Bir mozaik olarak Türkiye (8) – Eyüp Burç ile Türkiye’de Ezidiler

Ezidiler kimdir? Ezidilik nedir? Ezidilerin en kalabalık olduğu yer neresi? Ezidilerin nüfusu ne kadar? Ezidilerin Almanya’ya göçü nasıl oldu? Ezidilik bir inanç mı, etnik kimlik mi? Ezidiler nasıl bir toplum?

Bir mozaik olarak Türkiye’nin 8.bölümde, Ruşen Çakır konuğu Eyüp Burç ile Türkiye’deki Ezidileri konuşuyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Bir mozaik olarak Türkiye” dizimizde 8. bölüme geldik. Ben de şaşırdım, nasıl oluyor? Evet, 8. bölümde çok az bilinen bir grubu, bir topluluğu ele alacağız; Ezidiler’i ele alacağız ve bu konuyu, kendisi de Ezidi olan gazeteci meslektaşımız ve arkadaşım Eyüp Burç’la konuşacağız. Eyüp, hoş geldin.

Eyüp Burç: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Sizin stüdyodan bizim stüdyoya…

Eyüp Burç: Bugün böyle bir seyahat oldu.

Ruşen Çakır: Evet. Şimdi, önce çok mâsum, ama belki rahatsız edici bir soruyla başlayacağım. Yıllarca biz “Yezidi” diye duyardık, sonra birden “Ezidi” oldu. Bunun aslı nedir?

Eyüp Burç: Aslı şu: Doğrusu Ezidi’dir. Yani hiçbir Ezidi kendisine Yezidi demez. Bir kere kim kendisini nasıl isimlendiriyorsa öyle isimlendirmek lâzım, doğrusu bu. Ama Yezidilik, biraz dışarıdan ve bilinçli olarak yüklenilmiş bir isimlendirme. Çünkü Yezîd bin Muâviye ile bir şekilde ilişkilendirilmeye çalışılan bir gruptan bahsediyoruz ve oradan, sanki onun tâkipçileriymiş gibi Yezidi deniliyor. Hiçbir alâkaları yok. Tümüyle Ezidi kelimesidir, Ezidi diye bilinir. Kürtçe’de iki tâne temel kavram var. Çok önemli, aslında felsefî olarak da çok güzel iki kavram; hattâ teolojik olarak da: “Hudâ” (Hweda) var, bir de “Ezdâ” var. Hudâ, Allah’ın bizâtihi kendinden menkul târifidir; kendini doğuran, kendini yapan, kendini oluşturan Hudâ ya da Huzâ. Bu iki kelime, “Tanrı” anlamına geliyor. Bir de insan üzerinden Tanrı târifi var; o da “Ezdâ”. Yani insan, Hûda’ya Ezdâ diyor. “Beni yaratan” anlamına geliyor, beni yaratan. Yani “Ezdâ”, “Tanrı’nın yarattığı insan” anlamına geliyor. Ezdâîler ise, “Tanrı’nın peşinde giden insan” anlamına geliyor. Bu kadar basit, bu kadar net; ama o kadar karmaşık hale getirildi ki bu. Çünkü o bir türlü, zâten Ezidiler kendileri hakkında uydurulan şeylerin de kurbanıdırlar; yanlış bilgilerin vs..

Ruşen Çakır: Meselâ ne diyorlar?

Eyüp Burç: Yani meselâ Ezidiler’in şeytana taptığını söylüyorlar; bu da doğru değil. Ezidiler’in zındık oldukları söyleniyor. Ezidiler’in kâfir olduklarını… benzeri bir sürü şey, inançlarının olmadığını söylüyorlar vs.. Bütün bunlar aslında bir dönem, işte o çevredekilerin farklı olanlara dâir nefret söylemlerinden kaynaklı, kendisi gibi olmayanlara dâir yapıştırdığı ifâdelerdir ve bunlar başımıza târihte çok iş getirdi.

Ruşen Çakır: Peki, şimdi inanca tekrar gelmeden önce, şu anda Türkiye^de nasıl bir topluluktan bahsediyoruz? Yaklaşık sayısı biliniyor mu? Nerede yaşıyorlar? Yani çok az, çok ciddî bir azınlık olduğunu biliyorum, ama ne kadar az?

Eyüp Burç: Yani artık parmakla sayılacak kadar azaldılar. O kadar azaldılar. Yani gerçekten net bir rakam yok; 300-500 arasında Ezidi kaldı bu topraklarda. Ezidiler daha önce nerede yaşarlardı? Türkiye’nin politik sınırları içerisinden söylüyorum: Urfa, Urfa’nın daha çok Viranşehir, kısmen Suruç, Mardin; Mardin’in Nusaybin ve Midyat ilçelerinde yoğun olarak yaşardı. Biraz İdil’de vardı. Daha önce Siirt’te, sonra Batman, Beşiri’de; Beşiri’nin birçok köyünde yaşıyorlardı ve Diyarbakır’da da çok yoğunluklu bir Ezidi nüfûsu vardı. Ama o Ezidi köyleri Avrupa’ya göçünden önce de boşaltılmıştır. Tek şu anda Diyarbakır’da; onlarca Ezidi köyü ve çok kalabalık köylerdi bunlar. İki Ezidi kalmış, yani iki Ezidi, bir âileden iki kişi, iki şahıs kalmış, karı koca kalmış.

