Oturduğumuz binanın önünde muhtemelen 50 yaşında bir dut ağacı vardı. Sokaktaki inşaat metastazının eko kırımından (ecocide) geriye bir o kalmış. Araç park etmeyi engellediği gerekçesiyle kestiler. Yönetim bu “hizmet”i duyurduğunda birisi “Allah razı olsun” demişti. Allah’ın, Kur’an’da yüzlerce ayette kendi varlık ve birliğine delil gösterdiği doğaya kötü muameleyi onun rızasını umarak kutlayan türden bir Müslümanlık. Bu Müslümanlık şimdi de kafayı, sokaktan kurtardığımız köpeğimize taktı. Hukuken, ahlaken ve felsefi olarak doğal sayılan sesini duymaya bile tahammülü yok. Kur’an’da mağaradaki mümin gençlerle birlikte uyuyan köpeğin detaylı öyküsü de (Kehf 18 ve 22), başka birçok örnek de umurunda değil.
5199 sayılı yasanın amaç ve ruhunda evsiz hayvanlara ev ve ebeveyn bulma olduğunu savunan iktidar, yasaya, bu amaç ve ruha uygun davrananları taciz eden başıboş muhafazakârlar için de tedbir koymalıydı.
Afrin’de bin yıllık zeytin ağacını acımasızca kesip kahkahayla zafer naraları atan (zemindeki marşta da “ya Muhammed” diye Peygamber’in adını geçiren) “Türkiye destekli grup”un eko kırım saldırganlığını hatırlıyoruz değil mi? İstanbul Başakşehir’de zevkine aracını yerde uyuyan köpeklerin üzerine sürüp ezen Katarlıyı? Barınak adı verilen toplama kamplarındaki eziyet, zulüm, işkence ve katliamlar da aynı kalemden. Fâillerin hepsi de aynı homo-politicus meşrepten Müslüman kimlikli. Allah, Peygamber, Kur’an ve sair dinî kavramları kullanmada ziyadesiyle müsrifler.
Enflasyonist dindarlığın dinî kavramları yerli yersiz bolca kullandığı ve dinî hayatın doğallığını kaybedip zıvanadan çıkmasına sebep olduğu yerde haliyle ne yapılıyorsa Allah yaptırmış oluyor. Tanrıyı öne sürerek kurdukları immün sistem, din ve inancı bile nasıl hovardaca harcadıklarını gösteriyorsa beşerî işlere neler yapmazlar.
Medya manipülasyonlarına dayalı köpek düşmanı kampanyanın toksik atmosferinde yaşanan trajedinin her gün yeni bir örneğiyle sarsılıyoruz. Tabiat dostu herkes bu işin nereye varacağından endişeyle panik halinde. Doğaya hasım ve Allah’ın hayvan ümmetine nefret ve öfke dolu olanlar ise tabii ki patolojik hissiz. Mutlak kötülük IŞİD mıknatısı zuhur ettiğinde Müslüman dünyadan binlerce sapkının saklandıkları kuytulardan çıkıp vahşetin safarisine akmasına benzer bir durum var.
İnsan onuruyla bağdaştırılması imkânsız necis düşünceler, canice duygular ve cinnet yöntemlerle köpeklere, kedilere saldıran hasta bir kavim. Bu ürkütücü işler istisna ve münferit değil. Organize, kolektif, kitlesel dehşet.
Eski Türkiye’de doğa, köpek, kedi, kadın düşmanı bâtıl dinlerini kendi aralarında yaşatır, baş ve ses çıkaramazlardı. Şimdi muhafazakâr kudretin sağladığı kollamanın cesaretiyle sapkınlıklarını cüretkarca ifşa ediyorlar. Yerli ve millî Talibanizmin kuluçka dönemindeyiz.
Muhafazakâr, mukaddesatçı, neo-milliyetçi Türkiye Müslümanlığı, elitlerinden avamına dünyadaki Müslümanlıkların en cahili, en zalimi. Politik mütedeyyinlik, yani muhafazakarlık işte bu kara cehaletin siyasallaştırılarak katmerli belaya dönüştürülmüş halidir.
