyor ve aktivist. Sol hareket içerisinde, Amerika Birleşik Devletleri’nde sosyalist bir hareket içerisinde yer alıyor. Ama Filistin dâvâsıyla çok ilgili ve oraya Türkiye üzerinden gidiyor. Hattâ yakınlarıyla yaptığı sohbetlerde bunu da gördük: Öldürülme ihtimâlini biliyor, başına bir şey gelme ihtimâlini biliyor; ama bile bile gidiyor. Orada gerçekten hiçbir suç yokken, hiçbir olay yokken, her şey yatışmışken, keskin nişancı tarafından öldürülüyor. Gerçekten çok acı bir olay. Ayşenur Ezgi Eygi’nin bu anlamda çok istisnâî bir yeri var.

Şunu söylemek istiyorum: Ekim’den bu yana Gazze’de bir soykırım var, katliam haberleri geliyor. Türkiye belli bir andan îtibâren yüksek perdeden bunu sürekli kınıyor, mitingler yapıyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor. Birtakım siyâsî parti liderleri Filistin’e gitmekten bahsediyor; ama sıfıra sıfır, elde var sıfır. Yani şu âna kadar Türkiye’den Filistin dâvâsıyla ilgili Filistinlilere destek anlamında ciddî hiçbir şey yapılmadı. Hattâ uzun bir süre İsrail’le ticâretin sürdüğü de kanıtlandı ve bu ticâreti yapanların hatırı sayılır bir bölümünün iktidarla doğrudan iş ilişkisi olduğu da ortaya çıktı. Ve sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan bir Türk kadını gitti, orada gerçekten Filistinlilerle berâber olduğunu gösterdi ve maalesef orada bir kurşunla öldürüldü. Ve bir baktık, tekrar insanlar kaldıkları yerden Filistin dâvâsını savunma bağlamında da Ayşenur’a sâhip çıktılar. Yani görüyorum, bakıyorum, kılını kıpırdatmamış insanlar sosyal medyada Ayşenur övgüleri düzüyorlar. Tabiî ki ona herkesin bir şekilde saygı göstermesi gerekir. Ama burada aldatıcı bir şey var. Sonra cenâzede Numan Kurtulmuş, Meclis Başkanı olarak konuşma yapıyor; Özgür Özel konuşma yapmak istiyor, konuşturmuyorlar. Yani bir kere ana muhâlefet liderinin oraya gitmiş olması, bu cenâzeye katılmış olması çok önemli bir durum. Orada onun konuşturulmaması da çok abes bir durum. Numan Kurtulmuş ne demiş? “Sen çıksan şimdi benden farklı ne söyleyecektin?” demiş. Yani burada önemli olan… Yani Numan Kurtulmuş’un ne dediğini hiçbirimiz bilmiyoruz; tahmin edebiliyoruz ne dediğini. Ne dediğinin bir yerden sonra hiçbir önemi yok. Önemli olan orada onun varlığını göstermesi ve konuşması. Yani bir cenâzede bile iktidar, ki Numan Kurtulmuş Meclis Başkanı olduğu için normal şartlarda bağımsız olması gereken birisi, ama bunu yapmıyor. En son Can Atalay olayında da gördük; iktidârın çizgisinin dışında, Erdoğan’ın çizgisinin dışında bir hareket yapamıyor. O ayrı bir husus. Ve burada buna izin vermiyor. Normal şartlarda baktığımız zaman, Ayşenur Ezgi Eygi’nin tüm Türkiye’nin sâhip çıkması gereken bir kişi olduğu çok alenî bir şekilde ortada. “Millî birlik ve berâberlik” falan deyip, ondan sonra bu olayı sâdece kendi tekellerine almak istemeleri gerçekten çok rahatsız edici. Benim bildiğim kadarıyla, anladığım kadarıyla Ayşenur Ezgi Eygi’nin Türkiye’deki siyâsî iktidâra öyle bir sempatisi falan da yok. Olabilirdi; olabilirdi ama, oraya bir CHP Genel Başkanı gelmişse, onun orada konuşmasını sağlamak da gerçekten o iddia edilen normalleşmenin bir parçası olabilirdi. Ve bir kere daha gördük ki, böyle gerçekten onurlu bir davranış sergileyen bir kadının cenâzesi de yine birtakım siyâsî hesaplarla kullanıldı, kullanılmaya çalışıldı. Geçen “Haftaya Bakış”ın sonunda bir şeyden bahsetmiştim; onu tekrar söylemek istiyorum, biraz gürültüye gitti. Yani, bakın, bir genç kadın Seattle’dan gidiyor, hayâtı pahâsına. Ve hakîkaten de hayâtından oluyor. Ama burada, Türkiye’de çok meşhur birtakım iktidar yanlısı isimler, Starbucks’ta bir fotoğraf paylaşmış. Starbucks’ta 120 lira olan kahve 55 liraya inmiş ve bunu bir zafer olarak gösteriyorlar. Yani, bir kadının Batı Şeria’da öldüğü bir yerde, Starbucks’ta “Biz boykot ettik, Starbucks indirime gitmek zorunda kaldı, boykota devam!” diye buradan zafer üretiyorlar. Böyle acâyip bir durumla karşı karşıyayız.

Ayşenur Ezgi Eygi’ye rahmet diliyorum. Çok önemli, büyük bir kayıp. Maalesef… Keşke ölmeseydi. Ama bu tür aktivizmlerde böyle şeyler olabiliyor. Bunu bilerek de gitmiş birisi, yakınları da bunu söylüyor. Keşke ölmeseydi. Bunun sorumlularının cezâlandırılacağı konusunda açıkçası iyimser değilim. İsrail böyle olayların üstünü pekâlâ örtüyor. En son biliyorsunuz, Filistinlilere cinsel işkence yapan görevliler ve askerler, millî kahraman mertebesinde karşılandı ve soruşturmanın elinden alınmaya çalışıldı. Böyle bir durum var. Bir de tabiî şöyle bir husus var, en acâyibi de o: Türkiye, bu olayı sonuna kadar tâkip edecekmiş, soruşturacakmış vs.. İstanbul’da Suudî Arabistan Başkonsolosluğu’nda Tayyip Erdoğan’ın da yakından tanıdığı, birçok iktidar yanlısının yakın arkadaşı olan bir gazeteci öldürüldü, parçalara bölündü ve Türkiye, bunun dâvâsını düşürdü. Yani hâfızamız o kadar da kötü değil, Allah’a çok şükür. Umarım Ayşenur dâvâsını gerçekten soruştururlar. Ama büyük bir ihtimalle, soruştursalar bile bundan bir sonuç elde etme imkânları olduğunu zâten sanmıyorum. Ama bir yerde İsrail ile ilişkiler, Mavi Marmara’da da olduğu gibi, tekrar normalleşmeye başlar, bu olaydan da vazgeçerler.

Evet, “Hafta Başı”nın ikinci bölümünü yaptık. Bütün arkadaşlarıma ve dışarıdan destek veren Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Bey’e ve Kemal Can’a teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.