Ruşen Çakır: Peki, bu Avrupa göçü derken, hangi yıllar ve neden?

Eyüp Burç: Avrupa’ya daha çok aslında 70’lerin ortalarında bir göç oldu. Çok az âile, bu misâfir işçi statüsüyle Almanya’ya göç ettiler. Daha sonra, 80 Darbesi’nden sonra… yani şöyle söyleyeyim: Daha çok Batman ve çevresindeki o dönem Siirt Ezidileri, Beşiri, yani Beşiri ve Kurtalan arasında kalan bölge Ezidi bölgesi, Ramanlar, oradan epey âile Almanya’ya misâfir işçi olarak gitmişlerdi. Hattâ Almanya’da Hannover’e Sehnde diye bir şehir var, Ezidiler’in Almanya’daki başkenti olarak da isimlendirilir, oraya yerleşmişlerdi. Bunlar misâfir işçi olarak gidenler. Daha sonra bizim Viranşehir’de de bir tek âile, o da bizim köyden biri gitmişti, Burç köyünden bir tek âile gitmişti 70’lerde. 80 Darbesi’nden sonra, daha doğrusu 70’lerin sonlarına doğru bir göç oldu; gençler gittiler ve bu gençlerin büyük bir kısmı geri döndü. Çok fazla kalan olmadı, çünkü oturum sorunları vardı ve benzeri sorunlardan dolayı geri döndüler. 80 sonrası toplu bir göç başladı.

Ruşen Çakır: Gerekçe siyâset mi?

Eyüp Burç: Çok enteresandır, 80 sonrası, darbeyle berâber nüfus idârelerine gizli bir emir gitti. Bildiğimiz kadarıyla, edindiğimiz bilgilere göre, yani bir dönemin, şimdi emekli olan nüfus müdürlerinin verdiği bilgilere dayanarak söylüyorum. Ben biraz peşine düştüm bu işin: Millî Güvenlik Kurulu’nda bir karar alınıyor. Ezidiler’in dinî hânelerine “Yezidi” yazıyorlardı daha önce, “Yezidi” yazılmamasını emreden bir emir gidiyor. Çünkü 80 sonrası o emirden sonra, 82 olması lâzım bildiğim kadarıyla, bu gizli emirden sonra daha önceki bütün kimliklerde din hâneleri de vardı hatırlarsanız. Hem o defterli hâli, sonra mavili ya da pembeli kartlar çıktı ya, işte orada din hânesi de vardı. Yezidi yazardı, Ezidi de değil. Yezidi yazardı din hânesinde, benim şahsen vardı; Yezidi yazıyordu. Sonradan gidip nüfus yenilemek isteyenler, yeni kimlik çıkarmaya gidenler yazmadılar; nüfus dâirelerinin aldığı tâlîmat doğrultusunda yazmadılar. Yani “İsterseniz İslâm yazalım, yoksa boş bırakacağız” dediler. Çoğu da boş bırakılmadı, çarpı atıldı. Şimdi bu inanılmaz bir paniğe yol açtı. Yani bir korku meselesi oldu; “Acaba bize dâir başka şeyler mi düşünülüyor?” şeklinde. Çünkü bu toplumun belleğinde yüzyıllar süren sürekli katliamlar, ölümler, toplu göçler vs., böyle bir toplumsal bellek de var. Bu, korkuya dönüştü ve inanılmaz bir şekilde tekrar o bildikleri gençlerin gidip tek döndükleri Almanya yolu bir şekilde tekrar açılmaya başlandı ve insanlar, bu sefer âileler komple gitmeye başladı. Ama ilginç olan o, benim de tanık olduğum bir şey. O zaman ben burada 80’lerde İstanbul’daydım. Hem lise hem üniversite hayâtım buradaydı. Meselâ ben otelde kalıyordum, Ezidi âileler doluydu, Almanya’ya göç etmek isteyen Ezidi âileler. Hattâ şey esprisi yapardım onlara: “Köpeklerinizi de alsaydınız”. Yani hiç kimse kalmamış biçimdeydi. Bildiğim bir şey daha var o dönem; inanılmaz bir kolaylık sağlıyorlardı pasaport almaları konusunda. Hani biliyorsunuz, Ruhi Su pasaport alamazken, böyle âile boyu pasaport veriliyordu. Demek ki…

Ruşen Çakır: “Yeter ki gidin” diyorlar.

Eyüp Burç: Gidin… Oradaki dert buydu. Sonra öğrendim ki bu sâdece Ezidiler’e yönelik değil, Süryaniler için de aynı şey yapılmış. Yani kendilerine göre Müslüman olmayanların o gönüllü göçünü bir şekilde kolaylaştırdılar.

Ruşen Çakır: Peki, Almanya mı? Süryânîler daha çok İskandinav ülkelerine gitti diye biliyorum. 

Eyüp Burç: Daha çok Almanya tabiî. Yine İskandinavya da var; ama Süryânîler’in ağırlıklı göçü Almanya’yadır. İskandinavya’da da var tabiî ki. Ama Ezidiler’in hemen hemen %90’ı Almanya’ya gitti.