Evsiz hayvanları hedef alan tatbikatlarla cesaretlendirilmiş saldırganlar adım adım hayatın her alanına baskınlar yapmaya pusuda ve tetikte. Onlara benzemeyen herkese boyun eğdirmeye yeltendiklerinde “evsiz hayvanları vermeyecektik” dememek için şimdi her türlü salvoya karşı dimdik durmak gerek.
Tabiatta yaşadığının farkında/bilincinde ve doğadaki canlılarla barış içinde var olmayı benimsemiş insanlar ile, tabiatı ve içindekileri köleleştirmeyi amaçlayan insanlar arasındaki çelişkidir bu. Doğayı düşman ve hasım gören Müslümanlık ile aynı dinde hissetmeyenler haklı. Din, yaratılışın bütünselliği ile ilgili şuur durumudur. Doğayı ve içindekileri düşman gören din, ilahî olmaz. O, insanın kötücül emeline meşruiyet kazandırma işlevi gören ideolojidir sadece. Doğaya ve canlı hayatın türlerine düşman Müslümanlık türedi bir dindir, bidattir, uydurmadır; doğa/fıtrat dini İslam’la alakası yoktur. Allah’a inançtan bahsetmeleri sadece slogandır ve tahakkümün ideolojisidir. Gerçekte güç ve servetten başkasına inanmazlar.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Köpeklere karşı nefret ve soykırım iştahının bu muzır varlıklar için simülasyon anlamına geldiği açık. Arınma (purge) festivali istiyorlar. Köpeklerde deneyip insana doğru genişleyecek bir furya bu. Sadece hacda farz olan kurbanı heyecan ve şehvetle her yerde kesmekteki etoburluk motivasyonu görünürde öyledir. Etini yediği hayvanın can hiyerarşisinde aşağı seviyede olduğu için bunu hakettiğini zanneden karanlık düşünceden kaynaklanıyor o coşku. Bu yüzden Hacc-ı Ekber gününe “kurban bayramı” adını verdiler. Öyle olmadığı halde kurbanı Allah’ın vazgeçilmez emri gösterip binbir vukuatlı cinnet gününe çeviriyorlar.
Kur’an’da üç canlı türünün hiyerarşisiz aynı hizada sayılması ve ortak kökenlerinin su olduğunun belirtilmesi, hayvanları aşağı tür gören işte bu ayrımcılığa hitabendir: “Allah tüm canlılığı sudan yarattı. Kimisi karnı, kimisi iki ayağı, kimisi de dört ayağı üzerinde yürür.” (Nur 45). Müfessirler, karnı üzerinde yürüyenlerin yılanlar ve solucanlar, iki ayağı üzerinde yürüyenlerin insanlar ve kuşlar, dört ayağı üzerinde yürüyenlerin de diğer hayvanlar olduğunu belirtiyor. (Mesela Kurtubî [ö. 1273], el-Câmi li-Ahkâmi’l-Kur’an, 6/224, Daru’l-Fikr 2019). Ama ihmal ettikleri şu ki, bütün bu canlı türleri aynı kategorik tanım (dâbbe) altında toplanmış ve türlerin ortak menşeinin alt kategorileri olarak hizalanmıştır. Üstelik Kur’an edebiyatı bakımından insanın ikinci sırada anılması, sanıldığının aksine varlıktaki mükemmelleşmenin son halkası olmadığını kanıtlıyor. Bir diğer önemli detay da bu üç canlı türünün hareketi için “yürür” denmesi. Yani ayakları olmayan canlılar, Türkçe’de aşağılama da içeren söyleyiş şekliyle sürünmez, insan gibi yürür.
Doğa dini olan İslam’ın dünya görüşünde “hayvan”, yürüyebilen türleri içeren canlıların hepsidir. İnsan, bu ana kategorinin alt türü ve başlığıdır. Descartes’ın biyolojik tanımındaki “konuşan hayvan” nitelemesi hariç tutulursa filozoflar meşreplerine göre yaptıkları vurgular itibariyle farklı niteliklerle tamlamayı tercih etti: Sosyal hayvan, sistematik hayvan vs. Farabî’nin “hayvanu’l-insî”si (insan hayvanı/canlısı), hayvanlarla cevherde müşterek oluşa atıftır. Hayvanu’l-medenî de (medeni/sivil hayvan) toplumsal hayatı kurma kabiliyetiyle ilgilidir. (el-Farabî, Risaletu’s-Saade, 14).
