İki hafta önce hazırladığım filmlerle 2024 Amerikan seçimleri yazı listeme, bu hafta bir başka film daha ekleyebilirim. İranlı ve Danimarkalı başarılı yönetmen Ali Abbasi’nin, başkan adayı Donald J. Trump’ın 1970’ler ve 1980’ler Amerika’sında bir emlak imparatoru olarak yükseliş yıllarını ele aldığı dördüncü uzun metraj filmi The Apprentice, bu hafta sonu ülkemizde vizyona giriyor.
Film ilk olarak geçtiğimiz mayıs ayında, Cannes Film Festivali yarışma seçkisinde yer aldı. Geçtiğimiz günlerde (seçimlere 25 gün kala!) Amerika’da da vizyona giren film, Trump’ın bu hafta sosyal medya hesabında yaptığı oldukça sert ve suçlayıcı çıkışlar ile gündem oldu. Trump, alışık olduğumuz sert ve bel altı diliyle, filmin tamamen sahte, yanlış bilgiler üzerine kurulu olduğunu, seçimler öncesi vizyona sokularak seçimin kaderinin etkilenmek istendiğini iddia etti. Yönetmene, filmin senaristine ve yapımcılara küfürler yağdırdı, onları suçladı; işi mahkemeye taşıyacağını söyledi.
Bu haftaki yazımda, The Apprentice filminden kısaca bahsetmek istiyorum. Sonda yazacağımı başta hemen söyleyeyim: Bence bu filmi kaçırmayın. Medya üzerinden kişiliğini epey yakından tanıdığımız Trump’ın geçmiş yıllarını, bugüne ayna tutacak şekilde anlatan, seyirciyi kötülük, empati ve sempati duyguları arasında baş başa bırakan, yer yer zor ama seyri oldukça keyifli The Apprentice filmi, bence senenin öne çıkan, iyi yapımlarından.
Ali Abbasi’nin kariyeri ve filmleri
Filme geçmeden önce, yönetmenin kariyerine kısaca değinmek istiyorum. İran doğumlu Abbasi, 2002 yılında mühendislik eğitimi almak için İsveç’e yerleşiyor. Daha sonra Danimarka’nın ünlü ulusal film okulunda sinema eğitimi alıyor. Kariyerine Danimarka’da devam eden yönetmen, ilk uzun metraj filmi Shelley’i 2016 yılında gerçekleştiriyor.
Benim yönetmenle tanışmam ise, 2018 yılında vizyona giren İsveç yapımı ikinci filmi Border ile oldu. Film beni o sene bir hayli etkilemişti. Yabancılık, göçmenlik ve dışlanan olmak gibi, zamansız ve hiç eskimeyen temaları bilimkurgu, gizem, fantezi, suç ve drama türleri ile yoğuran, tüyler ürpertici bir film Border. Bu filmi ile Abbasi’nin, yeni jenerasyon göçmen- Avrupalı yönetmenler arasında kendisine güçlü bir yer edineceği belliydi.
Üçüncü ve bir sonraki filmi, 2022 yılında Cannes Film Festivali’nde yarışan Holy Spider bende biraz hayal kırıklığı yarattı. Yönetmen bu sefer, çok iyi bildiği fantezi, bilimkurgu ve gizem türlerinden uzaklaşıyor; İran’da kadın cinayetlerinin peşinden giden bir kadın gazetecinin hikayesini anlatıyordu. Tabii beni burada mutsuz eden, farklı bir türe yönelmesi değil, daha çok anlattığı hikâyenin, seyirciyi şaşırtmayan, düz bir anlatısı olduğunu düşünmemden kaynaklıydı. Hatta sırf bu yüzden, bu seneki Cannes’da, pek de olumlu eleştiriler almayan son filmi The Apprentice’i de pas geçmek üzereydim. Ta ki Trump’ın bu hafta yaptığı sert çıkışlarına kadar. İyi ki de o çıkışları yapmış!