Ruşen Çakır: Peki, şimdi parmakla sayılacak kadar olan Ezidiler, en kalabalık zamânında –meselâ diyelim ki bu büyük Almanya göçü falan yokken, büyük ölçüde Güneydoğu’da yaşıyorlardı– ne kadardı? Sonuçta yine azdı; ama herhalde bugünün çok çok üstündeydi. 

Eyüp Burç: Çok çok üstündeydi. Benim çocukluğumda bildiğim; bizim köyümüzde, bir muhtarlığa bağlı üç tâne köy vardı, yani mezrası vardı, bizim toplam nüfusumuz 600’dü. Üç mezranın nüfusu 600’dü yani. Çok iyi hatırlıyorum. 20’ye yakın Ezidi köyü vardı Viranşehir’de. Yani ben Viranşehirli olduğum için söylüyorum. Bildiğim kadarıyla 80 öncesi, 30-40 bin arası bir Ezidi nüfûsundan bahsetmek mümkün.

Ruşen Çakır: Peki, o zaman şöyle bir şey çıkıyor ortaya: Ezidiler’in örgütlenmesi de büyük ölçüde Almanya’da. Yani Türkiye’de bir dernek, vakıf falan gibi inisiyatifler var mı, yoksa bunlar büyük ölçüde diasporada mı?

Eyüp Burç: Yok, yani hiçbir zaman Türkiye’de böyle bir şey olmadı maalesef. Hattâ okuma da sıkıntılıydı. Ezidiler içerisinde benden önce Batman’da iki kardeş üniversiteye gelmişlerdi. Viranşehir’de bir tâne öğretmen çıkmıştı benden önce. Benimle bir üniversite hayâtı tekrar başladı. Yani biz 4 tâne üniversite okuyan…

Ruşen Çakır: Yoksulluk nedeniyle mi bu?

Eyüp Burç: Hayır, tam tersine, biz çok zengin bir âileydik; meselâ babam ve âilem çok zengindi. Yoksulluk meselesi değildi; gider din değiştirirler, baskı görürler, din değiştirirler endîşesi. Yani bu din değiştirme sürecini ben kendim bizzat yaşadım. Ortaokula gidiyordum, o yüzden beni Viranşehir’den alıp İstanbul’a gönderdiler. Yani burada okumaya devam ettim ilkokuldan sonra. Yani köyde, sonra okutulmuyordu genellikle. Korkuyorlardı. Yani işte okulda o dışlanma, o farklılık, bildiğimiz o mahalle baskısı yoğundu. Yani bana işte, “Müslüman ol” diyenler, hattâ defterimin her tarafına “şeytan, şeytan” diye böyle yazılar falan filan.

Ruşen Çakır: Öğrenciler mi yapıyordu?

Eyüp Burç: Öğrenciler yapıyordu. Hattâ bir ara hocaya vermiştim, hoca çok kızmıştı onlara. Bir tâne öğretmenimiz vardı, Allah razı olsun, çok kızmıştı. “Yapmayın, etmeyin, onlar da kardeşlerimiz” falan filan. Şimdi tabiî ki böyle bir şey vardı, yani bir korku vardı. Bu korku, din değiştirme korkusu. Bu çok eskidir; yani bu aslında yoğunluklu bir pilot projede târihsel olarak baktığımızda Abdülhamid döneminde başlıyor. “Tahsis-i İtikat” dedikleri, inancın düzeltilmesi projesi var Abdülhamid’le başlayan. Aslında “konversiyon” dediğimiz…

Ruşen Çakır: İhtidâ.

Eyüp Burç: İhtidâ süreci, “dayatılmış ihtidâ” diyelim; Ezidiler’in çok yoğun mâruz kaldığı bir şey bu.

Ruşen Çakır: Peki, şimdi Ezidilik bir inanç mı, bir etnik kimlik mi? Meselâ Yahûdilik’te hem inanç hem etnik kimlik aynı anda oluyor falan, karışıyor. Ezidiler sâdece ve sâdece inançlarından mı farklılaşıyorlar? Nedir bu topluluğun özelliği?