Ankebut 64’te insana ait bu dünyadaki hayatın oyun ve oyalanmadan ibaret olduğu ikaz edildikten sonra asıl ve kalıcı olanın bundan sonraki, yani ahiret yurdunda yaşanacak hayat olduğu söylenir. Bu hayat için kullanılan kelime “hayvan”dır. Tefsirler bu kelimenin ebedi ve kâmil hayat anlamına geldiğini belirtmekle birlikte neden böyle bir kelime seçildiği üzerinde durmuyorlar. İranlı âlim Ali Ekber Kureşî, Kamûs-i Kur’an’da kelimenin kökünün “hayy” (hayat) olduğunu, “hayeyan” iken ikinci ‘ya’ harfinin ‘vav’a dönüştüğünü (hayevan) belirtiyor. Öte dünya için bile olsa hayata “hayvan” adı verilmesi ve bunun, yürüyen türlerin genel adı olması, hayvanlı hayatın insandan milyonlarca yıl önce başlamış olmasıyla ilişkilendirilebilir. Ev sahibi onlardır. İnsan bu kurulu, doğal, gerçek hayata çok sonradan katılmış ve kötülük iradesi ve seçeneğiyle onu berbat etmiştir.
İnsan kaynaklı yıkımı çok kere tecrübe ettiği anlaşılan meleklerin “bozgunculuk yapacak ve kan dökecek tür”ün tekrar var edilmesine (halife/ardıl) itirazını (Bakara 30), Allah’a halife yapıldığı çarpıtmasıyla övgü ve rütbeye dönüştürmüş korkunç bir türdür Müslüman insan. 2 milyar yıldan beri var olan hayvanlardan üstün olduğunu iddia eden ve doğayı içindeki tüm canlı türleriyle birlikte tahakkümü altına alıp köleleştirmek isteyen insan “çok cahil, çok zalim”dir. (Ahzab 72). Müslümanlığın “eşref-i mahlukat” (yaratılmışların en soylusu/üstünü) böbürlenmesi kof, boş, temelsizdir. Aksine, Kur’an’da insan dışında hiçbir canlı türü kötü ve olumsuz sıfatlarla anılmaz.
Hint dervişinin takunyasına yazdırdığı duanın kaç fersah uzağında bir din, dünya ve hayat anlayışı bunlarınki: “Doğa ana, attığım her adımda yaktığım canlar için senden af diliyorum” Yerlilerin (kızılderililer) beslenmek için avladıkları veya kestikleri hayvandan mahcubiyet içinde özür ve af dilediği ritüel, mecburiyetin yarattığı çaresizliğe isyandır aslında. Bu yüzden vejeteryanlık ileri seviyede takva, inziva ve dervişlik görülse yeridir. Veganlık ise çileciliğin tam karşılığı. Reel, yaşayan, aktüel, müesses Müslümanlık için bunların zerre anlam taşımaması onların hayatının olağan akışına uygundur.
Toprağın üstüne beton döken ve her yeri topraksızlaştırmaya histerik arzulu idrakin, yeryüzüne ve mübarek toprağına neden fıtrata sâdık insanlar gibi bakamadığını sadece betondan para kazanmaya bağlamamak gerek. Marazın altta yatan ideolojik, kültürel, dinsel sebebi de var. Tarihsel felsefi temelinde doğayla savaş bulunan seküler radikalizmin şimdilerde tabiatın muhafızı olduğu, buna karşılık felsefi temelinde doğayla uyum bulunan Müslümanlığın elinde beton silahıyla doğayla savaştığı ürkütücü, yıldırıcı, bıktırıcı fetret zamanındayız.