Abbasi’nin genç filmografisi, Kuzey Avrupa sinemasının bağrından kopan fantezi ve gizem soslu filmler ile başlıyor; İran ve kadın cinayetlerine uzanan gerçekçi ve yer yer belgesele yakın bir ton ile devam ediyor. Peki hangi noktada, yönetmen, oldukça “Amerikan” projesi sayılabilecek bir Trump hikayesi anlatmaya karar veriyor?
2018 yılında Border filminin, Amerika’daki Telluride Film Festivali gösterimi sırasında, Abbasi, The Apprentice senaristinin menajeri ile tanışıyor. Senarist, uzun yıllar hem New York Times hem de Vanity Fair’da Trump üzerine haberler yapmış gazeteci – yazar Gabriel Sherman. Menajer Abbasi’ye, “Canavarlar ile aran çok iyi, Trump hakkında bir film yapmak ister misin?” diye soruyor. Abbasi de bu şekilde projeye dahil oluyor. Yönetmen, Amerika’ya ve Amerikan siyasetine uzaktan- kendi deyimiyle tarafsız- bakabildiğini düşünüyor.
Ali Abbasi’ye filmografisindeki filmlerin ortak noktası sorulduğunda, niyetinin ‘ötekisini’ anlatmak olduğunu söylüyor: “Empati kurabilmek ve bir başkasını anlatmak. Başkası ne kadar korkunç olursa olsun, bir kadın katili, bir canavar ya da kendi başarısı ya da istekleri doğrultusunda kimseyi umursamayan biri, başkasının bulunduğu yerden kendimi görebilmek filmlerimin ortak noktası.”
Film neyi anlatıyor?
Trump’ı uzun yıllar televizyon ekranlarında sunduğu ve sık sık “You are fired!” diyerek yarışmacıları kovduğu Çırak isimli televizyon programı ile hatırlıyoruz. Filmin ismi bariz bir şekilde bu programa atıfta bulunuyor ancak bu sefer karşımızdaki çırak, Trump’ın ta kendisi.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Trump’ın emlak sektöründe orta karar başarılı bir iş adamlığından, milyonerliğe hatta milyarderliğe yükselişini, isim yapmasını ve avukat dostu şaibeli kişi Roy Cohn ile ilişkisini anlatan filmin, biyografi ve drama türünde olduğunu söyleyebiliriz. Oyuncu kadrosunda Sebastian Stan, Trump’ı; Succession dizisinden tanıdığımız başarılı oyuncu Jeremy Strong, Roy Cohn’u; Borat filminde ünlenen Maria Bakalova ise Trump’ın ilk karısı Ivana’yı canlandırıyor.
Öykünün başında, Trump hala çömez, saf ama hırsları olan bir iş adamı. Baskıcı babasının gölgesi altında olduğu yıllar. Büyük hedefleri, hayalleri var ama babasına açılmış bir dava projelerini gerçekleştirmesinin önünde engel. Bir çıkış yolu olarak, o yıllarda adı sıkça duyulan Avukat Cohn’a yaklaşıyor ve ondan yardım istiyor. Cohn, Trump’ta bir başarı potansiyeli görüyor ama yönlendirilmeye ihtiyacı olduğunu da biliyor. Cohn’un oldukça tartışmalı yöntemleri, şantaj, insanları dinleme, gözetleme, kaydetme gibi tehdit içeren iş bitirmeleri ve komünist avcılığı ile ünlenen Senatör Joseph McCarthy’nin sağ kolu olarak 1950’li yıllarda yaptıkları, ilk başta Trump’ı epey bir şaşırtsa ve başta ürkütse de kısa sürede Cohn’un kanatları altına giriyor ve bir nevi onun çırağı oluyor. Gitmek istediği yolda, Cohn’un çürümüş ahlakının onun önünü açacağını anlıyor.
Aslında bu açıdan filmi değerlendiğimizde, Soğuk Savaş etkisindeki 1950’lerden 1980’lere, McCarthy döneminden Reagan’a, Amerikan sağının bir anlatısının öykünün arka planında yer aldığını söylemek de mümkün.