Eyüp Burç: Bu topluluk çok özel bir topluluk doğrusunu isterseniz, “etnik bir religion” diyebileceğimiz, yani dinsel bir etnisiteye de sâhip. Yani Ezidiler Kürt’tür; etnik olarak Kürt’tür. Kürt olmayan Ezidi yoktur; yani Ezidi olmayan Kürt çoktur, ama Kürt olmayan Ezidi yoktur. Böyle etnik bir birliktelik var. Ezidilik sâdece Kürtler’de var. Tabiî son zamanlarda, “Biz Kürt değiliz” diyenler de çıktı. Kürtçe’ye “Ezidikçe” dediler. Aslında biz Ezidiler’in anadili Kürtçe’dir, Kurmançi’dir. Buna “Ezidikçe” dediler, yani böyle. Bu maalesef Ermenistan’da başlayan, “Siz Kürt değilsiniz” süreci; maalesef bunu Ermeniler dayattılar, bir şekliyle destek verdi Ermenistan Devleti. Saddam uzun süre ıslâhat projeleriyle bunu dayattı: “Siz Kürt değil, aslında Arap’sınız, Emevî’siniz. Dininiz farklı olabilir, ama siz etnik olarak Arap’sınız” benzeri şeyler, Şengal’e ve Şeyhan’a çok dayattı bunu. Velhasılıkelâm, bu Ezidi olmayanların, Ezidiler’in yaşadığı bâzı ülkelerdeki rejimlerin dayattığı ve içeride de taraftar bulduğu bir süreç oldu. Çünkü bir şekliyle, bu dinî farklılıktan kaynaklı kendi komşusu, kendi kirvesi olan Kürtler’de de baskı görenler oluyor. Böylelikle “Biz Ezidiler Kürt değiliz” diyenler, “Biz Ezidi’yiz. Biz kendi başımıza bir etnisiteyiz” gibi bir anlayış, şu anda Ezidiler’in içinde kısmen örgütlenmeye çalışılıyor, öyle demek lâzım.

Ruşen Çakır: Peki, Saddam’dan bahsettin;  Ezidiler Irak’ta var. Suriye’de de var mı?

Eyüp Burç: Var tabiî, Suriye’de var, Irak’ta var. Ermenistan sınırlarında vardı eskiden. Gürcistan’da var. Bunlar daha çok diaspora diyebileceklerimiz aslında…

Ruşen Çakır: Ama yani Anadolu gibi, Irak ve Suriye hep yıllardır yaşadıkları, yüzyıllardır yaşadıkları topraklar mı?

Eyüp Burç: Evet. Yani hele Şeyhan ve Şengal bölgesi binyıllardır yaşadıkları topraklar, yani Irak bölgesi. Irak’taki federal Kürdistan bölgesi, aslında ihtilâflı bölgede yer alıyor — Ezidiler’in yaşadığı bölge. İki temel alan var: Şengal ve Şeyhan. Ağırlık nüfus Şengal’deydi biliyorsunuz. Şengal, büyük bir soykırım girişimiyle şu anda çok az nüfûsa sâhip.

Ruşen Çakır: Zâten bu son dönemde Ezidiler’in uluslararası alanda bilinir olmasının en önemli nedeni IŞİD’in birtakım katliamları ve bir de kadınları câriye yapmaları, değil mi? Böyle çok ciddî uluslararası anlamda gündem olan konular var. Herhalde dünyadaki tüm Ezidiler’in de ana gündem maddesi son yıllarda bu galiba.

Eyüp Burç: Evet. Yani biz maalesef bu tür şeylerle gündeme geliyoruz, maalesef. Yani bu işte Ezidiler, bazılarının 73. bazılarının 74. bazılarının 72. katliam dedikleri, ferman dedikleri bir jenosit aslında, bir soykırım. Çünkü bir soykırım demek için epey sebep var. Birleşmiş Milletler Cenevre Soykırım Sözleşmesi’nde târif edilen her şey Şengal’de uygulanmıştır. Dolayısıyla bir soykırıma tâbi tutuldu ve birçok Batı ülkesinin devleti de, parlamentosu da soykırım karârı aldı. Yani ağırlıklı olarak Orta Avrupa, Kanada, bunlar soykırım karârı da aldılar. Tabiî kadınların câriye edilmesi, genç kızlarımızın ve kadınlarımızın câriyeleştirilmesi, köle pazarlarında satılması ve hâlâ binlercesinin bu durumda olmasına dayanarak bu yaranın kanadığını ve soykırımın devam ettiğini söylüyoruz. Hâlâ meselâ Şengal’de yerinden yurdundan kopmuş olanların kamp hayatı yaşaması. Yani şu anda Irak’ta, Irak Kürdistanı’nda 3-4 tâne kampın, bizzat kendisi Ezidi mültecilerinin deyim yerindeyse, Şengal’e gidenlerin kampları kendi köylerine 50 km, en uzağı 100 km uzakta; ama dönemiyorlar. Hâlâ kamp hayatı var, yüz binlerce insan kampta yaşıyor. 400 binin üzerindeydi oradakiler. Büyük bir kısmı Avrupa’ya, Kanada’ya göç etti, kaçabildi. Hâlâ Ezidi kadınlar, dediğim gibi köleleştirilmiş ya da câriye olarak satın alınmış ya da satılmış yaşayanlar var hâlâ bu durumda. İşte bütün bunlar bir türlü sarılmayan yara: Şengal ve Ezidi soykırımı. İşte bizim bu konularda taleplerimiz var dünya kamuoyundan, Birleşmiş Milletler’e üye ülkelerden. Hele hele soykırım karârı almış devletlerden taleplerimiz var. Bu soykırımsa, o zaman insanlığın gözü önünde cereyan eden bu soykırım için bir soykırım mahkemesinin kurulmasını talep ediyoruz. Şengal’a bir özel statünün verilmesini istiyoruz Irak’ta. Çünkü Irak Anayasası bâzı özel statülerin tanınmasına elverişli bir anayasa. Orası zâten ihtilâflı bölge. 140. maddeye göre, Irak yeni anayasasının 140. maddesine göre orada bir referandum yapılırsa Şeyhan ve Şengal’de, insanlar ne istiyor anlaşılır. Çünkü Ezidiler artık kendilerini yönetmekten ve kendi güvenliklerini sağlamaktan başka kimseye güvenmek istemiyorlar. Daha doğrusu kendileri kendilerini yönetmek istiyorlar, idârî olarak. Ve güvenlik olarak da kimseye kendilerini teslim etmek istemiyorlar. Yani kendi âsâyiş güçlerini kendileri korumak, bizim taleplerimizin başında bu geliyor. Çünkü “Sizi koruyacağız” diyenlerin hiçbiri şimdiye kadar korumadılar. Yani biliyorsunuz, işte KDP’nin yönettiği Peşmergeler, işi daha yoldayken, daha doğrusu bir gün öncesinde bırakıp kaçıp gittiler. 12 bin peşmerge, sayısı 12 bin, ordu yani. Bunlar silâhlarıyla berâber kaçıp gittiler ve oradaki yoksul, silâhsız, garip, zavallı köylüleri, insanları soykırımla karşı karşıya bıraktılar.