Mümin, hem emin olunan, hem de güven duygusu veren demektir. O nedenle Allah’ın sıfatıdır. Mümin, doğada tanık olarak Allah’ın varlığından emin kişidir. Onun varlığından emin olup doğayla bütünleştiğinde de canlı hayatın güvenliği için teminattır. Hucurat 14’te iman iddiası kabul görmeyen ve Müslümanlıkla yetinmeleri dikte edilenler, müminliğin tanımına dahil edilmeyi hakedecek bu vasfı taşımayanlardır. Zamane Müslümanlığının itikadî ve sosyolojik geleneği Hucurat 14’teki Müslümanlıktır. (Araplar iman ettik dedi. De ki: İman etmediniz, ama Müslüman olduk diyebilirsiniz, iman henüz kalbinize girmedi). Çünkü o dönemde Müslüman olmak (teslim/İslam), Pax-Romana gibi bir şeydi. Barış paktına katılmak yani. Mümin olmak, inanç ve eylemlerde radikal değişim gerektiren farklı bir kategoriydi.
Denklem gayet basit: Kur’an’da canlı hayatın tüm türleri Allah’ın varlığı ve birliğinin eşsiz ayetleri olarak ikaz ediliyorken inandığını zanneden nicesi türlü bahanelerle o canlı hayata zarar verme, hatta düşmanlık etmede ön cephede yer alıyorsa iddia edilen inanç bâtıldır.
Platon’a göre evren Tanrıyla doluydu. Bruno’nun estetik panteizmi bu yatakta doğdu. İbn Arabi’nin vahdet-i vücud’u yani. Aristoteles, Tales’ten mülhem evrenin tanrılarla dolu olduğu düşüncesini aktarırken bunun, ruhun bütün evrende baştan başa yayıldığı anlamına geldiği yorumunu yapmıştı. (Etienne Gilson, Tanrı ve Felsefe, 24). Dünya da süper organizmaydı. Fakat Aristoteles, Müslümanlığın egemen tasavvuruna kaynak olacak mekanik kozmolojiyi tasarlarken ilk hareket ettirici Tanrıyı evrenin dışına çıkardı. Doğanın insana yabancılaşmasından başlayarak Bacon’da boyun eğdirilecek hasma dönüşmesinin nahoş macerası. Bu fikirler, neşvünema bulduğu diyarlarda artık hayırhah yadedilmiyorken Müslümanlar pozitivist ideolojinin müridleri olmuş, doğaya ve içindeki türlere karşı cihada koşuyor. Hayvanlardan nefreti ve onlara reva görülen zulmü normalleştiriyor.
İşkencenin modernizasyonunun fikir atası kabul edilen İngiliz filozof Bacon (ö. 1626) dişi varsaydığı doğayı “dizginlenip köleleştirilecek”, “sırları işkence ile zorla ortaya çıkarılacak” bir varlık görüyordu. Müslüman muhafazakârdan tam destek alan siyanürle toprağı zehirleyip altını kusmasını sağlamak fazlasıyla Baconist mesela.
Descartes bitki ve hayvanları, ruhları olmadığını ileri sürerek birer makine sayıyordu. (Bedia Akarsu, Çağdaş Felsefe, 6). Nietzsche’nin “üstinsan”ında olduğu gibi, insanı ve onun üstünlüğünü kanıtlamaya dönük varoluş felsefesinden, insanın yeryüzüne ve canlı hayata egemenliğine dayalı zorba ve despot rejim çıkacaktır. Darwin’de insanın son aşama olduğu mükemmelleşme hiyerarşisi Müslüman zihinde varlık evreninin zafer tacı muamelesi görüyor. “Eşref-i mahlukat” bu demek. Bu tanım Kur’an’da geçmez. Peygamber de söylemedi. Müslümanlar uydurdu.