Cohn, Trump’ın iş stratejisini geliştirmesinde -hatta farkında olmadan nasıl bir başkan olacağında da- kritik bir rol oynuyor. Ona üç hayat tavsiyesi veriyor: Saldır, saldır, saldır! (Hiçbir) bir suçlamayı kabul etme, her şeyi reddet! Yenildiğini hiçbir zaman kabul etme ve hep zafer ilan et!
Film böyle bir dünyayı anlatıyor. “Bu bir deneyim filmi,” diyor yönetmen. Müzikleriyle, performansıyla, 1980’ler New York’uyla, sanat ve iş dünyasından ilginç karakterleriyle ve her şeyiyle bir deneyim…
Peki filmin kırılma noktası neresi? Asıl kırılma, Trump başarıyı elde ettikten sonra başlıyor. Artık Cohn’a, karısına, babasına çok da ihtiyaç duymadığı bir noktada, film Trump’ın davranışlarındaki değişimleri inceleyen müthiş bir karakter draması haline geliyor.
Filmi izlememiz için sebepler
Film her şeyden önce, oldukça eğlenceli bir film. Güçlü oyunculuk performansları ve iyi seçilmiş müzik seçkisi ile keyifli bir seyir sunuyor. Sebastian Stan’in performansını izlerken, içeride bir yerlerde karşınızda Trump’ın olduğunu görebiliyorsunuz ama tasvir hiçbir zaman skeç’vari bir yere veya abartıya kaçmıyor. Jeremy Strong’un Cohn canlandırması da bir o kadar eğlenceli, komik, oldukça grotesk ama aynı zamanda hüzünlü ve yalnız. Her ikisi de çok iyi oynamış. Restoranda tanıştıkları ilk sahne, birbirlerine uzaktan bakışları, zoom lens kullanımı, müzik, o kadar taze ve canlı ki…
Filmin bir diğer güçlü yanı bence senaryosu. Gazeteci Gabriel Sherman keskin bir metin hazırlamış. Film, açılışında kurmaca olduğunu seyircilere hatırlatsa da filmin arka planındaki tarihsel gerçekçiliği hissetmemek mümkün değil. Ama burada Sherman’ın senaryosu hiçbir zaman sadece bilgileri arka arkaya veren bir dokümana dönüşmüyor. Karakterlerin en kırılgan yerlerine, en korunmasız oldukları alanlara ulaşabiliyor. Trump’ın ailesi ve özellikle babası ile olan ilişkisi, kardeşinin onun kadar şanslı olamayışı, çok âşık olarak evlendiği Ivana ile ilişkisinin başka bir yola girmesi, hikayedeki dönüşümler, hiç beklemediğimiz anlarda karakterlere empati duymamız, bunlar hep Sherman’ın güçlü kalemi sayesinde. Yazarın işlerini takip etmeye devam edeceğim.
Film bugün Trump’ın kendisi ve kampanya ekipleri tarafından abluka altına alınmış durumda. Filmin yapımcıları, Cannes Film Festivali döneminde muhafazakarların ve de liberallerin bir Trump filmine dokunmak istemedikleri için distribütör bulmakta zorlandıklarını söylüyorlar. Yönetmen de bugün filmin, liberaller tarafından Trump’ı yeterince eleştirmediği ve iyi yanlarını ortaya çıkardığı için eleştirildiğini, benzer şekilde, muhafazakâr kesimin de Trump tasvirinden mutlu olmadıklarını belirtiyor. “İki tarafı da kızdırabiliyorsak, iyi bir şey yaptık,” diyor Abbasi. “Ve bu da aslında konuyu ele alırken, tarafsız olabilmemizin bir başarısı. Trump’tan nefret eden ya da Trump’ı seven, her iki tarafın da filmden alabilecekleri bir şeyler var.
Bu açıdan da filmin gündeme ve bu seçimlere özgü önemli bir yanının olduğunu düşünüyorum. Eğer seçimleri takip ediyorsanız ve Amerikan politikası ile ilgileniyorsanız bence The Apprentice, Amerikan yakın tarihine ilginç bir bakış sunan kaçırılmaması gereken bir yapım.