Ruşen Çakır: Çok az okuyan vardı dedin; ama anladığım kadarıyla Avrupa’ya, Almanya’ya göçle berâber daha eğitimli bir Ezidi entelijensiyası ya da üniversite bitirmiş, meslek sâhibi, serbest meslek sâhibi yeni bir nüfus ortaya çıktı herhalde.

Eyüp Burç: Var, çünkü ben iyi hatırlıyorum; ben öğrenciyken Almanya’da, 90’lı yıllarda öyle diyeyim, bir Ezidi öğrenciler toplantısı yaptık. 150’ye yakın üniversiteli öğrenci topladık. 3 gün süren bir toplantı yaptık, kongre yaptık bir öğrenci inisiyatifi kurmak için Ezidi öğrencilerle. Yani 90’larda, 1992 yılında böyle bir toplantı yaptık; 150 kişiyle. Şu anda her evde 1-2 en az, 3-4, yani nüfûsa göre üniversiteli var. Yani Avrupa’da inanılmaz bir entelijensiya oluştu Ezidiler içerisinde, okudular yani.

Ruşen Çakır: Peki bunlar o kültürü yaşatıyorlar mı? Yani şimdi âileden Ezidi oluyorlar, ama Ezidi olmak tek başına bir şey değil. Yani o inancı sâhipleniyorlar mı? Onu yeniden üretiyorlar mı, yoksa o konuda bir mesâfe var mı?

Eyüp Burç: Avrupa’da var. Avrupa’da meselâ bunlar, Ezidi yani “Mala Ezdiya” dedikleri Ezidi evleri, yani hemen hemen her şehirde inanç evleri kuruldu. Ezidiler’in yoğun olduğu şehirlerde, öyle diyelim. Orada bir şekilde kendi dinî geleneklerini, göreneklerini öğreten dersler ve kurslar da başladı. Yani bunlar daha önce hiç olmayan şeyler, Avrupa’da böyle şeyler de olmaya başladı. Meselâ memlekette 80 öncesi –80 sonrası zâten kimse kalmadı–, 80 öncesi böyle imkânlar da yoktu. Şeyhler olurdu, bilge kişiler olurdu, onların bildikleriyle insanlar inançlarını, îtikatlarını yerine getirirlerdi. Çok da bilinir değildi. Yani inanırdı ve öyle târif ederdi kendini, öyle de giderdi. Ama şimdi daha çok böyle târihini merak edenler, işte bu târihleri, coğrafyasını, alışkanlıklarını, özel durumlarını, inanç biçimlerini, kurallarını, kaidelerini, bütün bunları merak edenler var. Yani bir şekilde bir Ezidi teolojisine doğru bir şeyler oluşuyor.

Ruşen Çakır: Bir medya da var orada.

Eyüp Burç: Medyası var. Hattâ 2-3 tâne televizyon var şu anda. Sosyal medya zâten dünya kadar aktif, sayfalar ve benzeri şeyler var. Yani bir aydınlanmadan söz etmek mümkün ve bu aydınlanma daha çok Avrupa merkezli oldu, öyle demek daha doğru.Yani bu göçün yarattığı bir aydınlanma var.

Ruşen Çakır: Ama o tabiî Türkiye’ye, Irak’a, Suriye’ye de bir şekilde yansıyordur. Çünkü onların akrabaları falan buralarda olduğu için, Avrupa’daki bu “aydınlanma” dediğin şey herhalde yansıyordur.

Eyüp Burç: Yani meselâ dönmek istiyor. İlginç olan bu yeni kuşak, yeni nesil. Aydınlandıkça, Ezidi kimliği ve bu geçmişiyle buluştukça, öğrendikçe, ata topraklarına dönmek istiyorlar. Meselâ şu anda Türkiye’de, Urfa’da, Nusaybin’de, diyelim ki Midyat’ta, Batman’da birçok Ezidi köyüne âileler dönüp, hele bu yeni kuşak, yeni evler yapıyorlar. Yerleşmek istiyorlar, bir şekilde gidip gelmek istiyorlar, tarlalarını tekrar işlemek istiyorlar; ama onlara da bir sürü sıkıntı çıkıyor işte. 