İnsanın Allah’ın suretinde yaratıldığına (Buharî 6227) dair bâtıl inanç, doğaya yabancılaşmanın temelidir. Buradan itibaren doğayı tahrip, insan türü dışındaki canlılara düşmanlık, tabiatı istila çılgınlığının önü açılmış oluyor. İnsanı üstün tür saymanın kökeni de Tanrıya benzeme iddiasıdır. Şükür ki Kopernik geosentrik tasavvuru yıktı da insanı yeryüzünün egemeni, sahibi, mülk sahibi, diğer türleri de insanın kölesi sayan antroposentrik doktrin yerle bir oldu. Bu yapısöküm ve devrim sayesinde doğadaki tüm türler aynı hizaya yerleşti. Son 50 bin yılda ortaya çıkmış insan türünü tüm türlerden üstün ve onların hâkimi sayan bâtıl inanç yıkıldı. Bilakis insan, piramid değil çember olan hayat şemasında mikrokozmos olarak kozmomorfik canlıdır. (Bedia Akarsu, Çağdaş Felsefe, 93).
Aydınlanma hümanizminin “üstün tür” itikadını Müslümanlaştıran ve başta köpekler olmak üzere tüm hayvanlara, canlı hayata, fıtrata, dolayısıyla da onları yaratan Allah’a düşman Müslümanlar. Evsiz köpeklere rahman ve rahim davranmaya öfke patlamalarıyla tepki gösterirken bu merhametin arkasında “mama lobisi” bulunduğu yolunda bir komplonun peşinden koşuyor. Bu doğru olsa bile lobiyi protesto etmek, yemeği kendisi yapıp Allah’ın hayvan ümmetini doyurmayı gerektirir değil mi? Aksine aç bırakılmalarını ve ölmelerini istiyorlar. Onlarca evin bulunduğu yerde açlıktan kemikleri derisinin dışına taşmış köpekler var ve o hane sakinleri bu zulümden hiç gocunmuyor. Zalimliğin bedenlenmiş halidirler. Evsiz köpeklere savaş açan zifiri karanlık dünya, canlı hayata düşman. Kapısına gelen aç hayvanı Allah rızası için doyurmuyor, hayvan kendi başının çaresine bakınca da nefret ve öfkeyle ona işkence ediyor. Kullandığı lugata cürmü meşhud yapalım: Müslümanın duygusal çirkinliğinde hayvanın ölünce telef, yani ziyan olması, onu Allah’ın yarattığı kıymetli can değil, parasal anlamdan ibaret mal görmesinden. Türkçe’de köpekler ve başka hayvanların adıyla üretilmiş küfürler ve hakaretler bu kavmin tıynetini, medeniyetsizliğini, hatta umutsuz halini gösteriyor. Dilini bu kirden arındırmadan zihin ve duygu dünyası ve aklı paklanmayacak.
Muhafazakâr kavim, Aydınlanmacılığın “eşref-i mahlukat” itikadına şehvetle sâdık. Halbuki insan ne üstün tür ne de evrimin kemali. Canlı hayatın devamı için çabalama yükümlülüğü var. Zalim insan, yüklendiği emanetin (Ahzab 72) gereğini yapmak yerine tahribat peşinde.
Üstünlük sapkınlığı ya beyazın üstünlüğü ya dindarın üstünlüğü ya da insanın hayvana üstünlüğü şeklinde tezahür ediyor. İnsan kendini doğanın sahibi ve diğerlerine dilediğini yapma hakkına sahip üstün canlı gördükçe vahşiliğin sonu gelmeyecek. Müslümanın ehlileştirilmesi gerek. Ona Allah’ın suretinde yaratılmadığını, Tanrıyı temsil etmediğini, Allah’ın halifesi olmadığını belletmek lazım. Bu itikat bâtıl, geçersiz, yanlış. Doğayı tahrip, canlılara düşmanlık, tabiatı istila çılgınlığının önünü bu sapkın inanç açıyor.
Üstün tür (eşref-i mahlukat) inancı, Kur’an’ı bu bozuk itikada göre tahrif ediyor. Müslümanlık için üretilmiş “üstün din” faraziyesi de bu çarpık zihniyetin çıktılarından. Kasas 5’te tarihsel olarak Yahudiler için söylenen “Onları önderler yapmayı diledik” cümlesini Müslümanlık için kullanmaya varana dek.
İsra 70’in son cümlesini (وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلٰى كَث۪يرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْض۪يلً) insanın tüm yaratılmışlara üstün kılındığı iddiasıyla tercüme edenler, doğaya egemen olmayı kafaya takmış Aydınlanmacılığın talebesi, müridi, müminidir.