Ruşen Çakır: Süryânîler’de de benzer bir şey duydum.

Eyüp Burç: Aynı şey onlar için de geçerli.

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla Ezidi olunamıyor.

Eyüp Burç: Yok, olunamıyor. Ezidi doğuluyor.

Ruşen Çakır: Yani, “Ben sizin inancınızı benimsiyorum” falan deyip Ezidi olunamıyor.

Eyüp Burç: Peki, fahrî olarak istiyorsanız veririz. Ezidi olunamıyor, ama doğuluyor.

Ruşen Çakır: Ezoterik, yani daha kapalı, dışarıya kapalı bir yapı olduğunu biliyorum. Buna benzer, genellikle az olan inançlarda bu çok var. Ezidilik’te de bunun çok olduğunu duyuyorum. Yani birtakım şeylerde bir sır var galiba. Yani sâdece Ezidilerin bildiği, dışarıya aktarılmayan falan… Ve bundan dolayı da herhalde birtakım şeyler atfediliyor.

Eyüp Burç: Merak ediliyor. Aslında o sır denilen şey, evet, ben de o sırrı çok merak ettim. Yani hani içlerinden biri olarak… Yani Irak’ta çok kaldım. Eski Sovyetler’in ülkelerinde; Ermenistan, Gürcistan, Kırgızistan, Moskova ve benzeri, oraya kadar giden Ezidiler var. Şimdi, bir sırdan bahsediliyor, ama gerçekten çok peşinde gezdim, öyle bir sır bulamadım. Ama kapalı; çünkü korkuyorlar. Meselâ yazı bile başlarına belâ olmuş. Hani hep şey deriz: “Biz yazının değil, sözün çocuklarıyız”. Çünkü söz uçuyor, yazı kalıyor. Kaldığı zaman da bir belge bırakmış oluyor. “Vay! Sen demek ki şeymişsin!” biçiminde karşısına geliyor. Şimdî tabiî bu dışarıda inanılmaz merak konusu olmuş. Özellikle bu merak hem çevre Müslüman kesimler için –çevrede zâten Müslümanlar var yaşadığı bölgelerde– hem de bu Avrupalı seyyahlar için. Yani seyyah, inanılmaz fantastik şeyler de yazmış, duyduklarıyla yazanlar çok. Hattâ öyle bir yere ulaştırıldı ki bu bilinmemezlik, bu merak, bu “Sır nedir acaba?”, işte, Karl May’ın Vahşi Kürdistan İçlerinde (Yurt Kitap Yayın, 2001) kitabının kahramanları Ezidiler oldu yani. Ve biliyorsunuz, o evinden de dışarı çıkmamıştır, yani oturmuş seyyahları inceleyerek yazmıştır. Dolayısıyla orada yazılanlarla, seyyahların anlattıklarıyla benim gördüklerim arasında bir uçurum var. Yani öyle bir şey yok.

Ruşen Çakır: Peki, burada bir hiyerarşi var, değil mi?

Eyüp Burç: Ezidilik’te var, evet. Yani inanışta…

Ruşen Çakır: Bu din üzerine, inanış üzerine kurulan bir dinî otorite mi, yoksa toplumsal otorite mi?

Eyüp Burç: İki şey… Yani aslında ruhbanla idârî sistem, politik sistem iç içe örülmüş. Ekümenik bir yapı, öyle düşünelim. Yani Ezidilik ekümenik bir yapıdır. 1000 yıldır böyle bir tarafı var. Nedir o? İşte, idârî olarak mîrler var, en üstte. Bir de kastlar var. Hiyerarşi dediğiniz kast sistemi de var. Bir kast sistemini de içine alan bir inanç biçimi aynı zamanda. Bunların hepsi bir de idârî olarak da politik olarak da iç içe örülmüş. Yani mîrlik aslında dünyevî bir iştir. Mîr dediğimiz, beylik yani. O bir otonom alan, politik alan. Ama aynı zamanda o mîrler ruhban kesiminden geliyor. Yani şeyh âilesinden geliyor. Böyle iç içedirler. Yani yöneten kişi de, idârî ve politik olarak yöneten kişi de yine ruhban sınıfından geliyor, kastından geliyor, şeyh kastından geliyor. İşte bu Ezidiler, olduğu gibi her yerde o mîre bağlı. Ve mîrler de dinsel yapı üzerinden… Böyle bir hiyerarşi var. Şeyhler geliyor, pirler geliyor, müritler geliyor. Sonra bunların işte kavallıları var; işte, dinî öğretenler, seremonilerini yapanlar, ibâdet biçimlerini öğretenler… Böyle ara katmanlar var ve kutsal mekânlar var. Laleş diye, bir hac diyebileceğimiz kutsal mekânlar var. Şimdi bu hiyerarşi içerisinde dinsel olanla dünyevî olan iç içe örülmüş ve hâlâ da devam ediyor. O yüzden hep, “Ezidiler’in kendilerini yönetmesi kadar kolay bir şey olamaz” diyorum. Çünkü 1000 yıldır bütün zor şartlar altında bu ekümenik yapı işledi, çok iyi biliyorum işlediğini. Yani o mîrin şıhı gelirdi, o şıhın ocağı olurdu, o ocağa bağlı müritleri olurdu, o müritler vergisini öderdi. Bütün bu hiyerarşik yapı götürülürdü; tâ Baadre Mîrliği’ne kadar. İşte Baadre, biliyorsunuz Irak Kürdistanı’nda bir köy ya da kasaba diyelim, Ezidi mîrlerinin oturduğu yer yani, köyü diyelim. Oraya kadar giderdi bütün bunlar. Dolayısıyla bir dinsel ve idârî ya da hattâ politik bir yapının iç içe örüldüğü… O yüzden ekümenik diyorum. Yani böyle enteresan bir yapı.