Hümanizme biatlı Müslümanlık, ayetteki “yaratılmışlar”ın akıllı varlıklar için geçerli “men” edatıyla ifade edildiğini görmüyor. Üstelik teb’iz (bir kısmını) ifade eden “min (-den)” (مِمَّنْ) edatıyla birlikte. Yani ayet hem akıllı varlıklar için kullanılan “men” edatını tüm yaratılmışlar için kullanmakla onları da insanla aynı hizaya koyuyor hem de “min” edatıyla her birinin diğerinden üstünlükleri olduğunu ikaz ediyor. Tek üstün insan değil yani. Her türün kendine özgü üstünlükleri var.
Peygamber’in Medine’sinde ne köpeklerden ne de diğer canlılardan böyle nefret edildi. Çünkü “Sizin gibi ümmettirler” (En’am 38) uyarısı hayvanlara sosyal hayat içinde dokunulmazlık kazandıran ilkeydi. Abdullah b. Ömer, Peygamber zamanında köpeklerin Mescid-i Nebevi’de serbestçe dolaştığını, hatta mescide çişlerini yaptığını anlatır. (Ebu Davud 382, İbn Huzeyme 300, İbn Hibban 1656). Buna rağmen kimse onları kovmuyordu. Zamane Müslümanlığının “köpek terörü” diye kampanya yürütmesini, köpekleri sokaklardan acımasız yöntemlerle toplamasını, barınak adı verilen işkence kamplarında zulmün uç örneklerini sergilemesini Peygamber’in tarzıyla mukayese edin.
Hiçbir uyarı ve kuralın işlemediği Müslüman muhafazakârlar, Yaratıcı’ya ve yarattığı doğaya düşmanlıkta kimi zaman toplatılmayı gerektirecek boyutta cüretkarca azgın, başıboş saldırganlardır. Engel olunmadığı için çeteleşmişler, medyatik kampanyalarda dile getirdikleri düşmanlıklarıyla toplumu terörize ediyorlar. Bu kriminal faaliyete karşı hukuku çalıştırmak gerekir. Hayvanları katletmeyi azmettirenlere ve buz kesmiş seri katil sapkınlığıyla katledenlere hukukun ani, gecikmesiz, hemen ve etkin tepkisine muhtacız. Canavarca duyguyla işlenmiş cinayette canlar arasında hiyerarşi olmaz. Hukuk da bu ilkeye tâbi olmalı. Cinayetlere karşı kamusal refleks ve tepki geciktiği her an toplumun insanlığında erozyonun büyümesine neden oluyor.
İmha kampanyasının sloganı “köpek terörü”. Böyle ifade edenler sokakta başıboş gezdirilmeyecek derecede kaçık ve hastalıklı göründüğünden yumuşatanlar da var. “Saldırgan tür” diyorlar mesela. Oysa doğada saldırgan, yani fesat çıkaran, bozan, nihilist yırtıcı insandan başka tür yok.
ABD’de 2005 Ağustos’unda beş günde New Orleans’ı haritadan silen Katrina Kasırgası’nda Memorial hastanesinde yaşananlar yargılamaya konu olmuştu. Mevzu, Five Days at Memorial (Memorial’da Beş Gün) dizisinde anlatıldı. Çok sarsıcıydı. Sel baskınında hastanede su seviyesinin yükselme hızı hasta tahliyesinin hızından çok daha fazlaydı. Bir karar vermek zorunda hissettiler. Mahkeme dosyasındaki tanık ifadesi şöyle:
- Bazı çalışanlar, hayvanlar için yapılacak en insani şeyin ne olduğunu sordu.
- En insani şey, onları ölüme terk etmemektir.
- Nasıl olacak o?
- Pentatol enjekte ederek. Bir doz yapacaksın, uyuyup ölecekler.
Sonra kurtarılmasını güç gördükleri hastaları da uyutup öldürdüler. Önce ölümcül hastalar, ardından taşınması zor aşırı kilolular.