Ruşen Çakır: Peki, şeyi sormak istiyorum. Belli bir meslek var mı? Meselâ Süryânîler deyince akla kuyumculuk vs. falan gelir. Ezidiler’in böyle bir şeyi var mı?

Eyüp Burç: Ezidiler de Kürtler gibidir; yarı göçebe, göçebe bir topluluk. Dolayısıyla Süryânî ve Ermeniler’de olan, hani berâber yaşadığı toplumlardaki gibi… Ermeniler meselâ ziraat işlerinde daha çok, şehirdeyken işte demircilik ve benzeri zanaatkârlık ya da Süryânîler daha çok telkârî ve yine zanaatkârlıkta, yine köydekiler tarımda. Ama Kürtler daha çok, biliyorsunuz, yani hayvancılık ağırlıklı, yarı göçebe. Böyle bir hayâtın bir parçası olarak Ezidiler’i de bu Kürt sosyal hayâtının, aşîret hayâtının bir parçası olarak görmek lâzım. Yani dinsel inançlarının dışında diğer Kürt aşîret yapılarından hiçbir farkları yok. Hattâ bir aşîretin bir tarafı Ezidi, diğer tarafı da Sünnî Müslüman’dır; öyle aşîretler de çok yani. Dolayısıyla sosyal olarak, sosyolojik olarak aynıdırlar. Sâdece dinsel farklılıklar bâzen söz konusu edilebilir, onları anlatıyorum. Yani daha çok böyle somut bir meslek yok. Ama enteresan olan şöyle bir şey var: İllâki bir meslek gerekiyorsa, o da ziraatten gelen bir meslektir. Şöyle bir şey: Sunumune Şengal’da bir kasabadır. Bostancılar çok meşhurdur. Şengalliler bostancıdır. Çünkü Şengal, sıkıştıkları zaman çok az toprağa sâhip; yani tarım alanı çok az ve oradan bostancılık geliştirilmiş. Hayat onlara bostancı olmayı öğretmiş deyim yerindeyse. Size enteresan bir şey anlatayım. Hani o göç sırasında, IŞİD’in saldırısından sonra Diyarbakır’da bir parkta kamp kurulmuştu, belediyenin kurduğu bir kamp vardı. Ezidiler oraya yerleştirilmişti. Oradaki sosyal çalışanla ben kampı ziyâret ederken biraz sohbet etmiştim. “Ya, bunlar ne yerler, ne içerler?” falan filan dedim. “Herhalde marul vermiyorsun” dedim. “Yok, tuhaftırlar, marul yemiyorlar” falan dedi. Dedim ki: “Sen bir de sosyal hizmetçi mi olacaksın burada? Bunların marul yemediğini bileceksin bir kere”. Yani hani böyle tabular da var, hani yenmeyen şeyler, detaylar falan. Dedim: “Bunlara canın mı sıkılıyor? Bence sıkılıyor. Gördüğün bütün bu kadınlar var ya… Bak burada tarlalar da var. Bırak bostan eksinler. Göreceksin ki çoraplarında bile domates tohumunu getirmiş olabilirler.” Gerçekten de öyle oldu, şaka bir yana. “Ya, size burayı bostan yapsak?” demişler. Hepsinin gözleri parlamış; “Ne iyi olur” demişler. Şimdi dolayısıyla gerçekten bostan işlerinde, bostancılıkta çok iyiler.

Ruşen Çakır: Peki toparlarsak, anladığım kadarıyla sayıları az olmakla birlikte, o iç dayanışma, hiyerarşi ile varlığını sürdüren bir topluluktan bahsediyoruz.

Eyüp Burç: Kuşkusuz, evet.

Ruşen Çakır: Son dönemde yaşadıkları zulümler nedeniyle tüm dünyanın da bir şekilde ilgilendiği, merak ettiği bir yapı, ama kapalı bir yapı.