Reel Müslümanlığın şimdilik köpeklerin katledilmesini normalleştirmek istemesi, muhtemel ve müstakbel vakitte başka zayıf halkaları elimine etmeye antrenman içindir. Siyasi muhaliflere sıranın gelmesine sabırsızlandığını gizlemiyor ayrıca.
Allah’ın yarattığı köpek ümmetine, canlı hayata, doğaya düşman Müslümanlığın, zulüm gören köpeklere sahip çıkılmasına tepkisi, köpeklerin hayat hakkını savunanların yaşam tarzından nefret etmeye dayanıyor. Köpeklerin hayat hakkını savunanların hayat tarzına düşmanlığını köpeğe düşmanlıkla ifade etmeleri kuşkusuz hastalıklı, tehlikeli. Bir profesyonelden destek almalı, iyileşmeli ve topluma öyle kabul edilmeliler. Çünkü her an köpeğin yerine insan dahil başka bir canlı türünü koyabilirler.
Öfke ve tepkisini görevini yapmayan yerel yönetimlere göstermek yerine korumasız köpeklere hınçla saldıran başıboş insan sorunu var. Nüfus sayımı, kısırlaştırma, eğitim, besleme ve bakım işi çok küçük bütçelerle yapılabilecekken yapılmıyor. Sadece histerik katliam çağrısı var.
Düzgünce zekat verilse fakir kalmayacağı sloganını pek seven bu Müslümanlık, gıda ve barınma desteği sağlayacağına sokakta aç bırakılan hayvanların sürekli tahkir, tehdit, taciz, darp nedeniyle hırçınlaşmasına karşı hayvan düşmanlığı ve nefreti örgütlüyor. Hayvanları düşmanlaştırıp hedefe koyan hastalıklı, kötücül, karanlık bir zihniyet evrenindeyiz. İnsan, hayvan ve bitkinin, yani tüm âlemlerin Rabbi Allah’ın mahlukatına savaş açmış husumet, kin, nefret bu. Doğa ile ve doğal olanla savaşıyor. Yapaylığın, milyon liralık arabaların, betonun, para ve gücün Allah’ın hilkati ve hakikatine karşı savaşı. Hak ve bâtıl mücadelesi. Gösterdiği politik diyalektiklerin hepsi sahte.
Hayvanı tâli görüp can hiyerarşisi kuran vicdan fukaralığı ve köpek düşmanlığı cinnet hali. Medeniyeti geliştirmeye uğraşacağına ilkel çağ icat etmeye girişenlere anlayış beklentisi canlı hayata saygısızlık.
Kur’an’da, zalim yönetim ve kavimden kaçıp mağaraya sığınan gençlerin anlatıldığı kıssada (Kehf 18 ve 22), konuyla hiç alakası olmamasına rağmen köpeğin öne çıkartılıp kişileştirilerek gençlerin sayısına ilaveten zikredildiği ayeti okuya okuya köpeklere cadı avı, zulüm yürütülüyor.
Kehf 18’de köpek, insandan bahsederken söylendiği gibi “kollarını [zirâayhi] uzatmış” şeklinde betimlendiği halde köpek düşmanı mealler ayetteki “kol” ifadesini “ayak” diye tercüme ediyor. Allah’ı bile düzelten kaçıklık. Oysa ayak denecek olsaydı öyle söylenirdi, Nur 45’te olduğu gibi. Köpeğin mağaraya sığınmış müminlerin yanında uyuduğu anlatılmışken (“Köpekleri de girişte kollarını uzatmış halde”, Kehf 18), hatta gençlerin sayısına ilaveten kişi olarak zikredilmişken (“Diyecekler ki üç kişiydiler, dördüncüleri köpekleriydi. Beş kişiydiler, altıncıları köpekleriydi… Yedi kişiydiler, sekizincileri köpekleriydi. De ki: Rabbim sayılarını daha iyi bilir.”, Kehf 22) “Köpek olan eve melekler girmez” (Buharî 5949) uydurma rivayetini itikat yapmak dalalettir.
Köpekten nefretin bilinçaltındaki nedenine ilişkin bir tahminim var tabii ki.
Köpekten nefret, dinde kaynak seçtikleri Aişe’nin, meşru ve seçilmiş lider Ali’ye karşı iç savaş çıkarmak isterken emelini ifşa eden canlının köpekler olmasından kaynaklanıyor olabilir. “Hav’eb köpekleri” olayı (İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 6/212) Sünniliğin bilinç altında sarsıcı bir travmadır:
Halife Osman’ın halk isyanıyla devrilmesinden sonra Ümeyye ailesinin iktidarı sona erince beldelerin temsilcisi yüzlerce insan Medine’ye gelip Hazret-i Ali’yi lider seçti. İslam’ın erken tarihindeki ilk seçimdir. Bu gelişme, Peygamber dönemindeki katılımcı yönetim biçimini tahakküme dönüştürmüş hizbin hoşuna gitmedi. Birinci Halife Abdullah b. Ebi Kuhafe’nin (Ebu Bekir) kızı Aişe’yi manevi lider yapıp Emirulmüminin Ali’ye karşı silahlı kalkışma örgütlediler. Tarihe Aişe’nin devesi kastedilerek “Cemel savaşı” adıyla geçen Basra savaşında (656) ordu isyancıların kalkışmasını bastırdı.
“Hav’eb köpekleri” meselesi Basra savaşıyla ilgilidir. İsyancılar Hav’eb göletine geldiklerinde köpek bağrışmaları işitildi. Aişe sesleri duyunca korktu. Çünkü Peygamber ona, “Hav’eb köpeklerinin havladığı kişi sen olmayasın sakın?” demişti. (İbn Kuteybe, el-İmame ve’s-Siyase, 1/82). Rivayetlere göre köpek seslerini işitince uyarıyı hatırlayan Aişe geri dönmek istedi. Zübeyir (b. Avvam), rehberin yanlış yer bilgisi verdiğini söyledi. Talha da (b. Ubeydullah) orasının Hav’eb olmadığına yemin etti. Yalan söylediler yani. (Yusuf es-Senusî el-Hasenî [ö. 1490], İkmalu İkmal, 8/248, 2008. Bu Müslim şerhinde bunun İslam’da ilk yalancı şahitlik olduğu belirtilir.)
Aişe, “Hav’eb köpeklerinin havladığı kişi” olarak kanlı kalkışmada yüzlerce insanın ölmesine sebep oldu. Bir sene sonra da Muaviye, Aişe’nin bıraktığı yerden alıp ikinci kalkışmaya girişecek ve Peygamber’in kadim dostu Ammar b. Yasir ve “Peygamberi görmeyen sahabe” ünvanlı Veysel (Uveys) Karani başta olmak üzere Bedir savaşı ve Rıdvan biatından 800 sahabeyi öldürecektir.
“Hav’eb köpekleri” öyküsü, Sünni kaynaklarda geçen en güvenilir rivayetlerden biri. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/52, 97).
Burada parantez açalım ve hal böyleyken Aişe’ye tepkisi malum Oniki İmamcı Şiilikteki köpek husumetinin sebebini soralım. Şudur: 12. yüzyıla kadar Şia’nın en küçük kolu olan Oniki İmamcı Şiilik, öğretmeni Mutezile sayesinde bağımsız kimlik kazanmışken irfan temelli Alici/Alevi geleneği müesses fıkıhla aşıladığında Sünnilik havzasına dönmüş oldu. Vahdete maya olarak Sünni ve Şii fıkıhların hemen hemen aynı olduğunun mutlulukla dile getirilmesinin aslı esası budur. Şiilikler arasında Oniki İmamcı Şiiliğin fıkhen Şia’yı Sünnileştirdiği söylenebilir. Bu hipotez ayrı bir yazının konusu.
Muaviye’nin sarayında imal edilmiş politik Sünniliğin mirasçısı muhafazakârlığın köpek düşmanlığının bilinçaltında “Hav’eb köpekleri” kültürü olabilir. Köpekler onlara barışı, adaleti, hak ve hakikati hatırlatıyor; fitne, fesat, isyan, kalkışma ve kötülükten sakındırıyor. Hoşlanmıyorlar haliyle.