Eyüp Burç: Eskisi gibi değil artık. Yani kapalı… O eski anlatılan şeyler yok artık. Hani o kapalılık lâfı, aslında hep kendilerini bir şekilde tanımadan târif ettikleri ve böyle yaklaştıkları için bunlar tepkili olmuşlar ve kapatmışlar kendilerini. Şimdi onlarla çok iyi ilişki kuranlar da var. Mesela antropologlar, arkeologlar da var. Layard bunlardan biridir. Neredeyse adamın heykelini dikecekler yani, anlatabiliyor muyum? Layard da işte Ninova’yı kazan adamlardan biri. Dolayısıyla iyi olanlar da var. Yani böyle o sırrın peşinde gidenler bilmem ne, böyle esrârengiz şeylerin peşinde olanların dışında, o önyargılarla tanımlayanların dışında… Bir de tam 1000 yıllık bir şey var. Yani, Ezidiler İslâm içi sayıldılar. Bu çok eski, kadim bir inançtır. Bu ilk tektanrılı inançtır da, o yüzden diyorum yani. Belki vakit olsa başka bir zaman Göbeklitepe’den başlarım ben. Yani Neolitik’ten başlarım ben Ezidiliğin ne olduğunu anlatmaya. Mitanniler’e kadar… Yani bu Ezidilik kültünün ne olduğunu… Tektanrılılık; ama yani bu 1000 yıldır da İslâm çevresi, İslâm’ın ortaya çıkışı ya da güçlenmesiyle birlikte, öyle diyelim, mürted olarak görüldüler. Yani, İslâm’dan sapmış bir mezhep olarak görüldüğü için de “Katli vâciptir” denildi. Yani böyle bir belâ da başlarına geldi. Yani inanılmaz bir şey… Burada inanılmaz fetvâlar var. Ebussuud muydu meşhur şeyhülislâm? Ebussuud bildiğim kadarıyla, evet, Kanûnî’nin galiba şeyhülislâmı; onun meselâ fetvâları var ve Ezidilik’le ilgili fetvâsı var. Alevîlik’le ilgili hepsini bilir herkes, ama Ezidiler’le ilgili fetvâsı çok ilginçtir. Onun fetvâsını alın, IŞİD’in Ezidiler’le ilgili hazırladığı broşürü yan yana koyun, arada bir fark yok, aynı şeyi söylüyorlar. “Mürted bunlar” diyorlar. “Bunlar zamânında Müslüman olmuşlar, sonra dinden çıkmışlar, o yüzden katli vaciptir” diyorlar. “Pişmanlık, tövbe, af da bunlara geçerli değil” biçiminde. Böyle bir şeyde, düşünün, böyle bir anlayışın sardığı bir ortamda bir yerde hapsedilmiş, deyim yerindeyse, bir grup ve bu grup yıllarca kendini korumaya çalışmış, içe kapanmış, hep yanlış anlaşılmış, anlatılamamış, anlatamamış. Halbuki o kadar derin bu coğrafyanın sâhip olduğu, yani Neolitik’e kadar giden derin böyle sözlü târih yapabileceğimiz kadar neler var neler; destanlarından şarkılarına, anlatıları, semboller, bütün bunlar… İnanılmaz bir sosyal antropoloji laboratuvarı gibi de duruyor aslında. Ama bu, o bahsettiğimiz mürtedlik üzerinden sıkıştırılıp “72 Ferman” dediği katliam… Çünkü ferman biliyorsunuz, Osmanlıca’da ya da Farsça’da padişah emri, buyruğu. İyi de kimi zaman bir ödül olarak da ferman çıkar. Ama Ezidiler’e çıkan her ferman katliam olarak çıktığı için, direkt fermanla katliamı özdeşleştirmişler, o yüzden ferman diyorlar. Yani tıpkı işte Ermeniler’in “Büyük Felâket” demesi gibi. İşte, Araplar’ın… Neyse. Yani kendi dillerinde kendi yaşadıkları şeyi öyle isimlendirmişler. Yani, normal padişah buyruğu bizde katliam olarak geldiği için öyle anlaşılmış. Ve inanılmaz bir şekilde Ezidi laboratuvarı kuruluyor bu Abdülhamid döneminde; “Tahsis-i Îtikat” projesi. Proje olarak yapıyorlar, Ezidiler’le başlıyorlar. Bunlar sözüm ona sapmış, sapkın, fırka-i dâlle düşmüş grupların tahsis-i îtikada alınması, yani inançlarının düzeltilmesi projesi. Ve sayıyor, başta da Ezidiler’le başlatıyorlar. İşte, Ferik Paşa’yı gönderiyor, orada Ezidiler’i katlediyor. İşte, Alevîler, Aisenîler, Kakaîler, Şebekler, sonra bu Dürzîler… Yani Osmanlı’nın o zaman yönetimi altında olan, onlara göre fırka-i dâlle düşmüş olanlar, yoldan sapmış olanlar, ana yoldan çıkmış olanların tekrar doğru yola getirilmesi projesi, ıslâhatı.

Ruşen Çakır: Ama yola gelmemişsiniz.

Eyüp Burç: Büyük şeylerden sonra yine gelememişiz. Gelememişiz… Doğru yol tabiî nerededir, nasıldır? Onu tam bilmiyorum; ama hakîkaten enteresandır: Ortadoğu’da, bu kavimler, kültürler, medeniyetler merkezinde en kadim inançlardan biri. İşte o önyargılardan bağımsız yaklaşıldığı zaman kapıları açık.

Ruşen Çakır: İşte biz de böyle bir yayında bunun bir girizgâhını yaptık. Çok sağ ol Eyüp. Evet, “Bir mozaik olarak Türkiye” dizimizin 8. bölümünde Ezidiler’i Eyüp Burç’la konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.